Luo
Binghe’nın hâlihazırda anında fırlatılmaya hazır olduğunu ve Shen Qingqiu’nun
gerçekten de onaylar şekilde başını sallamasını beklemediğini fark etmişti.
Olduğu
yerde Shen Qingqiu’nun üzerine çıkıvermişti, ifadesi buz gibiydi.
Shen
Qingqiu sonunda ne yaptığını ve az önceki kafa sallamasının ne anlama geldiğini
anlamıştı. Kendisini utançtan öldürmek istiyordu, hatta onları susturması için
birisini öldürmeye bile razıydı.
Hayırhayırhayırhayırhayırhayır
düşündüğün şey değil- açıklamama izin ver!!!
Fakat Luo
Binghe ona bu şansı vermemişti. Belindeki el aniden sıkılaştı, sesi de
kısılmıştı. “…Beni gerçekten özlediniz mi?”
Shen
Qingqiu’nun kaşları çatıldı. Luo Binghe, nefesi rahatsız ediciydi,
sorgulamaktan vazgeçmiyordu. “Gerçekten mi?”
Ağzımı
kapatıyorsun. Cevap vermek istesem bile yapamam ki!
Bu sadece
başımı herhangi bir şekilde sallayarak yanıt verebileceğim anlamına mı geliyor?
Shen
Qingqiu başını birbirini ardına olumlu olumsuz olarak sallayıp bir süre
oyalandı. Luo Binghe, “Beni özlediniz mi, özlemediniz mi?” diye sıkıştırdı.
Ağlamak
üzereymiş gibi bir ifade takındığını gördüğünde Shen Qingqiu gerçekten de çıkış
yolu bulamamıştı-yenilgiyi kabul etme vaktiydi.
İçinde
anlatılamayacak kadar acıklı bir duygu kıpırtısı vardı- bu eski itibarı kurban
etme zamanıydı- yavaşça başını tekrardan olumlu olarak salladı.
Bu sefer
Shen Qingqiu gayet açık ve net görebiliyordu. Çok kısa bir süreliğine Luo
Binghe’nın soluğununu tutulduğunu onaylayabiliyordu.
Gözlerinde
zayıf kıvılcımlar yavaşça tutuşuyor, çabucak bütün yüzünü ve bedenini
sarmalayarak ovadaki bir yangın gibi körükleniyordu.
Ancak o
zaman Shen Qingqiu onun mutluluk gözyaşları döktüğünü anlayabilmişti, Luo
Binghe başını eğerek yüzünü Shen Qingqiu’nun boyun girintisine gömdü. Ağzını
kapatan eli yavaşça çekildi.
Sonrasında
pirinci gagalayan bir civciv gibi Shen Qingqiu’nun dudaklarının kenarına sık,
kesik kesik öpücükler bırakmaya başladı.
Shen
Qingqiu sonunda soluklanabilmek için kendini kurtarabilmiş, sıkılmış dişleri
arasından zorla iki kelime söyleyebilmişti.
“…Taşkınlık yapma.”
Luo
Binghe, “Sizi çok ama çok özledim. Sizi düşünmediğim bir an, bir vakit dahi
olmadı...” diye mırıldandı.
Shen
Qingqiu’nun göğsünü yükselten hava yavaşça geri giderek söndürdü.
Sedirde
ölü bir balık gibi dümdüz yatarken bambu evin çatısına doğru umutsuz bir
şekilde bakıyordu. Bir süre sonra iç çekti. “…Öyleyse niçin geçtiğimiz günlerde
ustanı Rüya Âlemi’nde aramadın?”
Luo
Binghe’nın siyah, nemli gözleri ona bakıyordu. “Shizun, sinir bozucu olduğumu
mu düşünüyorsunuz?”
Gün
içerisinde vıcık vıcıktı, geceleri rüyada vıcık vıcıktı, günün yirmi dört saati
daima onu görüyordu- tabii ki de sinir bozucuydu!
Fakat,
bir anlık dikkatsizlik ile, bu yapışkanlığa alıştığını fark etmişti. Şimdi Luo
Binghe onun üzerinde yatıyor, Shen Qingqiu tahammül edilemez bir şey varmış
gibi hissetmiyordu bile…
Bu
raddeye nasıl gelmişlerdi? Bu biraz ölçüsüz değil miydi?!
Shen
Qingqiu duygusuzca, “Sinir bozucu olduğunu biliyorsun ama kendini dizginlemek
için de bir şey yapmıyorsun.” dedi.
Luo
Binghe, “Her şekilde, bu Shizun’un bana ilk katlanışı değil. Sinir bozucuysam,
öyle olayım.” dedi.
Bunu
duyduğunda Shen Qingqiu kalbinde birazcık acı hissetmeden edememişti.
Luo
Binghe nihayetinde onu ne kadar seviyordu ki?
Cang
Qiong Dağı’na geldiği ilk gün o tarzda bir muamele görmüş olmasına rağmen Shen
Qingqiu Luo Binghe’ya kibarlık kırıntısı gibi bir şey gösterdiği gibi Luo
Binghe’nın ayakları yerden kesilip her bir mağduriyetinin getirdiği yaralar
yerini derli topluya bırakıyordu. Onu yüreğinin içine en ufak bir tereddüt
olmaksızın yerleştirmişti.
Bu camdan
kalp Shen Qingqiu tarafından öylece kırılabilirdi, tamamıyla bi’haberdi. Genç
bir eş gibiydi, tek tek parçaları toplayarak tatlılıkla ve yüreği beklentiyle
dolu bir şekilde ona geri verse de olan tek şey tekrardan kırılıp tekrardan
geri verilip durmasıydı…
Luo
Binghe yumuşakça, “Shizun Cang Qiong Dağı’nda diğerleriyleyken çok mutlu bir
şekilde gülümsüyordü. Beni pek özlemediğinizi düşünmüştüm.”
Usta Shen
maskesini huyu hâline gelene kadar yıllarca takmıştı, özellikle de Cang Qiong
Dağı Sekti’nde. Nihayetinde, manidar görünüşünde, gülümsüyordu ama
gülümsemiyordu da. Ya da gülümsüyordu ama içine işlemiyordu, yalnızca
diğerlerinin içten olduğunu hissetmesini sağlıyordu. Ayrıca bu sahte tebessüm
yarı içten bir numaradan ibaretti. Ne zaman “çok mutlu bir şekilde
gülümsemişti” ki?
Shen
Qingqiu bunu kabul edemezdi. “Saçmalık.”
Luo
Binghe, “Aslında, Shizun hiç içten bir şekilde gülümsemiyor. Shizun’un içten
gülümseyip gülümsemediğini anlıyorum elbette.”
Birisinin
üzerinde yatıp saçlarıyla oynayarak şımarık bir çocuk gibi davranmak nedir,
nesin sen, küçük bir kız öğrencisi mi?!
Shen
Qingqiu gözlerini devirip, “Evet. Sen karnımdaki bağırsak solucanısın.”dedi.
Luo
Binghe, “Ama ben bağırsak solucanı olmak istemiyorum.” dedi.
Shen Qingqiu
saçıyla oynayan ele sivrisineği ezer gibi geçirdi. “Öyleyse ne yapmak
istiyorsun? Söylesene, bu usta daha önce kime gülümsedi?”
Her bir
dillendirdiği kelimede ona vurmuştu fakat bitirdikten sonra oyalanan elini hâlâ
çekememişti. Luo Binghe gerçekten de saymaya başlamıştı. “Birçok kişiye. Liu…
Liu Amca’ya, Sekt Lideri Yue’ye, Shang Qinghua’ya, Ming Fan’a, kıdemsiz askerî
kız kardeş Ning’e, Xian Shu Tepesi’ndeki kişilere, Wan Jian Tepesi’ndeki
kişilere, Qian Cao Tepesi’ndeki kişilere, Qiong Ding Tepesi’ndeki kişilere, Bai
Zhan Tepesi’ndeki kişilere, kapı muhafızlarına, basamak temizleyicilerine…"
Kapı
muhafızlarıyla basamak temizleyicilerini bile affetmiyordu- bu çocuk ne zaman
kin tutmayı bırakacaktı? Bütün Cang Qiong Dağı İblis Âlemi’nin özel yoğunlaşmış
lezzetli ceviziyle yutulacaktı!
Shen
Qingqiu, “Amca deyiş şeklin çok samimiyetsiz. Bundan böyle ona öyle söyleme.”
diye tenkit etti.
Luo
Binghe kızgın bir şekilde, “O bana küçük canavar ya da nankör alçak herif
dediğinde o yeterince samimi oluyor ama.” dedi.
Shen
Qingqiu buna gülmesini tutamamıştı. Yelpazesi sedirin yanında duruyordu, alıp
Luo Binghe’nın kafasına onunla hafifçe birkaç kez vurdu. “Nesi yanlış? Ustanın
bedenine kurt pençelerini uzatmaya cüret edebiliyorsun. Küçük bir canavar
değilsen nesin öyleyse?”
Sözler
öyle yumuşak çıkmıştı ki görgü kurallarının sınırını aştığını fark etmemişti
bile. Cümlesinin sonunda dudaklarının kenarı yukarıya kıvrılmıştı, hafif ama
sert, biraz nazlı ve son derece şerefsiz görünüyordu.
Luo
Binghe baştan aşağıya onu süzdü. Bu ifade gözlerinden içeriye girdiğinde bir
nevi ateşin gıdıklayarak yükselip yüreğini ve midesini çılgınca yaktığını
hissetmişti. Bilinçsizce Shen Qingqiu’nun dizlerinin arasına bacağını
yerleştirmişti fakat bu meydana geldikten sonra bambu sedirden atılmaktan
korkuyordu, apar topar başını ona yaklaştırıp Shen Qingqiu’nun yelpazesiyle ona
vurup içini hoş etmesine izin vermişti. “Küçük bir canavar olsam bile yalnızca
Shizun’un küçük canavarıyım. Başkası bana öyle diyemez.”
Shen
Qingqiu bunu duyduğunda bir litre yeşil erik suyu zorla boğazından dökülmüş
gibi hissetmişti, tüylerini ürpertmeye yetecek kadar mide bulandırıcıydı.
Neredeyse kavramasıyla yelpazesini kapatacaktı. Çabucak Luo Binghe’yı göğsünden
ittirerek kalkması için destek niyetine kullandı. “Ayağa kalk.”
Resmî
şeyleri konuşacaklarsa düzgün bir pozisyonda oturmaları gerekiyordu. Birisi
diğerinin üzerindeyken konuştukları konu ne kadar ciddi olursa olsun iş uygunsuzluğa
dönecekti. Luo Binghe pek istemiyordu ama tırmanarak yandaki bir sedire oturdu.
Beş gün
uyumanın ardından Shen Qingqiu kırılmak üzere olan eski bir kemer gibi
hissediyordu, en azından hâlâ doğrulabiliyordu. Bacağına vuran ağrı yüzüne
yansıyan, sırtını ovuşturan büzüşük kaşlı yaşlı bir adam gibi gözüktüğünü
düşündü, fakat diğerinin gözlerinden bu bambaşka bir sahnedeydi: saçları
bozulmuştu, omuzları gevşekti, iç cübbesinin yakası eğrilmiş, solgun omzuyla
boynunun bir kısmını gösteriyordu, boğazı ve köprücük kemikleri açık bir
şekilde belirgindi.
Sedirde
yuvarlandığından dolayı soluk bir kırmızı yanaklarını boyamıştı, sessizce
somurtarak sırtını ovuşturuyordu. Böyle bir durumda sapık birisi bunun daha da
ilerleyebilecek yoldan döndüğünü düşünmeden edemezdi.
Tek bir
kez bile gözlerini kırpmaya yeltenmeyen Luo Binghe aceleyle ona yaklaşıp
yavaşça sırtını ovuşturmakta yardım etti. Shen Qingqiu memnun bir şekilde,
“Güzel. Saygılısın*.” dedi.
Luo
Binghe, “Shizun hâlâ benimle daha sevgili* olmanın faydalarını bilmiyor.” dedi.
Saygılı/Sevgili: Çincede geçen karakterde kelime oyunu yapılıyormuş,
İngilizce çevirmen kendisine göre çevirse de bizde hem Çincesinde de hem
İngilizcesinde de öyle uygun bir şey yoktu, bir süre düşündükten sonra bunu
uygun buldum ama daha sonradan daha uygun bir şey bulursam değiştireceğim.
Gerçekten
şımartılmak istediğini nasıl söyleyeceğini iyi biliyordu. Luo Binghe,
“Tianlang-Jun’la karşılaştığınızda Shizun herhangi bir şekilde benim yardımıma
ihtiyaç duyarsa beni çağırmaktan çekinmeyin.” diye devam etti.
Shen
Qingqiu Tianlang-Jun konusunu Luo Binghe’yı üzmemek için geçiştirip duruyordu.
Kendi kendine konuyu açacağını hiç düşünmemişti- elbette, bu biraz fazla
saygılıydı. Bir süre düşündü, ardından bilerek, “Baban…” dedi.
Luo
Binghe başını onun omzuna gömerek boğuk bir sesle, “Babam yok benim. Yalnızca
Shizun var.” dedi.
…
Niçin
baban gibi hissediyorum ben?
Shen
Qingqiu bu çaresiz hissi uzaklaştırıp ciddiyetle, “Gönülsüzsen kendini zorlama
elbette.” dedi.
Nasıl
egzotik bir çiçek olursa olsun o hâlâ Luo Binghe’nın babasıydı. Her hâlükârda
Luo Binghe’nın içten içe tanışmayı arzuladığı kişiydi, gerçek Luo Binghe’nın
arzuladığı hayalden çok uzak olsa bile.
Luo
Binghe’nın elinin hareketi asla durmuyordu. Kayıtsız bir şekilde, “Gönülsüz
değilim.” dedi.
Shen
Qingqiu dikkatlice onu inceledi. Evet, gerçekten de, yüzü… toplanıp birisini
dövmeyi içtenlikle isteyen birisinin içten ifadesine sahipti. Hiç de
gönülsüzlüğe dair bir iz yoktu.
Aslında,
bu iyi bir şeydi. Fazlasıyla yanlış yoldaki babayı tuzağa düşürmek için oğluyla
iş birliği yaptığı takdirde Luo Binghe gerçekten de Tianlang-Jun’un işini
hâlletmek için efsun dünyasıyla birlik olursa yalnız İnsan Âlemi acımasız bir
müttefik kazanmaz, Luo Binghe da bununla birlikte doğruculuk puanlarını en
yüksek sınıra çıkartırdı. Zhao Hua Tapınağı’ndaki biraz kayba da çare
bulunurdu.
Yue
Qingyuan henüz gittiğinde güzelce dinlenip “Bunu hâlletmeleri için diğer
yoldaşlarımıza devredebiliriz.” demişti, bu da demek oluyordu ki savaşa
gitmesini istemiyordu. Shen Qingqiu, “Kıdemli Sekt Lideri savaşa gitmemi
istemiyor olabilir. Kar yağmaya başladığında, Luochuan. Bu zamana ve yere önem
versen iyi olur.” diye mırıldandı.
Luo
Binghe belindeki kavrayışını gevşetti, sıcak bir şekilde “Bazen Shizun’un
gerçekten de bazı şeylerde çok fazla bilgisi olduğunu hissediyorum.” dedi.
Shen
Qingqiu’nun yüreği küt küt edivermişti.
Luo
Binghe, “Kutsal Anıt Mezar’daki gibi. Shizun daha önce Anıt Mezar’a hiç
girmemişti ama içerideki odaların düzenini ve kabirleri koruyan şeytanî
yapıları avcunun içi gibi biliyordu, kendi kendinin yararına kullanabilecek
kadar hatta. Bu, bu müridin saygısını arttırıp hayranlıkla bakmasını sağlıyor.”
diye devam etti.
Shen
Qingqiu telaşsız bir şekilde, “Qing Jing Tepesi’nde yıllar yılı toplanan tüm o
antik kitaplar işe yaramaz kâğıt parçalarıyla laf ebesi saçmalıklardan ibaret
değiller. İçinde daima kullanışlı bilgiler de oluyor.” diyerek işin içinden
sıyrıldı.
Luo
Binghe “Ah.” demişti. Belini ovuşturmayı bırakıp parmaklarını yavaş yavaş Shen
Qingqiu’nun sırtından dökülen uzun saçları taramakta kullanmaya başladı. “Bu
mürit de birçok antik kitap okudu ama hiç böylesine şeylere denk gelmedi.
Elbette, hâlâ Shizun’un becerisinden çok uzak.”
… Nasıl
olurdu da unutabilirdi? Luo Binghe’da Tanrı’ya meydan okuyan okul birincisi
halesi vardı. “Birçoğunu okudum” diyorsa bu Qing Jing Tepesi’nin bütün tozlu
eski kitaplarını çoktan ezbere biliyor anlamına geliyordu. Tabii ki de herhangi
bir “kullanışlı bilgi” olsaydı bilirdi.
Bu çocuk
Yue Qingyuan değildi. Konuşmak istemediğinde Yue Qingyuan soruşturmuyordu fakat
Luo Binghe problemin köküne inene kadar onu kesinlikle ölümüne usandırıyordu.
Kolay kandırılabilen birisi de değildi. Shen Qingqiu hâlâ kafasını bu virajın
ne zaman böylesine saptığını çözmeye çalışmaya yoruyorken aniden bambu evin
dışarısından Ning Yingying seslendi. “Shizun, uyanıksınız değil mi? Yingying
içeri girebilir mi?”
Uslu
çocuk, nasıl da sadık bir mürit!
Shen
Qingqiu sessizce, “Önce git de sen.” dedi.
Luo Binghe’nın
elleri durakladı. “Niçin ben yapmak zorundayım da onlar değil?”
Ming Fan
da dışarıdan sesleniyordu. “Shizun, birkaç amcamız da burada. Kalkabilecek
durumda mısınız?” diye bağırdı.
Niye bu
kadar fazla kişi bir arada geliyor?! Shen Qingqiu sedirden atlayıp Luo
Binghe’yı pencereden ittirdi. Luo Binghe ayrılmadan önce, “Anlaşılan Shizun
böyle gizlenmeyi seviyor…” diye işi kendine bağladı.
Shen
Qingqiu yelpazeyle kafasına geçirdi. “Gizli olan kim? Kimin suçu bu?”
Niye her
seferinde her şeyi yasak aşk işi gibi göstermek zorundasın?!
Luo
Binghe pencereden sessiz bir şekilde atladı fakat elini tekrardan uzatarak Shen
Qingqiu’yu kavradı. Hafifçe, “Shizun, işler yoluna girdiğinde benimle gelmek
ister misin?” dedi.
Shen
Qingqiu daha fazla küçük düşemezdi, yalnızca mesafeli yaklaşabilirdi. “Bu usta
hâlâ Qing Jing Tepesi’nin lordu.”
Luo
Binghe onu görmek istediğinde gelip onu bulamaz mıydı? Niçin onunla gitmesinde
ısrar ediyordu? İlkbahar Zamanında Dağdaki Kırgınlık için daha fazla malzeme
çıkartmak istemiyordu.
Luo
Binghe iç çekti. “Ben de öyle düşünmüştüm.”
Henüz
pencereyi kapatmıştı ki bambu evin kapısı açılmıştı. Qi Qingqi’nin sesi
bedeninden önce varmıştı. Onun parlak ve güzel yüzünü görmek için perdeyi
kaldırdı. Somurtarak, “Gerçekten gitgide şımarıyorsun. Zhao Hua Tapınağı’nda
birkaç kez darbe mi aldın ya da kan tükürene kadar vurdular mı? Tek seferde beş
gün uyudun!”
Shen
Qingqiu ona dönüp yarı içten bir şekilde, “Yapma ama böyle Kıdemsiz kız kardeş
Qi, dermansızlığımı her zaman biliyordun.”
Qi Qingqi
homurdandı. “Ben senin her zaman zahmetli ve baş belası olduğunu biliyordum.”
Ardından Liu
Mingyan takip etti, girdiğinde eğilerek selam verdi. Hemen ardında Liu Qingge
vardı. Ming Fan ve Ning Yingying’in hemen arkasından Mu Qingfang takip etmişti.
Bu mütevazî boyutlardaki bambu ev bu kadar kişiyle tıkış tıkış olmuştu. Shen
Qingqiu terlemeye başladı. Neyse ki Luo Binghe pencereden çıkmıştı, yoksa
burada saklanmasının imkânı yoktu.
Mu
Qingfang, “Kıdemli Shen’in renginin normal olduğunu söylemiştim; hiçbir
hastalık belirtisi yoktu, gerçekten de yalnızca uyuyordu. Bu sefer bana
inanmalıydınız, değil mi?” diye gülümsedi.
Shen
Qingqiu utancını ifade ederek her bir Tepe Lordu’na oturması için yer gösterdi.
Liu Qingge’nın odaya girdikten sonra soğuk bakışlarını odanın her bir köşesinde
gezindirdiğini gördüğünde “Kıdemli Liu, buradayım.” dedi.
Liu
Qingge arkasına, Shen Qingqiu’ya doğru döndü. “Az önce oradaki kimdi?”
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder