Sarf ettiği güç kontrollüydü, Wu Wang’i ikileme sokmaya yeterliydi. Arkasına bakıp Luo Binghe’ya apar topar birkaç kelime sarf edecek vakti bile olmuştu: “Bunu ustana bırak.” Wu Wang boş boş ağzına geleni söylemeye devam edecekti ki onun yerine beklenmedik bir şekilde onu işaret edip azarladı: “Shen Qingqiu, Su Xiyan gibi olma- aklını yitirip iblis ırkına karşı bir anlık gafleti ömür boyu pişmanlığı oldu. Tepe Lordu olarak en azından şerefin olmalı!”
Shen
Qingqiu neye uğradığını, neredeyse kendini engellemekte başarısız olup duruşunu
bozacaktı. Onunla bu nasıl aynı şey olabilir ki?!
Yüzündeki
çarpılmış ifadeyi toparlamayı büyük bir zorlukla da olsa başarmıştı. Luo
Binghe’nın Wu Wang’e karşı çıkıp yüzüne tokatı geçireceğini kim bilebilirdi ki?
Shen
Qingqiu ruhanî enerjisini yelpazesinin ucuna yönlendirip bastonundan kurtuldu:
“Hâlletmem için bana bırak demedim mi sana ben?” Luo Binghe’nin yüzü kasvetle
kaplanmıştı: “Bana istediklerini diyebilirler ama Shizun’a ağzını açamazlar!”
Bu
sözleri dillendirirkenki süreçte ikisi çoktan Yüce Gücün Salonu’nda olan çeşitli
sektlerden efsuncularla çevrelenmişlerdi bile. Tahmin edildiği gibi; şeytanî
auraya olan kin kolaylıkla uyanıvermişti. Wu Wang bastonunu salladı: “Lord Yue,
bu iblis Shen Qingqiu’ya usta demeyi sürdürüyor; Shen Qingqiu da bunu inkâr
etmiyor. Ne düşünüyorsunuz? Luo Binghe’yı hâlâ Cang Qiong Dağı Sekti’nin müridi
olarak tanıyor musunuz?”
Yue
Qingyuan cevap vermedi. Yüzü en ufak bir duygu barındırmıyordu, sesi de
sabitti. Oturmayı sürdürdü: “Kıdemsiz Askerî Çırak kardeş, buraya gel.”
Shen
Qingqiu refleks olarak ona doğru bir adım attı, kıdemlisini ateşe atmaktansa
kendi hatasını itiraf etmesinin daha doğru olacağını düşünüyordu. Yue Qingyuan
onun tarafında durursa bu kesinlikle stratejik bir hamle olacaktı. Fakat yanına
gidemeden önce Luo Binghe onu tutup yalvardı: “Gitmeyin!”
Kendini
tekrarladı: “Gitmeyin.” Sözünde yalvarma ön plandaydı.
Shen
Qingqiu tam konuşacaktı ki binlerce kılıç enerjisi hızla onları çevreleyip
ikisine hücum ediverdiler.
Liu
Qingge’nın gözleri parıldadı, bunun üzerine Cheng Luan’ını kınından çekti.
Anında, tüm Yüce Gücün Salonu sallanıverdi. Siyah ve beyaz bir elektrik akımı
çaprazlanarak açılıp çevreleyerek bir ışık patlaması oldu.
Sarsıntı
geçtikten sonra yer hâlâ yükselip sallanıyordu, yalnızca insanların çeyreği
ayakta kalabilmişti. Luo Binghe’nın gözleri o kadar kırmızıydı ki günışığında
bile parlıyorlardı, adeta gözlerinden sıcak mağma ya da koyu kırmızı kan
taşacaktı. Kıyafetleri sonu gelmeden çalkalanan koyu bir aurayla çevrelenmişti.
Yerde
bastırılmış iblis klanından bir üye kahkahayı basıverdi: “Görünüşe göre efsun
dünyasının gerçekten de hiç utanması yok. Geçmişte Tianlang-Jun’un hakkından
gelirken de çevrelemek için gizli metotları kullanıp onu kuşatmıştınız. Hâlâ onu
kullanıyorsunuz!”
“Gidip
onları harcasana. Ölmekten korkuyor gibi görünmüyorsun. Hah!”
Luo
Binghe bir koluyla Shen Qingqiu’yu sarmalamışken konuştu: “İblis klanındanım.
Dilerseniz bana da saldırabilirsiniz. Fakat Shizun’um size ne yaptı ki onu da
kuşatıyorsunuz?”
Shen
Qingqiu aslında yaralanmamıştı. Önceki sarsıntı fazlasıyla güçlüydü.
Tökezlemişti, Luo Binghe yalnızca onu korumak için kollarının arasına almıştı.
Wu Wang müdahele etmeye devam etmek istedi, ki öyle de yaptı: “Ona Shizun
diyorsun. O da inkâr etmiyor, yeterli değil mi?”
İnatçı
göt! Shen Qingqiu yelpazesini savurarak her taraftan saldırmak için akın eden
kılıçları püskürttü. Sahte bir tebessüm takınıp konuştu: “Shen inkâr etsin,
etmesin, seni ilgilendiren ne?”
Silahların
çarpışma sesinin sonu gelmiyordu. Shen Qingqiu arkasına döndü. Aniden, Yue
Qingyuan’ın elini Xuan Su’nun kabzasına koyduğunu fark etti. Muazzam bir hava
patlamasıyla birlikte yüz yüze gelene değin yaklaştıkça yaklaşmıştı.
Şaşkınlıktan
eli olduğu yerde gevşedi, neredeyse yelpazeyi fırlatıverecekti.
Yue
Qingyuan’la savaşmak mı? Yok artık!
Yue
Qingyuan’ın Xuan Su’yu kaldırıp Shen Qingqiu’yu hedeflemeyeceğini kim
bilebilirdi ki? Onun yerine birkaç metre uzağındakini işaret etti. Kulağı
yüksek bir sesle çınlamış, Shen Qingqiu da arkasını dönmüştü. Xuan Su’nun
kabzası’yla Wu Wang’in bastonu birbirini engelleyerek kafa kafaya vererek
dönmekteydiler.
Wu Wang
Luo Binghe’yı yenemezdi, o nedenle taktiğini değiştirip arkasından vurmaya
çalışmıştı!
Yue
Qingyuan her ne kadar yakın dövüşle girişse de savaşın merkezindeki iki kişiye
saldırmıyordu. Onun yerine zaman geçirerek Shen Qingqiu’yu destekleyip
saldırılardan koruyordu. Kendisini kavgaya sokma konusunda Liu Qingge da peşi
sıra katılmıştı. İkisi rastgele vuruyordu, neredeyse aynı kafadaydılar. Shen
Qingqiu hariç herkese vuruyorlardı. Tamamen kargaşa içerisindeydiler. Daha da
kötü olan şeyse yıkıma yol açan kişilerin iki usta olmasıydı, saldırıları hem
kusursuz hem de acımasızdı. Wu Wang sonunda sabrının sonuna varıp sinirle
bağırdı: “Tepe Lordu Liu!”
Liu
Qingge kılıcıyla Tanrının Gözünden Bakan Taoistlerin atkuyruklarını keserek
fırlatıp hepsini kel bıraktı. İfadesiz bir yüzle, “Elim kaydı.” dedi.
Wu Wang başından
dumanlar çıkartana kadar sinirle köpürdü: “Usta Yue!”
Yue
Qingyuan üç kez Shen Qingqiu’ya yönelen bastonun yönünü değiştirdikten sonra
sakince ekleme yapmıştı: “Gözlerim bozuk da.”
Salondaki
herkes sessizce anlaşmaya varmışlardı: Cang Qiong Dağı Sekti’nin kendinden
olanı koruduğu söylentisi- kesinlikle hak edilmiş bir namdı!
Bir elin hatası izah edilebilirdi fakat iki el de
nasıl olurdu da kayardı? Bir seferlik yanlış kişi sanma anlayışla
karşılanabilirdi. Fakat savaşa katılıp kasten kör davranılan bir dövüş
gerçekten de adil denilebilir miydi? Tam olarak hangi tarafı tutuyorsunuz?! (╯‵□′)╯︵┻━┻
İkisi de
davranışlarıyla gösteriyordu: Savaşmak kabul edilebilir ama Qing Jing
Tepesi’nin Tepe Lordu’na karşı savaşmak kabul edilemez!
Shen
Qingqiu Luo Binghe’yı arkaya çekti: “Ölmek mi istiyorsun? Buyur!”
Luo
Binghe bir kenara itilemezdi. Onun yerine bileğinden tutup konuştu: “Shizun,
gidelim. Beni takip edin!”
Shen
Qingqiu ifadesine bakmak için arkasını dönmemişti. Öncelikle, bunun için zamanı
yoktu. İkinci olarak, yapmak için yeterli sabra sahip değildi de. Elini
sallayıp ısrar etti: “Henüz gitmeyeceğim! Gitmeni söylüyorsam, git! Dinle
beni!”
Onları
çevreleyenleri ne kadar süre zaptedebileceğini bilmiyordu, ki böylesine
karmakarışık bir durumu bırakıp Luo Binghe’yla kaçmak onluk bir şey de değildi.
Yue Qingyuan’la Liu Qingge’nın dikkat dağıtma yöntemi fazlasıyla barizdi. Wu
Wang çoktan sinirden deliye dönmüştü. O olsun Luo Binghe olsun- ikisinden
birisi burada olduğu müddetçe Cang Qiong Dağı Sekti’yle Zhao Hua Tapınağı’nın
arasında bir kan davası ortaya çıkacaktı.
Bir süre
sessizliğin ardından Luo Binghe mırıldandı: “…Pekâlâ.”
“Shizun öyle diyorsa.”
Hemen
sonrasında Büyük Gücün Salonu’un dışındaki meydana indi.
Hızı öyle
fazlaydı ki dehşet vericiydi. O anda insanlar gerçekten de kılıçlarını almayı unutup
peşinden gittiler. Wu Wang bağırdı: “Şimdi!”
Birkaç
keşiş meydana atıldı. Shen Qingqiu tek bir akıcı hareketle Xiu Ya’yı hızla
çekiverdi. Parmağını şaklatıp kılıcını çılgınlar gibi sürdü, oluşumlarını
bozarak hareketlerini berbat ediyordu. Dışarıya bağırdı: “Ustan ilk önce Cang
Qiong Dağı’na dönecek. Seni orada bulacağım.” Luo Binghe’nın Rüya Âlemi’ne
girme kabiliyeti vardı, buluşmak istediğinde hiçbir sorun olmayacaktı. Yalnızca
başını sallayıp uykuya dalacak ve zamanı geldiğinde Shen Qingqiu onun incinmiş
hislerini avutabilecekti. Fakat bu sözleri dıştan söylediğinde Shen Qingqiu
kaçınılmaz olarak biraz suçlu hissetmişti. Cang Qiong Dağı Sekti’nden olan iki
kişiye bir göz atmaktan kendini alıkoyamadı.
Bunu fark
ettiğinde Luo Binghe’nın dudaklarının kenarları yukarıya doğru kıvrılıp tuhaf
bir gülümseme sundu.
Birçok
insan o gülümsemeyi görüp ürpermiş, yürekleri akıldışı bir korkuyla yutulmuştu.
Luo
Binghe yavaşça konuştu: “Geri dönüp sizi alacağım.”
Sesi
yitip gitmeden önce çoktan salondan kaybolmuştu bile.
Wu Wang
onun kayıplara karıştığını fark ettiğinde burnundan üzgün bir şekilde solumuştu.
Shen Qingqiu da rahatlamayla soluğunu verip anında Xiu Ya’yı kınına geri
çağırmıştı.
Kılıcını yatay
bir şekilde tuttu, iki eli de Yue Qingyuan’ın gözü önünde yalvarış içerisinde
uzatılmıştı: “Acil bir durum var. Qingqiu’nun harekete geçmekten başka bir
şansı yok. Hepinizi gücendirdim. Lütfen, liderim ve askerî kardeşlerim benim
için cezalarını söylemeyi hoş görsünler.”
Yue
Qingyuan “Hmm” diyerek onun kılıcını yerine koydu: “Geri döndüğüne göre cezanı Cang
Qiong Dağı’na döndükten sonra konuşalım.”
Shen
Qingqiu yüzüne baktı. Yue Qingyuan fazlasıyla ciddi gözükse de az önce
savaştaki davranışları... Bunu yalnızca yabancılar için takınıyor olmalıydı.
Önceki
tecrübelerine göre Yue Qingyuan’ın “Cang Qiong Dağı’na dönünce konuşalım”ı
basit bir şekilde “Olayı unutalım, onun yerine eve dönüp akşam yemeğimizi
yiyelim”le eşdeğerdi.
Sektinin lideri
olarak yumuşak başlı olduğu doğruydu fakat Wu Wang’in bu kadar kolay baştan savılmasının
imkânı yoktu. Luo Binghe herkesin önünde kaçmayı başarabilmişti. Suç daha çok
suyu bulandıran üç tepe lordundaydı, nereden bakarsanız bakın Zhao Hua Tapınağı
biraz mahcubiyete uğramıştı. Ellerini kenetleyip konuştu: “Korkarım ki öylece
gidivermesine izin veremeyiz. Tepe Lordu Shen en azından hesap vermeli. Aksi
takdirde onun yerine Cang Qiong Dağı Sekti vermeli!”
Köşeden
birisi haykırdı: “Az önce Su Xiyan’a ahmak diyordu. Anlaşılan kardeşinin
nezaketi bir adamın çiçekli böcekli sözleriyle kıyaslanamıyormuş. Shen Qingqiu
daha bile ahmak. Luo Binghe’ya çiçekli böcekli konuşmasına gerek bile yok.
Neyin önemli olduğuna dair hiçbir şeyin farkında değil.”
Shen
Qingqiu bir şey duymamış gibi davrandı. Yue Qingyuan nazikçe konuştu: “Onu Cang
Qiong Dağı Sekti’nde bizzat kendim cezalandırabilirim. Usulüne uygun bir
şekilde hesap soracağım konusunda temin edebilirim.”
Keşiş Wu
Chen razı olarak konuştu: “Amitabha, bu en iyisi olacaktır. Usta Yue’yle Tepe
Lordu Shen’in bu konuda adil ve usulüne uygun bir şekilde ilgileneceğine
inanıyorum.”
Wu Wang
kamburlaşarak ithamına devam etti: “Bu doğru değil herhâlde. Hepiniz Tepe Lordu
Shen’in Jinlan Şehri’nde ekicilerle ilgili yaptığı açıklamadaki sözünü
unuttunuz mu? Fakat aslında, o gün hiçbir şey söylememişti. Huan Hua Sarayı’nın
su hapishanesinde tutsak edildikten kısa bir süre sonrasında kaçtı. Sonrasında
kendini sahte bir şekilde öldürüp Hua Yue Şehri’nin altında beş yıl saklandı.
Cang Qiong Dağı Sekti bu durum hakkında henüz bir detay vermedi. Eğer bu Tepe Lordu
Shen’in sektinize “itirafıysa”, bu yaşlı keşiş daha fazla birisini övmeye
yeltenmeyecek.”
Yine eski
olayların bahsini açmıştı. Fakat Shen Qingqiu’nun aklı çoktan başka yerlere
gitmişti, hiç dinlememişti bile.
Sistem
kırmızı uyarılar verip duruyordu- kimin yaşlı keşiş soğuk pirinçleri sürekli
karıştırarak sote etmesini dinleyip eski puanlamalara dönmeye yüreği el verirdi
ki?!
Sistem: 【 “Zhao Hua Tapınağı” dallanması hikâye çizgisi kesildi. Görev
Durumu: Ün Değeri -200. Görev Tamamlama Durumu: Mutlak Başarısızlık! 】
Sonunda
200’e gelmişti ama bu +200 değil, -200’ydü!
Bu
sistemle uğraştığı onca zaman görevi başaramadığı ilk seferdi.
Beyni
aniden keskin bir acı hissi ve şiddetli bir baş dönmesiyle kuşatıldı. Sistem:【Görev başarısız! Sunucu lütfen hazırlansın. 60 saniye içerisinde
asıl dünyanıza döndürüleceksiniz.】
Herhangi
bir değerin sıfırın altında olması birisinin asıl dünyasına dönmesi demekti!
Shen
Qingqiu kükredi: “Benimle t*ş*k geçmeyi kes! Bu doğrudan asıl dünyaya
döndürülmem anlamına mı geliyor?! Asıl hesabımın iptal edildiğini bilmiyor
musun sen?! Yalnızca tek bir başarısızlık. Kahramanın Doğru Şeyi Yapma
Cesareti’nin değeri fazlasıyla yüksek, karşılığında bir kısmını kullanamaz
mıyım? B Puanına ne dersin? B Puanlarım da fazlasıyla yüksek! Değerler bu kadar
yüksekse bir şeyde kullanılmalı, değil mi?!”
Başı
dönüyordu, yüzünün rengi değişip duruyordu- maviden beyaza, beyazdan kırmızıya,
kırmızıdan yeşile… Her an kusacak ya da bayılacak gibi görünüyordu. Liu Qingge
ifadesinden bir şeylerin ters gittiğini fark edip sordu: “Neyin var?”
Sistem: 【Farklı bir cezalandırma almak için bütün Kahramanın Doğru Şeyi
Yapma Cesareti puanlarını kullanmak istiyor musunuz?】
Shen
Qingqiu yanıtladı: “Al, al, al! Ne kadara mâl olduğu önemli değil!”
Ding!
Sistem:【Alım başarılı. Kahramanın Doğru Şeyi
Yapma Cesareti puanları sıfırlandı. Lütfen bakiyenizi not edin. Ceza
yükleniyor.】
Pembe
Kahramanın Doğru Şeyi Yapma Cesareti kutucuğu gerçekten de sıfıra dönmüştü. Bu
sıfırladığı ikinci seferiydi. “görüşürüz der gibi el sallar, Adios” İkinci seferi!
Shen
Qingqiu’nun başı artık ağrımıyordu ama hâlâ başı dönüyordu. Yue Qingyuan onda
bir terslik olduğunu fark etmişti: “Bir yere mi vurdun?”
Liu
Qingge Shen Qingqiu’yu kendi sabit durabilene değin eliyle destekledi. Liu Qingge
yukarıya bakıp sordu: “Kim yaptı bunu?”
Bai Zhan
Tepesi’nin Tepe Lordu bir soru sormuştu, herkes çabucak birbiri ardına olumsuz
anlamda başlarını salladılar.
Dalga mı
geçiyor?! Kim Shen Qingqiu’ya darbe indirebilmeyi başarabilirdi ki?! Senaryonun
öncesini hesaba katacak olursak birisi Shen Qingqiu’ya vurmayı başarmış dahi
olsa pek vurabilmiş sayılmazdı da. Az evvel onu gizliden gizliye koruyan üç
usta kimdi peki?! Yine de başkalarını pataklama şansı yalnızca kendisindeyken
bile sinirle başkalarını suçlayabiliyordu!
Dışarıdan
gelen tartışmanın sesi gittikçe yükseldi. Shen Qingqiu sersem gibiydi, gözleri
kararıyordu. Yue Qingyuan’la Liu Qingge’nın arasında kısılı kalmışken yüksek
sesli bir patlama sesi geldi.
Anlaşılan,
yanlış bir karar vermişti.
Gözlerini
tekrardan açtığında artık Zhao Hua Tapınağı’nda değildi. Shen Qingqiu her yere
baksa da tek bir canlılık görememişti.
Anlaşılan
rüyanın içindeydi. Fakat durum böyleyse ve şu anda rüya görüyorsa burası Qing
Jing Tepesi olmalıydı. Çünkü Rüya Âlemi’yle Luo Binghe bağlantılıydı ve en
sevdiği rüya yeri de en son Qing Jing Tepesi’ydi.
Shen
Qingqiu bir süre amaçsızca gezindi. Dikkatli gözlemlerinin ardından sonunda
buranın kesinlikle Qing Jing Tepesi olduğunu onaylamıştı.
Gelgelelim,
burası Qing Jing Tepesi’nin yanıp kül olduktan sonraki hâliydi.
Bambu
bahçesi ve bambu evi yanıp kül olmuştu. Yalnızca kararmış harabeler ve çürümüş
kökleri kalmıştı. Her yer darmaduman çökmüş, adeta beyaz duman beraberinde
yanık kokusunu da taşıyıp götürmüştü.
Shen
Qingqiu bu kasvetli ve içler acısı görünüme baktıkça kuşkusu daha da artıyordu.
Yanıklar
fazlasıyla güzel yapılmıştı. Berbat bir intikam gibiydi!
Shen
Qingqiu sistemi uyandırdı: “Konumu bildirebilir misin?”
Sistem:【Merhabalar. Ceza süresince sistemin diğer işlevlerine erişilemez.
Anlayışla karşılamanızı umarak iyi şanslar dileriz.】
Yani
cezalandırma başlamıştı. Shen Qingqiu varolmayan bir duvara yumruk attı. Aniden
çakıl taşlarından adım sesleri kulaklarına ulaştı.
Adımlar
tek tek geliyordu- bir yürüyor, bir duruyordu; yavaştı ama ağır ağır da
değildi. Dayanıklılıkla çeviklik hissi veriyordu.
Kavrulmuş
toprakla taş yığınlarından oluşan geniş alanın ortasında birisi belirmişti.
Adamın
siyah cübbesi ve geniş kol yenleri soğuk rüzgâr süzülüp geçerken hafifçe
sallanıyordu. Yüzü ve yakası aynı kusursuzluğa ve kar beyazlığına sahipti.
Yavaşça yaklaşırken kolları birbirine kenetlenmişti. Yüzünde gururlu bir ifade
vardı, umursamaz bir şekilde bakıp zaman zaman ayağıyla alazlanmış çakıl taşını
tekmeliyordu.
Shen
Qingqiu bilinçsizce bağırdı: “Luo Binghe!”
Luo
Binghe gözlerini kırptı. Başını hafif bir açıyla çevirdi; ona doğrudan donuk,
delici bakışlarla bakıyordu.
Shen
Qingqiu için bu bakış iki bıçağın saplanması gibiydi. Yüreği ürperdi. Ansızın
rüzgârın fazlasıyla güçlü, kıyafetlerinin de fazlasıyla ince olduğunu
hissetmişti. Diğer türlü niçin baştan aşağıya ürpersindi ki?
Luo
Binghe kaşlarını kaldırdı. Kol yeninde var olmayan külleri fiskelemiş, ardından
hafif şüpheli bir “hmmm” sesiyle burnundan soluğunu vermişti.
Shen
Qingqiu peşinden gitmeyi bıraktı.
Bu his yanlıştı.
Luo
Binghe başını kaldırdı: “Shen Qingqiu?”
Daha bile yanlıştı.
O
tonlama, o ifade, o mizaç… Luo Binghe’nın değil gibiydi, ayrıca Luo
Binghe’nındı da.
Shen
Qingqiu’nun önünde durduğu kişiyi açıklamak gerekirse… asıl eserdeki “Luo
Binghe” olmalıydı.
Shen
Qingqiu olduğu yerde donakaldı. “Luo Binghe” bunu gördüğünde yanıt vermedi, ona
doğru bir adım attı.
Shen
Qingqiu bilinçsizce savunma için kılıcına davranmaya yeltendi fakat kuşağı da
elleri de boştu.
Sistemin kapısını
çaldı: “Sistem, bu cezalandırma nasıl bir şaka böyle? Onu tam olarak nereden
çıkardın? Benden çıplak ellerimle BOSS’la dövüşmemi mi istiyorsun?!”
Sistem: 【Merhabalar. Ceza süresince sistemin diğer işlevlerine
erişilemez. Anlayışla karşılamanızı umarak iyi şanslar dileriz.】
S*k*y*m
s*k*y*m s*k*y*m! Bu durumda ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri yoktu!
Luo
Binghe konuşurken ellerini yeninin içine koyup gülümsedi: “Shen Qingqiu, niçin
buradasın? Seni içeriye aldığımı hatırlamıyorum?”
Shen
Qingqiu önündeki adamın bu dünyanın Luo Binghe’sı olmadığına %10,000 emindi.
Luo
Binghe baştan sona kadar ona Shizun’u gibi davranmıştı, daima ona en tatlı ve
en şefkatli biçimde seslenmişti. Ona doğrudan adıyla seslenmeyi geçin böylesine
kışkırtıcı bir ses tonuyla bile konuşmaya asla yeltenmemişti.
Her
neyse, bu cezalandırmanın usulüydü. Muhtemelen ölmeyecekti. Böyle düşününce
Shen Qingqiu birazcık rahatlayıp sakin bir şekilde konuştu: “Burası Qing Jing
Tepesi.”
Luo
Binghe etrafına baktı: “Söylemeseydin öyle olduğunu asla düşünmeyecektim.”
Nasıl
olur da hatırlamazdı? O gerçekten asıl Luo Binghe mıydı, öyleyse Qing Jing
Tepesi’ni ateşe veren kimdi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder