30 Mayıs 2021 Pazar

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 73: GİDİŞATA UYGUN


… NE OLUYOR LAN?!

Shen Qingqiu’nun çıkışması diğerinin yüzünden dolayı değildi. Durum bundan ibaret olsaydı bile mühim olan şey dışarıdaki gençti- s*key*m, bütün yüzü yanmıştı. Her yeri mozaikle kaplanmış gibiydi!

Rüya İblisi anılarda kesilmelerin ya da insan yüzlerinde kararmaların meydana gelebileceğini başta söylemiş olsa bile bu olasılıkla karşılaştığında Shen Qingqiu gerçekten yoğun bir şekilde kan kusmak istemişti.

Rüya İblisi-Juju, bu bug’ı düzeltip gideremez miyiz? Yüzünün nasıl gözüktüğünü gerçekten çok merak ediyorum, ah ah ah!

Shen Qingqiu mesafeyi azalttığında mozaiğin gidip gitmeyeceğini görmek için tam kapının içinden geçmişti ki anılarda başka bir kopukluk meydana gelmişti.

Bu sefer çalışma ortamındaydılar.

Genç Usta Qiu masada yazı yazıyordu. Shen Jiu yanında sessizce mürekkebi öğütürken* ona eşlik ediyordu.

Mürekkebi Öğütmek: Biraz tarih bilgisi olacak ama İngilizce çevirmeninin yazmadığı, kendi kendime araştırarak bulduğum bir şey bu. Mürekkebin tarihinin Çin’e dayandığı söyleniyor. Antik Çağ’da bildiğimiz sıvı mürekkep yerine katı, “mürekkep çubuğu” denilen mürekkepler kullanılıp bu mürekkepler mürekkep taşı denilen(porselenden tutun bronza kadar türlü türlü çeşitleri var) harçlarda öğütülüyormuş. Ayrıca mürekkeplerin farklı farklı renkleri de var tabii, bunlar kaligrafide de çizimde de kullanılıyormuş.

Buradaki Shen Jiu hâlâ zayıf ve ince bir gençti ama uzamıştı. Akranlarına göre ince ve uzun sayılırdı. Genç Usta Qiu’yu beklerken sakin ve âlime yaraşır huzurlu hava yayıyordu.

Kâğıt parçası neredeyse tamamlandığında Shen Jiu başı önüne eğik, itaatkâr bakışlarla konuştu. “Genç Usta, bir husus var…”

Genç Usta Qiu bakışlarını yukarıya yönlendirmemişti bile. “Konuşmak istediğin şey şehirdeki şarlatan mı?”

Shen Jiu, “Kıdemli Wu Yanzi bir şarlatan değil.” diye savundu.

Genç Usta Qiu fırçasını bıraktı, kaşları çatılmıştı. “Uslu durup evde kal, iyi bir damat ol ve güzel güzel kız kardeşimin yanında kalıp hayatını yaşa, bu kadarı yeterli. Sürekli olmayacak düşler kurmanın ne anlamı var?”

Kısa bir süre sessizliğin ardından Shen Jiu aniden, “…hayatını yaşa, hayatını yaşa… Böyle bir hayat yaşamak istemiyorum ben!” diye patlayıverdi.

Genç Usta Qiu sonunda bakışlarını ona yönlendirmişti. Bakışları alev alıyordu, aniden ayağını dizlerinin arkasına geçiriverdi.

Shen Jiu lap diye yüzüstü yere yapışıvermişti. Shen Qingqiu bilinçsizce kendi sağlam baldırlarını ovuşturdu. Bu ikisinin ilişki şekli yıllarca böyle ilerlemiş olabilir miydi…

Genç Usta Qiu oturduğu yerden kalkıp, “Sana yıllarca eğitim verdim ve öğrendiğin şeyler o şarlatanın musibet küçük numaralarıyla kıyaslanamaz bile.” diye küçümsedi.

Shen Jiu, düştüğünden burnu kan ve külle kaplı bir şekilde başını hafif bir küstah havayla gülerek kaldırdı. “Onlar musibet küçük numaralar değiller, ölümsüzlük teknikleri. Senin gibi bir işe yaramaz yalnız kendini avutmak için onlara şarlatanın numaraları der.”

Genç Usta Qiu yere çömeldi. Kavrayabildiği kadar saçını kavrayarak kulağına, “Ölümsüzlük teknikleri mi? Yetenekten aciz sen ölümsüz mü olmak istiyorsun?” diye mırıldandı.

Shen Jiu kavrayışından kaçmak için başını kaldırmıştı fakat Genç Usta Qiu alnına hafifçe patlattı, bu hareket onun kalkıştığı şeye hakaretle dolup taşıyordu. Gülümseyerek, “İnsan bile sayılmazsın sen, bir de ölümsüz mü olmak istiyorsun?” dedi.

Shen Jiu başını sabit tutuyor, bir şey söylemiyordu. Onun böylesine cesaretiğini kaybettiğini gördüğünde Genç Usta Qiu kavrayışını birazcık gevşetmiş, sonraki sözleri de ağırbaşlı ve içten olmuştu. “Burada uslu uslu kal, terbiyeli ol ve üzerine düşeni yap- bunun nesi o kadar kötü ki? Artık on beş yaşındasın. Genç değilsin, evlenmek üzeresin. Efsun için en ideal zamanı kaçıralı çok oldu- ne olabilirsin ki? Onunla iyi kötü geçinsen bile seni isteyeceğinin garantisi yok.”

Resmen ölümünü arıyor gibiydi. Sebebi de onun hayatındaki en önemli asıl şeyin efsunu olmasıydı. Ondan daha iyi olan birisine katlanamıyordu, hele ki birisinin ona kötü bir şeyler demesine hiç katlanamıyordu. Aksi takdirde Luo Binghe’ya olan kini bu denli çıldırtacak düzeye gelemezdi. Ve bu adam yüksek sesle umut olmadığını söylemeye kalkışıyordu!

Shen Jiu aniden elini geriye götürüp masadaki mürekkep taşını kavrayarak Genç Usta Qiu’ya fırlatıverdi. Bu taraftan Shen Qingqiu’ya atılmış gibi görünüyordu, o da bilinçsizce yana kayarak kaçmıştı.

Elbette ki mürekkep taşı ona vurmayacaktı, Genç Usta Qiu’ya da vuramazdı. Fakat sonucunda siyah mürekkep eğimlenerek fışkırıp birdenbire cübbenin zarifçe süslenmiş nakışını mahvedivermişti. Genç Usta Qiu’nun yüzü anında düşmüş, “Tang-Er seni seviyor, bu ömrün boyunca denk gelebileceğin birkaç bahtlı şeyden daha değerli bir şey! Ailemizin hatrı olmasa şu anda kıt kanaat geçinmek için sokakta dilenip dolandırıcılık yapıyor olurdun. Yiyecek ve giyim sıkıntı çekmeden okuyup yazma şansının olduğu bu hayatı kim verdi sana?” diye paylamıştı.”

Shen Jiu’nun başını yere yapıştırdı. “Biraz bile minnettar değilsin!”

Shen Jiu tedbirli davranmayı bir kenara bırakıp acımasızca, “İnsanım ben. Niçin bir hayvana minnettar olayım ki?!” deyiverdi.

Takdire şayan bir cesaret!

Genç Usta Qiu tek eliyle onu duvara fırlatıp, “Geçtiğimiz birkaç yılda gerçekten de ilerleme kaydettiğini sanmıştım, fakat anlaşılan o ki bozulmuş çamur gerçekten de duvara yapışmazmış!” diye sövdü.

Beyaz duvarda bir kılıç asılıydı. Shen Jiu ona çarpıp yere düşürmüştü. Shen Jiu çöktüğünde kendini ayak tabanları duvara bakacak şekilde oturur pozisyonda ve kılıcın kabzası elinin altına gelecek şekilde bulmuştu ve bir anlık her şeyi göze almayla birlikte titreyen elleriyle kılıcı çekip kırmızı gözlü Genç Usta Qiu’ya doğru tutmuştu.

Diğeri gerçekten de bir hamle yapacağını düşünmüyordu, onu göstererek, “Pek bir yüreklenmişsin. Kaşınıyor musun?” dedi.

Birkaç adım daha yaklaştığını gördüğünde Shen Jiu’nun ruhu korkudan bedeninden çıkmak üzereydi. “Yaklaşma buraya!” diye bağırdı.

Genç Usta Qiu, “Hiç ileri görüşlü değilsin! Sen...” dedi.

 “Sen”den sonra bir daha hiçbir şey diyememişti.

Yavaşça başını öne eğdiğinde doğrudan karnına saplanmış kılıcı görmüştü.

Genç Usta Qiu’nun yüzü hâlâ inanamamanın etkisiyle doluyken Shen Jiu aniden kılıcı çekiverdi.

Shen Qingqiu kenarda duruyordu, aklı başından gitmişti…

S*kt*r, s*kt*r, s*kt*r, olay yerinde canlı cinayet yayını!

Atmosfer çok kısa bir süre içerisinde değişivermişti. Kıyım vuku bulana değin adam akıllı konuşamamışlardı bile!

Shen Jiu sersemlemiş bir şekilde duruyordu. Bir eliyle karnını tutan Genç Usta Qiu hırçın bir şekilde kılıcı geri alıp onu yere tekmeleyerek, “Yardım edin!” diye bağırdı.

Shen Jiu apar topar botlarını almak için kendini fırlattı. Peşpeşe gelen şiddetli boğuşma esnasında birkaç yaşlı hizmetkâr kapıya üşüşmüşlerdi. Çalışma yerinde böyle bir sahneyle karşılaştıklarında yüksek sesle bağırmaya başlamışlardı. Shen Jiu panik ve korku içerisinde bir tür tılsım yapmış ve Genç Usta Qiu’nun elindeki kılıç aniden fırlayıvererek yaşlı hizmetkârların göğsüne saplanmıştı.

Sonrasında başını çevirdiğinde Genç Usta Qiu sendeleyerek ona doğru yaklaşıyor, ala bulanmış elleri saçına uzanıyordu. Shen Jiu kılıcı tekrardan çıkartıp bu sefer onun ciğerlerine geçirmişti.

Sonrasında tekrar, tekrar ve tekrar, tüm gücünü kullanarak elli defa geçirmiş, şiddetlendikçe şiddetlenirken yüzündeki ifade gitgide daha da art niyetli bir hâl almıştı, ta ki cesedin yüzü ve hayatî organları kanlı, dağılmış bir etten ibaret olana değin. Sonrasında sonunda durup nefes nefese soluklanmıştı.

Bu Shen Jiu’nun ilk kez birisini öldürüşü olmalıydı, ilk kez birisini kendi ruhanî enerjisini kullanarak öldürmüştü.

Shen Qingqiu hayretler içerisinde bunu baştan sona izlemişti.

Bu ilk seferiydi ve şimdiden bu denli zalimdi!

Shen Jiu bir süre yığılmış cesetlerle dolu odaya boş boş baktı. Aniden kendine gelip tangırtı sesiyle kılıcı yere bıraktı. Çalışma yerinde bir ileri bir geri giderek volta atıyor, refleks olarak ellerini ve kıyafetlerini tekrar tekrar siliyor, aklını yitirmiş gibi davranıyordu. Fakat kendinden geçmiş bir şekilde, bir şekilde yaptığı efsunun ardından fazlasıyla çabuk sakinleşmeyi başarmıştı. Ruh hâlindeki tüm bu gelişmeler bir dakikadan kısa bir süre içerisinde olmuştu. Böyle bir zihne sahipti.

Shen Jiu durakladı, tecrübesine dayanarak parmaklarını büktü. Feci şekilde kanla kaplanmış kılıç yavaşça yerden yükseldi.

Yanında uçmakta olan keskin kılıcı gördüğünde Shen Jiu’nun ifadesinde tuhaf bir heyecan filizlenmişti, kılıcı sıkıca kavrayarak tuttu!

Kılıcı hafifçe savurup elindeki cinayet silahıyla birlikte çalışma yerinin dışarısına uzun adımlarla çıktı. Shen Qingqiu bir süre durduktan sonra Sistem bildirdi:

İpucu: Lütfen hikâye gidişatını doldurma amacınıza odaklanın. Hikâye gidişatını tamamlayabilmek için garantili olarak tavsiye edilen uzaklık 10 metredir!

Yani onu takip etmezse hikâye boşluklarını doldurma amacından dolayı puan mı kaybedecekti? Shen Qingqiu alelacele peşinden gitti, tek bir adım bile geride kalmaya yeltenmiyordu. Shen Jiu köşeyi henüz dönmüştü ki iki iri yarı hizmetkârla karşılaşmıştı. Elini savurmasıyla birlikte cübbesinin eteğinden yükselen soğuk ışıkla iki yağlı boyun şelaleler gibi kan fışkırtmışlardı.

Shen Jiu hemen hemen gördüğü herkesi öldürüyordu. Öldürdükçe hevesi iyice artıyor, günahkâr tebessümü dudaklarının kenarı yükseldikçe yükselerek daha da gaddar bir ifadeye bürünüyordu. Bitmek bilmeyen kan dondurucu çığlıklar düzinelerce insanın başını etkili bir şekilde kestikçe gittiği yol boyunca onu takip ediyordu. Shen Qingqiu yalnızca erkekleri öldürdüğünü fark etmişti, kadınlara elini sürmüyordu. Cinsiyet ayrımı fazlasıyla barizdi, kininin neye karşı olduğu da gayet belliydi. Küçük kızlar ve hizmetkâr kadınların hepsi mutfağın kenarına saklanmış, dışarıya çıkmaya cüret edemiyorlardı, o da onların sesini kesmek için gitmekte olduğu yolu değiştirmiyordu.

Dehşet içerisinde bu hayrete düşüren sahneyi izlerken aniden arkasından korkunç bir feryat işitildi.

Qiu Haitang uzun koridorun sonunda duruyor, boş gözlerle oraya doğru bakıyordu. Shen Jiu yaşayan bir gulyabani gibi taze kanla kaplanmış, bir hizmetkârın boğazından kılıcını henüz çekmişti.

Qiu Haitang’ın parlak ve güzel yüzü birkaç kez seğirdi. Gözleri arkaya doğru devrilip kan gölüne yığılıverdi.

Açıkça görülüyor ki bu kız her zaman önemli zamanlarda bayılan tiplerdenmiş.

Shen Jiu Qiu Haitang’ı gördüğünde birazcık sakinleşmişti, kılıcı yere düştü. Bir süre kendi kendine homurdandıktan sonra mutfağa doğru yola koyuldu.

Çok geçmeden alev yayılmaya başlamıştı. Qiu hanesinin üzerindeki siyah gece bulutları cehenneme ait lavlar gibi kırmızı ışıkları yansıtıyordu.

Shen Jiu Qiu Haitang’ın bedenini dışarıdaki bodur bir ağacın altına sürüklemişti ki arkasında sessiz birisi belirmişti. Elindeki kılıç ve gözlerindeki kaygı verici kıvılcımlarla başını arkaya süratle çevirmiş fakat kim olduğunu gördüğünde soluğunu rahatlıkla vermişti. “Kıdemli.”

Bu “Kıdemli” ruhanî numaralar yapmak için şehirde dükkân açan, Shen Jiu’nun isyankârlığının artmasına teşvik eden Wu Yanzi olmalıydı.

Diğeri insafsızca, “Hepsini öldürmedin mi?” dedi.

Shen Jiu bir süre sessiz kalıp, “Öldürmek istediğim kişi öldü zaten.” dedi.

Adam, “Aslında, ağabeyinin dediği şeylerden birisi yanlış değil. Doğuştan yeteneğin kuşkusuz iyi olsa da çoktan efsun yapmak için ideal zamanı geçtin. Ayrıca, işkencelerin ardından, kemiklerin de birazcık hasar almış. Bundan böyle bazı başarılar elde edebilirsin fakat tepeye tırmanman imkânsız. Birkaç yıl önce olsaydı durum farklı olurdu.” dedi.

Bu kişi Genç Usta Qiu’nun dediklerini duyduğuna göre bu zavallı adamı başından sonuna kadar izlemişti. Fakat karışmak yerine yalnızca duvar gibi izlemekle yetinmişti. Anlaşılan bu “Kıdemli” pek de soylu birisi değildi. Shen Jiu gerçekten onu takip etmiş olsaydı muhtemelen sonu aydınlık bir yol olmayacaktı.

Shen Qingqiu geç de olsa öz oluşumuna on ya da daha fazla yılda ulaşabileceğini düşünüyordu. Bu vücudun uygunluğu fazlasıyla etkileyiciydi zaten- asıl Shen Qingqiu’nun yeteneğinin farklı bir seviyede olduğunu nasıl fark edebilmişti? Durumun aslını biliyordu, onun gibi hırslı olmayan birisi bile kaçınılmaz bir şekilde pişmanlıkla yakınırdı. Ayrıca niçin asıl eserdeki hırslı atılganlıkların daima dargınlık ve mağduriyetle dolu olduğunu anlamak da zor değildi. Sonuçta bir şeyi sahip olduktan sonra kaybetmek hiç sahip olmadığın bir şeyi kaybetmekten daha çok acı vericiydi.

Shen Jiu’nun kılıcı tutan elinde mavi damarlar belirdi. Soğuk bir şekilde, “O hayvan benim ağabeyim değil. Ayrıca, işler bu raddeye geldikten sonra gidebileceğim başka bir yol mu var ki? Bana başka bir yol mu veriyorsunuz?” dedi.

Adam çoktan arkasını dönmüştü. Shen Jiu hâlâ Qiu hanesinin kapısının orada duruyordu. “Gelmiyor musun? Kimi bekliyorsun?” diye sordu.

“Kimi bekliyorsun?” muhtemelen sırf söylenmiş olması için söylenmiş bir soruydu, onu takip etmesi için teşvik ediyordu. Shen Jiu öfkeyle parlayan bakışlarını gökyüzüne çevirdi, göz bebekleri Qiu hanesiyle birlikte yanıyor gibiydi.

Qiu ailesinin hizmetkârlarından şanslı olanları kaçabilmişlerdi, hepsi yitmekten korkuyorlardı. Bağırış çağırış içerisindeki kargaşada yalnızca kapının önünde sabit duran, soluk bir gölge vardı; ateşin kırmızı ve sarı ışıkları dağınık bir şekilde dans ederek birbirlerine geçerken onun gölgesini oynatıyordu.

Qiu hanesindeki ateş gittikçe şiddetleniyor, çatı kirişleri çökmeye başlıyordu. Shen Jiu’nun dumanla kaplı yüzü kül tabakasıyla kaplanmış gibiydi.

Kılıcı zorla ateş denizine fırlatıp arkasını dönerek ustasını takip etti.

“Artık beklemeyeceğim.”

İşte o zaman Shen Qingqiu geri dönüp onu kurtarmak için söz veren genci hatırladı- anlaşılan geri dönmemişti.

Bu doğal ve kaçınılmaz değil miydi ki? Masalımsı bir işaretti, ah. Bu, “Geri döneceğim ve evleneceğiz”le birlikte en büyük iki işaretten birisiydi. “Kesinlikle geri döneceğim” ya da “Hemen geri döneceğim” diye ciddiyetle yemin edenler- bir daha onların gölgesini bile görmezsiniz!

Özellikle bu iki çocuğun dilekleri çok güzel, çok naifti. Tek tek usta bulurlarsa şüphesiz ikisinin de kabul edilebileceği bir çatı bulamazlar mıydı? Bu tamamen yanlıştı.

Başarılı bir şekilde usta bulsa ve birkaç yıl geçse de gerçekten eğitiminde birçok başarı gösterse bile dünyanın enginliğiyle yüzleşip ustanın ilgisi için rekabet diğer şeylerden daha çok endişe edilecek bir hâl aldıktan sonra çocukluk arkadaşına geri dönmeyi istemeyecektir elbette. Ayrıca, Jianghu ne olacağı belli olmaz ve beklenmedik tehlikelerle dolu bir yerdi. Sonuçta bu gencin geri dönüp Shen Jiu’yu kurtarma ihtimali %5’ten azdı.   

Fakat bu sahnedeki hikâye boşluğunu doldurduktan sonra Shen Qingqiu sonunda Gökyüzüne Ateş Eden Uçak’ın taslağı kesmeye yönelmesinin nedenini biraz daha anlayabilmişti.

Asıl özgeçmişi böyle olan bir karakter yazarsa muhtemelen çetin ve nankörlükle mükellef tutulurdu. Ona pislik dersen acınası da oluyordu, ona merhamet göstersen inkâr edilemeyecek bir şekilde zalim olduğu da oluyordu. Hem pislik hem de zavallı bir karakter genelde ilahi bir bedende olur ve özgürlüğünü kazanmak için gençliğinde felaketlerle mücadele etmek zorunda kalırdı. Onu keserek kahramanın, ayağının altında ezeceği yüzsüz bir karakter yapmak daha iyiydi- hem yazması daha kolaydı hem de okuyucuların okuması daha keyif vericiydi.

Yine de Qiu Haitang masumdu. Aşkı yoğundu, kini adildi, gerçekten de bu meselede yanlış hiçbir şey yapmamıştı ama intikam bu saf, masum kızı yüreği fesatlıklarla dolu sert bir kadına dönüştürmüştü. Kutsal Anıt Mezar’daki ölümü daha bile adaletsizdi. Sonu asıl aygır romanındaki gibi şanslı da değildi.

Başta ona yardım eli uzatsaydı en iyisi olacakmış aslında.

Shen Qingqiu kederle iç çektikten sonra sahne aniden eski televizyonlardaki bir film gibi eğrilmiş, siyah ve beyaz kar taneleri çılgınlar gibi yağmaya başlamıştı. Manzara ve insanların yüzündeki çarpıklık görüntüyü görmesi daha bile berbat hâle getiriyor, cızırtı sesleriyle feryatlar uzaylı diliymişçesine geliyordu.

Sistem bildirdi: Anı kötü bir şekilde hasar aldı, veri kaybı %5… veri kaybı %7… veri kaybı %9…

Anılardaki kopukluk gittikçe artıyordu!

Kayıp yüzdesi arttıkça artıyordu. Shen Qingqiu Sistem’in bildiri penceresine küçükken televizyonun kötü sinyalini ya da bağlantısını “düzeltmeye” çalışır gibi öfkeyle vuruyordu. Birkaç düzine vuruşun ardından tuhaf bir şekilde gerçekten de etkili olmuştu. Veri kaybı yüzdesi %10’a vurmuş ve bildirim sesi sonunda durmuştu. Görüntüdeki kar taneleri aniden yok olmuş ve sahne belirgin bir hâl almıştı.

Shen Qingqiu sonunda soluğunu dışarıya vermiş, elini geriye çekip gerilemişti. Düzgünce durmadan önce bakışları bir yere odaklanmıştı.

Birkaç adım önünde çömelmiş, küçük bir oğlan vardı.

Solgun ve ince yüzünde terini silerken yanlışlıkla pisletmiş olabileceği birkaç çizgi kül izi vardı. Parçalanmış, eski bir bez parçasıyla bağlanarak boynunu çevreleyen Yeşim Guanyin kırmızı cübbesinden sarkıyordu. Yerde ciddiyetle oflayıp pufluyor, bir delik kazıyordu.

Shen Qingqiu, “Luo Binghe?” diye söyleyiverdi.

Küçük Luo Binghe onu duymamıştı, hâlâ delik kazıp içerisini tekrardan toprakla doldurmakla uğraşıyordu.

Çevresindekilere genel bir bakış attığında farklı kıyafetlerdeki ve yaşlardaki yüzlerce oğlanla kızın geniş vadide durduğunu, her birinin tüm gücüyle… delik kazdığını görmüştü.

Shen Qingqiu’nun birden bire kafasına dank eden şeyle birlikte bakmak için başını yukarıya kaldırdı. Elbette vadinin üstünde dik dağ falezi ve tepenin üzerinde duran iki kişi vardı.

Birisi siyah renkli tören cübbesini giyiyordu; kararlı ve sağlam duruyor, dik bakışlarla vadidekilere yukardan bakıyordu. Diğerinin belinde uzun kılıcı, elinde yelpazesi yavaşça parmakları arasında dönüyordu. Cübbesi temiz bir su kadar yeşildi, rüzgârla birlikte hareketlenerek dalgalanıyordu. Zarif bir biçimde başını kaldırarak göz ucuyla izlemeyi pek de umursamıyormuş gibi aşağıdaki karıncalara bakıyordu.

Evet, onlar Yue Qingyuan ve “Shen Qingqiu”ydu.

Bu Luo Binghe’nın usta edinip Cang Qiong Dağı’na girdiği test yılının sahnesiydi.

Yanlış görmüyorsunuz, yanlışınız yok- testin konusu delik kazmaktı!

Gökyüzüne Ateş Eden Uçak o kadar paragraflar harcayarak yazar notlarıyla delik kazmanın delik kazmaktan ibaret olmadığını; sabrın, hızın, sebatın, ruhanî tekniklerin, karakter bilmem ne bilmem nelerinin… basitçe gözlemlenebileceği bir sınama şekli olduğunu söylese de Shen Qingqiu tek bir gerekçe bile hatırlamıyordu. İçinden açıklamak için ne kadar kendini yırtarsan yırt bu delik kazmaktan ibaretti, bu kadar basit!

Bu zamandaki Shen Jiu çoktan Qing Jing Tepesi’nin Lordu mevkisine gelmiş olmalıydı.

Cang Qiong Dağı Sekti’nin kuralları şöyleydi: On İki Tepe Lordları birlikte gelişip birlikte inzivaya çekiliyorlardı. Görevleri birlikte alıp mevkiden çekilindiğinde de birlikte çekiliyorlardı. Tören düzenlediklerinde eş olup kalabalığa karışıyorlardı, özellikle de inzivaya çekildiklerinde birlikte katılıp grupça inzivaya çekiliyorlardı. Bir Tepe Lordu talihsizlikle karşılaşıp makamında can verirse mevkisini boş bırakıyorlardı. Shen Qingqiu’nun ölü taklidi yapıp kaçtığı o beş yıl boyunca Qing Jing Tepesi mevkisi boş kalmıştı. Bu öyle bir şekildeydi ki farklı nesillerden Tepe Lordlarının birlikte çalışma gibi bir durumlarını oldurtmuyordu.

Bu kural epey vakitsiz olduğunda hafifletildiği durumlar olsa da nesiller arası uçurumu önlemekte başarılı olduğundan bilhassa Tepe Lordları arasında güçlü uyumluluk ve bağ sağlıyordu.

Bunu düşününce Shen Qingqiu başka bir kurala atlamamak için kendini tutamadı.

Tepe Lordularının geçmiş nesillerin baş müritleri tarafından onaylanana göre müritlerin isimleri nesle göre isimlendirilerek mevkileri değiştirilecekti. Yeryüzünde o kadar “QingX” varken Shen Jiu’ya ne yazık ki “Qiu” karakteri verilmişti. Bu gerçekten de hayatın gareziydi.

Shen Jiu “Qiu” karakterinden ölümüne nefret ediyordu. O kadar şey içinden bu ismi alıp bu isimle ödüllendirildikten sonra nasıl olurdu da hakikaten gına geldiğini hissetmezdi ki? Shen Qingqiu bile bu adamın sessiz kalmasını istemelerine katlanamıyordu. Asıl eserin son Qing Jing Tepesi’nin Lordu’na karşı hürmet ve şükrana sahip olmadığına şüphe yoktu.

Falezin üzerinde ikisi bir şeyler konuşuyorlar gibi görünüyordu. Shen Qingqiu küçük Luo Binghe’ya baktı, gayretle işine gömülmüştü. Ruhanî bir şekilde başını patpatlayıp sonrasında diğer ikisinin konuşmalarını dinlemek için falezden yukarıya sıçradı.

Yue Qingyuan, “Bu sene önceki yıllardan daha bile fazla kişi var gibi görünüyor.” dedi.

Shen Jiu gözlerini kıstı, yüzünde ne mutluluk ne de hiddet vardı. İki parmağı seğirdi, yelpazeyi tutan eliyle yavaşça yelpazeyi açtı.

Yandan gelen kişi Yue Qingyuan’ı selamladı: “Sekt Lideri Kıdemli.”

Bu kişi yanında duran, neredeyse gözlerinden kin akacak Shen Jiu’ya bir bakış atmamıştı bile.

Bu havalı karakter Liu-Juju’dan başka kim olabilirdi ki?!

Bu zamanki Liu Qingge’nın resmî olarak Bai Zhan Tepesi’nin Lordu olalı henüz birkaç yıl olmuştu, toyluk havası hâlâ yüz hatlarından belli oluyordu. Bakışları atik ve sertti, hareketlerinde gençliğin azmi saklıydı.

Yue Qingyuan, “Kıdemsiz Liu, tam zamanında geldin. Bakman zarar gelmez. Hangilerinin iyi olduğunu seç.” dedi.

Liu Qingge yalnızca bir bakış atıp, “Şu en iyi doğuştan yeteneğe sahip.” dedi.

Shen Qingqiu başını salladı, memnun olmuştu. Gerçekten de Liu-Juju’nun gözleri iyiydi. Gösterdiği kişi elbette ki sırtlarını üçüne dönmüş, hâlâ delik kazmakla uğraşan Luo Binghe’ydı.

Yue Qingyuan, “Liu-Shidi, onu mu istiyorsun?” diye sordu.

Liu Qingge, “Gelmek isterse kendi gelir.” dedi.

Bai Zhan Tepesi daima böyleydi: gelmek iste ya da isteme, geldiysen dövüşe hazır olacaktın. Bai Zhan Tepesi’nde ilk adımı atıp bağırıp çağırarak zorbaların dövmesini beklemek yerine oturup diğerlerinin müridini seçmesini beklersen o zaman o yönde ilerleyecek bir yolun; yazgında da Bai Zhan Tepesi’nde olmak yok demektir.

Shen Jiu durgun bir şekilde, “Doğuştan gelen iyi bir yetenek hiçbir başarının garantisi değildir.” dedi.

Liu Qingge ona önemsiz bir bakış bile atmadı. “Alışılmışın dışında olan bir nizamla efsuna resmî olarak on altı yaşında başlamaya kıyasla başarısı daha yüksek olacaktır.”

…Bu ikisi gerçekten baştan beri birbirlerini küçümsüyorlarmış. Liu Qingge konuşmayı seviyor gibi görünmüyordu, özellikle de antipati duyduğu kişilerle, ama Shen Jiu’ya on yedi kelimeyle sataşmıştı!

Liu Qingge’yla şu anki iyi ilişkileri o zaman küçük bir mucizeden ibaretmiş.

Yue Qingyuan, “Kıdemsiz Liu.” diye azarladı.

Liu Qingge öğüdünü dinlemeden arkasını döndü. “Pratik yapmaya gidiyorum.”

Gideceğini söylediğinde giderdi, gelişi de gidişi de rüzgâr gibi olurdu. Shen Jiu olduğu yere çakılmıştı, birkaç cümlesinin sebep olduğu sinirden titriyordu. Yelpazesini o kadar güçlü sıkmıştı ki kavrayışıyla çubuğu çatlamıştı. Yue Qingyuan aciz bir şekilde, “Kıdemsiz Liu nasıl konuşulacağını bilmiyor, damarına basmasına izin vermemen gerektiğini biliyorsun.” dedi.

Shen Jiu homurdandı, tuhaf bir hava yayıyordu. Ne demeye hazırlandığını öğrenemeden Ning Yingying yanlarına çıktı.

Shen Jiu’ya belinden sarılıp, “Shizun, Shizun, Yingying’in kıdemsiz askerî kardeşi ya da kız kardeşi olacak mı?” diye bağırdı.

Onu gördüğünde Shen Jiu’nun yüzü gevşedi. “Kıdemsiz askerî kardeş ya da kız kardeş mi istiyorsun?”

Ning Yingying başını defalarca olumlu anlamda salladı. Shen Jiu başını kaldırdı, yelpazesini açtığında bir şeyi yeniden kafasında tartarak gözlerini kıstı.

Aniden, “O çocuğu istiyorum.” dedi.

Luo Binghe’ya bakıyordu. Yue Qingyuan irkilmişti.

Asıl eserde müritlere karşı inişli çıkışlı yaklaşımında olağanüstü doğuştan yetenekleriyle bütün sektte büyük bir şöhreti olup olmayacağını da hesaba katıyordu. Şimdi Sekt Lideri’ne iyi fideleri sormak için ağzını açmaktaydı ki Shen Qingqiu Yue Qingyuan’ın duraklamasını anlayabilmişti. Bu gerçekten… çok dikkatle düşünmeye gerek olmayan bir şeydi.

Yue Qingyuan’ın cevap vermek yerine kendi kendine mırıldandığını gördüğünde Shen Jiu kendini soğuk bir şekilde tekrarladı. “Onu istiyorum.”

Sekt Lideri’yle böyle konuşmaya cesaret ederek gerçekten de kaşınıyor musun? Shen Qingqiu soğuk terler akıtmadan edemedi.

Beklenmedik bir şekilde, Yue Qingyuan başını yavaş yavaş olumlu anlamda salladı- gerçekten de kabul etmişti. “Tamam.”

Shen Qingqiu’nun söyleyeceği başka bir şey yoktu.

Yue Qingyuan hâlâ ona katlanabiliyordu… bu beden nasıl bu zamana değin huzurla yaşayabildi?!

Liu-Juju da vardı. Anlaşılan o ki asıl eserde Luo Binghe’yı bizzat almakta bu denli kararlı olmasının nedeni gömdüğü problemlerin köklerinden kaynaklıymış!

Ning Yingying sevinçle bağırdı, falezden aşağıya koşuşturarak vadideki kalabalığın içerisinden Luo Binghe’yı çekiştirdi. Bu kesit, asıl eserdeki “Luo Binghe ‘Shen Qingqiu’nun’ himayesi altına giriyor” bölümünün başlangıcıydı!

Fakat bunun erkek kahramanın bakış açısından olması Gökyüzüne Ateş Eden Uçak-Juju’nun üç Tepe Lordu’yla aralarındaki parlak akımı ve karanlık gelgitleri detaylandırma zahmetine girmemiş, onun yerine mis kokulu küçük lolinin aniden gökyüzünden çıkagelip Luo Binghe’yı çekiştirmesini kâğıda dökmeye başlamıştı. Bu kesidi gördüğünde her bir okuyucu, o zamanki Shen Yuan gibi, kahramanın yaşam boyu şans zırvalıklarının devamlı aşk temasına açılması için tesadüfi bir giriş sandığını düşünmüştü. Bu biraz, büyük bıçak saplanmadan önce gelen şeker parçaları gibi düşünülebilirdi.

Shen Qingqiu Luo Binghe’yı sonrasında neyin beklediğini biliyordu. Fakat tek yapabildiği şey aciz bir şekilde bakıp izlemekti- Luo Binghe’nın Qing Jing Tepesi’ndeki bambu eve kadar Ning Yingying’i takip etmesini izlemekti. Shen Jiu Shen Qingqiu’nun en çok sevdiği yerine oturmuş çay fincanını tutuyor, hâlâ yüzeyini üflüyordu.

Ning Yingying’le yaptıkları uzun çene çalmanın ardından onu göndermişti. Ming Fan yanında ona eşlik ediyordu, onun adına konuştu. “Artık Qing Jing Tepesi’nde kalacaksın.”

Küçük Luo Binghe’nın yüzünde şaşkınlıkla birlikte kızarıklıklar belirmişti. Huzurunda uslüne uygun bir şekilde selamlamak üzere dizlerinin üzerine çöktü. “Bu mürit Luo Binghe, Shizun’u kabul ediyor!”

Shen Jiu’nun dudaklarının kenarı yukarıya doğru çekilip bunu çay fincanı çenesinden aşağıya inene kadar sürdürdü.

Sakin bir şekilde, “Söylesene, niçin Cang Qiong Dağı Sekti’ne geldin?” dedi.

Luo Binghe bir dersi ezbere okuyormuş gibi gergin ama dikkatli bir şekilde, “Bu mürit küçüklüğünden beri bu ölümsüz dağın üstündeki ustaların her birinin zarif tutumlarına hayran oluyor. Girebilip öğrenimlerimde başarılı olursam Cennet’teki annemin ruhu da memnun olacaktır.” dedi.

Shen Qingqiu bu yanıtın yolda evire çevire tekrar tekrar düzenlendiğini biliyordu.

Shen Jiu “ah” dedi. “Seni evde bekleyen bir annen var?”

Neredeyse dalgın bir şekilde, “Nasıl görünüyor?” dedi.

Luo Binghe gülümseyen suratını yukarıya kaldırdı, gözleri ışıl ışıldı. “Annem benim için dünyanın en iyisiydi.”

Shen Jiu’nun yüzü seğirdi, onun durması için elini kaldırdı.

Baştan aşağı Luo Binghe’yı süzdü. “Gerçekten de efsun için ideal yaşındasın.”

Shen Qingqiu asıl olanın yüzünde üç şeyi görebiliyordu.

Kıskançlık, kıskançlık ve daha da kıskançlık.

Luo Binghe’nın “annem benim için dünyanın en iyisiydi”yi kıskanıyordu, Luo Binghe’nın doğuştan gelen yeteneğini kıskanıyordu, Luo Binghe’nın ideal yaşta Cang Qiong Dağı Sekti’ne kabul edilmesini bile kıskanıyordu. Ufak bir çocuğa böylesine içten şekilde içerlemek gerçekten de onun yapacağı işti.

Shen Jiu ayağa kalktı, adım adım Luo Binghe’ya yaklaştı. Shen Qingqiu refleks olarak onu engellemek suretiyle önüne geçti ama onu nasıl durdurabilirdi ki?

Luo Binghe başını kaldırdı, ona doğru yürüyen Qing Jing Tepesi Lordu’na bir Tanrı’yı seyrediyormuş gibi bakıyordu.

Fakat Tanrı’nın yan bir bakış bile atmadan yanından geçerken fincandaki çayı üzerine, göz kapaklarına ve geri kalan her yerine gelecek şekilde dökeceğini kim bilebilirdi ki?

Çay kaynamıyordu, yalnızca birazcık sıcaktı fakat Luo Binghe’nın bütün bedeni donakalmış, küçük dilini yutmuştu.

Shen Jiu elini arkasına kıvırmış, gideceğini söylemeden bambu evden dışarıya çıkmıştı. Ming Fan onun peşine düşüp azarlamak için arkasına döndü: “Diz çök! Shizun sana kalk demedi. Kalkmaya cüret edersen yemin ederim seni asarak dövüp sonrasında üç gün odunluğa kapatırım!”

…Bu Shen Qingqiu’nun ilk fark edişiydi- bu velet Ming Fan’ın ölüme giden asker olarak ölümünü arama yeteneği gerçekten ayrı bir seviyeydi!

Luo Binghe sekte henüz kabul edilmişti, o nedenle özünde neşe ve şükran içerisindeydi. Açıklanamayacak bir şekilde bir nedeni olmadan başından aşağıya dökülen çayın ardından yüzüne içinde buzlar yüzen soğuk bir kova dolusu su dökülmüş gibi olmuştu. Yüreği soğuklukla söndürülmüştü.

Suskun bir şekilde olduğu yerde dizlerinin üzerinde duruyordu, gözlerini dahi kırpmıyordu.

Sessizce iki gözyaşı yanaklarından aşağıya süzülüverdi.

Bu, Luo Binghe’nın üvey annesini kendi elleriyle gömdükten sonra ağladığı ilk; Cang Qiong Dağı’nda ağladığı son zamandı.

O zamandan beri başına ne gelirse gelsin, “Shen Qingqiu” çarpık çurpuk olmuş hislerinin dışa vurumu olarak ne yaparsa yapsın Luo Binghe o günkü gibi bir daha asla gözyaşlarının kontrolsüz dökülmesine izin vermemişti.

Shen Qingqiu önüne çömeldi ama kol yenleri onun içinden geçmişti- ona dokunamıyordu, onu tutamıyordu, gözyaşlarını bile silemiyordu. İçten içe ona üzülüyordu; bu, onu ölüme sürüklemeye yetecek kadar dayanılmazdı.

Luo Binghe’nın duyamadığını gayet iyi bilmesine rağmen yine de, “Hadi ama, ağlama.” demişti.

Luo Binghe kendi dizlerine bakıyordu, bacağındaki yumrukları yavaşça sıkılaşmıştı. Gözyaşları giderek daha hızlı ve şiddetli oluyor, cübbesinin yakasına damlıyordu.

Shen Qingqiu faydasız bir şekilde yanaklarını silmeye çalışıyordu, tatlı bir dille “Shizun sana bir daha asla vurmayacak. Ağlama.” diyerek ikna etmeye çalışıyordu.

Luo Binghe avuç içini kaldırıp gözlerini ovuşturdu. Yerdeki fincanı alıp kenara koydu. Yüreğinin üzerindeki yeşim kolyeyi kavrayarak diz çöker pozisyonda duruşunu dikleştirdi.

Shen Qingqiu yüreğinden geçen hisleri biliyordu.

Anlamadığı kurallar olmalıydı, Tepe Lordu’nu kızdıracak bir hata yapmış olmalıydı ve bu sebeple cezalandırılmıştı. Mürit olarak Shizun’una diz çökmesi beklenen bir şey olmalıydı.

Bu küçük hareketlilikleri gördüğünde Shen Qingqiu ona yüzünü çevirmeye katlanamamış, kendisi de dizlerinin üzerine çökmüştü.

Koluna uzanarak Luo Binghe’nın mini minnacık vücudunu sıkıca manevî bir şekilde kucakladı.

Bir süreliğine gözlerini karanlık alana bırakarak kapatıp tekrardan açtıktan sonra kar beyazı yataktağın dört kenarındaki sineklik ve püsküller görüş açısını işgal etmişti.

Farklı bir sahnede olduğunu aniden kavradığında Shen Qingqiu kolay ayak uyduramamıştı, Yue Qingyuan’ın sesi yanında işitilene değin kıpırdanmadı. “Uyandın mı?”

Shen Qingqiu otomatik olarak gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. Boğazı birazcık kurumuştu; zar zor, “Kıdemli Zhangmen.” diyebilmişti.

Yue Qingyuan yatağın yanında duruyordu. Bir süre ona baktıktan sonra, “Luo Binghe’nın adını söyleyip durdun.” dedi.

Shen Qingqiu: “…Mm.”

Yue Qingyuan: “Ağlayarak seslendin.”

Shen Qingqiu yüzünü ovuşturdu. Soğuk terlerin yanında gerçekten de biraz başka bir sıvı da vardı. Gözyaşları gerçekten de başkalarına kolay yansıyan tarzda şeylerdi.

 “…” Uysalca, “Kıdemli çırak kardeş, açıklayabilirim.” dedi.

Neyi açıklayabilirdi? “Qing Jing Tepesi’nin Lordu rüyasında ağlayarak müridinin adını söylüyor”un birisine gerekçe gösterip inandırabileceğin kadar elverişli nasıl gerçek bir hikâyesi olabilirdi ki?

Sözlerle açıklayamadığını fark ettiğinde Yue Qingyuan iç çekerek, “Olan oldu. Uyanman iyi bir şey, açıklamana gerek yok.” dedi.

Shen Qingqiu doğruldu, mahcup olmuştu. Aniden bu sahnenin biraz aşina geldiğini fark etmişti. Bu dünyada ilk kez uyandığında da Yue Qingyuan yanıbaşında nöbet tutuyordu.

Yue Qingyuan durumunu gözlemleyerek, “Beş gündür uyuyordun. Biraz daha uyumaya ihtiyacın var mı?” dedi.

Beş gündür uyumak mı?! Shen Qingqiu olduğu yerde yığılıvermemek için kendini güçbela tutmuştu.

System: “Shen Jiu” olayının hikâye boşluğunu doldurma: tamamlanma ilerlemesi %70

Yalnızca %70’ini mi tamamlamıştı? Dur biraz, tamamlanmamış kısmın geri kalan %10’u tamir edilemeyecek kadar hasar alan anılarsa %20’sine ne oldu? Nereye gittiler?!

O kadar düşünüp taşınacak zamanı yoktu. Shen Qingqiu Yue Qingyuan’ı kavradı. “Sekt Lideri, ilk gün Luochuan’da kar yağacak!”

Haddinden fazla heyecanlı olduğunu ve sözlerinin mantık ya da düzen dışı olduğunu fark ettiğinde ifadesini düzeltip sakin ve ağırbaşlı bir şekilde baştan başladı. “Demek istediğim, büyük olasılıkla Tianlang-Jun Xin Mo’yu çatlak açıp İki Âlem’i tek bir yerde birleştirmek için kullanacak.”

Yue Qingyuan: “Bunu nereden biliyorsun?”

Shen Qingqiu yine çıkmaza girmişti. Çıkıp çünkü asıl eserde böyle söylüyordu ve burası ona en uyan yer diyebilir miydi?

Shen Qingqiu, “Tianlang-Jun’un himayesi altında çok zaman harcadım.” dedi.

Yue Qingyuan: “Yani sana öylece söyleyi mi verdi?”

Shen Qingqiu kısa sürede buna bir açıklama bulamamıştı. Yalnızca yüzünü sert tutarak, “Kıdemli Zhangmen, lütfen, bana güvenmen lazım.” dedi.

Yue Qingyuan bir süre ona baktı. Kısa bir süreliğine gözlerini kapatıp ardından ayaklandı, içten bir şekilde “Önce bir dinlen. Bunu hâlletmeleri için diğer yoldaşlarımıza devredebiliriz.” dedi.

Dinlen... Uyu diyorsun yani? Beş gün uyumuşum zaten!

Öz oluşumu efsuncusunun birkaç gün uyumaya ihtiyacı olması- yalnızca “Proud Immortal Demon’s Way” böyle alışılmışın dışında şeyleri ele alırdı. Başka bir roman yazarı bunu yapsa kesinliklikle anneleri bile onları tanıyamayana değin kıçlarıyla gülerlerdi!

Yue Qingyuan henüz çıkmıştı ki Shen Qingqiu yataktan yuvarlanıp dış cübbesini aramaya koyuldu. Bir o yana bir bu yana dönüyorken birisi arkasından gizlice yaklaşma fırsatı yakalamış, elleriyle gözlerini kapatmıştı.

Shen Qingqiu bilinçsizce dirseğiyle geçirip “Kimsin sen?!” diye bağırdı.

Bu kişi pek bir cesaretliydi, aynı zamanda onunla mantıksız oyunlar oynamayı seven birisiydi de, kim olabilirdi ki? Dirsekleri sıkıca kavranmış, aşina olduğu ses kulaklarının dibinde, “Shizun, niçin tahmin etmiyorsun?” demişti.

Shizun derken sesini belli etmiştin zaten, niye tahmin etmesini istiyorsun ki be? Shen Qingqiu gözlerini devirdi. Arkasındaki kişi aniden belinden kavramış, ikisini de kenardaki bambu sedire yuvarlamış, bambu da ikisinin ağırlığından gıcırdamıştı. Gözlerini kapatan cisim de kaymıştı- elbette, o Luo Binghe’ydı.

Elleri Shen Qingqiu’nun ağzını örtmeye yönelmişti. “Gözlerinizi kırpmayın. Shizun’un kirpikleri çok uzun, ellerimi gıdıklandırıyor, kalbimi de.”

Senin kirpiklerin uzun, kirpikleri en uzun olan sensin!

Shen Qingqiu hiddetini belirtmek için düzinelerce kez gözlerini kırpıştırdı. Luo Binghe gülümseyerek göz kapaklarına eğilip buse kondurdu.

“Herhangi bir durumda bağırmayın. Qing Jing Tepesi’nde fark edilirsek Shizun’un temiz ünü bu sefer gerçekten de mahvolur.” dedi.

Temiz ünüm nerede kalmış benim? Bu asi mürit yüzünden ünüm çoktan mahvedildi.

Luo Binghe Shen Qingqiu’nun göz çizgisine öpücük kondurdu. “Sizi almak için geri döneceğimi söylemiştim. Günlerdir birbirimizi görmüyoruz- Shizun beni özledi mi?”

Doğru cevap, zihninde, karnına geçen diziyle bu yozlaşmış müridi sedirden indirip sonrasında zarif bir şekilde görünüşünü düzenlemenin ardından şık ve soğuk bir şekilde olan “Hayır.”dı.

Fakat bir sebepten dolayı Luo Binghe’nın bambu evde yalnız başına diz çöküp yerdeki fincanı sessizce kaldırıp koyduğu anıyı düşündükçe bacağını kaldırmaya yeltenememişti.

Shen Qingqiu Luo Binghe’nın avuç içinde sanki titriyormuş gibi nefes almaya başlamıştı.

Gözlerini kapatıp başını yukarı aşağı salladı.


*****


Önceki Bölüm  ― Sonraki Bölüm 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder