30 Mayıs 2021 Pazar

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 74: HIRSLI RÜZGÂRLARA COŞKU GELİYOR


Luo Binghe’nın hâlihazırda anında fırlatılmaya hazır olduğunu ve Shen Qingqiu’nun gerçekten de onaylar şekilde başını sallamasını beklemediğini fark etmişti.

Olduğu yerde Shen Qingqiu’nun üzerine çıkıvermişti, ifadesi buz gibiydi.

Shen Qingqiu sonunda ne yaptığını ve az önceki kafa sallamasının ne anlama geldiğini anlamıştı. Kendisini utançtan öldürmek istiyordu, hatta onları susturması için birisini öldürmeye bile razıydı.

Hayırhayırhayırhayırhayırhayır düşündüğün şey değil- açıklamama izin ver!!!

Fakat Luo Binghe ona bu şansı vermemişti. Belindeki el aniden sıkılaştı, sesi de kısılmıştı. “…Beni gerçekten özlediniz mi?”

Shen Qingqiu’nun kaşları çatıldı. Luo Binghe, nefesi rahatsız ediciydi, sorgulamaktan vazgeçmiyordu. “Gerçekten mi?”

Ağzımı kapatıyorsun. Cevap vermek istesem bile yapamam ki!

Bu sadece başımı herhangi bir şekilde sallayarak yanıt verebileceğim anlamına mı geliyor?

Shen Qingqiu başını birbirini ardına olumlu olumsuz olarak sallayıp bir süre oyalandı. Luo Binghe, “Beni özlediniz mi, özlemediniz mi?” diye sıkıştırdı.

Ağlamak üzereymiş gibi bir ifade takındığını gördüğünde Shen Qingqiu gerçekten de çıkış yolu bulamamıştı-yenilgiyi kabul etme vaktiydi.

İçinde anlatılamayacak kadar acıklı bir duygu kıpırtısı vardı- bu eski itibarı kurban etme zamanıydı- yavaşça başını tekrardan olumlu olarak salladı.

Bu sefer Shen Qingqiu gayet açık ve net görebiliyordu. Çok kısa bir süreliğine Luo Binghe’nın soluğununu tutulduğunu onaylayabiliyordu.

Gözlerinde zayıf kıvılcımlar yavaşça tutuşuyor, çabucak bütün yüzünü ve bedenini sarmalayarak ovadaki bir yangın gibi körükleniyordu.

Ancak o zaman Shen Qingqiu onun mutluluk gözyaşları döktüğünü anlayabilmişti, Luo Binghe başını eğerek yüzünü Shen Qingqiu’nun boyun girintisine gömdü. Ağzını kapatan eli yavaşça çekildi.

Sonrasında pirinci gagalayan bir civciv gibi Shen Qingqiu’nun dudaklarının kenarına sık, kesik kesik öpücükler bırakmaya başladı.

Shen Qingqiu sonunda soluklanabilmek için kendini kurtarabilmiş, sıkılmış dişleri arasından zorla iki kelime söyleyebilmişti.  “…Taşkınlık yapma.”

Luo Binghe, “Sizi çok ama çok özledim. Sizi düşünmediğim bir an, bir vakit dahi olmadı...” diye mırıldandı.

Shen Qingqiu’nun göğsünü yükselten hava yavaşça geri giderek söndürdü.

Sedirde ölü bir balık gibi dümdüz yatarken bambu evin çatısına doğru umutsuz bir şekilde bakıyordu. Bir süre sonra iç çekti. “…Öyleyse niçin geçtiğimiz günlerde ustanı Rüya Âlemi’nde aramadın?”

Luo Binghe’nın siyah, nemli gözleri ona bakıyordu. “Shizun, sinir bozucu olduğumu mu düşünüyorsunuz?”

Gün içerisinde vıcık vıcıktı, geceleri rüyada vıcık vıcıktı, günün yirmi dört saati daima onu görüyordu- tabii ki de sinir bozucuydu!

Fakat, bir anlık dikkatsizlik ile, bu yapışkanlığa alıştığını fark etmişti. Şimdi Luo Binghe onun üzerinde yatıyor, Shen Qingqiu tahammül edilemez bir şey varmış gibi hissetmiyordu bile…

Bu raddeye nasıl gelmişlerdi? Bu biraz ölçüsüz değil miydi?!

Shen Qingqiu duygusuzca, “Sinir bozucu olduğunu biliyorsun ama kendini dizginlemek için de bir şey yapmıyorsun.” dedi.

Luo Binghe, “Her şekilde, bu Shizun’un bana ilk katlanışı değil. Sinir bozucuysam, öyle olayım.” dedi.

Bunu duyduğunda Shen Qingqiu kalbinde birazcık acı hissetmeden edememişti.

Luo Binghe nihayetinde onu ne kadar seviyordu ki?

Cang Qiong Dağı’na geldiği ilk gün o tarzda bir muamele görmüş olmasına rağmen Shen Qingqiu Luo Binghe’ya kibarlık kırıntısı gibi bir şey gösterdiği gibi Luo Binghe’nın ayakları yerden kesilip her bir mağduriyetinin getirdiği yaralar yerini derli topluya bırakıyordu. Onu yüreğinin içine en ufak bir tereddüt olmaksızın yerleştirmişti.

Bu camdan kalp Shen Qingqiu tarafından öylece kırılabilirdi, tamamıyla bi’haberdi. Genç bir eş gibiydi, tek tek parçaları toplayarak tatlılıkla ve yüreği beklentiyle dolu bir şekilde ona geri verse de olan tek şey tekrardan kırılıp tekrardan geri verilip durmasıydı…

Luo Binghe yumuşakça, “Shizun Cang Qiong Dağı’nda diğerleriyleyken çok mutlu bir şekilde gülümsüyordü. Beni pek özlemediğinizi düşünmüştüm.”

Usta Shen maskesini huyu hâline gelene kadar yıllarca takmıştı, özellikle de Cang Qiong Dağı Sekti’nde. Nihayetinde, manidar görünüşünde, gülümsüyordu ama gülümsemiyordu da. Ya da gülümsüyordu ama içine işlemiyordu, yalnızca diğerlerinin içten olduğunu hissetmesini sağlıyordu. Ayrıca bu sahte tebessüm yarı içten bir numaradan ibaretti. Ne zaman “çok mutlu bir şekilde gülümsemişti” ki?

Shen Qingqiu bunu kabul edemezdi. “Saçmalık.”

Luo Binghe, “Aslında, Shizun hiç içten bir şekilde gülümsemiyor. Shizun’un içten gülümseyip gülümsemediğini anlıyorum elbette.”

Birisinin üzerinde yatıp saçlarıyla oynayarak şımarık bir çocuk gibi davranmak nedir, nesin sen, küçük bir kız öğrencisi mi?!

Shen Qingqiu gözlerini devirip, “Evet. Sen karnımdaki bağırsak solucanısın.”dedi.

Luo Binghe, “Ama ben bağırsak solucanı olmak istemiyorum.” dedi.

Shen Qingqiu saçıyla oynayan ele sivrisineği ezer gibi geçirdi. “Öyleyse ne yapmak istiyorsun? Söylesene, bu usta daha önce kime gülümsedi?”

Her bir dillendirdiği kelimede ona vurmuştu fakat bitirdikten sonra oyalanan elini hâlâ çekememişti. Luo Binghe gerçekten de saymaya başlamıştı. “Birçok kişiye. Liu… Liu Amca’ya, Sekt Lideri Yue’ye, Shang Qinghua’ya, Ming Fan’a, kıdemsiz askerî kız kardeş Ning’e, Xian Shu Tepesi’ndeki kişilere, Wan Jian Tepesi’ndeki kişilere, Qian Cao Tepesi’ndeki kişilere, Qiong Ding Tepesi’ndeki kişilere, Bai Zhan Tepesi’ndeki kişilere, kapı muhafızlarına, basamak temizleyicilerine…"

Kapı muhafızlarıyla basamak temizleyicilerini bile affetmiyordu- bu çocuk ne zaman kin tutmayı bırakacaktı? Bütün Cang Qiong Dağı İblis Âlemi’nin özel yoğunlaşmış lezzetli ceviziyle yutulacaktı!

Shen Qingqiu, “Amca deyiş şeklin çok samimiyetsiz. Bundan böyle ona öyle söyleme.” diye tenkit etti.

Luo Binghe kızgın bir şekilde, “O bana küçük canavar ya da nankör alçak herif dediğinde o yeterince samimi oluyor ama.” dedi.

Shen Qingqiu buna gülmesini tutamamıştı. Yelpazesi sedirin yanında duruyordu, alıp Luo Binghe’nın kafasına onunla hafifçe birkaç kez vurdu. “Nesi yanlış? Ustanın bedenine kurt pençelerini uzatmaya cüret edebiliyorsun. Küçük bir canavar değilsen nesin öyleyse?”

Sözler öyle yumuşak çıkmıştı ki görgü kurallarının sınırını aştığını fark etmemişti bile. Cümlesinin sonunda dudaklarının kenarı yukarıya kıvrılmıştı, hafif ama sert, biraz nazlı ve son derece şerefsiz görünüyordu.

Luo Binghe baştan aşağıya onu süzdü. Bu ifade gözlerinden içeriye girdiğinde bir nevi ateşin gıdıklayarak yükselip yüreğini ve midesini çılgınca yaktığını hissetmişti. Bilinçsizce Shen Qingqiu’nun dizlerinin arasına bacağını yerleştirmişti fakat bu meydana geldikten sonra bambu sedirden atılmaktan korkuyordu, apar topar başını ona yaklaştırıp Shen Qingqiu’nun yelpazesiyle ona vurup içini hoş etmesine izin vermişti. “Küçük bir canavar olsam bile yalnızca Shizun’un küçük canavarıyım. Başkası bana öyle diyemez.”

Shen Qingqiu bunu duyduğunda bir litre yeşil erik suyu zorla boğazından dökülmüş gibi hissetmişti, tüylerini ürpertmeye yetecek kadar mide bulandırıcıydı. Neredeyse kavramasıyla yelpazesini kapatacaktı. Çabucak Luo Binghe’yı göğsünden ittirerek kalkması için destek niyetine kullandı. “Ayağa kalk.”

Resmî şeyleri konuşacaklarsa düzgün bir pozisyonda oturmaları gerekiyordu. Birisi diğerinin üzerindeyken konuştukları konu ne kadar ciddi olursa olsun iş uygunsuzluğa dönecekti. Luo Binghe pek istemiyordu ama tırmanarak yandaki bir sedire oturdu.

Beş gün uyumanın ardından Shen Qingqiu kırılmak üzere olan eski bir kemer gibi hissediyordu, en azından hâlâ doğrulabiliyordu. Bacağına vuran ağrı yüzüne yansıyan, sırtını ovuşturan büzüşük kaşlı yaşlı bir adam gibi gözüktüğünü düşündü, fakat diğerinin gözlerinden bu bambaşka bir sahnedeydi: saçları bozulmuştu, omuzları gevşekti, iç cübbesinin yakası eğrilmiş, solgun omzuyla boynunun bir kısmını gösteriyordu, boğazı ve köprücük kemikleri açık bir şekilde belirgindi.

Sedirde yuvarlandığından dolayı soluk bir kırmızı yanaklarını boyamıştı, sessizce somurtarak sırtını ovuşturuyordu. Böyle bir durumda sapık birisi bunun daha da ilerleyebilecek yoldan döndüğünü düşünmeden edemezdi.

Tek bir kez bile gözlerini kırpmaya yeltenmeyen Luo Binghe aceleyle ona yaklaşıp yavaşça sırtını ovuşturmakta yardım etti. Shen Qingqiu memnun bir şekilde, “Güzel. Saygılısın*.” dedi.

Luo Binghe, “Shizun hâlâ benimle daha sevgili* olmanın faydalarını bilmiyor.” dedi.

Saygılı/Sevgili: Çincede geçen karakterde kelime oyunu yapılıyormuş, İngilizce çevirmen kendisine göre çevirse de bizde hem Çincesinde de hem İngilizcesinde de öyle uygun bir şey yoktu, bir süre düşündükten sonra bunu uygun buldum ama daha sonradan daha uygun bir şey bulursam değiştireceğim.

Gerçekten şımartılmak istediğini nasıl söyleyeceğini iyi biliyordu. Luo Binghe, “Tianlang-Jun’la karşılaştığınızda Shizun herhangi bir şekilde benim yardımıma ihtiyaç duyarsa beni çağırmaktan çekinmeyin.” diye devam etti.

Shen Qingqiu Tianlang-Jun konusunu Luo Binghe’yı üzmemek için geçiştirip duruyordu. Kendi kendine konuyu açacağını hiç düşünmemişti- elbette, bu biraz fazla saygılıydı. Bir süre düşündü, ardından bilerek, “Baban…” dedi.

Luo Binghe başını onun omzuna gömerek boğuk bir sesle, “Babam yok benim. Yalnızca Shizun var.” dedi.

Niçin baban gibi hissediyorum ben?

Shen Qingqiu bu çaresiz hissi uzaklaştırıp ciddiyetle, “Gönülsüzsen kendini zorlama elbette.” dedi.

Nasıl egzotik bir çiçek olursa olsun o hâlâ Luo Binghe’nın babasıydı. Her hâlükârda Luo Binghe’nın içten içe tanışmayı arzuladığı kişiydi, gerçek Luo Binghe’nın arzuladığı hayalden çok uzak olsa bile.   

Luo Binghe’nın elinin hareketi asla durmuyordu. Kayıtsız bir şekilde, “Gönülsüz değilim.” dedi.

Shen Qingqiu dikkatlice onu inceledi. Evet, gerçekten de, yüzü… toplanıp birisini dövmeyi içtenlikle isteyen birisinin içten ifadesine sahipti. Hiç de gönülsüzlüğe dair bir iz yoktu.

Aslında, bu iyi bir şeydi. Fazlasıyla yanlış yoldaki babayı tuzağa düşürmek için oğluyla iş birliği yaptığı takdirde Luo Binghe gerçekten de Tianlang-Jun’un işini hâlletmek için efsun dünyasıyla birlik olursa yalnız İnsan Âlemi acımasız bir müttefik kazanmaz, Luo Binghe da bununla birlikte doğruculuk puanlarını en yüksek sınıra çıkartırdı. Zhao Hua Tapınağı’ndaki biraz kayba da çare bulunurdu.

Yue Qingyuan henüz gittiğinde güzelce dinlenip “Bunu hâlletmeleri için diğer yoldaşlarımıza devredebiliriz.” demişti, bu da demek oluyordu ki savaşa gitmesini istemiyordu. Shen Qingqiu, “Kıdemli Sekt Lideri savaşa gitmemi istemiyor olabilir. Kar yağmaya başladığında, Luochuan. Bu zamana ve yere önem versen iyi olur.” diye mırıldandı.

Luo Binghe belindeki kavrayışını gevşetti, sıcak bir şekilde “Bazen Shizun’un gerçekten de bazı şeylerde çok fazla bilgisi olduğunu hissediyorum.” dedi.

Shen Qingqiu’nun yüreği küt küt edivermişti.

Luo Binghe, “Kutsal Anıt Mezar’daki gibi. Shizun daha önce Anıt Mezar’a hiç girmemişti ama içerideki odaların düzenini ve kabirleri koruyan şeytanî yapıları avcunun içi gibi biliyordu, kendi kendinin yararına kullanabilecek kadar hatta. Bu, bu müridin saygısını arttırıp hayranlıkla bakmasını sağlıyor.” diye devam etti.

Shen Qingqiu telaşsız bir şekilde, “Qing Jing Tepesi’nde yıllar yılı toplanan tüm o antik kitaplar işe yaramaz kâğıt parçalarıyla laf ebesi saçmalıklardan ibaret değiller. İçinde daima kullanışlı bilgiler de oluyor.” diyerek işin içinden sıyrıldı.

Luo Binghe “Ah.” demişti. Belini ovuşturmayı bırakıp parmaklarını yavaş yavaş Shen Qingqiu’nun sırtından dökülen uzun saçları taramakta kullanmaya başladı. “Bu mürit de birçok antik kitap okudu ama hiç böylesine şeylere denk gelmedi. Elbette, hâlâ Shizun’un becerisinden çok uzak.”

… Nasıl olurdu da unutabilirdi? Luo Binghe’da Tanrı’ya meydan okuyan okul birincisi halesi vardı. “Birçoğunu okudum” diyorsa bu Qing Jing Tepesi’nin bütün tozlu eski kitaplarını çoktan ezbere biliyor anlamına geliyordu. Tabii ki de herhangi bir “kullanışlı bilgi” olsaydı bilirdi.

Bu çocuk Yue Qingyuan değildi. Konuşmak istemediğinde Yue Qingyuan soruşturmuyordu fakat Luo Binghe problemin köküne inene kadar onu kesinlikle ölümüne usandırıyordu. Kolay kandırılabilen birisi de değildi. Shen Qingqiu hâlâ kafasını bu virajın ne zaman böylesine saptığını çözmeye çalışmaya yoruyorken aniden bambu evin dışarısından Ning Yingying seslendi. “Shizun, uyanıksınız değil mi? Yingying içeri girebilir mi?”

Uslu çocuk, nasıl da sadık bir mürit!

Shen Qingqiu sessizce, “Önce git de sen.” dedi.

Luo Binghe’nın elleri durakladı. “Niçin ben yapmak zorundayım da onlar değil?”

Ming Fan da dışarıdan sesleniyordu. “Shizun, birkaç amcamız da burada. Kalkabilecek durumda mısınız?” diye bağırdı.

Niye bu kadar fazla kişi bir arada geliyor?! Shen Qingqiu sedirden atlayıp Luo Binghe’yı pencereden ittirdi. Luo Binghe ayrılmadan önce, “Anlaşılan Shizun böyle gizlenmeyi seviyor…” diye işi kendine bağladı.

Shen Qingqiu yelpazeyle kafasına geçirdi. “Gizli olan kim? Kimin suçu bu?”

Niye her seferinde her şeyi yasak aşk işi gibi göstermek zorundasın?!

Luo Binghe pencereden sessiz bir şekilde atladı fakat elini tekrardan uzatarak Shen Qingqiu’yu kavradı. Hafifçe, “Shizun, işler yoluna girdiğinde benimle gelmek ister misin?” dedi.

Shen Qingqiu daha fazla küçük düşemezdi, yalnızca mesafeli yaklaşabilirdi. “Bu usta hâlâ Qing Jing Tepesi’nin lordu.”

Luo Binghe onu görmek istediğinde gelip onu bulamaz mıydı? Niçin onunla gitmesinde ısrar ediyordu? İlkbahar Zamanında Dağdaki Kırgınlık için daha fazla malzeme çıkartmak istemiyordu.

Luo Binghe iç çekti. “Ben de öyle düşünmüştüm.”

Henüz pencereyi kapatmıştı ki bambu evin kapısı açılmıştı. Qi Qingqi’nin sesi bedeninden önce varmıştı. Onun parlak ve güzel yüzünü görmek için perdeyi kaldırdı. Somurtarak, “Gerçekten gitgide şımarıyorsun. Zhao Hua Tapınağı’nda birkaç kez darbe mi aldın ya da kan tükürene kadar vurdular mı? Tek seferde beş gün uyudun!”

Shen Qingqiu ona dönüp yarı içten bir şekilde, “Yapma ama böyle Kıdemsiz kız kardeş Qi, dermansızlığımı her zaman biliyordun.”

Qi Qingqi homurdandı. “Ben senin her zaman zahmetli ve baş belası olduğunu biliyordum.”

Ardından Liu Mingyan takip etti, girdiğinde eğilerek selam verdi. Hemen ardında Liu Qingge vardı. Ming Fan ve Ning Yingying’in hemen arkasından Mu Qingfang takip etmişti. Bu mütevazî boyutlardaki bambu ev bu kadar kişiyle tıkış tıkış olmuştu. Shen Qingqiu terlemeye başladı. Neyse ki Luo Binghe pencereden çıkmıştı, yoksa burada saklanmasının imkânı yoktu.

Mu Qingfang, “Kıdemli Shen’in renginin normal olduğunu söylemiştim; hiçbir hastalık belirtisi yoktu, gerçekten de yalnızca uyuyordu. Bu sefer bana inanmalıydınız, değil mi?” diye gülümsedi.

Shen Qingqiu utancını ifade ederek her bir Tepe Lordu’na oturması için yer gösterdi. Liu Qingge’nın odaya girdikten sonra soğuk bakışlarını odanın her bir köşesinde gezindirdiğini gördüğünde “Kıdemli Liu, buradayım.” dedi.

Liu Qingge arkasına, Shen Qingqiu’ya doğru döndü. “Az önce oradaki kimdi?”


*****


Önceki Bölüm  ― Sonraki Bölüm 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder