6 Ocak 2021 Çarşamba

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 59: KAR ERİR, BUZ YOK OLUR


Duraklamanın ardından, “O ikisi baş edilmesi kolay kişiler değillerdi. Shizun benim yanımda kalmak istemese bile onlarla gitmeyeceğini umuyorum.” diye devam etti.

Luo Binghe o ikisiyle ilk kez karşılaşmamış gibi konuşmuştu. Shen Qingqiu, “Onlarla daha önce karşılaştın mı?” dedi.

Luo Binghe ilgisizce, “O yılanla Nan Jiang’ta önceden karşılaşmıştım. Birazcık atışmıştık ve neredeyse kaybediyordum. Diğerini daha önce hiç görmedim fakat onu yenemezdim.”

Zhuzhi-Lang Nan Jiang’ta doğmuştu, o nedenle birisi buralarda dolanıyorsa doğal olarak biraz daha dikkatli olmalıydılar. Tianlang-Jun da önceden Jinlan Şehri’ndeki vebanın asıl nedeninin Nan Jiang’taki kıtlığı gidermek olduğunu söylemişti. Luo Binghe’nın Nan Jiang’ta Zhuzhi-Lang’le birkaç kez dövüşmüş olması muhtemeldi.

Fakat Zhuzhi-Lang Luo Binghe’ya kim olduğunu söylememiş ve ona genç efendi muamelesi yapmamış olmalıydı. Tianlang-Jun’un da ona söylemeye niyeti varmış gibi görünmüyordu.

Buna bakılırsa ne babası ne de kuzeni onu tanıma niyetindeydi.

Luo Binghe’nın adımları sabit olmasına rağmen çok hafifçe topallıyordu. Yine de duvardan bile destek almadan gerisin geri yürümeye devam etti. Shen Qingqiu bunu fark ettiğinde karmaşık hislerle dolmuştu ve tuhaf bir şekilde anlık duraklayıp sonrasında netlikle karar verip ilerledi. Tam Luo Binghe’ya destek verecekti ki mum ışığı aniden titreşti.

Kabir geçidi biraz karardı, Luo Binghe’nın bedeni ona yaslandı.

Fakat bu sefer Luo Binghe onu ne coşkuyla sarmaladı ne de okşadı, onun yerine tamamıyla kıpırdanmayı bırakarak Shen Qingqiu’nun üstüne devrildi.

Yaklaşık yarım bir gün bir yerden bir yere savrulmalarının ardından Shen Qingqiu da son derece yorulmuş hissetti. İki kişinin ağırlığını kaldıramayıp duvara doğru küt sesiyle düştü. Luo Binghe onun üzerine yığılmıştı, kemikleri bir yerine batmıyordu, başı duvara çarpıp darbeyle çınlama sesi çıkarmıştı. Shen Qingqiu bunu duyduğunda kalbi ürpermiş, dişlerini gıcırdatmıştı.

Apar topar doğrulup Luo Binghe’yı dayadı. Biraz el yordamıyla yoklamasının ardından sırtına ulaşmayı başarmıştı. Luo Binghe’nın kıyafetinin Keder Salonu’nun şeffaf yağmuruna maruz kalan sırt kısmı lime lime olmuştu. Kıyafetinin içini yokladı. Parmaklarının ardındaki deri cerahatli gibi tuhaf hissettiriyordu. Tuhaf bir koku da sızdırmaya başlamıştı.

Sonuçta şeffaf yağmurun hiçbir iyi yönü yoktu.

Shen Qingqiu birisi uyanmazsa onu uyandırmak için gidip yanaklarına hafifçe tokat atma yöntemini severdi. Fakat şimdi elini bile kaldırmamışken yapamayacağını hissetti, sonuç olarak Luo Binghe’nın yanağını hafifçe birkaç kez patpatlamaya dönmüştü. Sesi istemsizce yumuşamıştı. “Luo Binghe? Luo Binghe?”

Luo Binghe’nın gözleri sıkı sıkıya kapalıydı. Kirpikleri bile kıpırdamıyor, yüzünün rengi giderek artarak anormal kırmızılaşıyordu.

Shen Qingqiu elini uzatıp yüzüne yasladı. Alnı da yanakları da ateşi var gibi yanıyordu. Fakat Luo Binghe’nın bedeninde ‘ateş’ kavramının olması imkânsızdı. Kendisini ara sıra zor durumda bulmuş olsa bile, ki çok uzun sürmezdi, bilincini kaybedeceği noktaya ulaşmamıştı. Shen Qingqiu eline dokundu fakat buz gibiydiler. Luo Binghe’nın başı mikrodalgada, bedeni de dondurucudaymışçasınaydı.

Shen Qingqiu Luo Binghe’nın başının arkasına elini koyup duvara çarpan bölgeye masaj yaptı.

“Binghe, beni duyuyor musun?”

Cevap yok.

Shen Qingqiu biraz düşündü. Cesedi koruyup çürümesini engellemek için Luo Binghe günlerce ruhanî enerjisini kullanmış, sonunda yine de onu koruyamamıştı; Siyah Ay Gergedan Pitonu’nu yakalamak için etrafta körü körüne dolanarak büyük ızdıraplar çekmiş, Kutsal Anıt Mezar’a vardıktan sonra da Tianlang-Jun tarafından ilk olarak dövülmüş, sonrasında da Zevk Salonu’nun ses dalgalarına doğrudan yakalanmış, nihayet şeffaf yağmura maruz kalmadan önceye kadar Tianlang-Jun tarafından dövülmeye devam edilmişti.

Ne kadar düşünürseniz düşünün durumu ateşten daha ciddi olmalıydı.

Luo Binghe bayıldıktan sonra ezici aurası tehditkâr özelliğini kaybetmişti. Karanlığa çekilmiş Kör Cesetler tam o sırada tekrardan huzursuzca kımıldanmaya, onları çevreleyerek tıslamaya başlamışlardı.

Shen Qingqiu bir eliyle devrilen Luo Binghe’yı diğer eliyle de Xiu Ya kılıcını kavradı. Güçlü bir çekişle kılıç kınından uçan bir okmuşçasına fırlayıp anında düzinelercesini biçip geçti. Yine de kılıcın yansıttığı ışığın göz alıcılığı son derece güçlüydü. Ölüm Nefesi Mumu’nun yeşil ışığı kılıçtan yansıdıkça daha bile şiddetlenmişti. Işığı takip etmekte bir hayli yetenekli olan Kör Cesetler de çabucak sıyrılmışlardı, o nedenle aynı şeyi tekrardan yapmayı denedi fakat başaramadı. Shen Qingqiu kılıcı beline yönlendirip kınına yeni yerleştirmişti ki birkaç çürümüş el yakınına uzanmıştı bile. Doğrudan Luo Binghe’nın gözlerine bile uzananlar vardı. Shen Qingqiu avuç içinden patlayıcı bir darbe yollayıp arsız Kör Ceset’in kafasının patlamasını sağladı.

Yine de, patlayıcı darbe kullanması kolay olsa da, sürekli kullanamazdı. Çok fazla ruhanî enerji kullanıyordu ve bir süre sonra tükenmesini sağlardı. Dahası Shen Qingqiu yalnızca iki çubuğa karşılık gelecek kadar ruhanî enerjisi kalmış durumuna geri dönmüştü, o nedenle önceki gibi endişe etmemezlik yapamazdı. Yirmi ya da daha çok darbe göndermesinin ardından öncekinden daha zayıf hissetmeye başlamıştı. Ölü Cesetler kabir geçidinde itip kakışıyorlardı, geldikleri gibi onları tekmeleyerek uzaklaştırmaktan başka şansı yoktu. Bu yaratıklar düşük seviye olsalar bile sonları gelmiyordu ve hâlâ bilinci kapalı Luo Binghe’yı tutmak zorundaydı. Bir kere sendeleleyerek kısa bir anlığına onu sabit tutamamış, Luo Binghe’nın başını bir kez daha duvara vurmasına neden olmuştu.

‘Bam’ sesi son derece acıydı. Shen Qingqiu tedirgin bir şekilde elini Luo Binghe’nın başına bastırdı. Yeniden yokladığında şişmiş büyük bir yumru hissetmişti. Shen Qingqiu bu ateşle savura savura çocuğun beyninde sorun bırakacak şekilde kafasını geçirtmezse iyi ederdi!

Küçük iblisler baş belasıydılar. Eğer Ölüm Nefesi Mumu’yla dolu kabir geçidinde durmaya devam ederlerse sadece Kör Cesetler’i sonu gelmeksizin kendilerine çekeceklerdi. Duruşunu değiştirip Luo Binghe’nın bir kolunu omzuna atıp uzun adımlarla onu çekiştirdi. Kör Cesetler birkaç metre arkalarına atılıyor amma velakin Ölüm Nefesi Mumu telaşlı nefeslerle aydınlanmaya devam ederek gölgelerini aydınlatıyordu, ki saklanacak hiçbir yer bıraktırmıyordu. Kör Cesetler onları yakalayamasa da Luo Binghe’yla onu durmaksızın ister takip etseler ister etmeseler de, onlardan köşeyi dönüp küçük kabir odasından girene değin kurtulamazlardı.

Burası daha çok cesetlerin hazırlanma odası gibiydi. İçerideki tabutlar son derece pasaklı bir şekilde dağılmış, hatta bazılarının kapakları yere devrilmişti. Ne asil ne de heybetli görünüyordu. Shen Qingqiu apar topar Luo Binghe’yı içeriye sürükleyip sırayla her birini kontrol etti. Bazılarının içinde tuhaf konumlandırılmış kurumuş cesetler olsa da tamamen boş olanlar da vardı.

Kabir odasının dışından gelen hırıltı sesleri gittikçe yaklaşıyor, yere uzanan karmaşık gölgeler düzensiz bir şekilde birbirlerine karışıyorlardı. Shen Qingqiu durumun vahimliğini kavrayıp taş tabutun içerisine fırladı. Aslında Luo Binghe’yı başka bir tabuta tıkmak istemişti fakat onun için artık zamanı kalmamıştı. Luo Binghe’yı sıkıca sarmalayıp beraberinde onu da yuvarlayarak taş tabutun eş zamanlı olarak devrilmesini sağlamıştı.

Zemininde yumuşak yastık gibi şeyler olmasına rağmen Shen Qingqiu yere öyle sert çakılmıştı ki yıldızları görmüştü. Shen Qingqiu altta, Luo Binghe üzerindeydi. Ciddi ölçüde ezilmesiyle neredeyse nefes alamayacaktı.

Bu çocuk büyürken ne yedi böyle?! Oldukça cılız gözüktüğüne göre nasıl oluyor da bu kadar ağır olabiliyor?!

Tabutun yarısı tamamıyla kapanmamıştı. Shen Qingqiu tam kapatmak için elini uzatacaktı ki dışarıdaki zayıf yeşil ışık titreyerek sayısız yamuk yumuk gölgeyi tavana yansıtmıştı.

Kör Cesetler içeriye girmişti.

Kabir odasında aheste aheste yürüyorlardı. Yayılmakta olan ışığın arada çıkan sesle birlikte keskin tırnakların taş tabutun yüzeyini tırnaklamasından oluşan ses Shen Qingqiu’nun kanının çekilmesini sağlıyordu.

Fakat Ölüm Nefesi Mumlarının katiyen saklanmayacakları bir yer vardıysa o da tabutun içiydi. Kör yaratıklar ışığın kaynağını bulamadıkça onları yakalayamazdı.

Shen Qingqiu sakinleşti, sırtını yasladı. Luo Binghe yukardan baskı yapıyordu; yüzükoyundu, başı Shen Qingqiu’nun omzundaki girintiye gömülmüştü. Shen Qingqiu’nun boynuna yayılan sıcaklık o kadar hararetliydi ki rahatsız ediciydi. O bile rahatsız hissediyorsa Luo Binghe doğal olarak daha bile rahatsız hissediyor olmalıydı.

Şansa bakın ki Luo Binghe’nın elleri soğuk, başı sıcaktı. Ateşini düşürmek için alnına kendi ellerini de yaslayarak kullanabilirdi. Shen Qingqiu bunun iyi bir fikir olduğunu düşünüp tam Luo Binghe’nın bileğini kavrayıp kaldıracaktı ki bedeni aniden kaskatı kesildi.

Beş çürümüş, tuhaf uzun tırnaklarıyla, kemikleri çıkmış parmaklar tabutun üzerinde belirmişti.

Niçin bu denli özenli ve derinlemesine aramak zorundalardı ki?! Kör Cesetlerin düşük IQlu olmaları gerekmiyor muydu?! Yayılan ışık dışında her şeyi görmezden gelmeleri gerekmiyor muydu?!!!

Shen Qingqiu aniden yanağının yanında gerçekten zayıf, kırmızı bir ışığın yayıldığını fark etti.

Yana bakış attı. Luo Binghe’nın gözleri kapalı olmasına rağmen alnındaki Şeytanî İşaret çoktan peydahlanmıştı. Alnındaki kırmızı motif soluk alıp vermesiyle yoğunlaşıp belirsizleşiyordu. Akabinde kırmızı ışık soluklaşıp parlayıverdi.

Her ne kadar bu işaretin Luo Binghe’nın soyunu simgelediğini bilse de bu denli bariz bir şekilde parıldaması gerekmiyordu, değil mi?! Niye bu durum Ultraman’in yaratıklarla dövüşürken enerjisinin kalmadığı son kritik anda hep olduğu gibi ışık saçmasına bu kadar benziyordu?!

Felaket getiren işareti örtmek için elini serbest bırakamamıştı. Refleks olarak başını birdenbire çevirerek dudaklarını Luo Binghe’nın temiz, parlak alnına bastırıverdi.

Aslında Luo Binghe’nın alnını öpüyor gibi görünüyordu. Yine de, bu tarz ufak detayları bunun gibi alışılmadık durumlarda önemsememek lazım! Hayat bundan daha önemli!

Tabuta uzanırken yavaşça titreyen, birkaç saç teliyle çevrelenmiş, kirle dolu tırnaklarla çürümüş ve kurumuş elinin yordamıyla aramıştı. Tabutun içindeki alan dar fakat fazlasıyla derindi. Kör Ceset el yordamıyla bu kapsamda aramayı sürdürdüğü takdirde henüz altındaki kişilere dokunamazdı.

Fakat bu el en ufak bir şekilde çekilmemişti. El aşağı indikçe inerken Shen Qingqiu’nun gerginliği de arttıkça arttı. Tam Luo Binghe’nın sırtına dokunacaktı ki Shen Qingqiu dişlerini gıcırdatıp neredeyse uyuşmuş olan sağ elini çıkarmış ve Luo Binghe’nın sırtının hâlen sağlam olan bölgesine bastırmıştı.

Bu bastırmayla birlikte Luo Binghe’nın vücudunun üst kısmı tamamıyla ona yaslanmıştı. İlk başta aralarında hâlâ küçük bir boşluk vardı fakat şu anda göğsü göğsüne, karnına karnına, esasında tek bir bedendiler.

Karın normalde insanın en yumuşak bölgesi olması gerekirdi fakat Luo Binghe’nın karnı Shen Qingqiu’nunkini çok sert batmıştı. Onu bastırdıkça Luo Binghe’nın kesinlikle sekiz baklavası olduğuna ikna olmuştu. Birisini öldürmeye yetecek kadar sertti.

El Luo Binghe’nın sırtına değmesine bir saç teli kala dursa da yön değiştirerek diğer tarafa ilerlemeye koyuldu.

Shen Qingqiu onun Luo Binghe’nın baldırına dokunmak üzere olduğunu fark ettiğinde düşüncelerini bastırarak bacaklarını açarak Luo Binghe’nın sol bacağının arasına sokulmasına müsaade verdi.

Çoktan aralarındaki boşluğu kayıtsız şartsız en az hâle getirmişti, onu daha fazla gerçekten bastıramazdı!

Kör Ceset uzun bir süre sallana sallana bulmaya çalıştı. Hiçbir şeye dokunmadığından son derece yavaş bir şekilde geri çekildi.

Shen Qingqiu rahat bir nefesi ancak Kör Cesetler memnuniyetsizlikten homurdanarak kabir odasını terk edip bütün bir kalabalık uzaklaştıktan sonra bırakabilmişti.

Şu anki duruşları gerçekten çok münasebetsizdi. Birisi bakıp onları bu şekilde görseydi Shen Qingqiu’nun hiç kuşku yok ki şehvetle yanıp tutuştuğundan Luo Binghe’yı bırakma niyeti göstermeksizin tek yapabileceği şey onu sarmalayarak sıkıştırmakmışçasına sımsıkı tuttuğunu düşünürdü. Tam Luo Binghe’yı dayandırıp doğrulacaktı ki kabir odası aniden yankılandı.

“Bu kadar çabuk rahatlamak gerçekten biraz fazla erken değil mi?”

Ses bir ihtiyara aitti, alay tonlaması taşıyordu. Shen Qingqiu hemencecik Xiu Ya kılıcını kavrayıp Luo Binghe’yı da çevirerek yere yasladı. Pür dikkat kılıcını önünde tutarken doğruldu. “Kimsin?!”

Kör Cesetler gideli uzun zaman olmuştu. Kabir odasında buz gibi soğuk taş tabutlar harici hiçbir şey yoktu, tamamıyla boştu.

…sakın bana onun başka bir tabuttaki canlanan ceset olduğunu söyleme. Daha demin kontrol etmişti, hepsi kurumuş cesetlerden ibaretti!

Ses tekrardan duyuldu. “Beni görmeni istemediğim takdirde bütün Kutsal Anıt Mezar’ı altüst etsen bile beni görmeye şu kadarcık bile yaklaşamazsın.”

Shen Qingqiu bunu işittiğinde sesin fazlasıyla aşina olduğunu hissetti. Bunu daha önce duymuştu ve bir defalık değildi. Ruhanî ışığın anî parıldamasıyla kılıcını kınından çıkararak “Sadece Kıdemli Rüya İblisi olduğuna göre gösteri yapmaya gerek yok.” dedi.

Henüz konuşmasını bitirmişti ki yaşlı adam odanın ortasında şatafatlı kıyafetiyle ortaya çıkıverdi. Gözleri şahin gibiydi; tabutun üzerinde bağdaş kurmuş şekilde oturuyor, gururlu bir şekilde Shen Qingqiu’ya bakıyordu. “Gerçekten de beni hatırlıyorsun.”

Shen Qingqiu: “Kıdemli Rüya İblisi önümde belirdiğine göre şu anda rüya görüyor olmalıyım.”

Önceden, Rüya İblisi sadece Rüya Âlemi’ndeki siyah sis topu olarak görünebiliyordu, fakat şu anda insan şekline bürünebilmişti. Anlaşılan Luo Binghe’nın bedenini aldıktan sonra oldukça iyi toparlamıştı. Shen Qingqiu yeni gelenin kesinlikle Luo Binghe’dan yana olacak ihtiyar bir dede olduğunu gördüğünde gerçekten rahatlamıştı.

Rüya İblisi burun kıvırdı. “Yine de, içinde bulunduğunuz bela, rüya değil.”

Shen Qingqiu: “Kıdemli Rüya İblisi’nin Luo Binghe’nın Rüya Âlemi’ne girip onu uyandırmada yardımcı olmasını rica edebilir miyim?”

Rüya İblisi, “Onu ben uyandıramam.” dedi.

 “Ya?” Shen Qingqiu’nun telaşı birazcık artmış, neredeyse “Neden olmasın?”ı ağzından kaçıracak olmuştu. Luo Binghe’nın beyni ateşten çoktan hasar mı almıştı?

Rüya İblisi ilgisizce, “İçeriye giremem. Veletin ilk özü şu anda karmaşa içerisinde. Tamamıyla yoğun sis tabakalarından ibaret, uyanamayacağı bir rüyaya düştü. Ben bile bu tarz bir durumla önceden yalnızca iki kişinin rüyasında karşılaşmıştım. İçlerinden bir tanesi ciddi bir hastalıktan dolayı ölümün eşiğindeydi.”

Hayırlı bir şey söylemek üzere değilmiş gibi görünüyordu. Fakat ilk kısmı çoktan ciddi bir hastalıktan ölümün eşiğindeyse ikinci kısmı daha beter olamazdı. Shen Qingqiu sabırla, “Peki ya diğer kısmı?” diye sordu.

 “Zihnen engellendi.”

“…”

Rüya İblisi yürümeye başladı: “Bu velet hak ettiğini bulacak. Geçtiğimiz beş senede enerjisini gün boyu ruh çağırıp geceleri Rüya Âlemi’nde kendi yarattıklarını pervasızca katlederek boşa harcadı. Ona bunun ilk özünü yok etmekle aynı şey olacağını öğreteli yıllar oldu. Er ya da geç o gün gelecekti. Geçtiğimiz günlerde taneciğin bedeninin leşini korumak için ruhanî enerjisini harcadı, üstelik o iblis kılıcı başkaldırmak için an kollarken. Yetmedi, Kutsal Anıt Mezar’a zorla girip İblis Irkı’nın nesillerdir gördüğü en yetenekli dölüyle direkt olarak çarpıştı.”

Shen Qingqiu Xiu Ya kılıcını o kadar sıkı tutuyordu ki acıtıyordu. Arkasına, şuursuz bir şekilde tabutta yatan Luo Binghe’ya doğru baktı. Ardından, “…Kıdemli, onu uyandırmanın da mı bir yolu yok?” dedi.

“Ben hiçbir şey yapamam.”

Shen Qingqiu elini karşısındakine saygısını gösterecek şekilde birleştirip sessizce gerisin geri tabuta uzandı.

Rüya İblisi tek kaşını kaldırdı. “Ne yapıyorsun?”

Shen Qingqiu, “Uyuyorum, uyanana değin.” diye cevap verdi.

Rüya İblisi’nin başındaki damarlar attı. “Beni görmezden gelmeye mi cüret ediyorsun?”

Shen Qingqiu gözlerini kapattı. “Kıdemli şimdiden yapabileceği bir şeyin olmadığını söylediğine göre, elbette, tek yapabileceğim şey uyanabilene kadar bekleyip onu güvenli bir şekilde çıkarmak olacaktır.”

Rüya İblisi burnundan soludu. “Klanımın yasak bölgesi, Kutsal Anıt Mezar son derece tehlikelidir. Sizi bekleyen iki baş belası şahıs da var. Tek başına onu koruyamazsın.”

Bu doğruydu, gerçekten doğruydu.

Shen Qingqiu gözlerini açıp iç çekti. “Fakat şu anda, benim, Shizun’unun yanında. Onu kim benden başka koruyabili- ya da, şöyle mi söylemeliyim, onu kim koruyabilecek?”

Duyguların altüst edilmişliği yoğun ve tezdi. Shen Qingqiu karmaşanın içinde olduğunu düşünüyordu fakat tek bir konudan gayet emindi: ne olursa olsun Luo Binghe’yı burada ölüme bırakamazdı.

Rüya İblisi sakin bir şekilde, “O kadar yılın ardından bu veletin senin müridin, senin de onun Shizun’u olduğunu sonunda kabullenebildin mi?” dedi.

Shen Qingqiu: “Sahiden de çok uzun zaman oldu.”

Rüya İblisi’nin hâlâ onunla esrarengiz bir şekilde dalga geçmesini bekliyordu fakat ihtiyar adam aniden iç çekti. “Eğer velet uyanıp ne dediğini işitebilseydi ne kadar mutlu olurdu, merak ediyorum.” dedi.

Dede, her cümlede bu kadar karamsar konuşmasan!

Shen Qingqiu’nun yüzü siyah çizgilerle kaplanmıştı. “Uyanabilseydi” derken ne demek istiyordu? Yaşamla ölümün belirsizliğinin havası onu iyice tedirgin ediyordu, tamam mı?!

Rüya İblisi’nin hiddeti aniden yükselmiş, yüksek sesle “Veletin Shifu’su bariz bir şekilde benim. Ona kaç tane şey öğrettim?! Ha?! Gökyüzünün altındaki her şeyi bilme kabiliyeti, insanların kalbini kontrol etme yöntemi…! Gel gör ki bana Shifu demeyi reddediyor, tek dediği şey ‘Kıdemli’ de ‘Kıdemli’! Sen sadece ona birkaç üstünkörü dövüş hareketi, bir ya da iki ruhsal efsun tekniği öğretmiş sıradan bir efsuncusun, yine de seni Shizun bilip, senin adınla ağlayıp senin izinden gidiyor! Sinir bozucu!” dedi.

Uzun zamandır hiddetini bastırmıştı, şimdiyse ikisinin tabutta uzandığını gördüğünde manzarayı gitgide tiksindirici bulmuştu. Yaşlı gözleri bundan dolayı körleşmek üzereydi; son derece mutsuz, o nedenle de huysuzdu. Shen Qingqiu da mutlu değildi. Rüya İblisi’nin Cang Qiong Dağı’nın kılıç tekniklerine üstünkörü dövüş hareketleri demesine sinirlenmişti. Tam karşılık verecekti ki Rüya İblisi elleri arkasında, kışkırtacak şekilde konuşarak tabut karşısında bir ileri bir geri yürümeye başladı: “Seni o zamanlar Rüya Âlemi’nde gizli gizli yok etseydim bugün böyle bir olay olmayacaktı. Velet aslında önümüzdeki zamanlarda umut vadeden bir yeteneğe sahipti, fakat seninle tanıştığı andan itibaren insanları sinirlendiren, işe yaramaz hâline geldi. İnatla senin önünde de öyle davranmaya, hiçbir şey hissetmiyormuş gibi davranmaya devam ediyor! Bana kalsa hem seni hem de kendini öldürmeli, ya da sen yapmalısın. İnişli çıkışlı beraberlikle böyle zorluk çıkarmak- gerçekten görenin sinirlenmesine neden oluyor!!”

Shen Qingqiu gerçekten kendi kulaklarını, onun da ağzını kapamak istiyordu. Huzurlu bir şekilde uyuyan Luo Binghe’ya baktı, onun ağladığı hayali aklında kısa bir süreliğine belirmiş, ardından anında başka yere bakmıştı. “Bu şeyleri yüzüme söylemek çok güzeldi, değil mi, Kıdemli? Artık azarlamanız bitti mi? Bittiyse, uyanmama izin verir misiniz?” demekten kendini alıkoyamadı.

Rüya İblisi hâlâ sızlanıyordu. “Uyanmana izin mi vereyim? Uyansan bile nasıl çıkacağını bilmiyorsun. Açtığı giriş çoktan kapatıldı.”

Shen Qingqiu: “Niçin tekrar açamam? Kıdemli’den Luo Binghe’nın Siyah Ay Gergedan Pitonu’nu bariyeri kırmak için kullandığı zamana çıkmak için nereden gitmem gerektiğini söylemesini rica edebilir miyim?”

Bakışları Luo Binghe’nın belindeki İblis’in Kalbi kılıcına yönelmişti. Giriş açılmıştı fakat kaçınılmaz olarak hâlâ zayıftı. Tekrardan açmak için Xin Mo kılıcını kullanmışsa muhtemelen bir kere daha kullanabilirdi. Rüya İblisi bakışlarını takip etti. Belli ki anlamıştı fakat emin olamıyordu. “Bu kılıç katiyen kullanmana izin vermez.”

Elbette, Shen Qingqiu bunu da biliyordu. Sessiz bir şekilde dişlerini kenetleyip ağır ağır, “Başka bir seçeneğimiz yok. Denemek zorundayım.” dedi.

Uyandığında hâlâ taş tabutun içinde yatıyordu, Luo Binghe da üzerinde uysal bir şekilde uzanıyor, onu sıkıca kavrıyordu.

Şükürler olsun ki rahatsız edici ihtiyar Rüya İblisi’nin ruhu sonunda onun gitmesine izin vermişti. Shen Qingqiu bir anlığına doğrulmak üzereydi ki sağ bacağı aniden uyluğunun içinden gelen sert bir şeyle sürtünerek dürtülmüştü.

Shen Qingqiu en başta bunun kılıcın kabzası olduğunu düşündü, itelemek için dalgın bir şekilde elini ona uzattı. Daha dokunduğu gibi Sistem’in bildirisi ansızın patlayıverdi:

HEYYYY~~ Kahramanın doğru şeyi yapma cesareti puanı +1000 (^q^)~ “Fiziksel Münasebetteki Gelişme” başarımını kazandığınız için tebrik ederiz!!!

Anında Shen Qingqiu’nun bedeni de kurumuş ceset kadar katılaşıvermişti.

“Fiziksel Münasebetteki Gelişme” mi? O da ne lan?

Aşağıya baktı. Ancak o zaman “kılıcın kabzası” sandığı şeyin gerçekten hatrı sayılır bir şey olduğunu fark edebilmişti.

Kutsal sütun ah!!!!!!!!!!!!!! Kutsal sütunmuş ah!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!! Shen Qingqiu birisini öldürüp ardından kendini öldürmek istiyordu!

Bir süre utanmayla debelenmenin ardından elini yüzüne yapıştırıp içinden kendini avuttu: Kutsal Anıt Mezar’da geceyi ya da gündüzü ayıran bir şey yoktu, o nedenle belki de şu anda dışarıda sabahtır?! Bu doğal bir olay. Doğal, fizyolojik bir olay!

Kendi kendine gidecektir değil mi?! Genel olarak bu böyle işliyor!

Fakat bunu görmezden gelmek de fazla acımasızlık olurdu!!!

Acımasızlık olsa bile yapacak bir şey yok. Böyle bir durumda ovuşturmasında yardım edecek değildi, değil mi?!?!

Görmemiş gibi davranırsa affedilirdi, değil mi?!?!?!


*****

Önceki Bölüm  ― Sonraki Bölüm 


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder