19 Mayıs 2021 Çarşamba

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 72: SHEN JIU DENEN ŞAHIS


Luo Binghe, “Artık benden korkmuyor musun?” dedi.

Dışarıda korkmuyorum. Ama burada korkuyorum!

Luo Binghe elini ona uzattı. “Buraya gel.”

Eğer bu karardıktan sonraki asıl Luo Binghe’ysa ne kadar el işaretiyle çağırırsa çağırsın Shen Qingqiu itaatkâr bir şekilde yanına gitmekten korkuyordu. Shen Qingqiu hâlâ ölümüne dövüşmeye cesareti olsa da anlık arkasını döndüğünde siyah cübbeli figür önünde belirmiş, yolunu kapatmıştı. Shen Qingqiu’nun ona çarpmasına yalnızca birkaç santimcik kalmıştı.

Shen Qingqiu şiddetle geri çekilip güçbela sendelemesini önledi. Luo Binghe iki parmağını uzatıp kol yenini çekiştirerek onu tekrardan geriye çekti. Nazik bir şekilde, “Niçin kaçıyorsun?” dedi.

Ona doğru döndüğünde Shen Qingqiu ne vurabilirdi ne de tamamıyla korkmuş davranabilirdi. Hâlâ vazgeçmeden Sistem’i tıklatmaya devam ediyordu. “Bu gerçekten de asıl Luo Binghe değil, değil mi? Bu dünyanın Luo Binghe’sı da değil? Bu cezalandırmayı bitirmem için ne yapmam lazım? Onu dövmem mi lazım? Bunun beni asıl dünyama göndermenden bir farkı yok, değil mi?!”

Sistem: Merhabalar. Ceza süresince sistemin…

Shen Qingqiu diyalog kutusunu kapattı.

Luo Binghe onun yüzüne bir süre bakıp kaşlarını çatarak, “İçimde bir his… sende bir değişiklik var gibi hissettiriyor. Sen gerçekten de Shen Qingqiu musun?” dedi.

Shen Qingqiu gözlerini kırpıştırdı, tetikte bekliyordu. Luo Binghe yüzüne baktı, biraz kafası karışmış bir şekilde baktıktan sonra yavaşça uzanıp Shen Qingqiu’nun sağ elini tuttu.

Avuç içi her zamanki gibiydi: kuru ama buz gibi. Shen Qingqiu’nun kalbi hafifçe kıpraştı, tam bir şey söyleyecekti ki sağ omzu aniden buz kesiliverdi.

O esnada Shen Qingqiu gerçekten de sağ kolunun omzunu terk ettiğini hissetmemişti. Yalnızca tepki vermeye vakti olmadan bedeninin yarısı gibi bir şeyin fırladığını görmüştü.

O ana kadar inanılmaz derece muazzam bir acı aniden bütün bedenini ve beynini kaplayıverdi.

Luo Binghe sağ kolunu bütünüyle kopartıvermişti!

Böylesine ağır bir yaralanmayla karşılaştığından dolayı Shen Qingqiu’nun bedeni kendiliğinden bir ruhanî enerji dalgasıyla geri tepti. Luo Binghe ona vurmuş, enerji de anında kesilip dağılmıştı.

Fışkıran kanı durdurmanın imkânı yoktu. Shen Qingqiu’nun görüşü bulanıklaştı, birisinin çığlık atıyor olabileceğini duyuyordu ama kendisi de atmıyordu. Kulakları fazlasıyla tiz bir şekilde çınlıyordu ama anlayamıyordu da. Yalnızca önündeki kişiden çabucak kurtulmayı istiyordu!

Geriye sendeledi. Birkaç adımın ardından birkaç alazlanmış bambu kalıntılarına takılıp yüzüstü yere düşüverdi.

Kolunu kaybetmesinin acısı çok kötüydü, tam isabetli olarak yere başını vurmasının hissiyle daha bile şaşkına dönmüştü. Luo Binghe sakin bir şekilde onu takip ediyordu. Bu sefer hafifçe Shen Qingqiu’nun baldırlarından birisine davrandı.

İnsan çubuğu!

Şu anda Luo Binghe onu insan çubuğuna dönüştürmeyi planlıyordu!

O kadar çok acıyordu ki nefes almakta zorlanıyordu. Shen Qingqiu kalan koluyla Luo Binghe’ya uzanıp kavramıştı, nefes nefese bir hâlde başı delicesine titriyordu. “Bu… bu…”

Bu yüzü böyle bir şeyi yapmak için kullanma.

Luo Binghe Shen Qingqiu’yu sıkıca yere sabitlemek için tek elini kullandı. Bakışları neredeyse samimi, şefkatli denilebilecek şekildeydi.

Nazikçe, “Böyle bir şeyi ilk kez yaptığımdan değil ama Shizun nasıl oluyor da bu kadar alışılmadık davranıyor? Öyleyse, yavaşça alışana değin birkaç kez daha yapalım. Ne dersin?” dedi.

Anında midesini burkacak bir acı hızla sol bacağının dibinden bütün vücuduna kadar yayıldı.

Shen Qingqiu artık daha fazlasını kaldıramıyordu, tüyler ürpertici bir çığlığı basıverdi!

Aniden, Sistem’in monoton sesi bildirdi: Cezalandırma tamamlandı.

Acı birdenbire kayboluvermiş, Shen Qingqiu da çılgınca dönerek doğrulup tekrardan dizlerinin üzerine kapaklanmıştı. Sisteme küfredecek gücü bile yoktu, yarı diz çökmüş hâldeyken yüzünü yere yapıştırıverdi, fışkıran soğuk terleri izliyordu, sersemlemiş bir hâldeydi.

Yanında bir ses aniden konuşuverdi: “Ne oldu sana böyle?”

Ancak o zaman buradaki tek kişi olmadığını fark edebilmişti.

Ayrıca, henüz gerçekliğe çekilmemiş gibi görünüyordu. Burası hâlâ Rüya Âlemi’ydi.

Bu mağara da biraz aşina geliyordu. Yıllar önce Shen Qingqiu’nun rüyaya girdiği ilk zamanda Rüya İblisi’nin saklanıp siyah bir sis gibi ortaya çıktığı mağarayla aynı görünüyordu.

Yanındaki kişi tam olarak Rüya İblisi’ydi.

Shen Qingqiu kendini sakinleşmeye zorlayıp yanıt olarak, “Niçin senin mekânındayım?” diye sordu.

Rüya İblisi, “Son derece kuvvetli bir Rüya Âlemi’ne girmiştin, ilk ruhun parçalara ayrılma tehlikesinde gibi görünüyordun. Bütün zaman müdahele etmek istedim ama yapamadım. Başarıya ulaşana değin birçok kez denedim ve aniden, tam “o esnada” seni oluşumdan buraya çektim.” dedi.

Önceden Rüya İblisi’nin onu gerçekten de sevmediği izlenimine kapılmış olsa da beklenmedik bir şekilde Rüya İblisi işlerin yolunda gitmediğini fark ettiğinde “o esnada” Shen Qingqiu’yu çekivermişti. Shen Qingqiu biraz şaşırmış hissediyordu; içtenlikle, “En içten teşekkürlerimi sunarım, Kıdemli… bana oldukça yardım ettiniz.” dedi.

Rüya İblisi nefesini burnundan verdi. “Bana teşekkür etmene gerek yok. En son Kutsal Anıt Mezar’a gittiğinde veledi uyandırana kadar dayanmayı başarmana şaşırmıştım. Ona fazlasıyla yardımda bulundun. Ona yardım etmen bu yaşlı adama yardım etmen demektir.”  

Kolunun tamamıyla koparılmasının verdiği acı çoktan Shen Qingqiu’nun zihninin derinliklerine işlemişti, onun siması kafasında her canlandığında ortaya çıkıyordu. Shen Qingqiu sol eliyle sağ kolunu tutmaktan kendini alıkoyamadı. O adı titrek bir sesle söylememek için biraz daha soluklanması gerekmişti. “Luo Binghe’yı niçin görmüyorum?”

Genelde onu rüyalara çekip onu en çok zorlayan Luo Binghe olurdu. Aslında Shen Qingqiu her uyuduğunda Luo Binghe gelip onu rahatsız ediyordu. Fakat bu sefer Rüya İblisi gerçekten de ilk kez Luo Binghe’yı yenip Shen Qingqiu’yu oluşuma çekmişti.

Rüya İblisi’nin kederi bunu sadece düşünürken bile artış göstermişti. “Nasıl bilebilirdim ki? O velede kabûs tekniklerimi kontrol etmeyi öğrettiğimden beri onun Rüya Âlemi’ne girememiştim. Burada ne dilerse onu görüyor. Elimden hiçbir şey gelmiyor.”

Shen Qingqiu sevimli Luo Binghe’yı bir an önce görmezse adını andıkça uzuvları acımayı sürdürecekmiş hissediyordu. Saf, masum beyaz bir çiçek olan bu genç adam çabucak çıkagelip ona sakinleştirici verebilir mi?!

Rüya İblisi ona bir bakış attı. Shen Qingqiu’nun yüzünün kül, dudaklarının soluk rengini gördüğünde Rüya İblisi’nin ciddiyeti artış göstermişti. “Velet kendi kendine seni bulacaktır. Niçin endişeleniyorsun ki? Onun yerine ondan sakınmak için elinden geleni yapmayacak mısın?”

Bu bir teselli sayılır mı?

Shen Qingqiu yalandan küçümseyen Rüya İblisi’ne baktığında aniden bu yaşlı adamın birazcık şirin olduğunu hissetmişti.

Rahatlayıp yere oturdu. Duraksadıktan sonra Shen Qingqiu aniden bir şeyi hatırladı. “Kıdemli Rüya İblisi, Kutsal Anıt Mezar’dayken Luo Binghe’yı doğuya taşımıştım. Doğuya doğru ilerlerken iki kişiye denk gelmiştim. Onlardan birisi kadındı. Yoksa sen…”

O zamanlar Qiu Haitang bir süreliğine şuurunu yitirmişti. Uyandığında hiçbir sebebi yokken delirmiş ve kaçıp gitmişti. Shen Qingqiu şuuru kapalıyken Rüya Âlemi’nde bir şeyle karşılaşıp karşılaşmadığından fazlasıyla şüpheleniyordu. O esnada Luo Binghe’nın da şuuru kapalıydı, kömür gibi yanıyordu, hâliyle Qiu Haitang’ın Rüya Âlemi’ni işgal edecek vakti yoktu. O hâlde Rüya İblisi’nin bir şey yapmış olma olasılığı daha fazlaydı.

Tahmin edildiği gibi, Rüya İblisi sakalını kıvırarak, “Sadece küçük bir numaraydı, hepsi bu.” dedi.

 “Küçük bir numara” dese ve ilgisiz davranmaya çalışsa bile sesindeki küstahlığı gizleyemiyordu. Shen Qingqiu, “Ona tam olarak ne gösterdiniz?” diye sormadan edemedi.

Genel anlamda Rüya İblisi birisinin aklını yitirtmek istiyorsa ona en karanlık ve en acı verici anılarını gösterirdi. Rüya İblisi onun anılarından Qiu klanının yok edilme anısını çıkartabilir miydi?

Hayır, bu da doğru gelmiyordu. Durum buysa Qiu Haitang gözlerini açıp Shen Qingqiu’yu gördüğü gibi tepki verir, hiddetle dolu bir şekilde anında kılıcıyla saldırıp onu delik deşik etmeye çalışmalıydı. Niçin arkasını dönüp gitmeden önce ağlayıp çığlık atmıştı ki?

Rüya İblisi: “Gösterdiklerim onun değil, senin anılarındı.”

Shen Qingqiu hemencecik idrak ediverdi. Shen Jiu’nun anılarının kalıntıları hâlâ bedenindeydi!

Eskiden daima Gökyüzüne Ateş Eden Uçak’ın asıl Shen Qingqiu’nun yazılmamış kısımlarına değinmesini istemişti. Shen Qingqiu anında, “Kıdemli onları çıkartıp bana da gösterebilir mi lütfen?” dedi.

Rüya İblisi ona baktı fakat Shen Qingqiu’nun niçin kendi anılarını görmek için başkasının çıkartmasını istediğini sormamıştı da. Yalnızca, “Onları hatırlamıyor musun?” diye sordu.

Shen Qingqiu soruyu geçiştirebilmek adına qi ayrılması esnasında hafızasının zedelendiği bahanesini önesürebilmek için birkaç bahane hazırlamıştı. Başını salladı. “Maalesef.”

Birisinin qi ayrılmasında hafızasının zedelenme olasılığı yine de fazlasıyla düşüktü fakat Rüya İblisi gerçekten konuyu sürdürmemişti bile. Onun yerine, “Böyle şeyleri hatırlamamak daha iyi.” dedi.

Shen Qingqiu, “Kıdemli’nin yardımını en içten dileklerimle arz ediyorum.” dedi.

Rüya İblisi: “Gerçekten görmek istiyor musun?”

Shen Qingqiu başını salladı. Rüya İblisi parmağını uzatıp Shen Qingqiu’nun alnına bastırdı. “Gözlerini kapa, yalnız parmağımı çektiğimde aç.”

Shen Qingqiu uyarak gözlerini kapattı. Rüya İblisi tekrardan konuştu. “Anıların çok kötü hasar almış ve tamamlanmıyorlar. Bazı yerleri atlanmış ve kesintili. Bulanık yüzlü kişiler bile görebilirsin. Bu senin bedeninden kaynaklı. Mühim bir şey değil.”

Yani, diyordu ki; bir BUG varsa bu bedeninin kaynak dosyasından kaynaklı, tekniğimden değil.

Shen Qingqiu içinden ona kadar saydı, alnındaki baskı yittiğinde gözlerini açtı. Dağınık saçlı; ince, genç bir adam önünde dizlerinin üzerinde duruyordu, bedeninin üst kısmı kenevir ipiyle bağlanmıştı.

Genç adamın yüzü solgundu, incecik bir çeneye ve güzel hatlara sahipti. Fakat yüzü ölmenin eşiğinde gibi durgundu, ağzının kenarlarında ve alnında morluklar vardı. Bu, hâlâ gençliğinin baharındaki Shen Jiu’ydu.

Huayue Şehri’nde Shen Qingqiu Luo Binghe’nın Rüya Âlemi oluşumunundan kaçtığında kazara Shen Jiu’nun anılarından geriye kalanlara varmıştı. Gördüğü bu görüntü tam olarak buydu. Etrafa bir baktığında fark etmişti ki gerçekten o zamanki aceleci bakışları yanıltmamıştı. Bu kütüphaneyle yatak odasının yalnızca ahşaptan yuvarlak bir kapıyla ayrılarak birbirine bağlandığı ferah bir odaydı. Müsrifçe döşenmiş, zarif kaligrafiler ve resimler duvarlara asılmıştı. Zengin olmayan bir ailenin bunları edinebilmesi imkânsızdı, o nedenle burası birkaç insan kaçakçısının kaldığı bir yer olamazdı da.

Shen Qingqiu kollarını kavuşturup yakındaki, bir sürü değerli eşyanın yerleştirildiği pervaza yaslanıp sessizce bekledi.

Çiçeklerle çevrelenmiş ahşap kapı sessizce açıldı.

Shen Jiu’nun başı hâlâ sabit duruyor, hareket etmiyordu fakat irisleri yeni gelen kişiyi yansıtırken yukarıya doğru kaymıştı.

Lüks kıyafetli bir genç adam eşikten geçti. Shen Qingqiu Qiu Haitang’a %60 benzeyen bu simayı gördüğünde Qiu klanının yok edilmesinin kaynağı olan en büyük üye olduğunu anlamıştı: Qiu Haitang’ın en büyük ağabeyi.

Önceden şüphelendiği şey doğru çıkmıştı. Ne olursa olsun Shen Jiu’nun Qiu ailesinde geçirdiği günleri Qiu Haitang’ın dediği gibi değildi, ona “aile gibi” de davranılmamıştı.

Genç, Shen Jiu’ya doğru sakin sakin ilerleyip çevresinde yarım bir daire çizdi. Shen Jiu’nun ifadesi kaskatı kesilmiş, dudakları birbirine bastırılmıştı. Yüzü gizlense bile omuzları hafifçe titriyordu. Anlaşılır bir şekilde fazlasıyla korkuyordu fakat sakin kalmak için kendisini zorluyordu.

Aniden, Genç Usta Qiu onu tam sırtından tekmeledi. Shen Jiu anında yere yüzüstü uzanıverdi.

Genç Usta Qiu soğuk bir şekilde kıkırdadı. “Ne o, bu sefer karşılık vermeye kalkışmayacak mısın?”

Shen Jiu burnu kan ve tozla kaplanmış şekilde uzanıyordu. Yavaş yavaş, “Bağışlayın beni, Genç Usta. Siz olduğunu bilmiyordum.” dedi.

Genç Usta Qiu, “Bilmiyor muydun? Bilmiyordun ama yine de beni öfkelendirmeye cüret edebildin!” dedi.

Tek eliyle Shen Jiu’yu yere yapıştırdı, yere çarparken çenesinden akan iki kan gölüyle birlikte Shen Jiu’dan boğuk bir ses çıktı. Genç Usta Qiu bunu yapmaktan muazzam bir zevk duyuyor gibi görünüyordu, onu topla oynuyor gibi tokatlamaktan büyük bir keyif alıyordu.

Shen Qingqiu sessizliğini koruyarak kenardan seyretmeye devam etti. Bu, Shen Jiu artık daha fazla dayanamayana değin çok sayıda kez olduğunda daha fazla katlanamayarak, “Tam olarak amacın ne senin?” diye bağırdı.

Genç Usta Qiu art niyetle kahkaha attı. “Artık ailemize aitsin. Hâliyle, sana ne istersem yapabilirim.”

Aniden kapının dışından genç bir kadın ait nazik, güzel bir ses gelmişti. “Ağabey? Ağabey? İçeride misin?”

Genç Usta Qiu’nun ifadesi küçük kız kardeşinin ona seslendiği esnada değişiverdi, Shen Jiu’yu çözüp hafif hafif, “Yüzünü sil! Yanlış herhangi bir şey söylemeye tenezzül edersen gebertirim seni!” diye tehdit etti.

Shen Jiu hem korkmuş hem de gücenmişti. Gözlerinden hiddetin ışıltıları geliyordu fakat öfkesine rağmen hiçbir şey demeye yeltenmiyordu. Acımasızca yüzünü silip burnundaki tozla kanı ovalamıştı fakat sildikçe daha da beter hâle gelmişti. Genç Usta Qiu bunu gördüğünde camdan çiçekli bir saksı alıp suyu Shen Jiu’nun yüzüne sıçrattı. Genç Usta Qiu kapı açılmadan önce ifadesini değiştirdi, ışık saçıyordu. “Tang-er niçin geldi?”   

Shen Qingqiu sonunda asıl Shen Qingqiu’nun “yüzlerine gülüp arkalarından işler beceren” karakter gelişimini öğrenebilmişti. Bu daha çok Genç Usta Qiu’dan esinlenilip edinilmiş gibiydi…

Qiu Haitang bir çift küçük beyaz saten botlarla birlikte nakışlı leylak bir cübbe giyiyordu. Uçları mücevherlerle donatılmıştı, gerçekten de filizlenmekte olan narin, genç bir hanım gibi görünüyordu. Bu, sonradan zorluklarla sertleşmiş albenisine kıyasla farklı bir güzellikti. Kapıdan içeriye girip kıkırdadı. “Ağabeyimin birisini getirdiğini duydum da, bir bakmak için gelmiştim.”

Kız, başı önüne eğik bir şekilde köşeye çökmüş genci görmüştü. Fakat yüzü o kadar narin ve güzeldi ki gözleri ışıldayıverdi. Oraya doğru ilerleyip gülücükler dolu bir ifadeyle, “Xiao Jiu olmalısın, değil mi?”

Shen Jiu’nun yüzü çoktan temizlenmişti ama hâlâ pek bir mutsuz görünüyordu, ona cevap vermemişti. Genç Usta Qiu onun arkasında duruyordu, bakışları tehditkârcaydı. Gülüp, “Pek konuşmayı sevmiyor. Çok tuhaf bir kişiliğe sahip.” dedi.

Qiu Haitang Shen Jiu’nun elini tutup, “Niçin konuşmayı sevmiyorsun? Benimle birazcık konuş, lütfen?” dedi.

Sesi nazik ve yılanı deliğinden çıkartacak cinsten tatlıydı; tınısı içtenti, davranışları masum ve saftı. Onu mahcup etmeye kimsenin vicdanı el vermezdi. Shen Qingqiu Qiu Haitang’ın genç bir kadınken gerçekten de Ning Yingying’e fazlasıyla benzediğini düşündü. Anlaşılan o ki asıl Shen Qingqiu’nun tipi hep böyleleriymiş.

En başta Shen Jiu’nun yüzü kaskatıydı fakat genç kızın nazik, güzel sözlerle kandırmasına direnememişti. Dışavurumu sessizliğini sürdürürken başını çevirdi, kulakları hafifçe kızarmıştı. Qiu Haitang bunu gördüğünde ellerini birbirine vurup, “Ağabey, çok eğlenceli biriymiş. Dışardan insanları getirmeyi sevmesen de onu buraya getirmene şaşmamalı. Onu sevdim gibi.”

Genç Usta Qiu sahte bir şekilde gülümsedi. “Onu ben de oldukça sevdim.”

Shen Jiu “sevdim” kelimesini duyduğunda ürpermeden edememişti.

Anının tam bu esnasında bütün sahne aniden kararıverdi.

Bulunan insanların hepsi hızlı bir şekilde yok oldular. Shen Qingqiu bunun anında Rüya İblisi’nin “kopma” diye bahsettiği şeyin olduğunu anlamıştı. Bedende asıl Shen Qingqiu’nun hafızasından geriye kalanlar tamamlanmadığından kırpılmalar fazlasıyla sıktı. Önceki anı çoktan bitmiş, şimdiyse yenisi başlamıştı.

Sahne yine bu odada geçiyordu. Bu sefer Shen Jiu bağlı değildi ve şişmiş bir yüzle, parmakları yerdeki yünden yapılmış kilimi hınçla kavrarken kanlar içinde yerde uzanıyordu.

Ansızın, kapı iki kere hafifçe tıklatıldı. Genç adamın sesi dışarıdan geliyordu. “Xiao Jiu, Xiao Jiu?”

Shen Jiu bu sesi duyduğu gibi ayaklanarak kendisini kapıya fırlattı. Yüzünü kilide gömüp, “Qi Ge!” dedi.

Dışarıdaki genç adam, “Sessiz ol, gizlice geldim.” dedi.

Shen Qingqiu en başta dışarıdakinin kim olduğunu anlayamamıştı. Tekrardan bir düşündüğünde Shen Jiu’nun adında “dokuz” karakterinin geçmesinin sebebinin insan kaçakçıları tarafından dokuzuncu olarak sıralandırılmasından olduğunu hatırlamıştı. Aslında, “sekizden sonraki” de oluyordu.

Yine de Shen Qingqiu Shen Jiu’nun bu kişilikle iyi bir arkadaş bulduğuna gerçekten de biraz şaşırmıştı.

Kapıdan dışarıdaki kişi kapıyı sallıyormuş gibi tıkırtı sesleri geliyordu. Shen Jiu, “Boşuna. İçten ve dıştan beş-altı tane kilit var. Penceler de kilitli.” dedi.

Genç endişeyle, “Bu seferki kaçmaya teşebbüsünde sana çok bir şey yapmadılar, değil mi?” dedi.

Shen Jiu’nun öfkesi aniden artıverdi, “Çok bir şey yapmadılar mı? Aptal mısın sen? Bacaklarımı kırıp iki gündür beni burada tutuyorlar. Ne sanıyorsun sen?!” diye sövdü.

Aslında Shen Qingqiu Shen Jiu’nun dayak yediğinden yürüyemediğini şüphesiz görebiliyordu fakat iki bacağı da iyi durumdaydı. Güçbela kırılabilirlerdi. Fakat kapının ardını göremeyen genç adam için elinden gelen tek şey Shen Jiu’ya inanmaktı. Suçlulukla, “Hepsi benim hatam.” dedi.

Shen Jiu hiddetli bir şekilde, “Elbette ki senin hatan! Seni sorumlu tutuyorum. Şu yeni gelenlerle yakın bile değildik, birazcık üstlerine bassak ne olurdu ki? Niçin kahramanı oynamak zorundaydın ki?! Bizim gibi ikinci dereceden hayatı olan insanların kaldıramayacağından mı korktun?! Kahramanı oynamasaydın sana niçin yardım edeyim ki? Sana yardım etmeseydim onu nasıl kışkırtabilirdim ve nasıl Qiu herifi beni almakla neticelendirebilirdi?! Beni almasaydı nasıl bu hâle gelirdim?! İki günde biraz dövülüyor, her üç günde de biraz daha dövülüyorum- bana köpek muamelesi yapıyor!”

Genç adam, “Özür dilerim, hepsi benim hatam.” diye tekrarladı.

Elbette Shen Jiu’nun kişiliğinde birisinin arkadaşı olsaydı gerçekten de iyi huylu birisi olması lazımdı. Birkaç süregelen özrün ardından Shen Jiu sonunda hiddetini yok etmeye zorlayabilip, “Her neyse! Sadakat denen şu lanet şeye asla önem vermedim. Hayatımdaki tüm sadakatimi sana veriyorum.”

Genç adam minnetle, “Biliyorum.” dedi.

Shen Jiu acımasızca, “Neyi biliyorsun be.” dedi.

Genç adam, “Gerçekten de biliyorsun. Yedinci Kardeş senin sadakatini takdir ediyor. Gelecekte sana karşılığını kesinlikle vereceğim.”

Shen Jiu, “Ne geleceği?! Tüm hayatı insan kaçakçılarının malı olmakla geçen senin gibi birisinin geleceği de insan kaçakçıcı olmaktan geçiyor. Hayır, sen iyi bir insansın, insan kaçakçısı olamazsın. En fazla yemek için dilenmeye devam edersin.” diye atıştı.

Genç, “Xiao Jiu, seninle bunu konuşmak için gelmiştim. Ben gidiyorum. Sana görüşürüz demek için geldim.” dedi.

Shen Jiu irkildi, anında ayağa kalktı. “Gidiyor musun? Nereye gidiyorsun?”

Yedinci Kardeş denilen genç adam, “Burada daha fazla kalamam artık. Qiu ailesinin şehirde varlığı ve etkisi çok. Muhtemelen onları yenemeyiz, onlardan kaçamayız da. Bu dünyada çok fazla efsun sekti var. Onlardan birisine katılıp nasıl efsun yapıldığını öğreneceğim ki geri dönüp seni kurtarabileyim.”

Shen Jiu’nun gözleri aniden inanılmaz bir şekilde parıldadı. “Yedinci Kardeş, doğuda her yıl son derece yetenekli müritleri alan ölümsüz bir dağ varmış diye duydum. Oraya mı gidiyorsun?”

Genç, “Bilmiyorum… ama denemekte bir fayda var. Beni alacak bir sekt olmalı, değil mi?” dedi.

Shen Jiu, “Burada kilitli olmasaydım ben de seninle gelebilirdim…” diye mırıldandı. Yüzündeki kıskançlığı kapıdan geçebilecekmiş gibi göstermekten kendisini alıkoyamamıştı, planına günahkâr teklifler katacak gibi bakıyordu. Shen Qingqiu dışarıdaki için az biraz endişelenmeden edememişti.

Bir süre sonra, Shen Jiu tekrardan iç çekip “Yedinci Kardeş, şu andan itibaren fazla fevrî olmaman lazım. Bu her zaman işleri berbat ediyor. Bu sefer yalnız benim adıma şanssız gitti ama sonrasında efsuncuların sektine katıldığında da yine böyle olursan ne yapacaksın? Daha sakin ol!”

Shen Qingqiu Shen Jiu’nun daha genç olup ondan daha büyük birisine ders vermesini açıklanamayacak bir şekilde biraz komik bulmuştu. Fakat genç adam biraz bile olsun keyifsizleşmiş değildi. Onun yerine, mahcup bir şekilde, “Aklımda tutacağım.” dedi.

Çünkü artık umut vardı, Shen Jiu’nun sesindeki tutku yoğunlaşmıştı. “Hey, gitmeden önce dediğini unutmaman lazım. Geri dönüp beni kurtarmalısın!”

Yedinci Kardeş ciddiyetle başını sallayıp yavaş yavaş, “Tamam. Ben her şeyi öğrenene değin bekle biraz. Kesinlikle geri dönüp seni götüreceğim!” dedi.

İkisi de bir süre kapının bir tarafında sessizliğini korudular. Shen Jiu “Gittin mi?” diye sordu.

Genç anında, “Henüz değil. Konuşmanı beklemiştim.” diye yanıt verdi.

Shen Jiu, “Yedinci Kardeş, biraz daha yaklaş. Kapının çatlağından sana bakmama izin ver. Seni ne zaman… kaç yıl sonra tekrardan göreceğimi bilmiyorum.” dedi.

Genç adam gülerek, “Dışarıda ölüp ölmeyeceğimi demek istedin, değil mi? Pekâlâ.” dedi.

Shen Jiu, “Kendin söyledin bir kere! Böylesine acımasız bir şeyi söylediğin için beni suçlama sakın.” diyerek atıştı.

Kapıya güçlükle biraz daha yaklaşıp yüzünü yarığa yakınlaştırdı.

Shen Qingqiu da deli gibi merak ediyordu, o da daha fazla yakınlaştı. Kapıdaki son derece küçük yarıktan dışarıya doğru baktı.

  *****


Önceki Bölüm  ― Sonraki Bölüm 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder