Duraklamanın
ardından, “O ikisi baş edilmesi kolay kişiler değillerdi. Shizun benim yanımda
kalmak istemese bile onlarla gitmeyeceğini umuyorum.” diye devam etti.
Luo
Binghe o ikisiyle ilk kez karşılaşmamış gibi konuşmuştu. Shen Qingqiu, “Onlarla
daha önce karşılaştın mı?” dedi.
Luo
Binghe ilgisizce, “O yılanla Nan Jiang’ta önceden karşılaşmıştım. Birazcık
atışmıştık ve neredeyse kaybediyordum. Diğerini daha önce hiç görmedim fakat
onu yenemezdim.”
Zhuzhi-Lang
Nan Jiang’ta doğmuştu, o nedenle birisi buralarda dolanıyorsa doğal olarak
biraz daha dikkatli olmalıydılar. Tianlang-Jun da önceden Jinlan Şehri’ndeki
vebanın asıl nedeninin Nan Jiang’taki kıtlığı gidermek olduğunu söylemişti. Luo
Binghe’nın Nan Jiang’ta Zhuzhi-Lang’le birkaç kez dövüşmüş olması muhtemeldi.
Fakat
Zhuzhi-Lang Luo Binghe’ya kim olduğunu söylememiş ve ona genç efendi muamelesi
yapmamış olmalıydı. Tianlang-Jun’un da ona söylemeye niyeti varmış gibi
görünmüyordu.
Buna
bakılırsa ne babası ne de kuzeni onu tanıma niyetindeydi.
Luo
Binghe’nın adımları sabit olmasına rağmen çok hafifçe topallıyordu. Yine de
duvardan bile destek almadan gerisin geri yürümeye devam etti. Shen Qingqiu
bunu fark ettiğinde karmaşık hislerle dolmuştu ve tuhaf bir şekilde anlık
duraklayıp sonrasında netlikle karar verip ilerledi. Tam Luo Binghe’ya destek
verecekti ki mum ışığı aniden titreşti.
Kabir
geçidi biraz karardı, Luo Binghe’nın bedeni ona yaslandı.
Fakat
bu sefer Luo Binghe onu ne coşkuyla sarmaladı ne de okşadı, onun yerine
tamamıyla kıpırdanmayı bırakarak Shen Qingqiu’nun üstüne devrildi.
Yaklaşık
yarım bir gün bir yerden bir yere savrulmalarının ardından Shen Qingqiu da son
derece yorulmuş hissetti. İki kişinin ağırlığını kaldıramayıp duvara doğru küt
sesiyle düştü. Luo Binghe onun üzerine yığılmıştı, kemikleri bir yerine
batmıyordu, başı duvara çarpıp darbeyle çınlama sesi çıkarmıştı. Shen Qingqiu
bunu duyduğunda kalbi ürpermiş, dişlerini gıcırdatmıştı.
Apar
topar doğrulup Luo Binghe’yı dayadı. Biraz el yordamıyla yoklamasının ardından
sırtına ulaşmayı başarmıştı. Luo Binghe’nın kıyafetinin Keder Salonu’nun şeffaf
yağmuruna maruz kalan sırt kısmı lime lime olmuştu. Kıyafetinin içini yokladı.
Parmaklarının ardındaki deri cerahatli gibi tuhaf hissettiriyordu. Tuhaf bir
koku da sızdırmaya başlamıştı.
Sonuçta
şeffaf yağmurun hiçbir iyi yönü yoktu.
Shen
Qingqiu birisi uyanmazsa onu uyandırmak için gidip yanaklarına hafifçe tokat
atma yöntemini severdi. Fakat şimdi elini bile kaldırmamışken yapamayacağını
hissetti, sonuç olarak Luo Binghe’nın yanağını hafifçe birkaç kez patpatlamaya
dönmüştü. Sesi istemsizce yumuşamıştı. “Luo Binghe? Luo Binghe?”
Luo
Binghe’nın gözleri sıkı sıkıya kapalıydı. Kirpikleri bile kıpırdamıyor, yüzünün
rengi giderek artarak anormal kırmızılaşıyordu.
Shen
Qingqiu elini uzatıp yüzüne yasladı. Alnı da yanakları da ateşi var gibi
yanıyordu. Fakat Luo Binghe’nın bedeninde ‘ateş’ kavramının olması imkânsızdı.
Kendisini ara sıra zor durumda bulmuş olsa bile, ki çok uzun sürmezdi, bilincini
kaybedeceği noktaya ulaşmamıştı. Shen Qingqiu eline dokundu fakat buz
gibiydiler. Luo Binghe’nın başı mikrodalgada, bedeni de
dondurucudaymışçasınaydı.
Shen
Qingqiu Luo Binghe’nın başının arkasına elini koyup duvara çarpan bölgeye masaj
yaptı.
“Binghe,
beni duyuyor musun?”
Cevap
yok.
Shen
Qingqiu biraz düşündü. Cesedi koruyup çürümesini engellemek için Luo Binghe
günlerce ruhanî enerjisini kullanmış, sonunda yine de onu koruyamamıştı; Siyah
Ay Gergedan Pitonu’nu yakalamak için etrafta körü körüne dolanarak büyük
ızdıraplar çekmiş, Kutsal Anıt Mezar’a vardıktan sonra da Tianlang-Jun
tarafından ilk olarak dövülmüş, sonrasında da Zevk Salonu’nun ses dalgalarına
doğrudan yakalanmış, nihayet şeffaf yağmura maruz kalmadan önceye kadar
Tianlang-Jun tarafından dövülmeye devam edilmişti.
Ne
kadar düşünürseniz düşünün durumu ateşten daha ciddi olmalıydı.
Luo
Binghe bayıldıktan sonra ezici aurası tehditkâr özelliğini kaybetmişti.
Karanlığa çekilmiş Kör Cesetler tam o sırada tekrardan huzursuzca kımıldanmaya,
onları çevreleyerek tıslamaya başlamışlardı.
Shen
Qingqiu bir eliyle devrilen Luo Binghe’yı diğer eliyle de Xiu Ya kılıcını
kavradı. Güçlü bir çekişle kılıç kınından uçan bir okmuşçasına fırlayıp anında
düzinelercesini biçip geçti. Yine de kılıcın yansıttığı ışığın göz alıcılığı
son derece güçlüydü. Ölüm Nefesi Mumu’nun yeşil ışığı kılıçtan yansıdıkça daha
bile şiddetlenmişti. Işığı takip etmekte bir hayli yetenekli olan Kör Cesetler
de çabucak sıyrılmışlardı, o nedenle aynı şeyi tekrardan yapmayı denedi fakat
başaramadı. Shen Qingqiu kılıcı beline yönlendirip kınına yeni yerleştirmişti
ki birkaç çürümüş el yakınına uzanmıştı bile. Doğrudan Luo Binghe’nın gözlerine
bile uzananlar vardı. Shen Qingqiu avuç içinden patlayıcı bir darbe yollayıp arsız
Kör Ceset’in kafasının patlamasını sağladı.
Yine
de, patlayıcı darbe kullanması kolay olsa da, sürekli kullanamazdı. Çok fazla
ruhanî enerji kullanıyordu ve bir süre sonra tükenmesini sağlardı. Dahası Shen
Qingqiu yalnızca iki çubuğa karşılık gelecek kadar ruhanî enerjisi kalmış
durumuna geri dönmüştü, o nedenle önceki gibi endişe etmemezlik yapamazdı.
Yirmi ya da daha çok darbe göndermesinin ardından öncekinden daha zayıf
hissetmeye başlamıştı. Ölü Cesetler kabir geçidinde itip kakışıyorlardı,
geldikleri gibi onları tekmeleyerek uzaklaştırmaktan başka şansı yoktu. Bu
yaratıklar düşük seviye olsalar bile sonları gelmiyordu ve hâlâ bilinci kapalı
Luo Binghe’yı tutmak zorundaydı. Bir kere sendeleleyerek kısa bir anlığına onu
sabit tutamamış, Luo Binghe’nın başını bir kez daha duvara vurmasına neden
olmuştu.
‘Bam’
sesi son derece acıydı. Shen Qingqiu tedirgin bir şekilde elini Luo Binghe’nın
başına bastırdı. Yeniden yokladığında şişmiş büyük bir yumru hissetmişti. Shen
Qingqiu bu ateşle savura savura çocuğun beyninde sorun bırakacak şekilde
kafasını geçirtmezse iyi ederdi!
Küçük
iblisler baş belasıydılar. Eğer Ölüm Nefesi Mumu’yla dolu kabir geçidinde
durmaya devam ederlerse sadece Kör Cesetler’i sonu gelmeksizin kendilerine
çekeceklerdi. Duruşunu değiştirip Luo Binghe’nın bir kolunu omzuna atıp uzun
adımlarla onu çekiştirdi. Kör Cesetler birkaç metre arkalarına atılıyor amma
velakin Ölüm Nefesi Mumu telaşlı nefeslerle aydınlanmaya devam ederek
gölgelerini aydınlatıyordu, ki saklanacak hiçbir yer bıraktırmıyordu. Kör
Cesetler onları yakalayamasa da Luo Binghe’yla onu durmaksızın ister takip
etseler ister etmeseler de, onlardan köşeyi dönüp küçük kabir odasından girene değin
kurtulamazlardı.
Burası
daha çok cesetlerin hazırlanma odası gibiydi. İçerideki tabutlar son derece
pasaklı bir şekilde dağılmış, hatta bazılarının kapakları yere devrilmişti. Ne
asil ne de heybetli görünüyordu. Shen Qingqiu apar topar Luo Binghe’yı içeriye
sürükleyip sırayla her birini kontrol etti. Bazılarının içinde tuhaf
konumlandırılmış kurumuş cesetler olsa da tamamen boş olanlar da vardı.
Kabir
odasının dışından gelen hırıltı sesleri gittikçe yaklaşıyor, yere uzanan
karmaşık gölgeler düzensiz bir şekilde birbirlerine karışıyorlardı. Shen
Qingqiu durumun vahimliğini kavrayıp taş tabutun içerisine fırladı. Aslında Luo
Binghe’yı başka bir tabuta tıkmak istemişti fakat onun için artık zamanı
kalmamıştı. Luo Binghe’yı sıkıca sarmalayıp beraberinde onu da yuvarlayarak taş
tabutun eş zamanlı olarak devrilmesini sağlamıştı.
Zemininde
yumuşak yastık gibi şeyler olmasına rağmen Shen Qingqiu yere öyle sert
çakılmıştı ki yıldızları görmüştü. Shen Qingqiu altta, Luo Binghe üzerindeydi.
Ciddi ölçüde ezilmesiyle neredeyse nefes alamayacaktı.
Bu
çocuk büyürken ne yedi böyle?! Oldukça cılız gözüktüğüne göre nasıl oluyor da
bu kadar ağır olabiliyor?!
Tabutun
yarısı tamamıyla kapanmamıştı. Shen Qingqiu tam kapatmak için elini uzatacaktı
ki dışarıdaki zayıf yeşil ışık titreyerek sayısız yamuk yumuk gölgeyi tavana
yansıtmıştı.
Kör
Cesetler içeriye girmişti.
Kabir
odasında aheste aheste yürüyorlardı. Yayılmakta olan ışığın arada çıkan sesle
birlikte keskin tırnakların taş tabutun yüzeyini tırnaklamasından oluşan ses
Shen Qingqiu’nun kanının çekilmesini sağlıyordu.
Fakat
Ölüm Nefesi Mumlarının katiyen saklanmayacakları bir yer vardıysa o da tabutun
içiydi. Kör yaratıklar ışığın kaynağını bulamadıkça onları yakalayamazdı.
Shen Qingqiu
sakinleşti, sırtını yasladı. Luo Binghe yukardan baskı yapıyordu; yüzükoyundu,
başı Shen Qingqiu’nun omzundaki girintiye gömülmüştü. Shen Qingqiu’nun boynuna
yayılan sıcaklık o kadar hararetliydi ki rahatsız ediciydi. O bile rahatsız
hissediyorsa Luo Binghe doğal olarak daha bile rahatsız hissediyor olmalıydı.
Şansa
bakın ki Luo Binghe’nın elleri soğuk, başı sıcaktı. Ateşini düşürmek için
alnına kendi ellerini de yaslayarak kullanabilirdi. Shen Qingqiu bunun iyi bir
fikir olduğunu düşünüp tam Luo Binghe’nın bileğini kavrayıp kaldıracaktı ki
bedeni aniden kaskatı kesildi.
Beş
çürümüş, tuhaf uzun tırnaklarıyla, kemikleri çıkmış parmaklar tabutun üzerinde
belirmişti.
Niçin
bu denli özenli ve derinlemesine aramak zorundalardı ki?! Kör Cesetlerin düşük
IQlu olmaları gerekmiyor muydu?! Yayılan ışık dışında her şeyi görmezden
gelmeleri gerekmiyor muydu?!!!
Shen
Qingqiu aniden yanağının yanında gerçekten zayıf, kırmızı bir ışığın
yayıldığını fark etti.
Yana
bakış attı. Luo Binghe’nın gözleri kapalı olmasına rağmen alnındaki Şeytanî
İşaret çoktan peydahlanmıştı. Alnındaki kırmızı motif soluk alıp vermesiyle
yoğunlaşıp belirsizleşiyordu. Akabinde kırmızı ışık soluklaşıp parlayıverdi.
Her ne
kadar bu işaretin Luo Binghe’nın soyunu simgelediğini bilse de bu denli bariz
bir şekilde parıldaması gerekmiyordu, değil mi?! Niye bu durum Ultraman’in
yaratıklarla dövüşürken enerjisinin kalmadığı son kritik anda hep olduğu gibi
ışık saçmasına bu kadar benziyordu?!
Felaket
getiren işareti örtmek için elini serbest bırakamamıştı. Refleks olarak başını
birdenbire çevirerek dudaklarını Luo Binghe’nın temiz, parlak alnına
bastırıverdi.
Aslında
Luo Binghe’nın alnını öpüyor gibi görünüyordu. Yine de, bu tarz ufak detayları
bunun gibi alışılmadık durumlarda önemsememek lazım! Hayat bundan daha önemli!
Tabuta
uzanırken yavaşça titreyen, birkaç saç teliyle çevrelenmiş, kirle dolu
tırnaklarla çürümüş ve kurumuş elinin yordamıyla aramıştı. Tabutun içindeki
alan dar fakat fazlasıyla derindi. Kör Ceset el yordamıyla bu kapsamda aramayı
sürdürdüğü takdirde henüz altındaki kişilere dokunamazdı.
Fakat
bu el en ufak bir şekilde çekilmemişti. El aşağı indikçe inerken Shen
Qingqiu’nun gerginliği de arttıkça arttı. Tam Luo Binghe’nın sırtına
dokunacaktı ki Shen Qingqiu dişlerini gıcırdatıp neredeyse uyuşmuş olan sağ
elini çıkarmış ve Luo Binghe’nın sırtının hâlen sağlam olan bölgesine
bastırmıştı.
Bu
bastırmayla birlikte Luo Binghe’nın vücudunun üst kısmı tamamıyla ona
yaslanmıştı. İlk başta aralarında hâlâ küçük bir boşluk vardı fakat şu anda
göğsü göğsüne, karnına karnına, esasında tek bir bedendiler.
Karın
normalde insanın en yumuşak bölgesi olması gerekirdi fakat Luo Binghe’nın karnı
Shen Qingqiu’nunkini çok sert batmıştı. Onu bastırdıkça Luo Binghe’nın
kesinlikle sekiz baklavası olduğuna ikna olmuştu. Birisini öldürmeye yetecek
kadar sertti.
El Luo
Binghe’nın sırtına değmesine bir saç teli kala dursa da yön değiştirerek diğer
tarafa ilerlemeye koyuldu.
Shen
Qingqiu onun Luo Binghe’nın baldırına dokunmak üzere olduğunu fark ettiğinde düşüncelerini
bastırarak bacaklarını açarak Luo Binghe’nın sol bacağının arasına sokulmasına
müsaade verdi.
Çoktan
aralarındaki boşluğu kayıtsız şartsız en az hâle getirmişti, onu daha fazla
gerçekten bastıramazdı!
Kör
Ceset uzun bir süre sallana sallana bulmaya çalıştı. Hiçbir şeye
dokunmadığından son derece yavaş bir şekilde geri çekildi.
Shen
Qingqiu rahat bir nefesi ancak Kör Cesetler memnuniyetsizlikten homurdanarak
kabir odasını terk edip bütün bir kalabalık uzaklaştıktan sonra bırakabilmişti.
Şu anki
duruşları gerçekten çok münasebetsizdi. Birisi bakıp onları bu şekilde görseydi
Shen Qingqiu’nun hiç kuşku yok ki şehvetle yanıp tutuştuğundan Luo Binghe’yı
bırakma niyeti göstermeksizin tek yapabileceği şey onu sarmalayarak
sıkıştırmakmışçasına sımsıkı tuttuğunu düşünürdü. Tam Luo Binghe’yı dayandırıp
doğrulacaktı ki kabir odası aniden yankılandı.
“Bu
kadar çabuk rahatlamak gerçekten biraz fazla erken değil mi?”
Ses bir
ihtiyara aitti, alay tonlaması taşıyordu. Shen Qingqiu hemencecik Xiu Ya
kılıcını kavrayıp Luo Binghe’yı da çevirerek yere yasladı. Pür dikkat kılıcını
önünde tutarken doğruldu. “Kimsin?!”
Kör
Cesetler gideli uzun zaman olmuştu. Kabir odasında buz gibi soğuk taş tabutlar
harici hiçbir şey yoktu, tamamıyla boştu.
…sakın
bana onun başka bir tabuttaki canlanan ceset olduğunu söyleme. Daha demin
kontrol etmişti, hepsi kurumuş cesetlerden ibaretti!
Ses
tekrardan duyuldu. “Beni görmeni istemediğim takdirde bütün Kutsal Anıt Mezar’ı
altüst etsen bile beni görmeye şu kadarcık bile yaklaşamazsın.”
Shen
Qingqiu bunu işittiğinde sesin fazlasıyla aşina olduğunu hissetti. Bunu daha
önce duymuştu ve bir defalık değildi. Ruhanî ışığın anî parıldamasıyla kılıcını
kınından çıkararak “Sadece Kıdemli Rüya İblisi olduğuna göre gösteri yapmaya
gerek yok.” dedi.
Henüz
konuşmasını bitirmişti ki yaşlı adam odanın ortasında şatafatlı kıyafetiyle
ortaya çıkıverdi. Gözleri şahin gibiydi; tabutun üzerinde bağdaş kurmuş şekilde
oturuyor, gururlu bir şekilde Shen Qingqiu’ya bakıyordu. “Gerçekten de beni
hatırlıyorsun.”
Shen
Qingqiu: “Kıdemli Rüya İblisi önümde belirdiğine göre şu anda rüya görüyor
olmalıyım.”
Önceden,
Rüya İblisi sadece Rüya Âlemi’ndeki siyah sis topu olarak görünebiliyordu,
fakat şu anda insan şekline bürünebilmişti. Anlaşılan Luo Binghe’nın bedenini
aldıktan sonra oldukça iyi toparlamıştı. Shen Qingqiu yeni gelenin kesinlikle
Luo Binghe’dan yana olacak ihtiyar bir dede olduğunu gördüğünde gerçekten
rahatlamıştı.
Rüya
İblisi burun kıvırdı. “Yine de, içinde bulunduğunuz bela, rüya değil.”
Shen
Qingqiu: “Kıdemli Rüya İblisi’nin Luo Binghe’nın Rüya Âlemi’ne girip onu
uyandırmada yardımcı olmasını rica edebilir miyim?”
Rüya
İblisi, “Onu ben uyandıramam.” dedi.
“Ya?” Shen Qingqiu’nun telaşı birazcık artmış,
neredeyse “Neden olmasın?”ı ağzından kaçıracak olmuştu. Luo Binghe’nın beyni
ateşten çoktan hasar mı almıştı?
Rüya
İblisi ilgisizce, “İçeriye giremem. Veletin ilk özü şu anda karmaşa içerisinde.
Tamamıyla yoğun sis tabakalarından ibaret, uyanamayacağı bir rüyaya düştü. Ben
bile bu tarz bir durumla önceden yalnızca iki kişinin rüyasında karşılaşmıştım.
İçlerinden bir tanesi ciddi bir hastalıktan dolayı ölümün eşiğindeydi.”
Hayırlı
bir şey söylemek üzere değilmiş gibi görünüyordu. Fakat ilk kısmı çoktan ciddi
bir hastalıktan ölümün eşiğindeyse ikinci kısmı daha beter olamazdı. Shen
Qingqiu sabırla, “Peki ya diğer kısmı?” diye sordu.
“Zihnen engellendi.”
“…”
Rüya
İblisi yürümeye başladı: “Bu velet hak ettiğini bulacak. Geçtiğimiz beş senede
enerjisini gün boyu ruh çağırıp geceleri Rüya Âlemi’nde kendi yarattıklarını
pervasızca katlederek boşa harcadı. Ona bunun ilk özünü yok etmekle aynı şey
olacağını öğreteli yıllar oldu. Er ya da geç o gün gelecekti. Geçtiğimiz
günlerde taneciğin bedeninin leşini korumak için ruhanî enerjisini harcadı,
üstelik o iblis kılıcı başkaldırmak için an kollarken. Yetmedi, Kutsal Anıt
Mezar’a zorla girip İblis Irkı’nın nesillerdir gördüğü en yetenekli dölüyle
direkt olarak çarpıştı.”
Shen
Qingqiu Xiu Ya kılıcını o kadar sıkı tutuyordu ki acıtıyordu. Arkasına, şuursuz
bir şekilde tabutta yatan Luo Binghe’ya doğru baktı. Ardından, “…Kıdemli, onu
uyandırmanın da mı bir yolu yok?” dedi.
“Ben
hiçbir şey yapamam.”
Shen
Qingqiu elini karşısındakine saygısını gösterecek şekilde birleştirip sessizce
gerisin geri tabuta uzandı.
Rüya
İblisi tek kaşını kaldırdı. “Ne yapıyorsun?”
Shen
Qingqiu, “Uyuyorum, uyanana değin.” diye cevap verdi.
Rüya
İblisi’nin başındaki damarlar attı. “Beni görmezden gelmeye mi cüret
ediyorsun?”
Shen
Qingqiu gözlerini kapattı. “Kıdemli şimdiden yapabileceği bir şeyin olmadığını
söylediğine göre, elbette, tek yapabileceğim şey uyanabilene kadar bekleyip onu
güvenli bir şekilde çıkarmak olacaktır.”
Rüya
İblisi burnundan soludu. “Klanımın yasak bölgesi, Kutsal Anıt Mezar son derece
tehlikelidir. Sizi bekleyen iki baş belası şahıs da var. Tek başına onu koruyamazsın.”
Bu
doğruydu, gerçekten doğruydu.
Shen
Qingqiu gözlerini açıp iç çekti. “Fakat şu anda, benim, Shizun’unun yanında.
Onu kim benden başka koruyabili- ya da, şöyle mi söylemeliyim, onu kim
koruyabilecek?”
Duyguların
altüst edilmişliği yoğun ve tezdi. Shen Qingqiu karmaşanın içinde olduğunu
düşünüyordu fakat tek bir konudan gayet emindi: ne olursa olsun Luo Binghe’yı
burada ölüme bırakamazdı.
Rüya
İblisi sakin bir şekilde, “O kadar yılın ardından bu veletin senin müridin,
senin de onun Shizun’u olduğunu sonunda kabullenebildin mi?” dedi.
Shen
Qingqiu: “Sahiden de çok uzun zaman oldu.”
Rüya
İblisi’nin hâlâ onunla esrarengiz bir şekilde dalga geçmesini bekliyordu fakat
ihtiyar adam aniden iç çekti. “Eğer velet uyanıp ne dediğini işitebilseydi ne
kadar mutlu olurdu, merak ediyorum.” dedi.
Dede,
her cümlede bu kadar karamsar konuşmasan!
Shen
Qingqiu’nun yüzü siyah çizgilerle kaplanmıştı. “Uyanabilseydi” derken ne demek
istiyordu? Yaşamla ölümün belirsizliğinin havası onu iyice tedirgin ediyordu,
tamam mı?!
Rüya
İblisi’nin hiddeti aniden yükselmiş, yüksek sesle “Veletin Shifu’su bariz bir
şekilde benim. Ona kaç tane şey öğrettim?! Ha?! Gökyüzünün altındaki her şeyi
bilme kabiliyeti, insanların kalbini kontrol etme yöntemi…! Gel gör ki bana
Shifu demeyi reddediyor, tek dediği şey ‘Kıdemli’ de ‘Kıdemli’! Sen sadece ona
birkaç üstünkörü dövüş hareketi, bir ya da iki ruhsal efsun tekniği öğretmiş
sıradan bir efsuncusun, yine de seni Shizun bilip, senin adınla ağlayıp senin
izinden gidiyor! Sinir bozucu!” dedi.
Uzun
zamandır hiddetini bastırmıştı, şimdiyse ikisinin tabutta uzandığını gördüğünde
manzarayı gitgide tiksindirici bulmuştu. Yaşlı gözleri bundan dolayı körleşmek
üzereydi; son derece mutsuz, o nedenle de huysuzdu. Shen Qingqiu da mutlu
değildi. Rüya İblisi’nin Cang Qiong Dağı’nın kılıç tekniklerine üstünkörü dövüş
hareketleri demesine sinirlenmişti. Tam karşılık verecekti ki Rüya İblisi
elleri arkasında, kışkırtacak şekilde konuşarak tabut karşısında bir ileri bir
geri yürümeye başladı: “Seni o zamanlar Rüya Âlemi’nde gizli gizli yok etseydim
bugün böyle bir olay olmayacaktı. Velet aslında önümüzdeki zamanlarda umut vadeden
bir yeteneğe sahipti, fakat seninle tanıştığı andan itibaren insanları
sinirlendiren, işe yaramaz hâline geldi. İnatla senin önünde de öyle
davranmaya, hiçbir şey hissetmiyormuş gibi davranmaya devam ediyor! Bana kalsa
hem seni hem de kendini öldürmeli, ya da sen yapmalısın. İnişli çıkışlı
beraberlikle böyle zorluk çıkarmak- gerçekten görenin sinirlenmesine neden
oluyor!!”
Shen
Qingqiu gerçekten kendi kulaklarını, onun da ağzını kapamak istiyordu. Huzurlu
bir şekilde uyuyan Luo Binghe’ya baktı, onun ağladığı hayali aklında kısa bir
süreliğine belirmiş, ardından anında başka yere bakmıştı. “Bu şeyleri yüzüme
söylemek çok güzeldi, değil mi, Kıdemli? Artık azarlamanız bitti mi? Bittiyse,
uyanmama izin verir misiniz?” demekten kendini alıkoyamadı.
Rüya
İblisi hâlâ sızlanıyordu. “Uyanmana izin mi vereyim? Uyansan bile nasıl
çıkacağını bilmiyorsun. Açtığı giriş çoktan kapatıldı.”
Shen
Qingqiu: “Niçin tekrar açamam? Kıdemli’den Luo Binghe’nın Siyah Ay Gergedan
Pitonu’nu bariyeri kırmak için kullandığı zamana çıkmak için nereden gitmem
gerektiğini söylemesini rica edebilir miyim?”
Bakışları
Luo Binghe’nın belindeki İblis’in Kalbi kılıcına yönelmişti. Giriş açılmıştı
fakat kaçınılmaz olarak hâlâ zayıftı. Tekrardan açmak için Xin Mo kılıcını
kullanmışsa muhtemelen bir kere daha kullanabilirdi. Rüya İblisi bakışlarını
takip etti. Belli ki anlamıştı fakat emin olamıyordu. “Bu kılıç katiyen
kullanmana izin vermez.”
Elbette,
Shen Qingqiu bunu da biliyordu. Sessiz bir şekilde dişlerini kenetleyip ağır
ağır, “Başka bir seçeneğimiz yok. Denemek zorundayım.” dedi.
Uyandığında
hâlâ taş tabutun içinde yatıyordu, Luo Binghe da üzerinde uysal bir şekilde
uzanıyor, onu sıkıca kavrıyordu.
Şükürler
olsun ki rahatsız edici ihtiyar Rüya İblisi’nin ruhu sonunda onun gitmesine
izin vermişti. Shen Qingqiu bir anlığına doğrulmak üzereydi ki sağ bacağı
aniden uyluğunun içinden gelen sert bir şeyle sürtünerek dürtülmüştü.
Shen
Qingqiu en başta bunun kılıcın kabzası olduğunu düşündü, itelemek için dalgın
bir şekilde elini ona uzattı. Daha dokunduğu gibi Sistem’in bildirisi ansızın
patlayıverdi:
【HEYYYY~~ Kahramanın
doğru şeyi yapma cesareti puanı +1000 ┏(┏^q^)┓~
“Fiziksel Münasebetteki Gelişme” başarımını kazandığınız için tebrik ederiz!!!】
Anında
Shen Qingqiu’nun bedeni de kurumuş ceset kadar katılaşıvermişti.
“Fiziksel
Münasebetteki Gelişme” mi? O da ne lan?
Aşağıya
baktı. Ancak o zaman “kılıcın kabzası” sandığı şeyin gerçekten hatrı sayılır
bir şey olduğunu fark edebilmişti.
Kutsal
sütun ah!!!!!!!!!!!!!! Kutsal sütunmuş ah!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!! Shen Qingqiu
birisini öldürüp ardından kendini öldürmek istiyordu!
Bir
süre utanmayla debelenmenin ardından elini yüzüne yapıştırıp içinden kendini
avuttu: Kutsal Anıt Mezar’da geceyi ya da gündüzü ayıran bir şey yoktu, o
nedenle belki de şu anda dışarıda sabahtır?! Bu doğal bir olay. Doğal,
fizyolojik bir olay!
Kendi
kendine gidecektir değil mi?! Genel olarak bu böyle işliyor!
Fakat
bunu görmezden gelmek de fazla acımasızlık olurdu!!!
Acımasızlık
olsa bile yapacak bir şey yok. Böyle bir durumda ovuşturmasında yardım edecek
değildi, değil mi?!?!
Görmemiş
gibi davranırsa affedilirdi, değil mi?!?!?!
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder