… NE
OLUYOR LAN?!
Shen
Qingqiu’nun çıkışması diğerinin yüzünden dolayı değildi. Durum bundan ibaret
olsaydı bile mühim olan şey dışarıdaki gençti- s*key*m, bütün yüzü yanmıştı.
Her yeri mozaikle kaplanmış gibiydi!
Rüya
İblisi anılarda kesilmelerin ya da insan yüzlerinde kararmaların meydana
gelebileceğini başta söylemiş olsa bile bu olasılıkla karşılaştığında Shen
Qingqiu gerçekten yoğun bir şekilde kan kusmak istemişti.
Rüya
İblisi-Juju, bu bug’ı düzeltip gideremez miyiz? Yüzünün nasıl gözüktüğünü
gerçekten çok merak ediyorum, ah ah ah!
Shen
Qingqiu mesafeyi azalttığında mozaiğin gidip gitmeyeceğini görmek için tam
kapının içinden geçmişti ki anılarda başka bir kopukluk meydana gelmişti.
Bu sefer
çalışma ortamındaydılar.
Genç Usta
Qiu masada yazı yazıyordu. Shen Jiu yanında sessizce mürekkebi öğütürken* ona
eşlik ediyordu.
Mürekkebi Öğütmek: Biraz tarih bilgisi olacak ama İngilizce çevirmeninin
yazmadığı, kendi kendime araştırarak bulduğum bir şey bu. Mürekkebin tarihinin
Çin’e dayandığı söyleniyor. Antik Çağ’da bildiğimiz sıvı mürekkep yerine katı,
“mürekkep çubuğu” denilen mürekkepler kullanılıp bu mürekkepler mürekkep taşı
denilen(porselenden tutun bronza kadar türlü türlü çeşitleri var) harçlarda
öğütülüyormuş. Ayrıca mürekkeplerin farklı farklı renkleri de var tabii, bunlar
kaligrafide de çizimde de kullanılıyormuş.
Buradaki
Shen Jiu hâlâ zayıf ve ince bir gençti ama uzamıştı. Akranlarına göre ince ve
uzun sayılırdı. Genç Usta Qiu’yu beklerken sakin ve âlime yaraşır huzurlu hava
yayıyordu.
Kâğıt
parçası neredeyse tamamlandığında Shen Jiu başı önüne eğik, itaatkâr bakışlarla
konuştu. “Genç Usta, bir husus var…”
Genç Usta
Qiu bakışlarını yukarıya yönlendirmemişti bile. “Konuşmak istediğin şey şehirdeki
şarlatan mı?”
Shen Jiu,
“Kıdemli Wu Yanzi bir şarlatan değil.” diye savundu.
Genç Usta
Qiu fırçasını bıraktı, kaşları çatılmıştı. “Uslu durup evde kal, iyi bir damat
ol ve güzel güzel kız kardeşimin yanında kalıp hayatını yaşa, bu kadarı
yeterli. Sürekli olmayacak düşler kurmanın ne anlamı var?”
Kısa bir
süre sessizliğin ardından Shen Jiu aniden, “…hayatını yaşa, hayatını yaşa…
Böyle bir hayat yaşamak istemiyorum ben!” diye patlayıverdi.
Genç Usta
Qiu sonunda bakışlarını ona yönlendirmişti. Bakışları alev alıyordu, aniden
ayağını dizlerinin arkasına geçiriverdi.
Shen Jiu
lap diye yüzüstü yere yapışıvermişti. Shen Qingqiu bilinçsizce kendi sağlam
baldırlarını ovuşturdu. Bu ikisinin ilişki şekli yıllarca böyle ilerlemiş
olabilir miydi…
Genç Usta
Qiu oturduğu yerden kalkıp, “Sana yıllarca eğitim verdim ve öğrendiğin şeyler o
şarlatanın musibet küçük numaralarıyla kıyaslanamaz bile.” diye küçümsedi.
Shen Jiu,
düştüğünden burnu kan ve külle kaplı bir şekilde başını hafif bir küstah
havayla gülerek kaldırdı. “Onlar musibet küçük numaralar değiller, ölümsüzlük
teknikleri. Senin gibi bir işe yaramaz yalnız kendini avutmak için onlara
şarlatanın numaraları der.”
Genç Usta
Qiu yere çömeldi. Kavrayabildiği kadar saçını kavrayarak kulağına, “Ölümsüzlük
teknikleri mi? Yetenekten aciz sen ölümsüz mü olmak istiyorsun?” diye
mırıldandı.
Shen Jiu kavrayışından
kaçmak için başını kaldırmıştı fakat Genç Usta Qiu alnına hafifçe patlattı, bu
hareket onun kalkıştığı şeye hakaretle dolup taşıyordu. Gülümseyerek, “İnsan
bile sayılmazsın sen, bir de ölümsüz mü olmak istiyorsun?” dedi.
Shen Jiu
başını sabit tutuyor, bir şey söylemiyordu. Onun böylesine cesaretiğini
kaybettiğini gördüğünde Genç Usta Qiu kavrayışını birazcık gevşetmiş, sonraki
sözleri de ağırbaşlı ve içten olmuştu. “Burada uslu uslu kal, terbiyeli ol ve
üzerine düşeni yap- bunun nesi o kadar kötü ki? Artık on beş yaşındasın. Genç
değilsin, evlenmek üzeresin. Efsun için en ideal zamanı kaçıralı çok oldu- ne
olabilirsin ki? Onunla iyi kötü geçinsen bile seni isteyeceğinin garantisi
yok.”
Resmen ölümünü
arıyor gibiydi. Sebebi de onun hayatındaki en önemli asıl şeyin efsunu
olmasıydı. Ondan daha iyi olan birisine katlanamıyordu, hele ki birisinin ona
kötü bir şeyler demesine hiç katlanamıyordu. Aksi takdirde Luo Binghe’ya olan
kini bu denli çıldırtacak düzeye gelemezdi. Ve bu adam yüksek sesle umut
olmadığını söylemeye kalkışıyordu!
Shen Jiu
aniden elini geriye götürüp masadaki mürekkep taşını kavrayarak Genç Usta
Qiu’ya fırlatıverdi. Bu taraftan Shen Qingqiu’ya atılmış gibi görünüyordu, o da
bilinçsizce yana kayarak kaçmıştı.
Elbette
ki mürekkep taşı ona vurmayacaktı, Genç Usta Qiu’ya da vuramazdı. Fakat
sonucunda siyah mürekkep eğimlenerek fışkırıp birdenbire cübbenin zarifçe süslenmiş
nakışını mahvedivermişti. Genç Usta Qiu’nun yüzü anında düşmüş, “Tang-Er seni
seviyor, bu ömrün boyunca denk gelebileceğin birkaç bahtlı şeyden daha değerli
bir şey! Ailemizin hatrı olmasa şu anda kıt kanaat geçinmek için sokakta
dilenip dolandırıcılık yapıyor olurdun. Yiyecek ve giyim sıkıntı çekmeden
okuyup yazma şansının olduğu bu hayatı kim verdi sana?” diye paylamıştı.”
Shen
Jiu’nun başını yere yapıştırdı. “Biraz bile minnettar değilsin!”
Shen Jiu
tedbirli davranmayı bir kenara bırakıp acımasızca, “İnsanım ben. Niçin bir
hayvana minnettar olayım ki?!” deyiverdi.
Takdire
şayan bir cesaret!
Genç Usta
Qiu tek eliyle onu duvara fırlatıp, “Geçtiğimiz birkaç yılda gerçekten de
ilerleme kaydettiğini sanmıştım, fakat anlaşılan o ki bozulmuş çamur gerçekten
de duvara yapışmazmış!” diye sövdü.
Beyaz
duvarda bir kılıç asılıydı. Shen Jiu ona çarpıp yere düşürmüştü. Shen Jiu
çöktüğünde kendini ayak tabanları duvara bakacak şekilde oturur pozisyonda ve
kılıcın kabzası elinin altına gelecek şekilde bulmuştu ve bir anlık her şeyi
göze almayla birlikte titreyen elleriyle kılıcı çekip kırmızı gözlü Genç Usta
Qiu’ya doğru tutmuştu.
Diğeri
gerçekten de bir hamle yapacağını düşünmüyordu, onu göstererek, “Pek bir yüreklenmişsin.
Kaşınıyor musun?” dedi.
Birkaç
adım daha yaklaştığını gördüğünde Shen Jiu’nun ruhu korkudan bedeninden çıkmak
üzereydi. “Yaklaşma buraya!” diye bağırdı.
Genç Usta
Qiu, “Hiç ileri görüşlü değilsin! Sen...” dedi.
“Sen”den sonra bir daha hiçbir şey diyememişti.
Yavaşça
başını öne eğdiğinde doğrudan karnına saplanmış kılıcı görmüştü.
Genç Usta
Qiu’nun yüzü hâlâ inanamamanın etkisiyle doluyken Shen Jiu aniden kılıcı
çekiverdi.
Shen
Qingqiu kenarda duruyordu, aklı başından gitmişti…
S*kt*r,
s*kt*r, s*kt*r, olay yerinde canlı cinayet yayını!
Atmosfer
çok kısa bir süre içerisinde değişivermişti. Kıyım vuku bulana değin adam
akıllı konuşamamışlardı bile!
Shen Jiu
sersemlemiş bir şekilde duruyordu. Bir eliyle karnını tutan Genç Usta Qiu
hırçın bir şekilde kılıcı geri alıp onu yere tekmeleyerek, “Yardım edin!” diye
bağırdı.
Shen Jiu
apar topar botlarını almak için kendini fırlattı. Peşpeşe gelen şiddetli
boğuşma esnasında birkaç yaşlı hizmetkâr kapıya üşüşmüşlerdi. Çalışma yerinde
böyle bir sahneyle karşılaştıklarında yüksek sesle bağırmaya başlamışlardı.
Shen Jiu panik ve korku içerisinde bir tür tılsım yapmış ve Genç Usta Qiu’nun
elindeki kılıç aniden fırlayıvererek yaşlı hizmetkârların göğsüne saplanmıştı.
Sonrasında
başını çevirdiğinde Genç Usta Qiu sendeleyerek ona doğru yaklaşıyor, ala
bulanmış elleri saçına uzanıyordu. Shen Jiu kılıcı tekrardan çıkartıp bu sefer onun
ciğerlerine geçirmişti.
Sonrasında
tekrar, tekrar ve tekrar, tüm gücünü kullanarak elli defa geçirmiş,
şiddetlendikçe şiddetlenirken yüzündeki ifade gitgide daha da art niyetli bir
hâl almıştı, ta ki cesedin yüzü ve hayatî organları kanlı, dağılmış bir etten
ibaret olana değin. Sonrasında sonunda durup nefes nefese soluklanmıştı.
Bu Shen
Jiu’nun ilk kez birisini öldürüşü olmalıydı, ilk kez birisini kendi ruhanî
enerjisini kullanarak öldürmüştü.
Shen
Qingqiu hayretler içerisinde bunu baştan sona izlemişti.
Bu ilk
seferiydi ve şimdiden bu denli zalimdi!
Shen Jiu
bir süre yığılmış cesetlerle dolu odaya boş boş baktı. Aniden kendine gelip
tangırtı sesiyle kılıcı yere bıraktı. Çalışma yerinde bir ileri bir geri
giderek volta atıyor, refleks olarak ellerini ve kıyafetlerini tekrar tekrar
siliyor, aklını yitirmiş gibi davranıyordu. Fakat kendinden geçmiş bir şekilde,
bir şekilde yaptığı efsunun ardından fazlasıyla çabuk sakinleşmeyi başarmıştı.
Ruh hâlindeki tüm bu gelişmeler bir dakikadan kısa bir süre içerisinde olmuştu.
Böyle bir zihne sahipti.
Shen Jiu
durakladı, tecrübesine dayanarak parmaklarını büktü. Feci şekilde kanla
kaplanmış kılıç yavaşça yerden yükseldi.
Yanında
uçmakta olan keskin kılıcı gördüğünde Shen Jiu’nun ifadesinde tuhaf bir heyecan
filizlenmişti, kılıcı sıkıca kavrayarak tuttu!
Kılıcı hafifçe savurup elindeki cinayet silahıyla
birlikte çalışma yerinin dışarısına uzun adımlarla çıktı. Shen Qingqiu bir süre
durduktan sonra Sistem bildirdi:
【İpucu: Lütfen hikâye
gidişatını doldurma amacınıza odaklanın. Hikâye gidişatını tamamlayabilmek için
garantili olarak tavsiye edilen uzaklık 10 metredir!】
Yani onu takip etmezse hikâye boşluklarını doldurma amacından dolayı puan mı kaybedecekti? Shen Qingqiu alelacele peşinden gitti, tek bir adım bile geride kalmaya yeltenmiyordu. Shen Jiu köşeyi henüz dönmüştü ki iki iri yarı hizmetkârla karşılaşmıştı. Elini savurmasıyla birlikte cübbesinin eteğinden yükselen soğuk ışıkla iki yağlı boyun şelaleler gibi kan fışkırtmışlardı.
Shen Jiu hemen hemen gördüğü herkesi öldürüyordu. Öldürdükçe hevesi iyice artıyor, günahkâr tebessümü dudaklarının kenarı yükseldikçe yükselerek daha da gaddar bir ifadeye bürünüyordu. Bitmek bilmeyen kan dondurucu çığlıklar düzinelerce insanın başını etkili bir şekilde kestikçe gittiği yol boyunca onu takip ediyordu. Shen Qingqiu yalnızca erkekleri öldürdüğünü fark etmişti, kadınlara elini sürmüyordu. Cinsiyet ayrımı fazlasıyla barizdi, kininin neye karşı olduğu da gayet belliydi. Küçük kızlar ve hizmetkâr kadınların hepsi mutfağın kenarına saklanmış, dışarıya çıkmaya cüret edemiyorlardı, o da onların sesini kesmek için gitmekte olduğu yolu değiştirmiyordu.
Dehşet
içerisinde bu hayrete düşüren sahneyi izlerken aniden arkasından korkunç bir
feryat işitildi.
Qiu Haitang
uzun koridorun sonunda duruyor, boş gözlerle oraya doğru bakıyordu. Shen Jiu
yaşayan bir gulyabani gibi taze kanla kaplanmış, bir hizmetkârın boğazından
kılıcını henüz çekmişti.
Qiu
Haitang’ın parlak ve güzel yüzü birkaç kez seğirdi. Gözleri arkaya doğru
devrilip kan gölüne yığılıverdi.
Açıkça
görülüyor ki bu kız her zaman önemli zamanlarda bayılan tiplerdenmiş.
Shen Jiu
Qiu Haitang’ı gördüğünde birazcık sakinleşmişti, kılıcı yere düştü. Bir süre
kendi kendine homurdandıktan sonra mutfağa doğru yola koyuldu.
Çok
geçmeden alev yayılmaya başlamıştı. Qiu hanesinin üzerindeki siyah gece
bulutları cehenneme ait lavlar gibi kırmızı ışıkları yansıtıyordu.
Shen Jiu
Qiu Haitang’ın bedenini dışarıdaki bodur bir ağacın altına sürüklemişti ki
arkasında sessiz birisi belirmişti. Elindeki kılıç ve gözlerindeki kaygı verici
kıvılcımlarla başını arkaya süratle çevirmiş fakat kim olduğunu gördüğünde
soluğunu rahatlıkla vermişti. “Kıdemli.”
Bu
“Kıdemli” ruhanî numaralar yapmak için şehirde dükkân açan, Shen Jiu’nun isyankârlığının
artmasına teşvik eden Wu Yanzi olmalıydı.
Diğeri
insafsızca, “Hepsini öldürmedin mi?” dedi.
Shen Jiu
bir süre sessiz kalıp, “Öldürmek istediğim kişi öldü zaten.” dedi.
Adam,
“Aslında, ağabeyinin dediği şeylerden birisi yanlış değil. Doğuştan yeteneğin
kuşkusuz iyi olsa da çoktan efsun yapmak için ideal zamanı geçtin. Ayrıca,
işkencelerin ardından, kemiklerin de birazcık hasar almış. Bundan böyle bazı
başarılar elde edebilirsin fakat tepeye tırmanman imkânsız. Birkaç yıl önce
olsaydı durum farklı olurdu.” dedi.
Bu kişi
Genç Usta Qiu’nun dediklerini duyduğuna göre bu zavallı adamı başından sonuna
kadar izlemişti. Fakat karışmak yerine yalnızca duvar gibi izlemekle
yetinmişti. Anlaşılan bu “Kıdemli” pek de soylu birisi değildi. Shen Jiu
gerçekten onu takip etmiş olsaydı muhtemelen sonu aydınlık bir yol olmayacaktı.
Shen
Qingqiu geç de olsa öz oluşumuna on ya da daha fazla yılda ulaşabileceğini
düşünüyordu. Bu vücudun uygunluğu fazlasıyla etkileyiciydi zaten- asıl Shen
Qingqiu’nun yeteneğinin farklı bir seviyede olduğunu nasıl fark edebilmişti?
Durumun aslını biliyordu, onun gibi hırslı olmayan birisi bile kaçınılmaz bir
şekilde pişmanlıkla yakınırdı. Ayrıca niçin asıl eserdeki hırslı
atılganlıkların daima dargınlık ve mağduriyetle dolu olduğunu anlamak da zor
değildi. Sonuçta bir şeyi sahip olduktan sonra kaybetmek hiç sahip olmadığın
bir şeyi kaybetmekten daha çok acı vericiydi.
Shen
Jiu’nun kılıcı tutan elinde mavi damarlar belirdi. Soğuk bir şekilde, “O hayvan
benim ağabeyim değil. Ayrıca, işler bu raddeye geldikten sonra gidebileceğim
başka bir yol mu var ki? Bana başka bir yol mu veriyorsunuz?” dedi.
Adam
çoktan arkasını dönmüştü. Shen Jiu hâlâ Qiu hanesinin kapısının orada
duruyordu. “Gelmiyor musun? Kimi bekliyorsun?” diye sordu.
“Kimi
bekliyorsun?” muhtemelen sırf söylenmiş olması için söylenmiş bir soruydu, onu
takip etmesi için teşvik ediyordu. Shen Jiu öfkeyle parlayan bakışlarını
gökyüzüne çevirdi, göz bebekleri Qiu hanesiyle birlikte yanıyor gibiydi.
Qiu
ailesinin hizmetkârlarından şanslı olanları kaçabilmişlerdi, hepsi yitmekten
korkuyorlardı. Bağırış çağırış içerisindeki kargaşada yalnızca kapının önünde
sabit duran, soluk bir gölge vardı; ateşin kırmızı ve sarı ışıkları dağınık bir
şekilde dans ederek birbirlerine geçerken onun gölgesini oynatıyordu.
Qiu
hanesindeki ateş gittikçe şiddetleniyor, çatı kirişleri çökmeye başlıyordu. Shen
Jiu’nun dumanla kaplı yüzü kül tabakasıyla kaplanmış gibiydi.
Kılıcı
zorla ateş denizine fırlatıp arkasını dönerek ustasını takip etti.
“Artık
beklemeyeceğim.”
İşte o
zaman Shen Qingqiu geri dönüp onu kurtarmak için söz veren genci hatırladı-
anlaşılan geri dönmemişti.
Bu doğal
ve kaçınılmaz değil miydi ki? Masalımsı bir işaretti, ah. Bu, “Geri döneceğim
ve evleneceğiz”le birlikte en büyük iki işaretten birisiydi. “Kesinlikle geri
döneceğim” ya da “Hemen geri döneceğim” diye ciddiyetle yemin edenler- bir daha
onların gölgesini bile görmezsiniz!
Özellikle
bu iki çocuğun dilekleri çok güzel, çok naifti. Tek tek usta bulurlarsa
şüphesiz ikisinin de kabul edilebileceği bir çatı bulamazlar mıydı? Bu tamamen
yanlıştı.
Başarılı
bir şekilde usta bulsa ve birkaç yıl geçse de gerçekten eğitiminde birçok
başarı gösterse bile dünyanın enginliğiyle yüzleşip ustanın ilgisi için rekabet
diğer şeylerden daha çok endişe edilecek bir hâl aldıktan sonra çocukluk
arkadaşına geri dönmeyi istemeyecektir elbette. Ayrıca, Jianghu ne olacağı
belli olmaz ve beklenmedik tehlikelerle dolu bir yerdi. Sonuçta bu gencin geri
dönüp Shen Jiu’yu kurtarma ihtimali %5’ten azdı.
Fakat bu
sahnedeki hikâye boşluğunu doldurduktan sonra Shen Qingqiu sonunda Gökyüzüne
Ateş Eden Uçak’ın taslağı kesmeye yönelmesinin nedenini biraz daha
anlayabilmişti.
Asıl
özgeçmişi böyle olan bir karakter yazarsa muhtemelen çetin ve nankörlükle
mükellef tutulurdu. Ona pislik dersen acınası da oluyordu, ona merhamet
göstersen inkâr edilemeyecek bir şekilde zalim olduğu da oluyordu. Hem pislik
hem de zavallı bir karakter genelde ilahi bir bedende olur ve özgürlüğünü
kazanmak için gençliğinde felaketlerle mücadele etmek zorunda kalırdı. Onu
keserek kahramanın, ayağının altında ezeceği yüzsüz bir karakter yapmak daha
iyiydi- hem yazması daha kolaydı hem de okuyucuların okuması daha keyif
vericiydi.
Yine de
Qiu Haitang masumdu. Aşkı yoğundu, kini adildi, gerçekten de bu meselede yanlış
hiçbir şey yapmamıştı ama intikam bu saf, masum kızı yüreği fesatlıklarla dolu
sert bir kadına dönüştürmüştü. Kutsal Anıt Mezar’daki ölümü daha bile
adaletsizdi. Sonu asıl aygır romanındaki gibi şanslı da değildi.
Başta ona
yardım eli uzatsaydı en iyisi olacakmış aslında.
Shen
Qingqiu kederle iç çektikten sonra sahne aniden eski televizyonlardaki bir film
gibi eğrilmiş, siyah ve beyaz kar taneleri çılgınlar gibi yağmaya başlamıştı.
Manzara ve insanların yüzündeki çarpıklık görüntüyü görmesi daha bile berbat
hâle getiriyor, cızırtı sesleriyle feryatlar uzaylı diliymişçesine geliyordu.
Sistem bildirdi: 【Anı kötü bir
şekilde hasar aldı, veri kaybı %5… veri kaybı %7… veri kaybı %9…】
Anılardaki
kopukluk gittikçe artıyordu!
Kayıp
yüzdesi arttıkça artıyordu. Shen Qingqiu Sistem’in bildiri penceresine küçükken
televizyonun kötü sinyalini ya da bağlantısını “düzeltmeye” çalışır gibi
öfkeyle vuruyordu. Birkaç düzine vuruşun ardından tuhaf bir şekilde gerçekten
de etkili olmuştu. Veri kaybı yüzdesi %10’a vurmuş ve bildirim sesi sonunda
durmuştu. Görüntüdeki kar taneleri aniden yok olmuş ve sahne belirgin bir hâl
almıştı.
Shen
Qingqiu sonunda soluğunu dışarıya vermiş, elini geriye çekip gerilemişti.
Düzgünce durmadan önce bakışları bir yere odaklanmıştı.
Birkaç
adım önünde çömelmiş, küçük bir oğlan vardı.
Solgun ve
ince yüzünde terini silerken yanlışlıkla pisletmiş olabileceği birkaç çizgi kül
izi vardı. Parçalanmış, eski bir bez parçasıyla bağlanarak boynunu çevreleyen
Yeşim Guanyin kırmızı cübbesinden sarkıyordu. Yerde ciddiyetle oflayıp
pufluyor, bir delik kazıyordu.
Shen
Qingqiu, “Luo Binghe?” diye söyleyiverdi.
Küçük Luo
Binghe onu duymamıştı, hâlâ delik kazıp içerisini tekrardan toprakla
doldurmakla uğraşıyordu.
Çevresindekilere
genel bir bakış attığında farklı kıyafetlerdeki ve yaşlardaki yüzlerce oğlanla
kızın geniş vadide durduğunu, her birinin tüm gücüyle… delik kazdığını
görmüştü.
Shen
Qingqiu’nun birden bire kafasına dank eden şeyle birlikte bakmak için başını
yukarıya kaldırdı. Elbette vadinin üstünde dik dağ falezi ve tepenin üzerinde
duran iki kişi vardı.
Birisi
siyah renkli tören cübbesini giyiyordu; kararlı ve sağlam duruyor, dik
bakışlarla vadidekilere yukardan bakıyordu. Diğerinin belinde uzun kılıcı,
elinde yelpazesi yavaşça parmakları arasında dönüyordu. Cübbesi temiz bir su
kadar yeşildi, rüzgârla birlikte hareketlenerek dalgalanıyordu. Zarif bir
biçimde başını kaldırarak göz ucuyla izlemeyi pek de umursamıyormuş gibi
aşağıdaki karıncalara bakıyordu.
Evet,
onlar Yue Qingyuan ve “Shen Qingqiu”ydu.
Bu Luo
Binghe’nın usta edinip Cang Qiong Dağı’na girdiği test yılının sahnesiydi.
Yanlış
görmüyorsunuz, yanlışınız yok- testin konusu delik kazmaktı!
Gökyüzüne
Ateş Eden Uçak o kadar paragraflar harcayarak yazar notlarıyla delik kazmanın
delik kazmaktan ibaret olmadığını; sabrın, hızın, sebatın, ruhanî tekniklerin,
karakter bilmem ne bilmem nelerinin… basitçe gözlemlenebileceği bir sınama
şekli olduğunu söylese de Shen Qingqiu tek bir gerekçe bile hatırlamıyordu.
İçinden açıklamak için ne kadar kendini yırtarsan yırt bu delik kazmaktan
ibaretti, bu kadar basit!
Bu
zamandaki Shen Jiu çoktan Qing Jing Tepesi’nin Lordu mevkisine gelmiş
olmalıydı.
Cang
Qiong Dağı Sekti’nin kuralları şöyleydi: On İki Tepe Lordları birlikte gelişip
birlikte inzivaya çekiliyorlardı. Görevleri birlikte alıp mevkiden çekilindiğinde
de birlikte çekiliyorlardı. Tören düzenlediklerinde eş olup kalabalığa
karışıyorlardı, özellikle de inzivaya çekildiklerinde birlikte katılıp grupça
inzivaya çekiliyorlardı. Bir Tepe Lordu talihsizlikle karşılaşıp makamında can
verirse mevkisini boş bırakıyorlardı. Shen Qingqiu’nun ölü taklidi yapıp
kaçtığı o beş yıl boyunca Qing Jing Tepesi mevkisi boş kalmıştı. Bu öyle bir
şekildeydi ki farklı nesillerden Tepe Lordlarının birlikte çalışma gibi bir
durumlarını oldurtmuyordu.
Bu kural
epey vakitsiz olduğunda hafifletildiği durumlar olsa da nesiller arası uçurumu
önlemekte başarılı olduğundan bilhassa Tepe Lordları arasında güçlü uyumluluk
ve bağ sağlıyordu.
Bunu
düşününce Shen Qingqiu başka bir kurala atlamamak için kendini tutamadı.
Tepe Lordularının
geçmiş nesillerin baş müritleri tarafından onaylanana göre müritlerin isimleri
nesle göre isimlendirilerek mevkileri değiştirilecekti. Yeryüzünde o kadar
“QingX” varken Shen Jiu’ya ne yazık ki “Qiu” karakteri verilmişti. Bu gerçekten
de hayatın gareziydi.
Shen Jiu
“Qiu” karakterinden ölümüne nefret ediyordu. O kadar şey içinden bu ismi alıp
bu isimle ödüllendirildikten sonra nasıl olurdu da hakikaten gına geldiğini
hissetmezdi ki? Shen Qingqiu bile bu adamın sessiz kalmasını istemelerine katlanamıyordu.
Asıl eserin son Qing Jing Tepesi’nin Lordu’na karşı hürmet ve şükrana sahip
olmadığına şüphe yoktu.
Falezin
üzerinde ikisi bir şeyler konuşuyorlar gibi görünüyordu. Shen Qingqiu küçük Luo
Binghe’ya baktı, gayretle işine gömülmüştü. Ruhanî bir şekilde başını
patpatlayıp sonrasında diğer ikisinin konuşmalarını dinlemek için falezden
yukarıya sıçradı.
Yue
Qingyuan, “Bu sene önceki yıllardan daha bile fazla kişi var gibi görünüyor.”
dedi.
Shen Jiu
gözlerini kıstı, yüzünde ne mutluluk ne de hiddet vardı. İki parmağı seğirdi,
yelpazeyi tutan eliyle yavaşça yelpazeyi açtı.
Yandan
gelen kişi Yue Qingyuan’ı selamladı: “Sekt Lideri Kıdemli.”
Bu kişi
yanında duran, neredeyse gözlerinden kin akacak Shen Jiu’ya bir bakış atmamıştı
bile.
Bu havalı
karakter Liu-Juju’dan başka kim olabilirdi ki?!
Bu
zamanki Liu Qingge’nın resmî olarak Bai Zhan Tepesi’nin Lordu olalı henüz
birkaç yıl olmuştu, toyluk havası hâlâ yüz hatlarından belli oluyordu.
Bakışları atik ve sertti, hareketlerinde gençliğin azmi saklıydı.
Yue
Qingyuan, “Kıdemsiz Liu, tam zamanında geldin. Bakman zarar gelmez.
Hangilerinin iyi olduğunu seç.” dedi.
Liu
Qingge yalnızca bir bakış atıp, “Şu en iyi doğuştan yeteneğe sahip.” dedi.
Shen
Qingqiu başını salladı, memnun olmuştu. Gerçekten de Liu-Juju’nun gözleri
iyiydi. Gösterdiği kişi elbette ki sırtlarını üçüne dönmüş, hâlâ delik kazmakla
uğraşan Luo Binghe’ydı.
Yue
Qingyuan, “Liu-Shidi, onu mu istiyorsun?” diye sordu.
Liu
Qingge, “Gelmek isterse kendi gelir.” dedi.
Bai Zhan
Tepesi daima böyleydi: gelmek iste ya da isteme, geldiysen dövüşe hazır olacaktın.
Bai Zhan Tepesi’nde ilk adımı atıp bağırıp çağırarak zorbaların dövmesini
beklemek yerine oturup diğerlerinin müridini seçmesini beklersen o zaman o
yönde ilerleyecek bir yolun; yazgında da Bai Zhan Tepesi’nde olmak yok
demektir.
Shen Jiu
durgun bir şekilde, “Doğuştan gelen iyi bir yetenek hiçbir başarının garantisi
değildir.” dedi.
Liu
Qingge ona önemsiz bir bakış bile atmadı. “Alışılmışın dışında olan bir nizamla
efsuna resmî olarak on altı yaşında başlamaya kıyasla başarısı daha yüksek
olacaktır.”
…Bu ikisi
gerçekten baştan beri birbirlerini küçümsüyorlarmış. Liu Qingge konuşmayı
seviyor gibi görünmüyordu, özellikle de antipati duyduğu kişilerle, ama Shen
Jiu’ya on yedi kelimeyle sataşmıştı!
Liu Qingge’yla
şu anki iyi ilişkileri o zaman küçük bir mucizeden ibaretmiş.
Yue
Qingyuan, “Kıdemsiz Liu.” diye azarladı.
Liu
Qingge öğüdünü dinlemeden arkasını döndü. “Pratik yapmaya gidiyorum.”
Gideceğini
söylediğinde giderdi, gelişi de gidişi de rüzgâr gibi olurdu. Shen Jiu olduğu
yere çakılmıştı, birkaç cümlesinin sebep olduğu sinirden titriyordu.
Yelpazesini o kadar güçlü sıkmıştı ki kavrayışıyla çubuğu çatlamıştı. Yue
Qingyuan aciz bir şekilde, “Kıdemsiz Liu nasıl konuşulacağını bilmiyor,
damarına basmasına izin vermemen gerektiğini biliyorsun.” dedi.
Shen Jiu
homurdandı, tuhaf bir hava yayıyordu. Ne demeye hazırlandığını öğrenemeden Ning
Yingying yanlarına çıktı.
Shen
Jiu’ya belinden sarılıp, “Shizun, Shizun, Yingying’in kıdemsiz askerî kardeşi
ya da kız kardeşi olacak mı?” diye bağırdı.
Onu
gördüğünde Shen Jiu’nun yüzü gevşedi. “Kıdemsiz askerî kardeş ya da kız kardeş
mi istiyorsun?”
Ning
Yingying başını defalarca olumlu anlamda salladı. Shen Jiu başını kaldırdı,
yelpazesini açtığında bir şeyi yeniden kafasında tartarak gözlerini kıstı.
Aniden,
“O çocuğu istiyorum.” dedi.
Luo
Binghe’ya bakıyordu. Yue Qingyuan irkilmişti.
Asıl
eserde müritlere karşı inişli çıkışlı yaklaşımında olağanüstü doğuştan yetenekleriyle
bütün sektte büyük bir şöhreti olup olmayacağını da hesaba katıyordu. Şimdi
Sekt Lideri’ne iyi fideleri sormak için ağzını açmaktaydı ki Shen Qingqiu Yue
Qingyuan’ın duraklamasını anlayabilmişti. Bu gerçekten… çok dikkatle düşünmeye
gerek olmayan bir şeydi.
Yue
Qingyuan’ın cevap vermek yerine kendi kendine mırıldandığını gördüğünde Shen
Jiu kendini soğuk bir şekilde tekrarladı. “Onu istiyorum.”
Sekt
Lideri’yle böyle konuşmaya cesaret ederek gerçekten de kaşınıyor musun? Shen
Qingqiu soğuk terler akıtmadan edemedi.
Beklenmedik
bir şekilde, Yue Qingyuan başını yavaş yavaş olumlu anlamda salladı- gerçekten
de kabul etmişti. “Tamam.”
Shen
Qingqiu’nun söyleyeceği başka bir şey yoktu.
Yue
Qingyuan hâlâ ona katlanabiliyordu… bu beden nasıl bu zamana değin huzurla
yaşayabildi?!
Liu-Juju
da vardı. Anlaşılan o ki asıl eserde Luo Binghe’yı bizzat almakta bu denli
kararlı olmasının nedeni gömdüğü problemlerin köklerinden kaynaklıymış!
Ning
Yingying sevinçle bağırdı, falezden aşağıya koşuşturarak vadideki kalabalığın
içerisinden Luo Binghe’yı çekiştirdi. Bu kesit, asıl eserdeki “Luo Binghe ‘Shen
Qingqiu’nun’ himayesi altına giriyor” bölümünün başlangıcıydı!
Fakat
bunun erkek kahramanın bakış açısından olması Gökyüzüne Ateş Eden Uçak-Juju’nun
üç Tepe Lordu’yla aralarındaki parlak akımı ve karanlık gelgitleri
detaylandırma zahmetine girmemiş, onun yerine mis kokulu küçük lolinin aniden
gökyüzünden çıkagelip Luo Binghe’yı çekiştirmesini kâğıda dökmeye başlamıştı.
Bu kesidi gördüğünde her bir okuyucu, o zamanki Shen Yuan gibi, kahramanın
yaşam boyu şans zırvalıklarının devamlı aşk temasına açılması için tesadüfi bir
giriş sandığını düşünmüştü. Bu biraz, büyük bıçak saplanmadan önce gelen şeker
parçaları gibi düşünülebilirdi.
Shen
Qingqiu Luo Binghe’yı sonrasında neyin beklediğini biliyordu. Fakat tek
yapabildiği şey aciz bir şekilde bakıp izlemekti- Luo Binghe’nın Qing Jing
Tepesi’ndeki bambu eve kadar Ning Yingying’i takip etmesini izlemekti. Shen Jiu
Shen Qingqiu’nun en çok sevdiği yerine oturmuş çay fincanını tutuyor, hâlâ
yüzeyini üflüyordu.
Ning
Yingying’le yaptıkları uzun çene çalmanın ardından onu göndermişti. Ming Fan
yanında ona eşlik ediyordu, onun adına konuştu. “Artık Qing Jing Tepesi’nde
kalacaksın.”
Küçük Luo
Binghe’nın yüzünde şaşkınlıkla birlikte kızarıklıklar belirmişti. Huzurunda
uslüne uygun bir şekilde selamlamak üzere dizlerinin üzerine çöktü. “Bu mürit
Luo Binghe, Shizun’u kabul ediyor!”
Shen
Jiu’nun dudaklarının kenarı yukarıya doğru çekilip bunu çay fincanı çenesinden
aşağıya inene kadar sürdürdü.
Sakin bir
şekilde, “Söylesene, niçin Cang Qiong Dağı Sekti’ne geldin?” dedi.
Luo
Binghe bir dersi ezbere okuyormuş gibi gergin ama dikkatli bir şekilde, “Bu
mürit küçüklüğünden beri bu ölümsüz dağın üstündeki ustaların her birinin zarif
tutumlarına hayran oluyor. Girebilip öğrenimlerimde başarılı olursam
Cennet’teki annemin ruhu da memnun olacaktır.” dedi.
Shen
Qingqiu bu yanıtın yolda evire çevire tekrar tekrar düzenlendiğini biliyordu.
Shen Jiu
“ah” dedi. “Seni evde bekleyen bir annen var?”
Neredeyse
dalgın bir şekilde, “Nasıl görünüyor?” dedi.
Luo
Binghe gülümseyen suratını yukarıya kaldırdı, gözleri ışıl ışıldı. “Annem benim
için dünyanın en iyisiydi.”
Shen
Jiu’nun yüzü seğirdi, onun durması için elini kaldırdı.
Baştan
aşağı Luo Binghe’yı süzdü. “Gerçekten de efsun için ideal yaşındasın.”
Shen
Qingqiu asıl olanın yüzünde üç şeyi görebiliyordu.
Kıskançlık,
kıskançlık ve daha da kıskançlık.
Luo
Binghe’nın “annem benim için dünyanın en iyisiydi”yi kıskanıyordu, Luo
Binghe’nın doğuştan gelen yeteneğini kıskanıyordu, Luo Binghe’nın ideal yaşta
Cang Qiong Dağı Sekti’ne kabul edilmesini bile kıskanıyordu. Ufak bir çocuğa
böylesine içten şekilde içerlemek gerçekten de onun yapacağı işti.
Shen Jiu
ayağa kalktı, adım adım Luo Binghe’ya yaklaştı. Shen Qingqiu refleks olarak onu
engellemek suretiyle önüne geçti ama onu nasıl durdurabilirdi ki?
Luo
Binghe başını kaldırdı, ona doğru yürüyen Qing Jing Tepesi Lordu’na bir
Tanrı’yı seyrediyormuş gibi bakıyordu.
Fakat
Tanrı’nın yan bir bakış bile atmadan yanından geçerken fincandaki çayı üzerine,
göz kapaklarına ve geri kalan her yerine gelecek şekilde dökeceğini kim
bilebilirdi ki?
Çay
kaynamıyordu, yalnızca birazcık sıcaktı fakat Luo Binghe’nın bütün bedeni
donakalmış, küçük dilini yutmuştu.
Shen Jiu
elini arkasına kıvırmış, gideceğini söylemeden bambu evden dışarıya çıkmıştı.
Ming Fan onun peşine düşüp azarlamak için arkasına döndü: “Diz çök! Shizun sana
kalk demedi. Kalkmaya cüret edersen yemin ederim seni asarak dövüp sonrasında
üç gün odunluğa kapatırım!”
…Bu Shen
Qingqiu’nun ilk fark edişiydi- bu velet Ming Fan’ın ölüme giden asker olarak
ölümünü arama yeteneği gerçekten ayrı bir seviyeydi!
Luo
Binghe sekte henüz kabul edilmişti, o nedenle özünde neşe ve şükran
içerisindeydi. Açıklanamayacak bir şekilde bir nedeni olmadan başından aşağıya
dökülen çayın ardından yüzüne içinde buzlar yüzen soğuk bir kova dolusu su
dökülmüş gibi olmuştu. Yüreği soğuklukla söndürülmüştü.
Suskun
bir şekilde olduğu yerde dizlerinin üzerinde duruyordu, gözlerini dahi
kırpmıyordu.
Sessizce
iki gözyaşı yanaklarından aşağıya süzülüverdi.
Bu, Luo
Binghe’nın üvey annesini kendi elleriyle gömdükten sonra ağladığı ilk; Cang
Qiong Dağı’nda ağladığı son zamandı.
O
zamandan beri başına ne gelirse gelsin, “Shen Qingqiu” çarpık çurpuk olmuş
hislerinin dışa vurumu olarak ne yaparsa yapsın Luo Binghe o günkü gibi bir
daha asla gözyaşlarının kontrolsüz dökülmesine izin vermemişti.
Shen
Qingqiu önüne çömeldi ama kol yenleri onun içinden geçmişti- ona dokunamıyordu,
onu tutamıyordu, gözyaşlarını bile silemiyordu. İçten içe ona üzülüyordu; bu, onu
ölüme sürüklemeye yetecek kadar dayanılmazdı.
Luo
Binghe’nın duyamadığını gayet iyi bilmesine rağmen yine de, “Hadi ama, ağlama.”
demişti.
Luo
Binghe kendi dizlerine bakıyordu, bacağındaki yumrukları yavaşça sıkılaşmıştı.
Gözyaşları giderek daha hızlı ve şiddetli oluyor, cübbesinin yakasına
damlıyordu.
Shen
Qingqiu faydasız bir şekilde yanaklarını silmeye çalışıyordu, tatlı bir dille
“Shizun sana bir daha asla vurmayacak. Ağlama.” diyerek ikna etmeye
çalışıyordu.
Luo
Binghe avuç içini kaldırıp gözlerini ovuşturdu. Yerdeki fincanı alıp kenara
koydu. Yüreğinin üzerindeki yeşim kolyeyi kavrayarak diz çöker pozisyonda
duruşunu dikleştirdi.
Shen
Qingqiu yüreğinden geçen hisleri biliyordu.
Anlamadığı
kurallar olmalıydı, Tepe Lordu’nu kızdıracak bir hata yapmış olmalıydı ve bu
sebeple cezalandırılmıştı. Mürit olarak Shizun’una diz çökmesi beklenen bir şey
olmalıydı.
Bu küçük
hareketlilikleri gördüğünde Shen Qingqiu ona yüzünü çevirmeye katlanamamış,
kendisi de dizlerinin üzerine çökmüştü.
Koluna
uzanarak Luo Binghe’nın mini minnacık vücudunu sıkıca manevî bir şekilde
kucakladı.
Bir
süreliğine gözlerini karanlık alana bırakarak kapatıp tekrardan açtıktan sonra
kar beyazı yataktağın dört kenarındaki sineklik ve püsküller görüş açısını
işgal etmişti.
Farklı
bir sahnede olduğunu aniden kavradığında Shen Qingqiu kolay ayak uyduramamıştı,
Yue Qingyuan’ın sesi yanında işitilene değin kıpırdanmadı. “Uyandın mı?”
Shen
Qingqiu otomatik olarak gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. Boğazı birazcık
kurumuştu; zar zor, “Kıdemli Zhangmen.” diyebilmişti.
Yue
Qingyuan yatağın yanında duruyordu. Bir süre ona baktıktan sonra, “Luo
Binghe’nın adını söyleyip durdun.” dedi.
Shen
Qingqiu: “…Mm.”
Yue
Qingyuan: “Ağlayarak seslendin.”
Shen
Qingqiu yüzünü ovuşturdu. Soğuk terlerin yanında gerçekten de biraz başka bir
sıvı da vardı. Gözyaşları gerçekten de başkalarına kolay yansıyan tarzda
şeylerdi.
“…” Uysalca, “Kıdemli çırak kardeş,
açıklayabilirim.” dedi.
Neyi açıklayabilirdi?
“Qing Jing Tepesi’nin Lordu rüyasında ağlayarak müridinin adını söylüyor”un
birisine gerekçe gösterip inandırabileceğin kadar elverişli nasıl gerçek bir
hikâyesi olabilirdi ki?
Sözlerle
açıklayamadığını fark ettiğinde Yue Qingyuan iç çekerek, “Olan oldu. Uyanman
iyi bir şey, açıklamana gerek yok.” dedi.
Shen
Qingqiu doğruldu, mahcup olmuştu. Aniden bu sahnenin biraz aşina geldiğini fark
etmişti. Bu dünyada ilk kez uyandığında da Yue Qingyuan yanıbaşında nöbet
tutuyordu.
Yue
Qingyuan durumunu gözlemleyerek, “Beş gündür uyuyordun. Biraz daha uyumaya
ihtiyacın var mı?” dedi.
Beş
gündür uyumak mı?! Shen Qingqiu olduğu yerde yığılıvermemek için kendini
güçbela tutmuştu.
System:【 “Shen Jiu” olayının hikâye boşluğunu doldurma: tamamlanma
ilerlemesi %70】
Yalnızca
%70’ini mi tamamlamıştı? Dur biraz, tamamlanmamış kısmın geri kalan %10’u tamir
edilemeyecek kadar hasar alan anılarsa %20’sine ne oldu? Nereye gittiler?!
O kadar
düşünüp taşınacak zamanı yoktu. Shen Qingqiu Yue Qingyuan’ı kavradı. “Sekt Lideri,
ilk gün Luochuan’da kar yağacak!”
Haddinden
fazla heyecanlı olduğunu ve sözlerinin mantık ya da düzen dışı olduğunu fark
ettiğinde ifadesini düzeltip sakin ve ağırbaşlı bir şekilde baştan başladı.
“Demek istediğim, büyük olasılıkla Tianlang-Jun Xin Mo’yu çatlak açıp İki
Âlem’i tek bir yerde birleştirmek için kullanacak.”
Yue
Qingyuan: “Bunu nereden biliyorsun?”
Shen
Qingqiu yine çıkmaza girmişti. Çıkıp çünkü asıl eserde böyle söylüyordu ve
burası ona en uyan yer diyebilir miydi?
Shen
Qingqiu, “Tianlang-Jun’un himayesi altında çok zaman harcadım.” dedi.
Yue
Qingyuan: “Yani sana öylece söyleyi mi verdi?”
Shen
Qingqiu kısa sürede buna bir açıklama bulamamıştı. Yalnızca yüzünü sert
tutarak, “Kıdemli Zhangmen, lütfen, bana güvenmen lazım.” dedi.
Yue
Qingyuan bir süre ona baktı. Kısa bir süreliğine gözlerini kapatıp ardından
ayaklandı, içten bir şekilde “Önce bir dinlen. Bunu hâlletmeleri için diğer
yoldaşlarımıza devredebiliriz.” dedi.
Dinlen... Uyu diyorsun yani? Beş gün uyumuşum zaten!
Öz
oluşumu efsuncusunun birkaç gün uyumaya ihtiyacı olması- yalnızca “Proud
Immortal Demon’s Way” böyle alışılmışın dışında şeyleri ele alırdı. Başka bir
roman yazarı bunu yapsa kesinliklikle anneleri bile onları tanıyamayana değin
kıçlarıyla gülerlerdi!
Yue
Qingyuan henüz çıkmıştı ki Shen Qingqiu yataktan yuvarlanıp dış cübbesini
aramaya koyuldu. Bir o yana bir bu yana dönüyorken birisi arkasından gizlice
yaklaşma fırsatı yakalamış, elleriyle gözlerini kapatmıştı.
Shen
Qingqiu bilinçsizce dirseğiyle geçirip “Kimsin sen?!” diye bağırdı.
Bu kişi
pek bir cesaretliydi, aynı zamanda onunla mantıksız oyunlar oynamayı seven
birisiydi de, kim olabilirdi ki? Dirsekleri sıkıca kavranmış, aşina olduğu ses
kulaklarının dibinde, “Shizun, niçin tahmin etmiyorsun?” demişti.
Shizun derken
sesini belli etmiştin zaten, niye tahmin etmesini istiyorsun ki be? Shen
Qingqiu gözlerini devirdi. Arkasındaki kişi aniden belinden kavramış, ikisini
de kenardaki bambu sedire yuvarlamış, bambu da ikisinin ağırlığından
gıcırdamıştı. Gözlerini kapatan cisim de kaymıştı- elbette, o Luo Binghe’ydı.
Elleri
Shen Qingqiu’nun ağzını örtmeye yönelmişti. “Gözlerinizi kırpmayın. Shizun’un
kirpikleri çok uzun, ellerimi gıdıklandırıyor, kalbimi de.”
Senin
kirpiklerin uzun, kirpikleri en uzun olan sensin!
Shen Qingqiu
hiddetini belirtmek için düzinelerce kez gözlerini kırpıştırdı. Luo Binghe
gülümseyerek göz kapaklarına eğilip buse kondurdu.
“Herhangi
bir durumda bağırmayın. Qing Jing Tepesi’nde fark edilirsek Shizun’un temiz ünü
bu sefer gerçekten de mahvolur.” dedi.
Temiz
ünüm nerede kalmış benim? Bu asi mürit yüzünden ünüm çoktan mahvedildi.
Luo
Binghe Shen Qingqiu’nun göz çizgisine öpücük kondurdu. “Sizi almak için geri
döneceğimi söylemiştim. Günlerdir birbirimizi görmüyoruz- Shizun beni özledi
mi?”
Doğru cevap,
zihninde, karnına geçen diziyle bu yozlaşmış müridi sedirden indirip sonrasında
zarif bir şekilde görünüşünü düzenlemenin ardından şık ve soğuk bir şekilde
olan “Hayır.”dı.
Fakat bir
sebepten dolayı Luo Binghe’nın bambu evde yalnız başına diz çöküp yerdeki
fincanı sessizce kaldırıp koyduğu anıyı düşündükçe bacağını kaldırmaya
yeltenememişti.
Shen
Qingqiu Luo Binghe’nın avuç içinde sanki titriyormuş gibi nefes almaya
başlamıştı.
Gözlerini
kapatıp başını yukarı aşağı salladı.
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder