27 Ekim 2020 Salı

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 54: KEYİFSİZ KAVUŞMA

 

Shen Qingqiu’yu o kadar sert tutmuştu ki kemikleri neredeyse kırılacaktı. Şimdi sadece bacaklarını hareket ettirebiliyordu fakat herkesin önünde Luo Binghe’nın kasıklarına vurmak istemiyordu. Olanları tekrardan düşündüğünde öfkesinin hafifçe şiddetlendiğini hissetti.

 

Shen Qingqiu “Bunu bilerek yaptın.” dedi.

 

Luo Binghe, “Shizun ne demek istiyor?” diye sordu.

 

Shen Qingqiu, “Sekttekileri anında katletmedin. Onun yerine, beni buraya çekmek için işleri uzun bir süre geciktirdin.” dedi.

 

Luo Binghe buruk bir şekilde gülümsedi: “Görünüşe göre Shizun arada bir bu müridin düşüncelerini doğru tahmin edebiliyor. Bu mürit gerçekten sevinçten havalara uçtu. Keşke bu anı sonsuza dek hafızama kazıyabilmek için bağrımı dövüp ayağımı çiğneyebilsem*.”

Bağrını Dövüp Ayağını Çiğnemek: Çince bir deyim ama nasıl şeyse İngilizce anlamı, yaklaşık neye karşılık geldiği yazmıyor, o nedenle hakikaten zorlandım bunda fakat yakınmak tarzında bir şey sanırsam. Daha sonradan tekrardan bakacağım.

 

Liu Qingge kılıcını çekti. Sallanıyordu, ayrıca biraz sersemlemişti. Luo Binghe’yı göstererek “Sen, bırak onu.” dedi.

 

Luo Binghe Shen Qingqiu’yu kollarının arasına çekip merakla “Ne dedin?” dedi.      

 

İnadına yapıyormuş gibi bir tutum sergilemesi onu üç metre uçurma isteğini bastıran Shen Qingqiu’nun kederlenmesine sebebiyet vermişti.

 

Shen Qingqiu sessizce derin bir nefes alıp konuştu: “Rüyalarındakinin ben olduğumu ne zaman anladın?”

 

Luo Binghe Shen Qingqiu’nun ölmediğini anlamamış olsaydı avını saklandığı yerden çıkartmaya çalışan bir avcı gibi Cang Qiong Dağı sektinde bekler miydi?

Luo Binghe, “Shizun beni çok küçümsüyor. İlk seferde fark etmemiş olsam bile ikinci seferde fark etmemem için sahiden aptal olmam gerekirdi.” dedi.

 

Shen Qingqiu aniden dizlerinde bir ağrı hissetti. Sessiz bir şekilde düşündü: Sen aptal değilsin, aptal olan benim.

 

Luo Binghe’nın ne denli efsun yapıp rüya yeteneğini harikulade etkiye getirerek yönlendirdiğini sadece Shen Qingqiu biliyordu fakat gerçekten onun aklını kaybettiğini, Rüya Âlemi’ndeki halüsinasyonlarıyla orayı istila eden kişinin arasındaki farkı anlayamayacağını düşünmüştü.

 

Shen Qingqiu “Anormallik fark ettiğinde niçin rüyayı bitirmedin? ‘Ustanın sadık ve itaatkâr müridi’ rolünü oynamak eğlenceli miydi?” diye sordu.

 

Luo Binghe ona baktı. Beklenmedik bir şekilde konuştu: “Onu niçin yapmak isteyeyim ki? Shizun benim tarafımdan tatlı sözlerle kandırılmaktan memnun değil miydi?”

 

… Memnun mu?

 

O sıralarda Shen Qingqiu, Luo Binghe’nun psikolojik durumundan endişelenmekten dolayı hiç de memnun değildi. Yine de, gerçekler her şeyi kanıtlıyordu, endişelenmeleri dahil her şey Luo Binghe’nın kontrolü altındaydı. Ne de olsa bu Luo Binghe’ydı, kahramandı. Nasıl böylesine büyük bir hata yapabilmişti de Luo Binghe’nın yeni bir sayfa açıp davranışlarını düzelterek sevimli, zavallı, küçük beyaz bir çiçek olduğunu düşünebilmişti?

Shen Qingqiu tatlı dille kandırılmaya uygun bir tipti fakat isteği dışında da olmazdı. Yine de, Luo Binghe’nın sadece öyle gibi davrandığı gerçeğiyle ikinci kez tokat yemiş gibi hissetti.

Qi Qingqi istemsizce bağırdı: “Dur biraz, ne oluyor?”

Qiong Ding Sarayı’nın salonunun içini işaret etti: “İçeride yatan kişi… Shen Qingqiu değil mi? Niçin bir tane daha var?”

 

Luo Binghe dillendirirken keyfi yerinde görünüyordu: “Niçin bunu eski An Ding Tepesi Lordu’na sormuyorsun?”

 

Shen Qingqiu: …******! Shang Qinqhua’nın hakkını verebileceği tek şeyin karakter kuvvetinin ya da ahlakî dürüstlükten yoksunluğu olduğunu biliyordu.

 

Shang Qinghua kıkırdadı fakat Mobei Jun ona yan bir şekilde baktığında anında bir adım öne çıktı. Başını kaldırdı, göğsünü kabarttı, aklındakileri topladı ve açık açık konuştu: “Birkaç yıl önce kıdemli çırak kardeş Shen yanlışlıkla bir hazinenin, Güneş ve Ay’ın Altında Çiyleşmiş Çiçek Tanesi’nin bulunduğu bir yer keşfetti. Bu öz bitkisi bir bedenin şeklini alabiliyor. Bu hazinenin yardımı sayesinde kıdemli çırak kardeş Shen, Huayue Şehri’ndeki ölümlü bedenini değiştirebildi. İçerideki cesedi boş bir kabuktan ibaret. Dışarıdaki de o. İkisi de o!

Kısa ve öz bir özetti, son derece kısa ve anlaşılırdı. Birçok göz aniden Shen Qingqiu’ya döndü. Liu Qingge anında Cheng Luan’ı Shen Qingqiu’ya doğrulttu. Liu Qingge’nın ifadesindeki öldürücü bakışlar, önceden Luo Binghe’ya bakışından beterdi.

 

Yue Qingyuan, “Öyleyse, geçen beş yıl boyunca niçin senden haber gelmedi? Niçin On İki Tepe’yle bütün bağlantını kestin? Nedeni, yoldaş sekt üyelerinin güvenilir olmadığını düşünmen mi?”

 

Shen Qingqiu güven eksikliği yaşayacak kadar suçlu hissetti: “Şöyle, kıdemli çırak kardeş, beni dinle…”

 

Qi Qingqi iç çekti: “Shen Qingqiu, sen… sen sahiden de o tür birisin! Kıdemli çırak kardeşin senin için ne kadar üzüldü biliyor musun? Müritlerinin ne kadar ağladığını biliyor musun? Qing Jing Tepesi’ni bütün bir gün ağlama sesleri dolduruyordu! Bir yıl boyunca kimse Tepe’yi ziyaret etmek istemedi çünkü kederle kaplanmıştı, herkes yas kıyafetlerini giyiyordu! Sen güle oynaya dışarıda oynayıp serbest ve özgürken Tepe Lordu makamı sahipsiz kaldı!”

 

Shen Qingqiu’nun en korktuğu şey hırçın Qi Qingqi’nin onu parmağıyla göstererek azarlamasıydı. Shen Qingqiu apar topar konuştu: “Gerçekten bunu yapmak istemedim. Hiç de güle oynaya etrafta özgürce dolaşmadım. Beş yıl boyunca toprakta gömülüydüm. Daha birkaç gün önce uyandım. Dışarıda serbest ve özgür bir şekilde dolaşan kişi bütün bunları yapan kişi!”

 

Shang Qinghua mızrakların tekrardan ona yöneltildiğini gördüğünde daha bile mağdur hissetmişti: “Yine niçin beni suçluyorsunuz? Olabildiğince olgunlaşmasını sen söylemedin mi?”

 

Liu Qingge parmaklarını şakaklarına bastırdı: “Kapa çeneni!”


Shang Qinghua sustu. Yaygaracı bir topluluktu. Aslında, sahneye üçüncü kişi olarak baktığınızda Shen Qingqiu’nun eğlenme faktörü zamanla yok olmasaydı muhtemelen oldukça komik olurdu.  

 

Ateş Qiong Ding Tepesi’nin her tarafına sıçramış, binalar yanarak kararmıştı. İki günlük savaş ve kuşatmanın ardından artık görkemli ve asil görünümü kalmamıştı. Saray’ın salonunun içi ve dışında dayanmak için yanlarındaki müritlerin ellerini tutan yüzleri kan içinde insanlar vardı. Daha genç nesilden müritler paniğe kapılmışlar gibi görünüyordu. Tükenmişlerdi, menziline ulaşmak üzere olan bir ok gibiydiler. Bunun yanı sıra siyah zırhlı iblis komutanları ve savaşçıları Cang Qiong Dağı sektinin müritlerini yeni bilenmiş gibi gözüken kılıçlarla çevrelemişlerdi. İblislerin parlak gözleri avını izleyen kaplanlar gibi müritlere bakmaktaydı.

 

Shen Qingqiu arkasındaki kişiye bakmak için arkasını dönüp, “Luo Binghe, Cang Qiong Dağı Sekti’ne beni yakalamak için geldiğini söylemiştin.” dedi.

 

Luo Binghe konuştu: “Doğru.”

 

Shen Qingqiu, “Beni yakaladın.” dedi. “Gayene ulaştın. Geri çekilme vakti.”

 

Luo Binghe ona bakıp “Kaçmayacak mısınız?” dedi.

 

“…” Shen Qingqiu yavaşça başını salladı: “Kaçmayacağım.”

 

Luo Binghe’nın dudaklarının kenarı keyifsiz bir tebessüm eşliğinde kıvrıldı. İlk defa yüzü alaydan yoksun bir ifade taşımaktaydı. Fısıldadı: “Birçok defa Shizun’a fazlasıyla inandım.”

Liu Qingge aniden, “Shen Qingqiu, ne demek istiyorsun?” dedi.

 

Liu Qingge, ona Shen Qingqiu’nun söyledikleri onu son derece utandırmış ve aşağılamış gibi bakıyordu: “Bai Zhan Tepesi’nin Lordu burada. Hemen önümdesin fakat yine de kendini feda ederek bedenini ona teslim mi ediyorsun?”

 

Kıdemsiz çırak kardeş, Bai Zhan Tepesi Lordu olarak itibarının kirletildiğini hissediyorsun fakat kullandığın kelimeleri değiştirebilir misin? “Bedenini teslim etme” derken neyden bahsediyorsun lanet olası? Bahsediş şeklini lütfen değiştir, teşekkürler!

 

Liu Qingge konuştu: “Cang Qiong Dağı sektine yük olmaktan korkuyorsun fakat Cang Qiong Dağı sekti bu yükten ister istemez korkmuyor.”

 

Luo Binghe alayla gülümsedi: “Kırılmamış kaç tane kaburga kemiğin kaldı?”

 

Yue Qingyuan’ın eli Xuan Su’nun kabzasını kavradığında hemen arkasındaki Mu Qingfang gergin bir şekilde konuştu: “Kıdemli çırak kardeş sekt lideri, inzivaya çekilerek yaptığınız efsundan çıkmaya zorlandınız, düşmanın vasıtasıyla devamlı ağır yaralandınız. Şimdiyse zar zor kılıcınızı çekiyorsunuz. Korkarım ki bu bedeninize gerçekten zarar verecek…”

 

Yue Qingyuan’ın yüzünde aniden siyah bir qi patlaması yükseldi fakat tekrardan dizginlenmeye zorladı. Konuşurken sesi kasılmıştı: “Hayır, imkânsız. Kıdemsiz çırak kardeş bir kez öldü zaten. O zaman onu koruyamadık. Gerçekten de tekrardan ölmesini izlemek mi zorundayım?”

 

Shen Qingqiu’nun aklı bu sözleri duyduğunda allak bullak oldu. Shen Qingqiu’nun dünyada en takdir edip saygı duyduğu kişilerin listesi olsaydı Yue Qingyuan ilk sırada olurdu. Bunun nedeni kudretli, içten ve korumak için olan azminden değil, her zaman bütün bir sekte elinden geleni yaptığı içindi. Shen Qingqiu, Cang Qiong Dağı’nın sekt liderinden kendisinin güç durumunu çözüp hesabı onun ödemesini istemeyi çok utanç verici buluyordu. Ölmek üzereyken yalnız olan oydu, bu sebeple bu yükü kendi tek başına üstlenmeliydi. Shen Qingqiu konuştu: “Kendi eğittiğim müridin mesuliyetini kendim üstlenebilirim. Kıdemli çırak kardeş, sekt lideri olarak sektteki bütün müritleri omuzlayıp hepsine iyi davranıyorsunuz. Hangi kararın seçilmesi gerektiğini biliyor olmalısınız.”

Salona sessizlik hâkimdi. Yue Qingyuan’ın yüzü kasılmış, parmak boğumları beyazlamıştı. Shen Qingqiu onun sekt lideri olarak son derece tehlikeli durumlarda doğru seçimin görülmesinin kolay olduğunu hatırlatmıştı.

 

Bütün Tepe Lordlarına rağmen Ning Yingying öne atılarak Shen Qingqiu’nun kolunu kavrayıp bağırdı: “Ben katılmıyorum!”

 

Shen Qingqiu konuştu: “Ming Fan, kıdemsiz çırak kız kardeşine göz kulak ol.”

Ning Yingying konuştu: “Ben artık çocuk değilim! Bana göz kulak olması için birisine ihtiyacım yok. Shizun, Jinlan Şehri’ndeki ve Huan Hua Sarayı’ndaki tartışma esnasında sorunu çözmek için doğrudan öne atıldınız. Niçin bu sefer de siz olmak zorundasınız? Niye her zaman Shizun acı çekmek zorunda?”

 

Çünkü ben belasını arayan, hiç olmazsa normal evlatlık bir kız büyütebilmeyi başarmış birisiyim. Shen Qingqiu çok endişelenmişti fakat nedense rahatlamış hissediyordu: “Böyle durmadan ağlamak pek yetişkinlere yakışır değil. Ustan ölmeyecek.” İçinden, bir kelime ekledi: Muhtemelen…

 

Hemen ardından, yüzü kederle ve öfkeyle kaplanmış Ming Fan konuştu: “Shizun, Cang Qiong Dağı sektinin hatrı için bu iblise kendinizi vermek ölümden daha kötü değil mi? İblisi beslemek için kendi canını veren bir bay nerede duyulmuş?”

Ne diyorsun sen? Ming Fan, seni küçük velet, insan gibi konuşamaz mısın?!

 

Bu uzun gecikme Luo Binghe’yı sabırsız yapmıştı. Bir eliyle İblis’in Kalbi’nin kınını tutarken diğer eliyle Shen Qingqiu’nun elini tutup konuştu: “Shizun’un ölümsüz bedenini de alacağım.”

 

Başka bir Tepe Lordu kızgın bir şekilde konuştu: “Bu kadarı da fazla! Tek birisini almak yeterli değil mi? Cesetle ne yapacaksın?”

 

Luo Binghe cevap vermedi, onun yerine Mobei Jun’a bir el işareti yaparak talimat verdi. Bunu görünce Shen Qingqiu büyük bir isteksizlikle ara bulmaya karar verdi. Tek bir yanlış kelime başka bir tartışmaya neden olurdu. Buna engel olmak için Shen Qingqiu Luo Binghe’nın kolunu çekmek istedi fakat bunu yapmak için çok utangaçtı. Bunun yerine, Luo Binghe’nın yenini çekiştirdi. Bir anlığına durakladı, ardından cesaretini toplayarak konuştu: “Sana eşlik edeceğim ya, niçin bunu yapıyorsun?”

 

Bunu söylediğinde Shen Qingqiu son derece aşağılanmış hissetti.

 

O bir adamdı fakat bu kadar insanın önünde “sana eşlik edeceğim” diye yatıştırıcı bir tınıyla fısıldamak zorunda kalmıştı. Bu kişinin onun müridi olduğu gerçeği daha bile kırgın hissettirmişti. Bu durum utanç vericiydi.

Yine de, zayıf tarafını göstermek adamın üzerinde belli ki etki göstermişti. Luo Binghe’nın yüz ifadesi görünür bir şekilde aydınlanıp açılmıştı. Sadece Shen Qingqiu’yu kavrayışı gevşememiş, ses tınısı da yumuşamıştı. Yine de, tınısı yumuşasa bile sözleri önceki kadar sertti: “Shizun’un asıl bedeni hâlâ son derece önemli. Ne de olsa Shizun’un ruhu şimdiki bedeninden derisini değiştiren bir ağustos böceği gibi tekrardan ayrıldığında bu mürit ne yapacağını bilemeyecek.”

 

Luo Binghe Shen Qingqiu’dan kafasını çevirdiği gibi sesi soğuklaştı: “Al onu.”

 

Mobei Jun hareket edemeden önce salonun ilerisinde Liu Mingyan’ın usul usul fısıldaşmasını dinleyen Qi Qingqi ilk önce şaşırmış görünmüş, ardından sakinleşerek konuşmuştu: “Tartışmayı kesin!”

 

Başını kaldırıp konuştu: “Luo Binghe, artık tartışmaya gerek yok. Onu götürmene izin versek bile isteğin gerçekleştirilemez.”

 

Shen Qingqiu onun çabuk sinirlendiğini biliyordu fakat Luo Binghe’yı kışkırtmak için nasıl feci çileden çıkaracak şeyler söyleyebileceğini bilmiyordu. Shen Qingqiu’nun içinde bu konuda kötü bir his vardı fakat beklenmedik bir şekilde eliyle Liu Mingyan’ı sundu: “Mingyan, söyle onlara.”

 

Liu Mingyan: “Shen Amca’nın ölümsüz bedeni kayıp.”

Sözünü bitirdikten sonra kenara çekildi, arkasında oraya taşınmış birkaç mürit vardı. Bu müritler oturur pozisyondaki cesedin etrafını koruyan kişilerdi. Müritlerin hepsi baygındı ve bedenleriyle yüzlerinde tuhaf mavimsi siyah renklerde parmak izleri vardı.

Salonda kıyamet kopuverdi. Yue Qinyuan’ın yüz ifadesi değişti, Luo Binghe’nın kaşları kalktı. Qi Qingqi sakin bir şekilde, “Luo Binghe, bana öyle bakmana gerek yok. Gerçekten bunu saklamak istedim fakat, maalesef, Mingyan’ın salona gitmesini söylediğimde alanın boş olduğunu keşfettim. Ceset oraya koyulmuş korunmaktaydı fakat el koyulmaya müsait olduğundan kaybolmuş.” dedi.

 

Memnun gibi görünüyordu ve neşeyle dillendirmişti. Beklenmedik bir şekilde ceset Luo Binghe tarafından alıp götürülmek yerine kanatlanıp uçarak gitmişti. Mu Qingfang müritleri inceleyip konuştu: “Baygınlar fakat hayatları tehlikede değil. Zehirlenmişler.”

 

Yue Qingyuan konuştu: “Hangi zehirle?”

 

Mu Qingfang konuştu: “Şu anda söyleyemem. Yaralanmamışlar. Test için kanından örnek almama izin verin.”

 

Qi Qingqi konuştu: “İnsan Âlemi’nde kıdemsiz çırak kardeş Mu’nun tek bir bakışla tanımlayamayacağı bir zehir mi varmış? O tanımlayamadığına göre, bu senin yaptığın bir şey mi?”

 

Luo Binghe ilgisizce konuştu: “Zehir kullanmayı sevmiyorum ben.”

 

Bu doğruydu, Luo Binghe birilerini öldürmek için nadiren zehir kullanırdı. Hatta şu anda karşı konulamaz bir şekilde üst mevkide olduğundan yalan söylemesine de gerek yoktu.

 

Bu demek oluyordu ki iki taraf salonda toplanıp birbirleriyle didişirlerken kimliği belirsiz birisi ya da birileri gizlice içeriye sızıp bütün savunmaları geçip insan ve iblis efsuncu liderlerinin gözü önünde Shen Qingqiu’nun cesedini çalmıştı. Ne korkunç bir düşünce!

 

Shen Qingqiu merak etmişti: Cesedini çalmaya çalışan insanları sorunu neydi? Nasıl oluyor da yaşarken kimse onu istemiyordu da öldüğünde yüksek talep görebiliyordu?

Luo Binghe burada durup hakkında konuşmanın işe yaramayacağını anladığından çatık kaşlarla konuştu: “Her neyse, kimin aldığının bir önemi yok, onu her şekilde bulacağım.”

 

Luo Binghe İblis’in Kalbi kılıcını çektiğinde siyah qi havada yükselmekteydi. Kılıcının darbesiyle havayı yarıp bir geçit açtı. Shen Qingqiu ona hatırlattı: “Kuşatmayı kaldır.”

Luo Binghe ona bakıp kaba bir şekilde konuştu: “Shizun nasıl isterse.”

 

Liu Qingge’nın kılıcı Cheng Luan’ın ucu aşağıya bakıyordu. Yukarıya baktı, eli kılıcının kabzasına öyle sıkı kenetlenmişti ki avuçiçi kesilmiş, kılıca kan damlamaktaydı.

Uzun bir süre orada donuk bir şekilde durmuş, sadece tek bir cümle söyleyebilmişti: “Hele bir dur sen!”

 

Bu cümle buz gibi fırlamasına rağmen son derece hiddetli ve savaşmaya karşı çok kuvvetli arzuyla doluydu.

 

Luo Binghe İblis’in Kalbi’ni kınına yerleştirip gaddarca gülümsedi: “Devam et!”


****


Önceki Bölüm  ― Sonraki Bölüm

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder