Shen
Qingqiu “Bunu bilerek yaptın.” dedi.
Luo
Binghe, “Shizun ne demek istiyor?” diye sordu.
Shen
Qingqiu, “Sekttekileri anında katletmedin. Onun yerine, beni buraya çekmek için
işleri uzun bir süre geciktirdin.” dedi.
Luo Binghe
buruk bir şekilde gülümsedi: “Görünüşe göre Shizun arada bir bu müridin
düşüncelerini doğru tahmin edebiliyor. Bu mürit gerçekten sevinçten havalara
uçtu. Keşke bu anı sonsuza dek hafızama kazıyabilmek için bağrımı dövüp ayağımı
çiğneyebilsem*.”
Bağrını Dövüp Ayağını Çiğnemek: Çince bir deyim ama nasıl şeyse İngilizce
anlamı, yaklaşık neye karşılık geldiği yazmıyor, o nedenle hakikaten zorlandım
bunda fakat yakınmak tarzında bir şey sanırsam. Daha sonradan tekrardan
bakacağım.
Liu
Qingge kılıcını çekti. Sallanıyordu, ayrıca biraz sersemlemişti. Luo Binghe’yı
göstererek “Sen, bırak onu.” dedi.
Luo
Binghe Shen Qingqiu’yu kollarının arasına çekip merakla “Ne dedin?” dedi.
İnadına
yapıyormuş gibi bir tutum sergilemesi onu üç metre uçurma isteğini bastıran Shen
Qingqiu’nun kederlenmesine sebebiyet vermişti.
Shen
Qingqiu sessizce derin bir nefes alıp konuştu: “Rüyalarındakinin ben olduğumu
ne zaman anladın?”
Luo
Binghe Shen Qingqiu’nun ölmediğini anlamamış olsaydı avını saklandığı yerden
çıkartmaya çalışan bir avcı gibi Cang Qiong Dağı sektinde bekler miydi?
Luo Binghe,
“Shizun beni çok küçümsüyor. İlk seferde fark etmemiş olsam bile ikinci seferde
fark etmemem için sahiden aptal olmam gerekirdi.” dedi.
Shen
Qingqiu aniden dizlerinde bir ağrı hissetti. Sessiz bir şekilde düşündü: Sen
aptal değilsin, aptal olan benim.
Luo
Binghe’nın ne denli efsun yapıp rüya yeteneğini harikulade etkiye getirerek
yönlendirdiğini sadece Shen Qingqiu biliyordu fakat gerçekten onun aklını
kaybettiğini, Rüya Âlemi’ndeki halüsinasyonlarıyla orayı istila eden kişinin
arasındaki farkı anlayamayacağını düşünmüştü.
Shen
Qingqiu “Anormallik fark ettiğinde niçin rüyayı bitirmedin? ‘Ustanın sadık ve
itaatkâr müridi’ rolünü oynamak eğlenceli miydi?” diye sordu.
Luo
Binghe ona baktı. Beklenmedik bir şekilde konuştu: “Onu niçin yapmak isteyeyim
ki? Shizun benim tarafımdan tatlı sözlerle kandırılmaktan memnun değil miydi?”
… Memnun
mu?
O
sıralarda Shen Qingqiu, Luo Binghe’nun psikolojik durumundan endişelenmekten
dolayı hiç de memnun değildi. Yine de, gerçekler her şeyi kanıtlıyordu,
endişelenmeleri dahil her şey Luo Binghe’nın kontrolü altındaydı. Ne de olsa bu
Luo Binghe’ydı, kahramandı. Nasıl böylesine büyük bir hata yapabilmişti de Luo
Binghe’nın yeni bir sayfa açıp davranışlarını düzelterek sevimli, zavallı,
küçük beyaz bir çiçek olduğunu düşünebilmişti?
Shen
Qingqiu tatlı dille kandırılmaya uygun bir tipti fakat isteği dışında da olmazdı.
Yine de, Luo Binghe’nın sadece öyle gibi davrandığı gerçeğiyle ikinci kez tokat
yemiş gibi hissetti.
Qi Qingqi
istemsizce bağırdı: “Dur biraz, ne oluyor?”
Qiong
Ding Sarayı’nın salonunun içini işaret etti: “İçeride yatan kişi… Shen Qingqiu
değil mi? Niçin bir tane daha var?”
Luo
Binghe dillendirirken keyfi yerinde görünüyordu: “Niçin bunu eski An Ding
Tepesi Lordu’na sormuyorsun?”
Shen
Qingqiu: …******! Shang Qinqhua’nın hakkını verebileceği tek şeyin karakter
kuvvetinin ya da ahlakî dürüstlükten yoksunluğu olduğunu biliyordu.
Shang
Qinghua kıkırdadı fakat Mobei Jun ona yan bir şekilde baktığında anında bir
adım öne çıktı. Başını kaldırdı, göğsünü kabarttı, aklındakileri topladı ve
açık açık konuştu: “Birkaç yıl önce kıdemli çırak kardeş Shen yanlışlıkla bir
hazinenin, Güneş ve Ay’ın Altında Çiyleşmiş Çiçek Tanesi’nin bulunduğu bir yer
keşfetti. Bu öz bitkisi bir bedenin şeklini alabiliyor. Bu hazinenin yardımı
sayesinde kıdemli çırak kardeş Shen, Huayue Şehri’ndeki ölümlü bedenini
değiştirebildi. İçerideki cesedi boş bir kabuktan ibaret. Dışarıdaki de o.
İkisi de o!
Kısa ve
öz bir özetti, son derece kısa ve anlaşılırdı. Birçok göz aniden Shen Qingqiu’ya
döndü. Liu Qingge anında Cheng Luan’ı Shen Qingqiu’ya doğrulttu. Liu Qingge’nın
ifadesindeki öldürücü bakışlar, önceden Luo Binghe’ya bakışından beterdi.
Yue
Qingyuan, “Öyleyse, geçen beş yıl boyunca niçin senden haber gelmedi? Niçin On
İki Tepe’yle bütün bağlantını kestin? Nedeni, yoldaş sekt üyelerinin güvenilir olmadığını
düşünmen mi?”
Shen
Qingqiu güven eksikliği yaşayacak kadar suçlu hissetti: “Şöyle, kıdemli çırak
kardeş, beni dinle…”
Qi Qingqi
iç çekti: “Shen Qingqiu, sen… sen sahiden de o tür birisin! Kıdemli çırak
kardeşin senin için ne kadar üzüldü biliyor musun? Müritlerinin ne kadar
ağladığını biliyor musun? Qing Jing Tepesi’ni bütün bir gün ağlama sesleri
dolduruyordu! Bir yıl boyunca kimse Tepe’yi ziyaret etmek istemedi çünkü
kederle kaplanmıştı, herkes yas kıyafetlerini giyiyordu! Sen güle oynaya
dışarıda oynayıp serbest ve özgürken Tepe Lordu makamı sahipsiz kaldı!”
Shen
Qingqiu’nun en korktuğu şey hırçın Qi Qingqi’nin onu parmağıyla göstererek
azarlamasıydı. Shen Qingqiu apar topar konuştu: “Gerçekten bunu yapmak
istemedim. Hiç de güle oynaya etrafta özgürce dolaşmadım. Beş yıl boyunca
toprakta gömülüydüm. Daha birkaç gün önce uyandım. Dışarıda serbest ve özgür
bir şekilde dolaşan kişi bütün bunları yapan kişi!”
Shang
Qinghua mızrakların tekrardan ona yöneltildiğini gördüğünde daha bile mağdur
hissetmişti: “Yine niçin beni suçluyorsunuz? Olabildiğince olgunlaşmasını sen
söylemedin mi?”
Liu
Qingge parmaklarını şakaklarına bastırdı: “Kapa çeneni!”
Shang
Qinghua sustu. Yaygaracı bir topluluktu. Aslında, sahneye üçüncü kişi olarak
baktığınızda Shen Qingqiu’nun eğlenme faktörü zamanla yok olmasaydı
muhtemelen oldukça komik olurdu.
Ateş
Qiong Ding Tepesi’nin her tarafına sıçramış, binalar yanarak kararmıştı. İki
günlük savaş ve kuşatmanın ardından artık görkemli ve asil görünümü kalmamıştı.
Saray’ın salonunun içi ve dışında dayanmak için yanlarındaki müritlerin
ellerini tutan yüzleri kan içinde insanlar vardı. Daha genç nesilden müritler
paniğe kapılmışlar gibi görünüyordu. Tükenmişlerdi, menziline ulaşmak üzere
olan bir ok gibiydiler. Bunun yanı sıra siyah zırhlı iblis komutanları ve
savaşçıları Cang Qiong Dağı sektinin müritlerini yeni bilenmiş gibi gözüken
kılıçlarla çevrelemişlerdi. İblislerin parlak gözleri avını izleyen kaplanlar
gibi müritlere bakmaktaydı.
Shen
Qingqiu arkasındaki kişiye bakmak için arkasını dönüp, “Luo Binghe, Cang Qiong
Dağı Sekti’ne beni yakalamak için geldiğini söylemiştin.” dedi.
Luo
Binghe konuştu: “Doğru.”
Shen
Qingqiu, “Beni yakaladın.” dedi. “Gayene ulaştın. Geri çekilme vakti.”
Luo
Binghe ona bakıp “Kaçmayacak mısınız?” dedi.
“…” Shen
Qingqiu yavaşça başını salladı: “Kaçmayacağım.”
Luo
Binghe’nın dudaklarının kenarı keyifsiz bir tebessüm eşliğinde kıvrıldı. İlk
defa yüzü alaydan yoksun bir ifade taşımaktaydı. Fısıldadı: “Birçok defa
Shizun’a fazlasıyla inandım.”
Liu
Qingge aniden, “Shen Qingqiu, ne demek istiyorsun?” dedi.
Liu
Qingge, ona Shen Qingqiu’nun söyledikleri onu son derece utandırmış ve
aşağılamış gibi bakıyordu: “Bai Zhan Tepesi’nin Lordu burada. Hemen önümdesin
fakat yine de kendini feda ederek bedenini ona teslim mi ediyorsun?”
Kıdemsiz
çırak kardeş, Bai Zhan Tepesi Lordu olarak itibarının kirletildiğini
hissediyorsun fakat kullandığın kelimeleri değiştirebilir misin? “Bedenini
teslim etme” derken neyden bahsediyorsun lanet olası? Bahsediş şeklini lütfen
değiştir, teşekkürler!
Liu
Qingge konuştu: “Cang Qiong Dağı sektine yük olmaktan korkuyorsun fakat Cang
Qiong Dağı sekti bu yükten ister istemez korkmuyor.”
Luo
Binghe alayla gülümsedi: “Kırılmamış kaç tane kaburga kemiğin kaldı?”
Yue
Qingyuan’ın eli Xuan Su’nun kabzasını kavradığında hemen arkasındaki Mu
Qingfang gergin bir şekilde konuştu: “Kıdemli çırak kardeş sekt lideri, inzivaya
çekilerek yaptığınız efsundan çıkmaya zorlandınız, düşmanın vasıtasıyla devamlı
ağır yaralandınız. Şimdiyse zar zor kılıcınızı çekiyorsunuz. Korkarım ki bu
bedeninize gerçekten zarar verecek…”
Yue
Qingyuan’ın yüzünde aniden siyah bir qi patlaması yükseldi fakat tekrardan
dizginlenmeye zorladı. Konuşurken sesi kasılmıştı: “Hayır, imkânsız. Kıdemsiz
çırak kardeş bir kez öldü zaten. O zaman onu koruyamadık. Gerçekten de
tekrardan ölmesini izlemek mi zorundayım?”
Shen
Qingqiu’nun aklı bu sözleri duyduğunda allak bullak oldu. Shen Qingqiu’nun
dünyada en takdir edip saygı duyduğu kişilerin listesi olsaydı Yue Qingyuan ilk
sırada olurdu. Bunun nedeni kudretli, içten ve korumak için olan azminden değil,
her zaman bütün bir sekte elinden geleni yaptığı içindi. Shen Qingqiu, Cang
Qiong Dağı’nın sekt liderinden kendisinin güç durumunu çözüp hesabı onun
ödemesini istemeyi çok utanç verici buluyordu. Ölmek üzereyken yalnız olan
oydu, bu sebeple bu yükü kendi tek başına üstlenmeliydi. Shen Qingqiu konuştu:
“Kendi eğittiğim müridin mesuliyetini kendim üstlenebilirim. Kıdemli çırak
kardeş, sekt lideri olarak sektteki bütün müritleri omuzlayıp hepsine iyi
davranıyorsunuz. Hangi kararın seçilmesi gerektiğini biliyor olmalısınız.”
Salona
sessizlik hâkimdi. Yue Qingyuan’ın yüzü kasılmış, parmak boğumları
beyazlamıştı. Shen Qingqiu onun sekt lideri olarak son derece tehlikeli
durumlarda doğru seçimin görülmesinin kolay olduğunu hatırlatmıştı.
Bütün
Tepe Lordlarına rağmen Ning Yingying öne atılarak Shen Qingqiu’nun kolunu
kavrayıp bağırdı: “Ben katılmıyorum!”
Shen
Qingqiu konuştu: “Ming Fan, kıdemsiz çırak kız kardeşine göz kulak ol.”
Ning
Yingying konuştu: “Ben artık çocuk değilim! Bana göz kulak olması için birisine
ihtiyacım yok. Shizun, Jinlan Şehri’ndeki ve Huan Hua Sarayı’ndaki tartışma
esnasında sorunu çözmek için doğrudan öne atıldınız. Niçin bu sefer de siz
olmak zorundasınız? Niye her zaman Shizun acı çekmek zorunda?”
Çünkü ben
belasını arayan, hiç olmazsa normal evlatlık bir kız büyütebilmeyi başarmış
birisiyim. Shen Qingqiu çok endişelenmişti fakat nedense rahatlamış
hissediyordu: “Böyle durmadan ağlamak pek yetişkinlere yakışır değil. Ustan
ölmeyecek.” İçinden, bir kelime ekledi: Muhtemelen…
Hemen
ardından, yüzü kederle ve öfkeyle kaplanmış Ming Fan konuştu: “Shizun, Cang
Qiong Dağı sektinin hatrı için bu iblise kendinizi vermek ölümden daha kötü
değil mi? İblisi beslemek için kendi canını veren bir bay nerede duyulmuş?”
Ne
diyorsun sen? Ming Fan, seni küçük velet, insan gibi konuşamaz mısın?!
Bu uzun
gecikme Luo Binghe’yı sabırsız yapmıştı. Bir eliyle İblis’in Kalbi’nin kınını
tutarken diğer eliyle Shen Qingqiu’nun elini tutup konuştu: “Shizun’un ölümsüz
bedenini de alacağım.”
Başka bir
Tepe Lordu kızgın bir şekilde konuştu: “Bu kadarı da fazla! Tek birisini almak
yeterli değil mi? Cesetle ne yapacaksın?”
Luo
Binghe cevap vermedi, onun yerine Mobei Jun’a bir el işareti yaparak talimat
verdi. Bunu görünce Shen Qingqiu büyük bir isteksizlikle ara bulmaya karar
verdi. Tek bir yanlış kelime başka bir tartışmaya neden olurdu. Buna engel
olmak için Shen Qingqiu Luo Binghe’nın kolunu çekmek istedi fakat bunu yapmak
için çok utangaçtı. Bunun yerine, Luo Binghe’nın yenini çekiştirdi. Bir
anlığına durakladı, ardından cesaretini toplayarak konuştu: “Sana eşlik
edeceğim ya, niçin bunu yapıyorsun?”
Bunu
söylediğinde Shen Qingqiu son derece aşağılanmış hissetti.
O bir
adamdı fakat bu kadar insanın önünde “sana eşlik edeceğim” diye yatıştırıcı bir
tınıyla fısıldamak zorunda kalmıştı. Bu kişinin onun müridi olduğu gerçeği daha
bile kırgın hissettirmişti. Bu durum utanç vericiydi.
Yine de,
zayıf tarafını göstermek adamın üzerinde belli ki etki göstermişti. Luo
Binghe’nın yüz ifadesi görünür bir şekilde aydınlanıp açılmıştı. Sadece Shen
Qingqiu’yu kavrayışı gevşememiş, ses tınısı da yumuşamıştı. Yine de, tınısı
yumuşasa bile sözleri önceki kadar sertti: “Shizun’un asıl bedeni hâlâ son derece
önemli. Ne de olsa Shizun’un ruhu şimdiki bedeninden derisini değiştiren bir
ağustos böceği gibi tekrardan ayrıldığında bu mürit ne yapacağını bilemeyecek.”
Luo
Binghe Shen Qingqiu’dan kafasını çevirdiği gibi sesi soğuklaştı: “Al onu.”
Mobei Jun
hareket edemeden önce salonun ilerisinde Liu Mingyan’ın usul usul
fısıldaşmasını dinleyen Qi Qingqi ilk önce şaşırmış görünmüş, ardından
sakinleşerek konuşmuştu: “Tartışmayı kesin!”
Başını
kaldırıp konuştu: “Luo Binghe, artık tartışmaya gerek yok. Onu götürmene izin
versek bile isteğin gerçekleştirilemez.”
Shen
Qingqiu onun çabuk sinirlendiğini biliyordu fakat Luo Binghe’yı kışkırtmak için
nasıl feci çileden çıkaracak şeyler söyleyebileceğini bilmiyordu. Shen
Qingqiu’nun içinde bu konuda kötü bir his vardı fakat beklenmedik bir şekilde
eliyle Liu Mingyan’ı sundu: “Mingyan, söyle onlara.”
Liu
Mingyan: “Shen Amca’nın ölümsüz bedeni kayıp.”
Sözünü
bitirdikten sonra kenara çekildi, arkasında oraya taşınmış birkaç mürit vardı.
Bu müritler oturur pozisyondaki cesedin etrafını koruyan kişilerdi. Müritlerin
hepsi baygındı ve bedenleriyle yüzlerinde tuhaf mavimsi siyah renklerde parmak
izleri vardı.
Salonda
kıyamet kopuverdi. Yue Qinyuan’ın yüz ifadesi değişti, Luo Binghe’nın kaşları
kalktı. Qi Qingqi sakin bir şekilde, “Luo Binghe, bana öyle bakmana gerek yok.
Gerçekten bunu saklamak istedim fakat, maalesef, Mingyan’ın salona gitmesini
söylediğimde alanın boş olduğunu keşfettim. Ceset oraya koyulmuş korunmaktaydı
fakat el koyulmaya müsait olduğundan kaybolmuş.” dedi.
Memnun
gibi görünüyordu ve neşeyle dillendirmişti. Beklenmedik bir şekilde ceset Luo
Binghe tarafından alıp götürülmek yerine kanatlanıp uçarak gitmişti. Mu
Qingfang müritleri inceleyip konuştu: “Baygınlar fakat hayatları tehlikede
değil. Zehirlenmişler.”
Yue
Qingyuan konuştu: “Hangi zehirle?”
Mu
Qingfang konuştu: “Şu anda söyleyemem. Yaralanmamışlar. Test için kanından
örnek almama izin verin.”
Qi Qingqi
konuştu: “İnsan Âlemi’nde kıdemsiz çırak kardeş Mu’nun tek bir bakışla
tanımlayamayacağı bir zehir mi varmış? O tanımlayamadığına göre, bu senin
yaptığın bir şey mi?”
Luo
Binghe ilgisizce konuştu: “Zehir kullanmayı sevmiyorum ben.”
Bu
doğruydu, Luo Binghe birilerini öldürmek için nadiren zehir kullanırdı. Hatta
şu anda karşı konulamaz bir şekilde üst mevkide olduğundan yalan söylemesine de
gerek yoktu.
Bu demek
oluyordu ki iki taraf salonda toplanıp birbirleriyle didişirlerken kimliği
belirsiz birisi ya da birileri gizlice içeriye sızıp bütün savunmaları geçip
insan ve iblis efsuncu liderlerinin gözü önünde Shen Qingqiu’nun cesedini
çalmıştı. Ne korkunç bir düşünce!
Shen
Qingqiu merak etmişti: Cesedini çalmaya çalışan insanları sorunu neydi? Nasıl
oluyor da yaşarken kimse onu istemiyordu da öldüğünde yüksek talep görebiliyordu?
Luo
Binghe burada durup hakkında konuşmanın işe yaramayacağını anladığından çatık
kaşlarla konuştu: “Her neyse, kimin aldığının bir önemi yok, onu her şekilde
bulacağım.”
Luo
Binghe İblis’in Kalbi kılıcını çektiğinde siyah qi havada yükselmekteydi.
Kılıcının darbesiyle havayı yarıp bir geçit açtı. Shen Qingqiu ona hatırlattı:
“Kuşatmayı kaldır.”
Luo
Binghe ona bakıp kaba bir şekilde konuştu: “Shizun nasıl isterse.”
Liu
Qingge’nın kılıcı Cheng Luan’ın ucu aşağıya bakıyordu. Yukarıya baktı, eli
kılıcının kabzasına öyle sıkı kenetlenmişti ki avuçiçi kesilmiş, kılıca kan
damlamaktaydı.
Uzun bir
süre orada donuk bir şekilde durmuş, sadece tek bir cümle söyleyebilmişti: “Hele
bir dur sen!”
Bu cümle
buz gibi fırlamasına rağmen son derece hiddetli ve savaşmaya karşı çok kuvvetli
arzuyla doluydu.
Luo
Binghe İblis’in Kalbi’ni kınına yerleştirip gaddarca gülümsedi: “Devam et!”
****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder