30 Aralık 2020 Çarşamba

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 58: ZEVK SALONU, HİDDET SALONU, KEDER SALONU

 


 İlk bakışta cüsseli hayvan bir tür gergedan gibi görünüyordu, tek bir boynuz başında hilal gibi kıvrılıyordu. Fakat ağzını açıp tiz uğultu çıkarttığında kan kırmızı boğazından dev, kızıl bir piton çıkartıverdi. Gergedanın sesiyle yılanın tıslama sesi birleşmiş, özellikle sarsıcı bir gürültü yaratmıştı.

Gerçekten mi? Siyah! Ay! Gergedan! Pitonu!

 

Siyah + Ay + Gergedan + Piton, meğerse bu dört unsurla Siyah Ay Gergadan Pitonu sahiden basit bir birleşmeden ibaretti. Yüce Gökyüzüne Ateş Eden Uçak, isimlendirme tarzın her zamanki gibi!

Zhuzhi-Lang dikkatle Tianlang-Jun’un önüne geçip rahatlıkla Shen Qingqiu’yu da sardı. Shen Qingqiu Luo Binghe’yı gördüğünde bilinçsizce Zhuzhi-Lang’ın arkasına iyice sokuldu. Bunun sebebi Luo Binghe’dan her fırsatta kaçması değildi; vicdanı el vermiyordu, ona bakacak yüzü yoktu. İkinci kez gözlerinin önünde son nefesini verdiğini gördüğünde Luo Binghe’nın nasıl bir duygu durumunda olacağını düşünmeye cesaret edemiyordu. Tek yapabileceği şey olmamış gibi davranıp gözlerinden ırak şeyin vicdanını rahatlatacağını varsanmaktı.

Tianlang-Jun bir kaşını kaldırdı, bu ifade aynı zamanda Luo Binghe’yla hatrı sayılır şekilde benzerlik göstermişti. “Kutsal Anıt Mezarı’nın korumalarını yıkmak için iki yüz Siyah Ay Gergedan Pitonu’nu yakalamaya tereddüt etmezdi de. Tepe Lordu Shen, oğlum size karşı gerçekten özel hisler besliyor.”

Shen Qingqiu buna karşılık vermedi. Bu, asıl eserde bağırmasıyla Sonsuz Uçurum’u bile açabilen şeytanî hayvandı. Kutsal Anıt Mezar’a zorla girmesine gelince, Luo Binghe tek seferlik kullanım için iki yüz tanesini yakalamıştı.

Tozlar çöktükten sonra Shen Qingqiu sonunda net bir şekilde görebiliyordu- Luo Binghe gerçekten de Kutsal Anıt Mezar’a tek başına dalmıştı. Kutsal Anıt Mezar İblis Irkı’nın hem kutsal hem de yasak yeriydi. Saf İblis Irkı’ndan kişiler el üstünde tutup taparlardı, toprağına saldırmazdı. Bu inancı sorgulamaktı- kimse onunla gelmeye cesaret edemezdi, o nedenle tabii ki de yalnız gelecekti.

Tianlang-Jun kısa süreliğine gözlerini kapadı. Tekrardan açtığında, “Cesaretin takdire şayan. Tek başına gelmen büyük bir marifet değil fakat bu iki serseriyi beraberinde getirmemeliydin.” dedi.

Luo Binghe sakin bir şekilde Gergedan Pitonu’nun başından atladı. Cüsseli hayvan enerjisinin son kırıntılarını da yitirmiş, daha fazla ilerleyemez hâldeydi, güçlü bir çarpma sesiyle yere çöktü. Tereddütsüz bir şekilde bakışlarını Shen Qingqiu’ya yönlendirdi; sinirden köpürüyor, ağlamak üzereymiş gibi gözlerinden kıvılcımlar çıkıyordu. Shen Qingqiu gecikmeli tepki vermişti. Demin Zhuzhi-Lang’ın arkasına fırlamıştı- iyice Luo Binghe’dan tekrardan kaçınıyormuş gibi görünmüştü!
  

Fakat şu anda herhangi bir izah için çok geçti. Orada olanlardan birisi, yazarın erkek kahramanı bütün gücüyle pestil etmesi için belirlediği babasıydı! Shen Qingqiu sonunda bağıracak gücü buldu. “Geri dön!”
  

Luo Binghe karşılık vermedi. Elini kaldırıp Xiu Ya’yı fırlattı. Ancak Shen Qingqiu’nun kılıcı yakaladığını gördükten sonra Kutsal Türbe’nin salonundaki diğer ikisine doğru döndü. Avuç içlerine cayır cayır yuvarlanan iki tane şeytanî enerji topunu toplayarak aldatmaya çalışmadan doğrudan üzerlerine savurdu.
  

Şimdiden saldırıya mı başladın?
  

Luo Binghe’nın sol eli Zhuzhi-Lang’ın karnına çarpıp kendi sağlığını azıcık olsun düşünmeden onu uçarak gönderdi, sağ eli de Tianlang-Jun’a vurmak için savurdu. Shen Qingqiu baştan aşağıya kasılmış, pür dikkat bir şekilde kenardan izliyordu.
  

Ancak Tianlang-Jun darbeyi yakaladı! Bir adım bile geri gitmeden, kolayca elini çevirip Luo Binghe’nın savunmasını kendi omzuna savuşturdu.
  

Shen Qingqiu o anda Luo Binghe’nın kemiklerinin kırılma sesini duyduğuna yemin edebilirdi.
  

İşler bu noktaya geldiğinde Luo Binghe gözlerini kırpmış, uyarısız bir şekilde ağız dolusu taze kanı tükürüvermişti.
  

Bütün çenesi, boynu ve göğsü kırmızıya boyanmıştı ve kan hâlâ aşağıya süzülmekteydi. Luo Binghe ağzının kenarını sildi, hâlâ şaşkın görünüyordu.
  

Dürüst olmak gerekirse kan tükürmesine neden olacak kadar ciddi fiziksel bir hasar aldığını en son göreli gerçekten çok uzun zaman olmuştu.  

Kahramanın! Halesi! Kırılmaz! Altın! Bedeni! Kuralı! Yok! Muydu?!  

Babasıyla uğraşmadın, şimdi çocuğuyla mı uğraşıyorsun?!
  

Tianlang-Jun sadece oğlunun omzunu hafifçe patpatlamıştı ama kolu yeniden yerinden çıkmıştı. Tianlang-Jun kaşlarını çattı, Zhuzhi-Lang anında onun için yerden alıp iki eliyle ona sundu. Luo Binghe bütün kanı silmeye zahmet etmedi bile. Gözlerindeki uğursuz parıltılarla birlikte Xin Mo’yu kavramak için sırtına uzandı. Tianlang-Jun, “Kılıç güzel bir kılıç. Tekniğinin berbat olması ne yazık.” dedi.
  

Luo Binghe kısık sesle Shen Qingqiu’ya seslendi. “Benimle gel!”
  

Zhuzhi-Lang, “Çok geç. İki yüz Siyah Ay Gergedan Pitonu, Kutsal Anıt Mezar’ı bir anlığına açık tutup senin içeriye girmene yetecek kadardı.” dedi.
  

Luo Binghe, “Öyleyse ikinizi kurban edip kanınızla bir kere daha açarım!” diye hırıldadı.  

Xin Mo’nun tamamıyla kınından çıkmadan aniden gerisin geri itileceğini kim tahmin edebilirdi ki? Shen Qingqiu, ne zaman Tianlang-Jun’un Luo Binghe’nın arkasına geçip tek eliyle kılıcı bastırarak gerçekten onun kılıcını çekip sorun yaratmasını önlediğini anlayamamıştı. Luo Binghe hemencecik o tarafa döndü. Ne kadar hızlı olursa olsun Şeytan’ın Kalbi Kılıcı’nın çıkmasına en fazla sekiz santim kala aniden geri itilebileceğini kim düşünebilirdi ki? Birkaç kere arkalı önlü değişiklikle dönmenin ardından Tianlang-Jun, onunla uğraşmaya karşı ilgisini kaybetmiş göründü. Bileğinin ani bir hareketiyle İblis’in Kalbi Kılıcı’na dikkat etmeyi bırakıp doğrudan onu başından itti.  

Luo Binghe’nın gözleri parlayarak açıldı. Başının üzerinde yoğun, mor-siyah enerji dönüyordu. Tianlang-Jun elini kaldırdı. Luo Binghe’nın kar beyazı yüzüne bakıp objektif bir şekilde “Annesine benziyor.” diye değerlendirdi.  

Yanından gelen soğuk ses, “Gözleri seninkine benziyor.” dedi.
  

Tianlang-Jun yavaşça başını çevirdi. Kar ve don gibi parıldayan Xiu Ya, Zhuzhi-Lang’ın boğazına bastırılmaktaydı.
  

Shen Qingqiu hafifçe tebessüm etti. “İyi bir ast, samimi bir yeğen olarak ondan değerli hiçbir şey yoktur. Tianlang-Jun, seçimlerinizi tekrardan gözden geçirmeniz gerekmiyor mu?”
  

Zhuzhi-Lang kısık bir sesle, “Junshang, bu ast bir anlık dikkatsizlik etti.” dedi.
  

Bu ‘bir anlık dikkatsizliği’ anlaması zordu, Shen Qingqiu onu engellemek için büyük çaba sarf etmişti. Yılan şeklinde değilken bile o kadar kaygan bir adamdı ki!  

Tianlang-Jung hafifçe, “Zhuzhi-Lang biraz aptal, kişiliği fazlasıyla zayıf. Ona bunu yaparsan kalbi kırılacaktır.” dedi.
  

Zhuzhi-Lang zayıf bir şekilde, “Junshang, b…ben yapmadım…” dedi.
  

Shen Qingqiu biraz samimiyetle, “Hiç de hassas yürekli değilimdir fakat müridime yaptığın şeyden dolayı kalbim kırık. Sen müridimi bırak, ben de yeğenini bırakayım. Ne dersin?” dedi.

Tianlang-Jun kollarını iki yana açtı. “Korkarım ki bu fırsatı vermeyeceğim.”
  

Doğrusu Shen Qingqiu’nun avuç içi soğuk terden yapış yapıştı, “Sana şu anda bu fırsatı veriyorum.” dediğinde sadece sesi sakinliğin hâkimiyetindeydi.
  

Tianlang-Jun, “Demek istediğim, Zhuzhi-Lang bana fırsat vermiyor.” dedi.
  

Cümlesini bitirmeden önce Zhuzhi-Lang aniden kendini Shen Qingqiu’nun kılıcına fırlattı!
  

Bu hareketine acayip bir kuvvet eklemiş, gerçekten de hayatını hiçe sayarak elinden geleni ardına koymamıştı. Shen Qingqiu bunun anlık bir şaşırtmaca olduğundan katiyen şüphelenmemişti. Şaşırmış hâlde, refleks olarak kılıcını çekti. Kılıcının ucunu geriye çektiği gibi Zhuzhi-Lang kaçma fırsatı yakalayarak Tianlang-Jun’un yanına geri fırladı.   

Tianlang-Jun “gördün mü” mimiği yaparak gülümseyip, “Sana söyledim, Zhuzhi-Lang biraz aptal. Birisi onu tehdit ederek şantaj yapmaya çalıştığında kendi ölümünü arar. Tepe Lordu Shen onu tam anlamıyla, hiçbir şekilde hafife almamalı.” dedi.
  

Shen Qingqiu neredeyse kan tükürecekti. Zhuzhi-Lang gerçekten de rehine alınmanın sözü edilebileceği birisi değildi. Sıkıştırılması zor olduğundan değil, o kadar güçlükle zapt edilmesinin ardından hiçbir kazancı olmadığındandı!  

Tianlang-Jun, “Yeğenimin hafif bir sıkıntı çekmesinin adil olması için yapılabilecek tek şey Tepe Lordu Shen’in müridinin ödemesidir.” dedi.

Konuşurken parmakları zarif bir şekilde kıvrıldı. Luo Binghe boğuk bir inilti çıkarttı, taze kan gözlerinin kenarından aksa da büyük bir zorlukla bakışlarını Shen Qingqiu’nun üzerinde tuttu. Ağzındaki kanlı köpüklere karşın dişlerini sıkıştırıp zorla konuştu: “…Herhangi… bir yere git… burada kalma yeter!”

Shen Qingqiu başını hızlıca yukarı kaldırdı, Xiu Ya önüne fırladı. Odada beliren beyaz bir yıldırımmışçasına Tianlang-Jun’a yöneldi. Zar zor başını eğdi, kılıç yanağını sıyırarak şangırtıyla arkasındaki duvar resmine saplandı.

Tianlang-Jun, “Nişan alman pek iyi değil.” dedi.

Shen Qingqiu elini yavaşça geriye çekmiş, dudaklarının kenarı yukarıya kıvrılmıştı. “Doğru. Tam isabet vurdum.”

Tianlang-Jun biraz korkmuştu, başını anında sadece Xiu Ya’nın duvar resmindeki gülümseyen kadının gözünü temiz bir şekilde delip geçtiğini görmek için çevirdi. Göz bebeğine gömülmüş mücevher parçalanıp sayısız parıltılı parçalarla taş duvardan düştü.  

O kadın kesinlikle yalnızca duvara boyanmış bir yüzdü, fakat dudaklarının kenarı en mutlu hâle zorla giriyormuş gibi gittikçe kıvrılıyordu. Sırıtışının kenarı yüzünü kulaklarına kadar kesmiş, kanlı ağzı kurbanlık kâse gibi açılmıştı.   

Aniden, kutsal anıt mezarın salonunun ortasında kıyaslanamaz bir güçte kahkaha patlayıverdi.
  

Ve bu kahkaha, duvar resmindeki kadının ağzından çıkıyordu!  

Zevk Salonu hırsızlara karşı tedbirliydi. Duvara tamamıyla mücevherler gömülüydü fakat bir tanesini bile kendin için çıkarmaya çalışırsan büyücü kadın iblisin ölümcül kahkaha silahını işitmeyi beklerdin!
  

Bu kahkahanın özellikle İblis Irkı’na karşı etkisi olduğu barizdi. Neticede ana sebebi tabii ki de gezinen İblis Irkı’ndaki mezar yağmacılara karşı korumaktı. Herhangi bir insanın İblis Âlemi’ne mezar yağmacılığına gelecek kadar sıkılacağı ya da cesaret sahibi olacağı yoktu ya. Ses kulağınıza geldikten sonra kalp ve beyin durmaksızın delicesine atar, keskin acı dalgası olurdu, dünya etrafınızda döner, çiçekler gözlerinizde açılırdı. Zhuzhi-Lang kulaklarını kapatmadan edemedi, Tianlang-Jun da ayrıca bir elini çekerek şakağına bastırdı. Shen Qingqiu bu olay için uzun süre hazırlanmıştı. Anlık fırsat yakaladığı gibi hızla salonun ortasına fırladı. Sol elini kaldırıp Xiu Ya’nın karşılık vererek kınına geri fırlamasını sağlayıp sağ eliyle de Luo Binghe’yı kaparak koştu!

Anıt Mezar’ın başka bir salonuna hızla dalmışlardı, Shen Qingqiu’nun ilk yaptığı şey kepenk tarzındaki kapıyı indirerek sıkıca kapatmaktı! Ağır taş kapı yere çarparak toz bulutunu kaldırdı. Sadece kapıyı kapatan mekanizmayı bulabilmişti, açabileni değil. Her hâlükârda kapıyı açamaması en iyisiydi fakat bunu düşünüp sonunda bütün bu mücadelelerin ardından rahatladığı esnada bakmak için başını çevirmiş, olduğu yerde dizlerinin üstüne düşüvermişti.

Zhuzhi-Lang bir eliyle onu sıkıca tutarken gözlerini kırpıştırdı.

Bu seferki ne tür bir felaketti böyle- baba oğul ikilisini Zevk Salonu’nun içindeki tek taraflı konutsal vahşete bağlamayı başarmıştı. Bu suç olarak çok büyüktü, buraya suç araştırmaları gerekecek, ah!  Shen Qingqiu elini sallayarak vuruşunu taş kapıya yönlendirmişti ki Zhuzhi-Lang onu tekrardan tuttu. “Usta Shen, geri dönmek için canınızı sıkmayın. Junshang’la yüzleşirseniz başarmanızın imkânı yok.”

Shen Qingqiu neredeyse parçalara ayrılacaktı. Çok yakınlaşmıştı. Nasıl oldu da yanlış kişiyi kapabilmişti? Bunların hepsi Zevk Salonu’nun duvar resmindeki kadının kahkaha saldırısının çok güçlü olmasındandı, titreşen yeşil mumların loş ışığında üçü de siyah kıyafetleriyle ilk bakışta aynı gözüküyorlardı. Hepsinin aynı tarza sahip olmalarının sebebi akraba olmaları mıydı?

Zhuzhi-Lang, “Yanlış kişiyi kaptığından değil, Usta Shen, kaptığınız eli değiştirdiğimden oldu.” dedi.

Bu Shen Qingqiu için son damlaydı, taş duvara yumruğunu geçiriverdi. “En başta Luo Binghe’yla birlikte olmak istemiştim ben!”

Zhuzhi-Lang şaşırmış, ardından “Usta Shen, sizle o… çoktandır birlikte değil miydiniz?” dedi.

 “…” Bu adamlarla birlikteyken bunu söylemesi gerçekten çok zor!
 

Shen Qingqiu elini kaldırarak susması için uyardı. Dönerek birkaç adım ilerlediğinde aniden ayaklarının altındaki zemin düzlüğünü kaybetti. Ardından onu takip eden Zhuzhi-Lang durması için hareket yaptı. “Kıpırdamayın!”
  

Büyük salonun zeminine devasa bir kadın yüzü yayıldı. Şimdiyse kulağında duruyorlardı.
  

Bu Zevk Salonu’ndakiyle aynı kadın değildi. Bu yüz cilveli bir güzelliğe sahip değildi. Onun yerine vahşi, haşindi; geniş burunluydu ve ince gözlerinden hırs fışkırıyordu. Tiksintinin en iyi şekilde ifade edileceği kadar çirkin gibiydi, çirkin bir cadı gibi görünüyordu.
  

Shen Qingqiu, “Yüzüne basma.” diye uyardı.
  
Zhuzhi-Lang: “…”
  
Bütün zemin onun yüzüydü, yüzüne basmazsan nereye basacaktın…
  

Zevk, Hiddet, Keder- bu üç salon biri diğerine olarak katmanlaştırılmıştı. Zevk Salonu’nun ilk kısmını geçtikten sonra onu anında “Hiddet Salonu” takip etmeliydi.
  

Asıl Luo Binghe Kutsal Anıt Mezar’ı ziyaret ettiğinde (yağmaladığında) ve bu düzeyi temizlediğinde karşıya geçmek için özel adım şablonu kullanmıştı. Ne yazık ki Shen Qingqiu nerelere adım attığını net hatırlayamamıştı. Dikkatsizce yanlış bir adım atarlarsa Hiddet Salonu’nun hırsızlara karşı tedbiri tetiklenecekti. Doğrudan zeminden ilerlemek adım sayıldığından dolayı bulmacayı kılıçlarının üzerinde uçarak çözemezlerdi.  

Yüzüne basılırsa elbette sinirleneceğini söylüyordu- hiç şüphesiz bu Hiddet Salonu’ydu!  

Buraya koşturmaya cesaret etmesinin nedeni tuttuğu kişinin basacağı şablonları bilen Luo Binghe olduğunu sanmasıydı. Fakat bu yılanın çok kısa bir sürede insanları ayırabilecek kadar kaygan olduğunu kim bilebilirdi ki?!
  

Ayaklarının altındaki zemin gittikçe sıcaklaşıyordu. İlk olarak kadının yüzü al al oldu fakat sıcaklık arttıkça yavaşça kırmızıya koyulaştı. Shen Qingqiu sıcaklığı sınamak için çömeldi, elini yere değdirdiği gibi anında geri çekti. Sıcaktı, zeminin altında ateş tutuşturmuşlar, zeminde öylece durmak sıcak ocaktaki etmişçesine seni kızartacakmış gibiydi. Biraz önce farkında olmadan yüze şimdiden birkaç kez basmışlar gibi görünüyordu. Shen Qingqiu birkaç adım gerileyip odanın kenarlarına olabildiğince yaklaştı.  

Aniden parlak, altın-kırmızı bir sıvı yerden çeşme gibi köpürdü.

Zhuzhi-Lang anında asıl şekline büründü; sarı gözlü, yeşil bir yılan pulları ışıkta parlarken zeminde dolandı. Bedeninin üst kısmını kaldırıp tıslama sesi koyuverdi, dört adam uzunluğundaydı. Shen Qingqiu’yu top şekline getirerek içindeki pul zırhıyla emniyetle sarmaladı. Beyaz zehirli dişlerinden oluşan sık orman Shen Qingqiu’nun başının yakınına bastırılmıştı. Devasa altın gözlere yakından bakıldığında daha bile vahşi ve tuhaftılar.

 

Tianlang-Jun şüphesiz haklıydı, Zhuzhi-Lang kesinlikle biraz aptaldı. Ağlayana kadar kızıl zırnık şarabını soluduğu zamanı hatırlamıyor muydu? Şimdiyse kılıcın ucunu ona tuttuğunu hatırlamıyor muydu? Böyle bir durumda hâlâ kendini siper etmeye gönlünün el verebilmesi Shen Qingqiu’nun ona sataştığı için bayağı kötü hissetmesini sağlamıştı.
  

Aniden, büyük bir gürleme sesiyle, Hiddet Salonu’nun duvarlarından birisi tek parça devriliverdi.
  

Havayı istila eden toz bulutunun ardından Tianglang-Jun devrilmiş duvarın taş yığıntılarından aşağıya inerken bileğini oynattı. Hiddet Salonu’na girdiğinde, “Bu benim yanlış anlamam mı bilmiyorum ama Tepe Lordu Shen Kutsal Anıt Mezar’a benden bile daha aşina gibi görünüyor.” dedi.
  

Zhuzhi-Lang insan şekline geri dönerek, “Jungshang, içeri girmeyin!” diye bağırdı.
  

Tianlang-Jun sorgular bir ifade takınamadan çoktan kadının yüzünde altı ya da yedi adım atmıştı bile.
  
Shen Qingqiu: “…”
  
Zhuzhi-Lang: “…”

Birbirlerine kapanan dört adamı gökyüzünden vurmaya yetecek kalınlıktaki bir mağma sütunu aniden Tianlang-Jun’u öfkeli aleviyle yutuverdi.
  
Hahahahahahahahahahahahaha!

Shen Qingqiu içinden kahkahayla uludu. İnsanların sözlerini bitirmesine izin vermediğinde ne olduğunu gör! Sevgili oğlunu dövdüğünde ne olduğunu gör! Devam et, göster ki hazırlanmış olsan bile fazla gurur insanın gözünü kör eder! Fakat hemen ardından, artık gülemez oldu. Luo Binghe sarsılmış bir şekilde hemen onun ardından ilerleyip salona daldı. Bir kolu tamamıyla kırılmış gibi kenarda gevşek bir şekilde sallanıyor, başından sonu gelmeksizin kan akıyordu ve gözlerinden bir tanesi artık açılmıyordu.
  

Ne acımasız. Bu acınası durumda en son onu gördüğünden beri asıl eserdekinden daha bile beter dövülmüştü. Luo Binghe’yla derdi neydi? Niçin bu kıdemli onu güçle eğitmeye bu kadar düşkündü? Burası Bai Zhan Tepesi değil!
  

Zhuzhi-Lang çıldırmış şekilde kızgın sütunun çevresinde koşuşturuyordu, diğerlerini umursayamayacak kadar fazla meşguldü. Luo Binghe salondaki olayı dikkatlice incelemiş, başını eğerek bakmış, ardından taş yığınından atlayıp birkaç adım atarak Shen Qingqiu’nun yanına hemencecik ulaşmıştı. 

Bu hiç de bilimsel değil! Bir bakışta nasıl oldu da mekanizmayı engelleyecek adımları bulmayı başarabildi?
  

Luo Binghe neyi düşündüğünü tahmin etmiş gibi kısaca, “Akupunktur* noktalarına bastım.” diye açıkladı.

Akupunktur: Az çok biliyorsunuzdur zaten ama minik bir not düşmek istedim. Vücudun belli noktalarına iğne batırılarak yapılan geleneksel bir Çin tıbbı yöntemi, vücudun enerji akışını dengeleyerek organizmanın kendi kendini iyileştirme gücünü arttırmasına yardımcı oluyor. Hiddetin enerji akışını etkilediğini varsayarsak rahatlatmak için akupunktur mantıklı, bulmaca böylece çözülmüş oluyor.
  

Konuşurken çoktan Hiddet Salonu’nu aşıp sonraki kademeye gelmişlerdi. Taş kapı örtüldükten sonra Shen Qingqiu bu sefer yanlış kişiyi yanına almadığından emin olmak için Luo Binghe’ya iki kere daha bakmadan edemedi.

Shen Qingqiu anıt mezar salonunun kenarında duruyor, aceleci hareketler yapmaya cesaret edemiyordu. “Keder Salonu”nu yöneten İblis büyücü kadın salonun zirvesine yerleştirilmişti. Bakmak için başını kaldırdı; beklenildiği gibiydi, kadının yüzü tavandaydı, kaşları havaya doğru kıvrılmıştı, yumuşaktı ve derin bir şekilde ağlıyordu. Davetsiz misafiri hissettikçe yüzün gözleri açıldı. Yüz hatları değişiyordu, ifadesindeki perişanlık gitgide artıyordu. İlk önce gözlerinden birkaç damla süzülüp yere pıtırdamıştı fakat çok geçmeden tavandan çiseleyerek süzülmeye başladı.

Tam hayalet gibi şeffaf yağmurun bedene temas etmemesi için uyaracaktı ki Luo Binghe onu korumak için kolunu kaldırıp siper alarak doğrudan karşıya koşuşturttu. Bir anlık gafletle Shen Qingqiu çoktan en hızlı şekilde bu yerden çıkarılmıştı.

Asıl Luo Binghe titizlik isteyen bir teknikten gidiyordu fakat şu anki durumda bu yöntem gerçekten çok basit ve yavandı!

Zevk, Hiddet ve Keder; bu üç katmanlaştırılmış salonlar iki yüz bin kelimeyle uzatılmış bir yan hikâyeydi fakat şu anki olayları sayarsanız bir bölüm bile etmiyor muydu?! En azından Keder Salonu bitmeden on bölüm gitmeliydi fakat şimdi? Üç paragraf da yeterli miydi?!

Sistem bildiriyle cıvıldadı: Doldurma olay örgüsü kesildi, hikâye çizgisi azaltıldı, B Puanı +100!
  

Fakat bu kadar kesmek de biraz fazla!
  

Üç kutsal salondan çıktıktan sonra karanlık, durgun bir kabir geçidi vardı. Keder Salonu’ndan çıkar çıkmaz yeşil ışık gitgide aydınlanmış, sıra sıra genişleyerek mesafe kat etmişti.
  

Kutsal Anıt Mezar’daki hırsızlara karşı tedbirlerin hepsi çılgınlık seviyesindeydi, Ölüm Nefesi Mumları ağaçta yetişir gibi her yere yığılıyordu. Kabir geçitlerinde düşüncesizce gezinen kör zırvalık cesetleri ayaklarını sürerek içeriye girdiler. Soğuk ve titiz bir bakışla Luo Binghe elini kaldırdı, farkında olmayarak topluca kısık bir şekilde tıslayıp boğazlarından nefes dolusu bir hırıltı üflemenin ardından başları eğik bir şekilde geldikleri gölgelere geri karışmışlardı.

Luo Binghe Shen Qingqiu’ya bakış atmadan elini geri çekip “Gidelim.” dedi.

Shen Qingqiu Luo Binghe’nın yüzünde yoğun kızarıklıklar fark etmişti, koyu yeşil mum ışığının altında bariz bir şekilde parlıyordu. Anlaşılan, açıkça utanmadan yoksun değildi. Önceden Luo Binghe her seferinde Shen Qingqiu’yu yakaladığında öfkesini dizginleyip ona sert bir bakış atardı, fakat bu sefer bakmamıştı bile. Shen Qingqiu’nun bakışlarını fark ettiğinde gözlerini sakınmıştı, bilinçsizce gözlerindeki kan lekelerini silmek için kırılmamış olan sol elini kullandı.

Shen Qingqiu onun zehirlenmiş olabileceğinden ya da ciddi bir beyin travması geçirdiğinden şüphelendi fakat Luo Binghe’nın yürüyüş şekli dengeliydi, o nedenle böyle bir durum var gibi görünmüyordu.

Tam ağzını açıp durumunu sormayı planlıyordu ki ilk sözü aceleyle Luo Binghe sarf etti. “Bu bedenin ruhanî damarları iyi çalışıyor mu?”  

Shen Qingqiu ilk söyleyeceği şey olarak bunu beklemiyordu. Şaşkın bir şekilde, “Normaller.” diye yanıtladı.  

Her sessizliğe büründüklerinde bunu bitirmek için ilk girişen Luo Binghe oluyor gibi görünüyordu. Luo Binghe’nın, bu bedenin ruhanî damarlarını yavaş yavaş onarmak için beş yılını harcadığını hatırladı.  

Luo Binghe başını sallayıp, “Bu iyi. Diğer bedeni birkaç gün muhafaza ettim fakat yine de çürüdü. Bu bedende de aynı durum olursa iyi olmayacaktır.” dedi.

Güneş ve Ay’ın Çiyleştirdiği Çiçek Tanesi’nin oluşturduğu bedenden ruhu ayrılır ayrılmaz çürüyüp anında yok olurdu, tek bir kez ölebilirdi. Birkaç gün dayandırabilen Luo Binghe’nın bu anlamsız çaba için ne kadar ruhanî enerjiyi harcayıp yine de hemen sonrasında Kutsal Anıt Mezar’a hücum etmeye kalkıştığını bilmiyordu. Shen Qingqiu göğsünün biraz sıkıştığını hissetti, çorba durumundaki düşünceleriyle sohbet konusu bulmak için çabalıyordu. Az önce Tianlang-Jun Luo Binghe’ya “İki serseriyi beraberinde getirmemeliydin.” demişti. Shen Qingqiu, “Kimi getirdin?” diye sordu.

Luo Binghe sonunda ona bir bakış atarak “Yalnız geldim.” dedi.

 

*****


Önceki Bölüm  ― Sonraki Bölüm 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder