Luo
Binghe, “Artık benden korkmuyor musun?” dedi.
Dışarıda
korkmuyorum. Ama burada korkuyorum!
Luo
Binghe elini ona uzattı. “Buraya gel.”
Eğer bu
karardıktan sonraki asıl Luo Binghe’ysa ne kadar el işaretiyle çağırırsa
çağırsın Shen Qingqiu itaatkâr bir şekilde yanına gitmekten korkuyordu. Shen
Qingqiu hâlâ ölümüne dövüşmeye cesareti olsa da anlık arkasını döndüğünde siyah
cübbeli figür önünde belirmiş, yolunu kapatmıştı. Shen Qingqiu’nun ona
çarpmasına yalnızca birkaç santimcik kalmıştı.
Shen
Qingqiu şiddetle geri çekilip güçbela sendelemesini önledi. Luo Binghe iki
parmağını uzatıp kol yenini çekiştirerek onu tekrardan geriye çekti. Nazik bir
şekilde, “Niçin kaçıyorsun?” dedi.
Ona doğru
döndüğünde Shen Qingqiu ne vurabilirdi ne de tamamıyla korkmuş davranabilirdi.
Hâlâ vazgeçmeden Sistem’i tıklatmaya devam ediyordu. “Bu gerçekten de asıl Luo
Binghe değil, değil mi? Bu dünyanın Luo Binghe’sı da değil? Bu cezalandırmayı
bitirmem için ne yapmam lazım? Onu dövmem mi lazım? Bunun beni asıl dünyama
göndermenden bir farkı yok, değil mi?!”
Sistem: 【Merhabalar. Ceza süresince sistemin…】
Shen
Qingqiu diyalog kutusunu kapattı.
Luo
Binghe onun yüzüne bir süre bakıp kaşlarını çatarak, “İçimde bir his… sende bir
değişiklik var gibi hissettiriyor. Sen gerçekten de Shen Qingqiu musun?” dedi.
Shen
Qingqiu gözlerini kırpıştırdı, tetikte bekliyordu. Luo Binghe yüzüne baktı,
biraz kafası karışmış bir şekilde baktıktan sonra yavaşça uzanıp Shen
Qingqiu’nun sağ elini tuttu.
Avuç içi
her zamanki gibiydi: kuru ama buz gibi. Shen Qingqiu’nun kalbi hafifçe
kıpraştı, tam bir şey söyleyecekti ki sağ omzu aniden buz kesiliverdi.
O esnada
Shen Qingqiu gerçekten de sağ kolunun omzunu terk ettiğini hissetmemişti.
Yalnızca tepki vermeye vakti olmadan bedeninin yarısı gibi bir şeyin
fırladığını görmüştü.
O ana
kadar inanılmaz derece muazzam bir acı aniden bütün bedenini ve beynini
kaplayıverdi.
Luo
Binghe sağ kolunu bütünüyle kopartıvermişti!
Böylesine
ağır bir yaralanmayla karşılaştığından dolayı Shen Qingqiu’nun bedeni
kendiliğinden bir ruhanî enerji dalgasıyla geri tepti. Luo Binghe ona vurmuş,
enerji de anında kesilip dağılmıştı.
Fışkıran
kanı durdurmanın imkânı yoktu. Shen Qingqiu’nun görüşü bulanıklaştı, birisinin
çığlık atıyor olabileceğini duyuyordu ama kendisi de atmıyordu. Kulakları
fazlasıyla tiz bir şekilde çınlıyordu ama anlayamıyordu da. Yalnızca önündeki
kişiden çabucak kurtulmayı istiyordu!
Geriye
sendeledi. Birkaç adımın ardından birkaç alazlanmış bambu kalıntılarına takılıp
yüzüstü yere düşüverdi.
Kolunu
kaybetmesinin acısı çok kötüydü, tam isabetli olarak yere başını vurmasının
hissiyle daha bile şaşkına dönmüştü. Luo Binghe sakin bir şekilde onu takip
ediyordu. Bu sefer hafifçe Shen Qingqiu’nun baldırlarından birisine davrandı.
İnsan
çubuğu!
Şu anda
Luo Binghe onu insan çubuğuna dönüştürmeyi planlıyordu!
O kadar
çok acıyordu ki nefes almakta zorlanıyordu. Shen Qingqiu kalan koluyla Luo
Binghe’ya uzanıp kavramıştı, nefes nefese bir hâlde başı delicesine titriyordu.
“Bu… bu…”
Bu yüzü
böyle bir şeyi yapmak için kullanma.
Luo
Binghe Shen Qingqiu’yu sıkıca yere sabitlemek için tek elini kullandı.
Bakışları neredeyse samimi, şefkatli denilebilecek şekildeydi.
Nazikçe,
“Böyle bir şeyi ilk kez yaptığımdan değil ama Shizun nasıl oluyor da bu kadar
alışılmadık davranıyor? Öyleyse, yavaşça alışana değin birkaç kez daha yapalım.
Ne dersin?” dedi.
Anında
midesini burkacak bir acı hızla sol bacağının dibinden bütün vücuduna kadar
yayıldı.
Shen
Qingqiu artık daha fazlasını kaldıramıyordu, tüyler ürpertici bir çığlığı
basıverdi!
Aniden, Sistem’in monoton sesi bildirdi: 【Cezalandırma tamamlandı.】
Acı
birdenbire kayboluvermiş, Shen Qingqiu da çılgınca dönerek doğrulup tekrardan
dizlerinin üzerine kapaklanmıştı. Sisteme küfredecek gücü bile yoktu, yarı diz
çökmüş hâldeyken yüzünü yere yapıştırıverdi, fışkıran soğuk terleri izliyordu,
sersemlemiş bir hâldeydi.
Yanında
bir ses aniden konuşuverdi: “Ne oldu sana böyle?”
Ancak o
zaman buradaki tek kişi olmadığını fark edebilmişti.
Ayrıca,
henüz gerçekliğe çekilmemiş gibi görünüyordu. Burası hâlâ Rüya Âlemi’ydi.
Bu mağara
da biraz aşina geliyordu. Yıllar önce Shen Qingqiu’nun rüyaya girdiği ilk zamanda
Rüya İblisi’nin saklanıp siyah bir sis gibi ortaya çıktığı mağarayla aynı
görünüyordu.
Yanındaki
kişi tam olarak Rüya İblisi’ydi.
Shen
Qingqiu kendini sakinleşmeye zorlayıp yanıt olarak, “Niçin senin mekânındayım?”
diye sordu.
Rüya
İblisi, “Son derece kuvvetli bir Rüya Âlemi’ne girmiştin, ilk ruhun parçalara
ayrılma tehlikesinde gibi görünüyordun. Bütün zaman müdahele etmek istedim ama
yapamadım. Başarıya ulaşana değin birçok kez denedim ve aniden, tam “o esnada” seni
oluşumdan buraya çektim.” dedi.
Önceden
Rüya İblisi’nin onu gerçekten de sevmediği izlenimine kapılmış olsa da
beklenmedik bir şekilde Rüya İblisi işlerin yolunda gitmediğini fark ettiğinde
“o esnada” Shen Qingqiu’yu çekivermişti. Shen Qingqiu biraz şaşırmış
hissediyordu; içtenlikle, “En içten teşekkürlerimi sunarım, Kıdemli… bana
oldukça yardım ettiniz.” dedi.
Rüya
İblisi nefesini burnundan verdi. “Bana teşekkür etmene gerek yok. En son Kutsal
Anıt Mezar’a gittiğinde veledi uyandırana kadar dayanmayı başarmana
şaşırmıştım. Ona fazlasıyla yardımda bulundun. Ona yardım etmen bu yaşlı adama
yardım etmen demektir.”
Kolunun
tamamıyla koparılmasının verdiği acı çoktan Shen Qingqiu’nun zihninin
derinliklerine işlemişti, onun siması kafasında her canlandığında ortaya
çıkıyordu. Shen Qingqiu sol eliyle sağ kolunu tutmaktan kendini alıkoyamadı. O
adı titrek bir sesle söylememek için biraz daha soluklanması gerekmişti. “Luo
Binghe’yı niçin görmüyorum?”
Genelde
onu rüyalara çekip onu en çok zorlayan Luo Binghe olurdu. Aslında Shen Qingqiu
her uyuduğunda Luo Binghe gelip onu rahatsız ediyordu. Fakat bu sefer Rüya
İblisi gerçekten de ilk kez Luo Binghe’yı yenip Shen Qingqiu’yu oluşuma
çekmişti.
Rüya
İblisi’nin kederi bunu sadece düşünürken bile artış göstermişti. “Nasıl
bilebilirdim ki? O velede kabûs tekniklerimi kontrol etmeyi öğrettiğimden beri
onun Rüya Âlemi’ne girememiştim. Burada ne dilerse onu görüyor. Elimden hiçbir
şey gelmiyor.”
Shen
Qingqiu sevimli Luo Binghe’yı bir an önce görmezse adını andıkça uzuvları
acımayı sürdürecekmiş hissediyordu. Saf, masum beyaz bir çiçek olan bu genç
adam çabucak çıkagelip ona sakinleştirici verebilir mi?!
Rüya
İblisi ona bir bakış attı. Shen Qingqiu’nun yüzünün kül, dudaklarının soluk
rengini gördüğünde Rüya İblisi’nin ciddiyeti artış göstermişti. “Velet kendi
kendine seni bulacaktır. Niçin endişeleniyorsun ki? Onun yerine ondan sakınmak
için elinden geleni yapmayacak mısın?”
Bu bir
teselli sayılır mı?
Shen
Qingqiu yalandan küçümseyen Rüya İblisi’ne baktığında aniden bu yaşlı adamın
birazcık şirin olduğunu hissetmişti.
Rahatlayıp
yere oturdu. Duraksadıktan sonra Shen Qingqiu aniden bir şeyi hatırladı.
“Kıdemli Rüya İblisi, Kutsal Anıt Mezar’dayken Luo Binghe’yı doğuya taşımıştım.
Doğuya doğru ilerlerken iki kişiye denk gelmiştim. Onlardan birisi kadındı.
Yoksa sen…”
O
zamanlar Qiu Haitang bir süreliğine şuurunu yitirmişti. Uyandığında hiçbir
sebebi yokken delirmiş ve kaçıp gitmişti. Shen Qingqiu şuuru kapalıyken Rüya
Âlemi’nde bir şeyle karşılaşıp karşılaşmadığından fazlasıyla şüpheleniyordu. O
esnada Luo Binghe’nın da şuuru kapalıydı, kömür gibi yanıyordu, hâliyle Qiu
Haitang’ın Rüya Âlemi’ni işgal edecek vakti yoktu. O hâlde Rüya İblisi’nin bir
şey yapmış olma olasılığı daha fazlaydı.
Tahmin
edildiği gibi, Rüya İblisi sakalını kıvırarak, “Sadece küçük bir numaraydı,
hepsi bu.” dedi.
“Küçük bir numara” dese ve ilgisiz davranmaya
çalışsa bile sesindeki küstahlığı gizleyemiyordu. Shen Qingqiu, “Ona tam olarak
ne gösterdiniz?” diye sormadan edemedi.
Genel
anlamda Rüya İblisi birisinin aklını yitirtmek istiyorsa ona en karanlık ve en acı
verici anılarını gösterirdi. Rüya İblisi onun anılarından Qiu klanının yok
edilme anısını çıkartabilir miydi?
Hayır, bu
da doğru gelmiyordu. Durum buysa Qiu Haitang gözlerini açıp Shen Qingqiu’yu
gördüğü gibi tepki verir, hiddetle dolu bir şekilde anında kılıcıyla saldırıp
onu delik deşik etmeye çalışmalıydı. Niçin arkasını dönüp gitmeden önce ağlayıp
çığlık atmıştı ki?
Rüya
İblisi: “Gösterdiklerim onun değil, senin anılarındı.”
Shen
Qingqiu hemencecik idrak ediverdi. Shen Jiu’nun anılarının kalıntıları hâlâ
bedenindeydi!
Eskiden
daima Gökyüzüne Ateş Eden Uçak’ın asıl Shen Qingqiu’nun yazılmamış kısımlarına değinmesini
istemişti. Shen Qingqiu anında, “Kıdemli onları çıkartıp bana da gösterebilir
mi lütfen?” dedi.
Rüya
İblisi ona baktı fakat Shen Qingqiu’nun niçin kendi anılarını görmek için
başkasının çıkartmasını istediğini sormamıştı da. Yalnızca, “Onları
hatırlamıyor musun?” diye sordu.
Shen
Qingqiu soruyu geçiştirebilmek adına qi ayrılması esnasında hafızasının
zedelendiği bahanesini önesürebilmek için birkaç bahane hazırlamıştı. Başını
salladı. “Maalesef.”
Birisinin
qi ayrılmasında hafızasının zedelenme olasılığı yine de fazlasıyla düşüktü
fakat Rüya İblisi gerçekten konuyu sürdürmemişti bile. Onun yerine, “Böyle
şeyleri hatırlamamak daha iyi.” dedi.
Shen
Qingqiu, “Kıdemli’nin yardımını en içten dileklerimle arz ediyorum.” dedi.
Rüya
İblisi: “Gerçekten görmek istiyor musun?”
Shen
Qingqiu başını salladı. Rüya İblisi parmağını uzatıp Shen Qingqiu’nun alnına
bastırdı. “Gözlerini kapa, yalnız parmağımı çektiğimde aç.”
Shen
Qingqiu uyarak gözlerini kapattı. Rüya İblisi tekrardan konuştu. “Anıların çok
kötü hasar almış ve tamamlanmıyorlar. Bazı yerleri atlanmış ve kesintili.
Bulanık yüzlü kişiler bile görebilirsin. Bu senin bedeninden kaynaklı. Mühim
bir şey değil.”
Yani,
diyordu ki; bir BUG varsa bu bedeninin kaynak dosyasından kaynaklı, tekniğimden
değil.
Shen
Qingqiu içinden ona kadar saydı, alnındaki baskı yittiğinde gözlerini açtı.
Dağınık saçlı; ince, genç bir adam önünde dizlerinin üzerinde duruyordu, bedeninin
üst kısmı kenevir ipiyle bağlanmıştı.
Genç
adamın yüzü solgundu, incecik bir çeneye ve güzel hatlara sahipti. Fakat yüzü
ölmenin eşiğinde gibi durgundu, ağzının kenarlarında ve alnında morluklar
vardı. Bu, hâlâ gençliğinin baharındaki Shen Jiu’ydu.
Huayue
Şehri’nde Shen Qingqiu Luo Binghe’nın Rüya Âlemi oluşumunundan kaçtığında
kazara Shen Jiu’nun anılarından geriye kalanlara varmıştı. Gördüğü bu görüntü
tam olarak buydu. Etrafa bir baktığında fark etmişti ki gerçekten o zamanki
aceleci bakışları yanıltmamıştı. Bu kütüphaneyle yatak odasının yalnızca
ahşaptan yuvarlak bir kapıyla ayrılarak birbirine bağlandığı ferah bir odaydı.
Müsrifçe döşenmiş, zarif kaligrafiler ve resimler duvarlara asılmıştı. Zengin
olmayan bir ailenin bunları edinebilmesi imkânsızdı, o nedenle burası birkaç
insan kaçakçısının kaldığı bir yer olamazdı da.
Shen
Qingqiu kollarını kavuşturup yakındaki, bir sürü değerli eşyanın
yerleştirildiği pervaza yaslanıp sessizce bekledi.
Çiçeklerle
çevrelenmiş ahşap kapı sessizce açıldı.
Shen
Jiu’nun başı hâlâ sabit duruyor, hareket etmiyordu fakat irisleri yeni gelen
kişiyi yansıtırken yukarıya doğru kaymıştı.
Lüks
kıyafetli bir genç adam eşikten geçti. Shen Qingqiu Qiu Haitang’a %60 benzeyen
bu simayı gördüğünde Qiu klanının yok edilmesinin kaynağı olan en büyük üye
olduğunu anlamıştı: Qiu Haitang’ın en büyük ağabeyi.
Önceden
şüphelendiği şey doğru çıkmıştı. Ne olursa olsun Shen Jiu’nun Qiu ailesinde
geçirdiği günleri Qiu Haitang’ın dediği gibi değildi, ona “aile gibi” de
davranılmamıştı.
Genç,
Shen Jiu’ya doğru sakin sakin ilerleyip çevresinde yarım bir daire çizdi. Shen
Jiu’nun ifadesi kaskatı kesilmiş, dudakları birbirine bastırılmıştı. Yüzü gizlense
bile omuzları hafifçe titriyordu. Anlaşılır bir şekilde fazlasıyla korkuyordu
fakat sakin kalmak için kendisini zorluyordu.
Aniden,
Genç Usta Qiu onu tam sırtından tekmeledi. Shen Jiu anında yere yüzüstü
uzanıverdi.
Genç Usta
Qiu soğuk bir şekilde kıkırdadı. “Ne o, bu sefer karşılık vermeye kalkışmayacak
mısın?”
Shen Jiu
burnu kan ve tozla kaplanmış şekilde uzanıyordu. Yavaş yavaş, “Bağışlayın beni,
Genç Usta. Siz olduğunu bilmiyordum.” dedi.
Genç Usta
Qiu, “Bilmiyor muydun? Bilmiyordun ama yine de beni öfkelendirmeye cüret
edebildin!” dedi.
Tek
eliyle Shen Jiu’yu yere yapıştırdı, yere çarparken çenesinden akan iki kan
gölüyle birlikte Shen Jiu’dan boğuk bir ses çıktı. Genç Usta Qiu bunu yapmaktan
muazzam bir zevk duyuyor gibi görünüyordu, onu topla oynuyor gibi tokatlamaktan
büyük bir keyif alıyordu.
Shen
Qingqiu sessizliğini koruyarak kenardan seyretmeye devam etti. Bu, Shen Jiu
artık daha fazla dayanamayana değin çok sayıda kez olduğunda daha fazla
katlanamayarak, “Tam olarak amacın ne senin?” diye bağırdı.
Genç Usta
Qiu art niyetle kahkaha attı. “Artık ailemize aitsin. Hâliyle, sana ne istersem
yapabilirim.”
Aniden
kapının dışından genç bir kadın ait nazik, güzel bir ses gelmişti. “Ağabey?
Ağabey? İçeride misin?”
Genç Usta
Qiu’nun ifadesi küçük kız kardeşinin ona seslendiği esnada değişiverdi, Shen
Jiu’yu çözüp hafif hafif, “Yüzünü sil! Yanlış herhangi bir şey söylemeye
tenezzül edersen gebertirim seni!” diye tehdit etti.
Shen Jiu
hem korkmuş hem de gücenmişti. Gözlerinden hiddetin ışıltıları geliyordu fakat
öfkesine rağmen hiçbir şey demeye yeltenmiyordu. Acımasızca yüzünü silip
burnundaki tozla kanı ovalamıştı fakat sildikçe daha da beter hâle gelmişti.
Genç Usta Qiu bunu gördüğünde camdan çiçekli bir saksı alıp suyu Shen Jiu’nun
yüzüne sıçrattı. Genç Usta Qiu kapı açılmadan önce ifadesini değiştirdi, ışık
saçıyordu. “Tang-er niçin geldi?”
Shen
Qingqiu sonunda asıl Shen Qingqiu’nun “yüzlerine gülüp arkalarından işler
beceren” karakter gelişimini öğrenebilmişti. Bu daha çok Genç Usta Qiu’dan
esinlenilip edinilmiş gibiydi…
Qiu
Haitang bir çift küçük beyaz saten botlarla birlikte nakışlı leylak bir cübbe
giyiyordu. Uçları mücevherlerle donatılmıştı, gerçekten de filizlenmekte olan
narin, genç bir hanım gibi görünüyordu. Bu, sonradan zorluklarla sertleşmiş
albenisine kıyasla farklı bir güzellikti. Kapıdan içeriye girip kıkırdadı.
“Ağabeyimin birisini getirdiğini duydum da, bir bakmak için gelmiştim.”
Kız, başı
önüne eğik bir şekilde köşeye çökmüş genci görmüştü. Fakat yüzü o kadar narin
ve güzeldi ki gözleri ışıldayıverdi. Oraya doğru ilerleyip gülücükler dolu bir
ifadeyle, “Xiao Jiu olmalısın, değil mi?”
Shen
Jiu’nun yüzü çoktan temizlenmişti ama hâlâ pek bir mutsuz görünüyordu, ona
cevap vermemişti. Genç Usta Qiu onun arkasında duruyordu, bakışları
tehditkârcaydı. Gülüp, “Pek konuşmayı sevmiyor. Çok tuhaf bir kişiliğe sahip.”
dedi.
Qiu
Haitang Shen Jiu’nun elini tutup, “Niçin konuşmayı sevmiyorsun? Benimle
birazcık konuş, lütfen?” dedi.
Sesi
nazik ve yılanı deliğinden çıkartacak cinsten tatlıydı; tınısı içtenti,
davranışları masum ve saftı. Onu mahcup etmeye kimsenin vicdanı el vermezdi.
Shen Qingqiu Qiu Haitang’ın genç bir kadınken gerçekten de Ning Yingying’e
fazlasıyla benzediğini düşündü. Anlaşılan o ki asıl Shen Qingqiu’nun tipi hep
böyleleriymiş.
En başta
Shen Jiu’nun yüzü kaskatıydı fakat genç kızın nazik, güzel sözlerle
kandırmasına direnememişti. Dışavurumu sessizliğini sürdürürken başını çevirdi,
kulakları hafifçe kızarmıştı. Qiu Haitang bunu gördüğünde ellerini birbirine
vurup, “Ağabey, çok eğlenceli biriymiş. Dışardan insanları getirmeyi sevmesen
de onu buraya getirmene şaşmamalı. Onu sevdim gibi.”
Genç Usta
Qiu sahte bir şekilde gülümsedi. “Onu ben de oldukça sevdim.”
Shen Jiu
“sevdim” kelimesini duyduğunda ürpermeden edememişti.
Anının
tam bu esnasında bütün sahne aniden kararıverdi.
Bulunan
insanların hepsi hızlı bir şekilde yok oldular. Shen Qingqiu bunun anında Rüya
İblisi’nin “kopma” diye bahsettiği şeyin olduğunu anlamıştı. Bedende asıl Shen
Qingqiu’nun hafızasından geriye kalanlar tamamlanmadığından kırpılmalar
fazlasıyla sıktı. Önceki anı çoktan bitmiş, şimdiyse yenisi başlamıştı.
Sahne
yine bu odada geçiyordu. Bu sefer Shen Jiu bağlı değildi ve şişmiş bir yüzle,
parmakları yerdeki yünden yapılmış kilimi hınçla kavrarken kanlar içinde yerde
uzanıyordu.
Ansızın,
kapı iki kere hafifçe tıklatıldı. Genç adamın sesi dışarıdan geliyordu. “Xiao
Jiu, Xiao Jiu?”
Shen Jiu
bu sesi duyduğu gibi ayaklanarak kendisini kapıya fırlattı. Yüzünü kilide
gömüp, “Qi Ge!” dedi.
Dışarıdaki
genç adam, “Sessiz ol, gizlice geldim.” dedi.
Shen
Qingqiu en başta dışarıdakinin kim olduğunu anlayamamıştı. Tekrardan bir
düşündüğünde Shen Jiu’nun adında “dokuz” karakterinin geçmesinin sebebinin
insan kaçakçıları tarafından dokuzuncu olarak sıralandırılmasından olduğunu
hatırlamıştı. Aslında, “sekizden sonraki” de oluyordu.
Yine de
Shen Qingqiu Shen Jiu’nun bu kişilikle iyi bir arkadaş bulduğuna gerçekten de
biraz şaşırmıştı.
Kapıdan
dışarıdaki kişi kapıyı sallıyormuş gibi tıkırtı sesleri geliyordu. Shen Jiu,
“Boşuna. İçten ve dıştan beş-altı tane kilit var. Penceler de kilitli.” dedi.
Genç
endişeyle, “Bu seferki kaçmaya teşebbüsünde sana çok bir şey yapmadılar, değil
mi?” dedi.
Shen
Jiu’nun öfkesi aniden artıverdi, “Çok bir şey yapmadılar mı? Aptal mısın sen?
Bacaklarımı kırıp iki gündür beni burada tutuyorlar. Ne sanıyorsun sen?!” diye
sövdü.
Aslında
Shen Qingqiu Shen Jiu’nun dayak yediğinden yürüyemediğini şüphesiz
görebiliyordu fakat iki bacağı da iyi durumdaydı. Güçbela kırılabilirlerdi.
Fakat kapının ardını göremeyen genç adam için elinden gelen tek şey Shen Jiu’ya
inanmaktı. Suçlulukla, “Hepsi benim hatam.” dedi.
Shen Jiu
hiddetli bir şekilde, “Elbette ki senin hatan! Seni sorumlu tutuyorum. Şu yeni
gelenlerle yakın bile değildik, birazcık üstlerine bassak ne olurdu ki? Niçin
kahramanı oynamak zorundaydın ki?! Bizim gibi ikinci dereceden hayatı olan
insanların kaldıramayacağından mı korktun?! Kahramanı oynamasaydın sana niçin
yardım edeyim ki? Sana yardım etmeseydim onu nasıl kışkırtabilirdim ve nasıl
Qiu herifi beni almakla neticelendirebilirdi?! Beni almasaydı nasıl bu hâle
gelirdim?! İki günde biraz dövülüyor, her üç günde de biraz daha dövülüyorum-
bana köpek muamelesi yapıyor!”
Genç
adam, “Özür dilerim, hepsi benim hatam.” diye tekrarladı.
Elbette Shen
Jiu’nun kişiliğinde birisinin arkadaşı olsaydı gerçekten de iyi huylu birisi
olması lazımdı. Birkaç süregelen özrün ardından Shen Jiu sonunda hiddetini yok
etmeye zorlayabilip, “Her neyse! Sadakat denen şu lanet şeye asla önem
vermedim. Hayatımdaki tüm sadakatimi sana veriyorum.”
Genç adam
minnetle, “Biliyorum.” dedi.
Shen Jiu
acımasızca, “Neyi biliyorsun be.” dedi.
Genç
adam, “Gerçekten de biliyorsun. Yedinci Kardeş senin sadakatini takdir ediyor.
Gelecekte sana karşılığını kesinlikle vereceğim.”
Shen Jiu,
“Ne geleceği?! Tüm hayatı insan kaçakçılarının malı olmakla geçen senin gibi
birisinin geleceği de insan kaçakçıcı olmaktan geçiyor. Hayır, sen iyi bir
insansın, insan kaçakçısı olamazsın. En fazla yemek için dilenmeye devam
edersin.” diye atıştı.
Genç,
“Xiao Jiu, seninle bunu konuşmak için gelmiştim. Ben gidiyorum. Sana görüşürüz
demek için geldim.” dedi.
Shen Jiu
irkildi, anında ayağa kalktı. “Gidiyor musun? Nereye gidiyorsun?”
Yedinci
Kardeş denilen genç adam, “Burada daha fazla kalamam artık. Qiu ailesinin şehirde
varlığı ve etkisi çok. Muhtemelen onları yenemeyiz, onlardan kaçamayız da. Bu
dünyada çok fazla efsun sekti var. Onlardan birisine katılıp nasıl efsun
yapıldığını öğreneceğim ki geri dönüp seni kurtarabileyim.”
Shen
Jiu’nun gözleri aniden inanılmaz bir şekilde parıldadı. “Yedinci Kardeş, doğuda
her yıl son derece yetenekli müritleri alan ölümsüz bir dağ varmış diye duydum.
Oraya mı gidiyorsun?”
Genç,
“Bilmiyorum… ama denemekte bir fayda var. Beni alacak bir sekt olmalı, değil
mi?” dedi.
Shen Jiu,
“Burada kilitli olmasaydım ben de seninle gelebilirdim…” diye mırıldandı.
Yüzündeki kıskançlığı kapıdan geçebilecekmiş gibi göstermekten kendisini
alıkoyamamıştı, planına günahkâr teklifler katacak gibi bakıyordu. Shen Qingqiu
dışarıdaki için az biraz endişelenmeden edememişti.
Bir süre
sonra, Shen Jiu tekrardan iç çekip “Yedinci Kardeş, şu andan itibaren fazla fevrî
olmaman lazım. Bu her zaman işleri berbat ediyor. Bu sefer yalnız benim adıma
şanssız gitti ama sonrasında efsuncuların sektine katıldığında da yine böyle
olursan ne yapacaksın? Daha sakin ol!”
Shen
Qingqiu Shen Jiu’nun daha genç olup ondan daha büyük birisine ders vermesini
açıklanamayacak bir şekilde biraz komik bulmuştu. Fakat genç adam biraz bile
olsun keyifsizleşmiş değildi. Onun yerine, mahcup bir şekilde, “Aklımda
tutacağım.” dedi.
Çünkü
artık umut vardı, Shen Jiu’nun sesindeki tutku yoğunlaşmıştı. “Hey, gitmeden
önce dediğini unutmaman lazım. Geri dönüp beni kurtarmalısın!”
Yedinci
Kardeş ciddiyetle başını sallayıp yavaş yavaş, “Tamam. Ben her şeyi öğrenene
değin bekle biraz. Kesinlikle geri dönüp seni götüreceğim!” dedi.
İkisi de
bir süre kapının bir tarafında sessizliğini korudular. Shen Jiu “Gittin mi?”
diye sordu.
Genç
anında, “Henüz değil. Konuşmanı beklemiştim.” diye yanıt verdi.
Shen Jiu,
“Yedinci Kardeş, biraz daha yaklaş. Kapının çatlağından sana bakmama izin ver.
Seni ne zaman… kaç yıl sonra tekrardan göreceğimi bilmiyorum.” dedi.
Genç adam
gülerek, “Dışarıda ölüp ölmeyeceğimi demek istedin, değil mi? Pekâlâ.” dedi.
Shen Jiu,
“Kendin söyledin bir kere! Böylesine acımasız bir şeyi söylediğin için beni
suçlama sakın.” diyerek atıştı.
Kapıya
güçlükle biraz daha yaklaşıp yüzünü yarığa yakınlaştırdı.
Shen
Qingqiu da deli gibi merak ediyordu, o da daha fazla yakınlaştı. Kapıdaki son
derece küçük yarıktan dışarıya doğru baktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder