Gerçekten mi? Siyah! Ay! Gergedan!
Pitonu!
Siyah +
Ay + Gergedan + Piton, meğerse bu dört unsurla Siyah Ay Gergadan Pitonu sahiden
basit bir birleşmeden ibaretti. Yüce Gökyüzüne Ateş Eden Uçak, isimlendirme
tarzın her zamanki gibi!
Zhuzhi-Lang
dikkatle Tianlang-Jun’un önüne geçip rahatlıkla Shen Qingqiu’yu da sardı. Shen
Qingqiu Luo Binghe’yı gördüğünde bilinçsizce Zhuzhi-Lang’ın arkasına iyice
sokuldu. Bunun sebebi Luo Binghe’dan her fırsatta kaçması değildi; vicdanı el
vermiyordu, ona bakacak yüzü yoktu. İkinci kez gözlerinin önünde son nefesini
verdiğini gördüğünde Luo Binghe’nın nasıl bir duygu durumunda olacağını
düşünmeye cesaret edemiyordu. Tek yapabileceği şey olmamış gibi davranıp
gözlerinden ırak şeyin vicdanını rahatlatacağını varsanmaktı.
Tianlang-Jun
bir kaşını kaldırdı, bu ifade aynı zamanda Luo Binghe’yla hatrı sayılır şekilde
benzerlik göstermişti. “Kutsal Anıt Mezarı’nın korumalarını yıkmak için iki yüz
Siyah Ay Gergedan Pitonu’nu yakalamaya tereddüt etmezdi de. Tepe Lordu Shen,
oğlum size karşı gerçekten özel hisler besliyor.”
Shen
Qingqiu buna karşılık vermedi. Bu, asıl eserde bağırmasıyla Sonsuz Uçurum’u
bile açabilen şeytanî hayvandı. Kutsal Anıt Mezar’a zorla girmesine gelince,
Luo Binghe tek seferlik kullanım için iki yüz tanesini yakalamıştı.
Tozlar
çöktükten sonra Shen Qingqiu sonunda net bir şekilde görebiliyordu- Luo Binghe
gerçekten de Kutsal Anıt Mezar’a tek başına dalmıştı. Kutsal Anıt Mezar İblis
Irkı’nın hem kutsal hem de yasak yeriydi. Saf İblis Irkı’ndan kişiler el
üstünde tutup taparlardı, toprağına saldırmazdı. Bu inancı sorgulamaktı- kimse
onunla gelmeye cesaret edemezdi, o nedenle tabii ki de yalnız gelecekti.
Tianlang-Jun
kısa süreliğine gözlerini kapadı. Tekrardan açtığında, “Cesaretin takdire
şayan. Tek başına gelmen büyük bir marifet değil fakat bu iki serseriyi beraberinde
getirmemeliydin.” dedi.
Luo
Binghe sakin bir şekilde Gergedan Pitonu’nun başından atladı. Cüsseli hayvan
enerjisinin son kırıntılarını da yitirmiş, daha fazla ilerleyemez hâldeydi,
güçlü bir çarpma sesiyle yere çöktü. Tereddütsüz bir şekilde bakışlarını Shen
Qingqiu’ya yönlendirdi; sinirden köpürüyor, ağlamak üzereymiş gibi gözlerinden
kıvılcımlar çıkıyordu. Shen Qingqiu gecikmeli tepki vermişti. Demin
Zhuzhi-Lang’ın arkasına fırlamıştı- iyice Luo Binghe’dan tekrardan kaçınıyormuş
gibi görünmüştü!
Fakat
şu anda herhangi bir izah için çok geçti. Orada olanlardan birisi, yazarın
erkek kahramanı bütün gücüyle pestil etmesi için belirlediği babasıydı! Shen
Qingqiu sonunda bağıracak gücü buldu. “Geri dön!”
Luo
Binghe karşılık vermedi. Elini kaldırıp Xiu Ya’yı fırlattı. Ancak Shen
Qingqiu’nun kılıcı yakaladığını gördükten sonra Kutsal Türbe’nin salonundaki
diğer ikisine doğru döndü. Avuç içlerine cayır cayır yuvarlanan iki tane
şeytanî enerji topunu toplayarak aldatmaya çalışmadan doğrudan üzerlerine
savurdu.
Şimdiden
saldırıya mı başladın?
Luo
Binghe’nın sol eli Zhuzhi-Lang’ın karnına çarpıp kendi sağlığını azıcık olsun
düşünmeden onu uçarak gönderdi, sağ eli de Tianlang-Jun’a vurmak için savurdu.
Shen Qingqiu baştan aşağıya kasılmış, pür dikkat bir şekilde kenardan
izliyordu.
Ancak
Tianlang-Jun darbeyi yakaladı! Bir adım bile geri gitmeden, kolayca elini
çevirip Luo Binghe’nın savunmasını kendi omzuna savuşturdu.
Shen
Qingqiu o anda Luo Binghe’nın kemiklerinin kırılma sesini duyduğuna yemin
edebilirdi.
İşler
bu noktaya geldiğinde Luo Binghe gözlerini kırpmış, uyarısız bir şekilde ağız
dolusu taze kanı tükürüvermişti.
Bütün
çenesi, boynu ve göğsü kırmızıya boyanmıştı ve kan hâlâ aşağıya süzülmekteydi.
Luo Binghe ağzının kenarını sildi, hâlâ şaşkın görünüyordu.
Dürüst
olmak gerekirse kan tükürmesine neden olacak kadar ciddi fiziksel bir hasar
aldığını en son göreli gerçekten çok uzun zaman olmuştu.
Kahramanın!
Halesi! Kırılmaz! Altın! Bedeni! Kuralı! Yok! Muydu?!
Babasıyla
uğraşmadın, şimdi çocuğuyla mı uğraşıyorsun?!
Tianlang-Jun
sadece oğlunun omzunu hafifçe patpatlamıştı ama kolu yeniden yerinden çıkmıştı.
Tianlang-Jun kaşlarını çattı, Zhuzhi-Lang anında onun için yerden alıp iki eliyle
ona sundu. Luo Binghe bütün kanı silmeye zahmet etmedi bile. Gözlerindeki
uğursuz parıltılarla birlikte Xin Mo’yu kavramak için sırtına uzandı. Tianlang-Jun,
“Kılıç güzel bir kılıç. Tekniğinin berbat olması ne yazık.” dedi.
Luo
Binghe kısık sesle Shen Qingqiu’ya seslendi. “Benimle gel!”
Zhuzhi-Lang,
“Çok geç. İki yüz Siyah Ay Gergedan Pitonu, Kutsal Anıt Mezar’ı bir anlığına
açık tutup senin içeriye girmene yetecek kadardı.” dedi.
Luo
Binghe, “Öyleyse ikinizi kurban edip kanınızla bir kere daha açarım!” diye
hırıldadı.
Xin
Mo’nun tamamıyla kınından çıkmadan aniden gerisin geri itileceğini kim tahmin
edebilirdi ki? Shen Qingqiu, ne zaman Tianlang-Jun’un Luo Binghe’nın arkasına geçip
tek eliyle kılıcı bastırarak gerçekten onun kılıcını çekip sorun yaratmasını
önlediğini anlayamamıştı. Luo Binghe hemencecik o tarafa döndü. Ne kadar hızlı
olursa olsun Şeytan’ın Kalbi Kılıcı’nın çıkmasına en fazla sekiz santim kala
aniden geri itilebileceğini kim düşünebilirdi ki? Birkaç kere arkalı önlü
değişiklikle dönmenin ardından Tianlang-Jun, onunla uğraşmaya karşı ilgisini
kaybetmiş göründü. Bileğinin ani bir hareketiyle İblis’in Kalbi Kılıcı’na
dikkat etmeyi bırakıp doğrudan onu başından itti.
Luo
Binghe’nın gözleri parlayarak açıldı. Başının üzerinde yoğun, mor-siyah enerji
dönüyordu. Tianlang-Jun elini kaldırdı. Luo Binghe’nın kar beyazı yüzüne bakıp
objektif bir şekilde “Annesine benziyor.” diye değerlendirdi.
Yanından
gelen soğuk ses, “Gözleri seninkine benziyor.” dedi.
Tianlang-Jun
yavaşça başını çevirdi. Kar ve don gibi parıldayan Xiu Ya, Zhuzhi-Lang’ın
boğazına bastırılmaktaydı.
Shen
Qingqiu hafifçe tebessüm etti. “İyi bir ast, samimi bir yeğen olarak ondan
değerli hiçbir şey yoktur. Tianlang-Jun, seçimlerinizi tekrardan gözden
geçirmeniz gerekmiyor mu?”
Zhuzhi-Lang
kısık bir sesle, “Junshang, bu ast bir anlık dikkatsizlik etti.” dedi.
Bu ‘bir
anlık dikkatsizliği’ anlaması zordu, Shen Qingqiu onu engellemek için büyük
çaba sarf etmişti. Yılan şeklinde değilken bile o kadar kaygan bir adamdı ki!
Tianlang-Jung
hafifçe, “Zhuzhi-Lang biraz aptal, kişiliği fazlasıyla zayıf. Ona bunu yaparsan
kalbi kırılacaktır.” dedi.
Zhuzhi-Lang
zayıf bir şekilde, “Junshang, b…ben yapmadım…” dedi.
Shen
Qingqiu biraz samimiyetle, “Hiç de hassas yürekli değilimdir fakat müridime
yaptığın şeyden dolayı kalbim kırık. Sen müridimi bırak, ben de yeğenini
bırakayım. Ne dersin?” dedi.
Tianlang-Jun
kollarını iki yana açtı. “Korkarım ki bu fırsatı vermeyeceğim.”
Doğrusu
Shen Qingqiu’nun avuç içi soğuk terden yapış yapıştı, “Sana şu anda bu fırsatı
veriyorum.” dediğinde sadece sesi sakinliğin hâkimiyetindeydi.
Tianlang-Jun,
“Demek istediğim, Zhuzhi-Lang bana fırsat vermiyor.” dedi.
Cümlesini
bitirmeden önce Zhuzhi-Lang aniden kendini Shen Qingqiu’nun kılıcına fırlattı!
Bu
hareketine acayip bir kuvvet eklemiş, gerçekten de hayatını hiçe sayarak
elinden geleni ardına koymamıştı. Shen Qingqiu bunun anlık bir şaşırtmaca
olduğundan katiyen şüphelenmemişti. Şaşırmış hâlde, refleks olarak kılıcını
çekti. Kılıcının ucunu geriye çektiği gibi Zhuzhi-Lang kaçma fırsatı
yakalayarak Tianlang-Jun’un yanına geri fırladı.
Tianlang-Jun
“gördün mü” mimiği yaparak gülümseyip, “Sana söyledim, Zhuzhi-Lang biraz aptal.
Birisi onu tehdit ederek şantaj yapmaya çalıştığında kendi ölümünü arar. Tepe
Lordu Shen onu tam anlamıyla, hiçbir şekilde hafife almamalı.” dedi.
Shen
Qingqiu neredeyse kan tükürecekti. Zhuzhi-Lang gerçekten de rehine alınmanın
sözü edilebileceği birisi değildi. Sıkıştırılması zor olduğundan değil, o kadar
güçlükle zapt edilmesinin ardından hiçbir kazancı olmadığındandı!
Tianlang-Jun,
“Yeğenimin hafif bir sıkıntı çekmesinin adil olması için yapılabilecek tek şey
Tepe Lordu Shen’in müridinin ödemesidir.” dedi.
Konuşurken
parmakları zarif bir şekilde kıvrıldı. Luo Binghe boğuk bir inilti çıkarttı,
taze kan gözlerinin kenarından aksa da büyük bir zorlukla bakışlarını Shen
Qingqiu’nun üzerinde tuttu. Ağzındaki kanlı köpüklere karşın dişlerini sıkıştırıp
zorla konuştu: “…Herhangi… bir yere git… burada kalma yeter!”
Shen
Qingqiu başını hızlıca yukarı kaldırdı, Xiu Ya önüne fırladı. Odada beliren
beyaz bir yıldırımmışçasına Tianlang-Jun’a yöneldi. Zar zor başını eğdi, kılıç
yanağını sıyırarak şangırtıyla arkasındaki duvar resmine saplandı.
Tianlang-Jun,
“Nişan alman pek iyi değil.” dedi.
Shen
Qingqiu elini yavaşça geriye çekmiş, dudaklarının kenarı yukarıya kıvrılmıştı.
“Doğru. Tam isabet vurdum.”
Tianlang-Jun
biraz korkmuştu, başını anında sadece Xiu Ya’nın duvar resmindeki gülümseyen
kadının gözünü temiz bir şekilde delip geçtiğini görmek için çevirdi. Göz
bebeğine gömülmüş mücevher parçalanıp sayısız parıltılı parçalarla taş duvardan
düştü.
O kadın
kesinlikle yalnızca duvara boyanmış bir yüzdü, fakat dudaklarının kenarı en
mutlu hâle zorla giriyormuş gibi gittikçe kıvrılıyordu. Sırıtışının kenarı
yüzünü kulaklarına kadar kesmiş, kanlı ağzı kurbanlık kâse gibi açılmıştı.
Aniden,
kutsal anıt mezarın salonunun ortasında kıyaslanamaz bir güçte kahkaha
patlayıverdi.
Ve bu
kahkaha, duvar resmindeki kadının ağzından çıkıyordu!
Zevk
Salonu hırsızlara karşı tedbirliydi. Duvara tamamıyla mücevherler gömülüydü
fakat bir tanesini bile kendin için çıkarmaya çalışırsan büyücü kadın iblisin ölümcül
kahkaha silahını işitmeyi beklerdin!
Bu
kahkahanın özellikle İblis Irkı’na karşı etkisi olduğu barizdi. Neticede ana
sebebi tabii ki de gezinen İblis Irkı’ndaki mezar yağmacılara karşı korumaktı.
Herhangi bir insanın İblis Âlemi’ne mezar yağmacılığına gelecek kadar sıkılacağı
ya da cesaret sahibi olacağı yoktu ya. Ses kulağınıza geldikten sonra kalp ve
beyin durmaksızın delicesine atar, keskin acı dalgası olurdu, dünya etrafınızda
döner, çiçekler gözlerinizde açılırdı. Zhuzhi-Lang kulaklarını kapatmadan
edemedi, Tianlang-Jun da ayrıca bir elini çekerek şakağına bastırdı. Shen
Qingqiu bu olay için uzun süre hazırlanmıştı. Anlık fırsat yakaladığı gibi
hızla salonun ortasına fırladı. Sol elini kaldırıp Xiu Ya’nın karşılık vererek
kınına geri fırlamasını sağlayıp sağ eliyle de Luo Binghe’yı kaparak koştu!
Anıt
Mezar’ın başka bir salonuna hızla dalmışlardı, Shen Qingqiu’nun ilk yaptığı şey
kepenk tarzındaki kapıyı indirerek sıkıca kapatmaktı! Ağır taş kapı yere
çarparak toz bulutunu kaldırdı. Sadece kapıyı kapatan mekanizmayı bulabilmişti,
açabileni değil. Her hâlükârda kapıyı açamaması en iyisiydi fakat bunu düşünüp
sonunda bütün bu mücadelelerin ardından rahatladığı esnada bakmak için başını
çevirmiş, olduğu yerde dizlerinin üstüne düşüvermişti.
Zhuzhi-Lang
bir eliyle onu sıkıca tutarken gözlerini kırpıştırdı.
Bu
seferki ne tür bir felaketti böyle- baba oğul ikilisini Zevk Salonu’nun
içindeki tek taraflı konutsal vahşete bağlamayı başarmıştı. Bu suç olarak çok
büyüktü, buraya suç araştırmaları gerekecek, ah! Shen Qingqiu elini sallayarak vuruşunu taş
kapıya yönlendirmişti ki Zhuzhi-Lang onu tekrardan tuttu. “Usta Shen, geri
dönmek için canınızı sıkmayın. Junshang’la yüzleşirseniz başarmanızın imkânı
yok.”
Shen
Qingqiu neredeyse parçalara ayrılacaktı. Çok yakınlaşmıştı. Nasıl oldu da
yanlış kişiyi kapabilmişti? Bunların hepsi Zevk Salonu’nun duvar resmindeki
kadının kahkaha saldırısının çok güçlü olmasındandı, titreşen yeşil mumların
loş ışığında üçü de siyah kıyafetleriyle ilk bakışta aynı gözüküyorlardı.
Hepsinin aynı tarza sahip olmalarının sebebi akraba olmaları mıydı?
Zhuzhi-Lang,
“Yanlış kişiyi kaptığından değil, Usta Shen, kaptığınız eli değiştirdiğimden
oldu.” dedi.
Bu Shen
Qingqiu için son damlaydı, taş duvara yumruğunu geçiriverdi. “En başta Luo
Binghe’yla birlikte olmak istemiştim ben!”
Zhuzhi-Lang
şaşırmış, ardından “Usta Shen, sizle o… çoktandır birlikte değil miydiniz?”
dedi.
“…” Bu adamlarla birlikteyken bunu söylemesi
gerçekten çok zor!
Shen
Qingqiu elini kaldırarak susması için uyardı. Dönerek birkaç adım ilerlediğinde
aniden ayaklarının altındaki zemin düzlüğünü kaybetti. Ardından onu takip eden
Zhuzhi-Lang durması için hareket yaptı. “Kıpırdamayın!”
Büyük
salonun zeminine devasa bir kadın yüzü yayıldı. Şimdiyse kulağında
duruyorlardı.
Bu Zevk
Salonu’ndakiyle aynı kadın değildi. Bu yüz cilveli bir güzelliğe sahip değildi.
Onun yerine vahşi, haşindi; geniş burunluydu ve ince gözlerinden hırs
fışkırıyordu. Tiksintinin en iyi şekilde ifade edileceği kadar çirkin gibiydi,
çirkin bir cadı gibi görünüyordu.
Shen
Qingqiu, “Yüzüne basma.” diye uyardı.
Zhuzhi-Lang: “…”
Bütün zemin onun yüzüydü, yüzüne basmazsan nereye basacaktın…
Zevk,
Hiddet, Keder- bu üç salon biri diğerine olarak katmanlaştırılmıştı. Zevk
Salonu’nun ilk kısmını geçtikten sonra onu anında “Hiddet Salonu” takip
etmeliydi.
Asıl
Luo Binghe Kutsal Anıt Mezar’ı ziyaret ettiğinde (yağmaladığında) ve bu düzeyi
temizlediğinde karşıya geçmek için özel adım şablonu kullanmıştı. Ne yazık ki
Shen Qingqiu nerelere adım attığını net hatırlayamamıştı. Dikkatsizce yanlış
bir adım atarlarsa Hiddet Salonu’nun hırsızlara karşı tedbiri tetiklenecekti.
Doğrudan zeminden ilerlemek adım sayıldığından dolayı bulmacayı kılıçlarının
üzerinde uçarak çözemezlerdi.
Yüzüne
basılırsa elbette sinirleneceğini söylüyordu- hiç şüphesiz bu Hiddet
Salonu’ydu!
Buraya
koşturmaya cesaret etmesinin nedeni tuttuğu kişinin basacağı şablonları bilen
Luo Binghe olduğunu sanmasıydı. Fakat bu yılanın çok kısa bir sürede insanları
ayırabilecek kadar kaygan olduğunu kim bilebilirdi ki?!
Ayaklarının
altındaki zemin gittikçe sıcaklaşıyordu. İlk olarak kadının yüzü al al oldu
fakat sıcaklık arttıkça yavaşça kırmızıya koyulaştı. Shen Qingqiu sıcaklığı
sınamak için çömeldi, elini yere değdirdiği gibi anında geri çekti. Sıcaktı,
zeminin altında ateş tutuşturmuşlar, zeminde öylece durmak sıcak ocaktaki
etmişçesine seni kızartacakmış gibiydi. Biraz önce farkında olmadan yüze şimdiden
birkaç kez basmışlar gibi görünüyordu. Shen Qingqiu birkaç adım gerileyip
odanın kenarlarına olabildiğince yaklaştı.
Aniden
parlak, altın-kırmızı bir sıvı yerden çeşme gibi köpürdü.
Zhuzhi-Lang anında asıl şekline büründü; sarı gözlü,
yeşil bir yılan pulları ışıkta parlarken zeminde dolandı. Bedeninin üst kısmını
kaldırıp tıslama sesi koyuverdi, dört adam uzunluğundaydı. Shen Qingqiu’yu top
şekline getirerek içindeki pul zırhıyla emniyetle sarmaladı. Beyaz zehirli
dişlerinden oluşan sık orman Shen Qingqiu’nun başının yakınına bastırılmıştı.
Devasa altın gözlere yakından bakıldığında daha bile vahşi ve tuhaftılar.
Tianlang-Jun
şüphesiz haklıydı, Zhuzhi-Lang kesinlikle biraz aptaldı. Ağlayana kadar kızıl
zırnık şarabını soluduğu zamanı hatırlamıyor muydu? Şimdiyse kılıcın ucunu ona
tuttuğunu hatırlamıyor muydu? Böyle bir durumda hâlâ kendini siper etmeye
gönlünün el verebilmesi Shen Qingqiu’nun ona sataştığı için bayağı kötü
hissetmesini sağlamıştı.
Aniden,
büyük bir gürleme sesiyle, Hiddet Salonu’nun duvarlarından birisi tek parça
devriliverdi.
Havayı
istila eden toz bulutunun ardından Tianglang-Jun devrilmiş duvarın taş
yığıntılarından aşağıya inerken bileğini oynattı. Hiddet Salonu’na girdiğinde,
“Bu benim yanlış anlamam mı bilmiyorum ama Tepe Lordu Shen Kutsal Anıt Mezar’a
benden bile daha aşina gibi görünüyor.” dedi.
Zhuzhi-Lang
insan şekline geri dönerek, “Jungshang, içeri girmeyin!” diye bağırdı.
Tianlang-Jun
sorgular bir ifade takınamadan çoktan kadının yüzünde altı ya da yedi adım
atmıştı bile.
Shen Qingqiu: “…”
Zhuzhi-Lang: “…”
Birbirlerine
kapanan dört adamı gökyüzünden vurmaya yetecek kalınlıktaki bir mağma sütunu
aniden Tianlang-Jun’u öfkeli aleviyle yutuverdi.
Hahahahahahahahahahahahaha!
Shen
Qingqiu içinden kahkahayla uludu. İnsanların sözlerini bitirmesine izin
vermediğinde ne olduğunu gör! Sevgili oğlunu dövdüğünde ne olduğunu gör! Devam
et, göster ki hazırlanmış olsan bile fazla gurur insanın gözünü kör eder! Fakat
hemen ardından, artık gülemez oldu. Luo Binghe sarsılmış bir şekilde hemen onun
ardından ilerleyip salona daldı. Bir kolu tamamıyla kırılmış gibi kenarda
gevşek bir şekilde sallanıyor, başından sonu gelmeksizin kan akıyordu ve
gözlerinden bir tanesi artık açılmıyordu.
Ne
acımasız. Bu acınası durumda en son onu gördüğünden beri asıl eserdekinden daha
bile beter dövülmüştü. Luo Binghe’yla derdi neydi? Niçin bu kıdemli onu güçle
eğitmeye bu kadar düşkündü? Burası Bai Zhan Tepesi değil!
Zhuzhi-Lang
çıldırmış şekilde kızgın sütunun çevresinde koşuşturuyordu, diğerlerini umursayamayacak
kadar fazla meşguldü. Luo Binghe salondaki olayı dikkatlice incelemiş, başını
eğerek bakmış, ardından taş yığınından atlayıp birkaç adım atarak Shen
Qingqiu’nun yanına hemencecik ulaşmıştı.
Bu hiç
de bilimsel değil! Bir bakışta nasıl oldu da mekanizmayı engelleyecek adımları
bulmayı başarabildi?
Luo
Binghe neyi düşündüğünü tahmin etmiş gibi kısaca, “Akupunktur* noktalarına
bastım.” diye açıkladı.
Akupunktur: Az çok biliyorsunuzdur zaten ama minik bir not düşmek istedim.
Vücudun belli noktalarına iğne batırılarak yapılan geleneksel bir Çin tıbbı
yöntemi, vücudun enerji akışını dengeleyerek organizmanın kendi kendini
iyileştirme gücünü arttırmasına yardımcı oluyor. Hiddetin enerji akışını
etkilediğini varsayarsak rahatlatmak için akupunktur mantıklı, bulmaca böylece
çözülmüş oluyor.
Konuşurken
çoktan Hiddet Salonu’nu aşıp sonraki kademeye gelmişlerdi. Taş kapı örtüldükten
sonra Shen Qingqiu bu sefer yanlış kişiyi yanına almadığından emin olmak için
Luo Binghe’ya iki kere daha bakmadan edemedi.
Shen
Qingqiu anıt mezar salonunun kenarında duruyor, aceleci hareketler yapmaya cesaret
edemiyordu. “Keder Salonu”nu yöneten İblis büyücü kadın salonun zirvesine
yerleştirilmişti. Bakmak için başını kaldırdı; beklenildiği gibiydi, kadının
yüzü tavandaydı, kaşları havaya doğru kıvrılmıştı, yumuşaktı ve derin bir
şekilde ağlıyordu. Davetsiz misafiri hissettikçe yüzün gözleri açıldı. Yüz
hatları değişiyordu, ifadesindeki perişanlık gitgide artıyordu. İlk önce
gözlerinden birkaç damla süzülüp yere pıtırdamıştı fakat çok geçmeden tavandan
çiseleyerek süzülmeye başladı.
Tam hayalet
gibi şeffaf yağmurun bedene temas etmemesi için uyaracaktı ki Luo Binghe onu
korumak için kolunu kaldırıp siper alarak doğrudan karşıya koşuşturttu. Bir
anlık gafletle Shen Qingqiu çoktan en hızlı şekilde bu yerden çıkarılmıştı.
Asıl
Luo Binghe titizlik isteyen bir teknikten gidiyordu fakat şu anki durumda bu
yöntem gerçekten çok basit ve yavandı!
Zevk,
Hiddet ve Keder; bu üç katmanlaştırılmış salonlar iki yüz bin kelimeyle
uzatılmış bir yan hikâyeydi fakat şu anki olayları sayarsanız bir bölüm bile
etmiyor muydu?! En azından Keder Salonu bitmeden on bölüm gitmeliydi fakat
şimdi? Üç paragraf da yeterli miydi?!
Sistem bildiriyle cıvıldadı: 【Doldurma olay
örgüsü kesildi, hikâye çizgisi azaltıldı, B Puanı +100! 】
Fakat
bu kadar kesmek de biraz fazla!
Üç kutsal
salondan çıktıktan sonra karanlık, durgun bir kabir geçidi vardı. Keder
Salonu’ndan çıkar çıkmaz yeşil ışık gitgide aydınlanmış, sıra sıra genişleyerek
mesafe kat etmişti.
Kutsal
Anıt Mezar’daki hırsızlara karşı tedbirlerin hepsi çılgınlık seviyesindeydi, Ölüm Nefesi Mumları ağaçta yetişir gibi her yere yığılıyordu. Kabir geçitlerinde
düşüncesizce gezinen kör zırvalık cesetleri ayaklarını sürerek içeriye
girdiler. Soğuk ve titiz bir bakışla Luo Binghe elini kaldırdı, farkında
olmayarak topluca kısık bir şekilde tıslayıp boğazlarından nefes dolusu bir
hırıltı üflemenin ardından başları eğik bir şekilde geldikleri gölgelere geri
karışmışlardı.
Luo
Binghe Shen Qingqiu’ya bakış atmadan elini geri çekip “Gidelim.” dedi.
Shen
Qingqiu Luo Binghe’nın yüzünde yoğun kızarıklıklar fark etmişti, koyu yeşil mum
ışığının altında bariz bir şekilde parlıyordu. Anlaşılan, açıkça utanmadan
yoksun değildi. Önceden Luo Binghe her seferinde Shen Qingqiu’yu yakaladığında
öfkesini dizginleyip ona sert bir bakış atardı, fakat bu sefer bakmamıştı bile.
Shen Qingqiu’nun bakışlarını fark ettiğinde gözlerini sakınmıştı, bilinçsizce
gözlerindeki kan lekelerini silmek için kırılmamış olan sol elini kullandı.
Shen
Qingqiu onun zehirlenmiş olabileceğinden ya da ciddi bir beyin travması
geçirdiğinden şüphelendi fakat Luo Binghe’nın yürüyüş şekli dengeliydi, o
nedenle böyle bir durum var gibi görünmüyordu.
Tam
ağzını açıp durumunu sormayı planlıyordu ki ilk sözü aceleyle Luo Binghe sarf
etti. “Bu bedenin ruhanî damarları iyi çalışıyor mu?”
Shen
Qingqiu ilk söyleyeceği şey olarak bunu beklemiyordu. Şaşkın bir şekilde,
“Normaller.” diye yanıtladı.
Her
sessizliğe büründüklerinde bunu bitirmek için ilk girişen Luo Binghe oluyor
gibi görünüyordu. Luo Binghe’nın, bu bedenin ruhanî damarlarını yavaş yavaş
onarmak için beş yılını harcadığını hatırladı.
Luo
Binghe başını sallayıp, “Bu iyi. Diğer bedeni birkaç gün muhafaza ettim fakat
yine de çürüdü. Bu bedende de aynı durum olursa iyi olmayacaktır.” dedi.
Güneş
ve Ay’ın Çiyleştirdiği Çiçek Tanesi’nin oluşturduğu bedenden ruhu ayrılır
ayrılmaz çürüyüp anında yok olurdu, tek bir kez ölebilirdi. Birkaç gün
dayandırabilen Luo Binghe’nın bu anlamsız çaba için ne kadar ruhanî enerjiyi
harcayıp yine de hemen sonrasında Kutsal Anıt Mezar’a hücum etmeye kalkıştığını
bilmiyordu. Shen Qingqiu göğsünün biraz sıkıştığını hissetti, çorba durumundaki
düşünceleriyle sohbet konusu bulmak için çabalıyordu. Az önce Tianlang-Jun Luo
Binghe’ya “İki serseriyi beraberinde getirmemeliydin.” demişti. Shen Qingqiu,
“Kimi getirdin?” diye sordu.
Luo
Binghe sonunda ona bir bakış atarak “Yalnız geldim.” dedi.
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder