Bu balatı
kim yazdı? Chunshan hangi dağdan bahsediyor?
Qing Jing
Tepesi mi?
Cang
Qiong Dağı mı?
Cang
Qiong Dağı sekti senin bütün aileni yok edebilir, tamam mı?
Niye
dedikodu sınır bölgesi dahil sokaklarda süslü aşk şarkılarına malzeme olacak
kadar yayıldı? Bu resmen Luo Binghe’yla bütün dünyanın önünde sevişirken
yakalanmış gibiydi!
Zhuzhi-Lang
ansızın kahkahayı koyuverdi. Arkasını dönüp, “Usta Shen… bu balatla… gerçekten
ilgilendi mi?” dedi.
Shen
Qingqiu ona soğukkanlılıkla baktı. Zhuzhi-Lang apar topar ifadesini toparladı
fakat kendisini tutmak hâlâ çok zordu. “En… en iyisi naçizane benim bir süre
çekilmem…”
Yine de,
ayağa kalkmak üzereyken bedeni aniden duruverdi, taburesinin üstünde kaskatı
kesilmişti.
Shen
Qingqiu gizlice yanına sokulup hafifçe güldü. “Ne o, sonunda keyfin mi kaçtı?”
diye sordu.
Ayağa
kalkıp kıyafetlerini silkeledi. Kucağında uzanan yeşil yılanlar pıtırdayarak
yere düşüp sarı karınları gözükecek şekilde sağa sola yuvarlandılar. Salondaki
kadın korkuyla çığlık atmaya başlayınca pipayı çalan kadın aniden pipasını yere
çarptı.
Zhuzhi-Lang
elini alnına yerleştirerek ayağa kalkmak için masadan destek aldı, ardından
eğildi. Tek zararları kendilerine olan, saldırmak gibi bir niyetleri olmayan
avuç dolusu küçük yılanlar sağ elinde yeninden kayarken Shen Qingqiu’ya
bakıyordu. Zhuzhi-Lang başını sallayıp hafif bir şekilde “…kızıl zırnık.” dedi.
Bir
şekilde abartılı binanın tamamına uzun bir süredir arsenik sülfür şarabının
kokusu derinlemesine işlemişti.
Kızıl zırnık şarabı: Toz arsenik sülfürün sarı ve turuncu arsenik sülfür
mineralinin karışımıyla oluşur; hastalık, yılan ve kötü ruhlara karşı etkilidir.
Shen
Qingqiu “Yüksek kalite kızıl zırnık şarabı. Ayrıca, hepsini senin paranla
aldığımı belirtmeliyim.” diye övündü.
Hiçbir
şey bedava gelmezdi. Kadın araması numaraydı, yardımcı araması gerçekti.
Yardımcıların özellikle uçmayı ya da çukur kazmayı bilmesine gerek yoktu,
kulağına fısıldamasıyla binadaki kızlar parayı alıp gizlice şehirdeki bütün kızıl
zırnık şaraplarını almışlardı. Sıcak Kırmızı Köşk’ü çevrelemişler ve bütün gece
şarabı kaynatmışlar gibi sallıyorlardı. Zhuzhi-Lang kokudan bayılmazsa Yılan Irkı’ndan
olamazdı. Zhuzhi-Lang’ın gafil avlanmasından değildi, Shen Qingqiu’nun diğer
efsuncularla irtibat kurmasında tetikte olduğundandı, binadaki kızlarla değil.
Sonuçta, ihmalkâr davranmıştı.
Zhuzhi-Lang
başını kaldırdı. Beyaz gözleri şimdiden altın rengine dönmüş, göz bebekleri
çıplak gözle görülebilir bir hızda uzayıp keskinleşmişti. Yüzünün de şekli
değişmeye başlamıştı. Shen Qingqiu çabucak kapıyı açıp kapının yanında
ciyaklayan kızlara, “Gidiyor musunuz, gitmiyor musunuz?” diye sordu.
Kızlar
anında kafaları karışmış şekilde dışarıya çıktılar, pipayı çalan kadın en
arkadaydı. Shen Qingqiu uzman bir şekilde para torbasını onun yenine tıkamıştı,
bu pipasının telafisi sayılabilirdi. Elini sallamasıyla kapıyı kapatmış, ardına
tekrardan baktığında üç kişi kollarını birleştirip sarmalayamayacağı kadar
geniş, devasa, yeşim yeşili bir yılan, Zhuzhi-Lang’ın önceden durduğu yerde
dolanıyordu. Bu muazzam yılanın kafası devasa ve üçgendi, gözleri
bronz-sarıydı, göz bebekleri son derece ince bir çizgiydi. Sersemlemiş
görünüyor, ince boynu ağır başını kaldıramıyormuşçasına zaman zaman hâli
kalmıyordu.
Kızıl
zırnık şarabının etkisi beklenilenin üzerindeydi. Sahiden Zhuzhi-Lang’ın asıl
görünümünü ortaya çıkarmıştı ki bu biraz Shen Qingqiu’nun başını ağrıtmıştı. Birisinin
yakında bıraktığı yelpazeyi alıp açarak salladı. Devasa yılan ona doğru sürünüp
onu bir alanda bağlamak istercesine iki kez çevreledi. Shen Qingqiu kolayca
dışarı fırladı.
Yılan
binadan çıkmadan önce sarhoşmuşçasına takla atarak birbirine dolandı. Sokağın
ortasında durarak gelen geçenlerin çığlık atıp sağa sola kaçışmalarına neden
oldu. Shen Qingqiu onu ardından takip ederek binadan fırlayarak “Dışarı çıkman
bir şeyi değiştirmeyecek, bütün kasaba kızıl zırnık şarabının kokusuyla kaplı!”
diye bağırdı.
Devasa
yılanın ağzından keskin bir tıslama gelmiş, ardından başını sallayarak
kuyruğuyla sokağı kamçılamıştı. Shen Qingqiu onu fazla insanın olduğu yerlerden
uzaklaştırma kararı alıp aklında tartmadan çabucak atıldı. Yılanın pulları zırh
gibiydi, yerde süründükçe muazzam gürültülü sesler çıkartıyordu. Shen Qingqiu
yönünü değiştirip zorla yılanı kasabının dışına çıkarmak için çoğunlukla ruhanî
enerjisinin büyük bir kısmını yelpazesine yönlendirmek zorunda kalmıştı.
Binada
kızlar paralarını aldıktan sonra gitmişlerdi. Ne kadar kızıl zırnık şarabı
döktüklerini bilmiyordu fakat koku rüzgârla uzaklara dağılmıştı. Büyük bir
güçlükle dağın dibine gelmiş fakat koku hâlâ süzülmekteydi. Muazzam yılan
kokunun vermiş olduğu rahatsızlıktan da Shen Qingqiu’nun bütün yol onu şişleyip
dürtmesinden de bunalmıştı. Bu son derece bezdiriciydi ve daha fazla
sürünemeyecekti.
Shen
Qingqiu çoktan kasabadan uzaklaştıklarını fark etti, ardından, sonunda aşağıya
atladı. Muazzam yılan hâlsiz ve güçsüzdü; başını, dağ yolundan yukarı
kıvrılmaya çalışır gibi birkaç kez düşürdü. Shen Qingqiu, “Hikâye boşluklarını
doldurmak fazlasıyla dikkatimi çekse de İblis Âlemi’ne göç etmekle
ilgilenmiyorum. Ayrıca, şu anda bir hayli baskı altındayım. Kadim İblis Kanı’nı
çıkaramadığınıza göre teşekkür borcunu ödemeye gerek yok. Xizhi-Lang*,
görüşürüz!” dedi. Şarabın aromasının etkisi geçtiğinde Zhuzhi-Lang’ın asıl
şekline dönüp onu yine sinir edecek bir yığın yılan bırakacağından korkuyordu,
bu nedenle son derece çabuk bir şekilde sıvıştı. Biraz daha büyük bir şehirdeyse
fazlasıyla güvenilir bir mağaza zinciri bulmuş ve bir uçan kılıç kiralamıştı.
Hayır,
yanlış okumadınız. Gerçekten de kiralamıştı. Araba nasıl kiralanabiliyorsa uçan
kılıçlar da kiralanabiliyordu. Dahası, fiyatı son derece mâkûl ve ucuzdu!
Sonuçta,
hâlâ Zhuzhi-Lang’ın parasını kullanıyordu. Uçan kılıcıyla Cang Qiong Dağı’na
yol almadan önce avuçlarını birleştirip sevgili arkadaşına teşekkür etti.
Geçen
yarım günün ardından bulut denizinin arkasındaki boyları değişkenlik gösteren,
yükselip alçalan on iki yeşil tepeyle dağ silsilesi gözükmüştü.
Uzun
zaman olmuştu: Cang Qiong Dağı.
Shen
Qingqiu aniden aklında beliren ‘Chunshan’ kelimesinin sessizce üstünü çizdi.
Cang
Qiong Dağı sektinin dışına kurulmuş bir hava savunması oluşumu vardı ve sektten
olmayan uçan kılıçlar fark edilmeden giriş yapamazdılar. Birisi izinsiz
girdiğinde elbette öldürürlerdi, bu nedenle Shen Qingqiu dağın altında durmuş,
uçan kılıcını geri göndermişti. Yol süresince kıyafetini değiştirmiş ve takmak
için bir bambu şapka bulmuştu.
Dağın
altındaki küçük kasabadan sıklıkla efsuncular geçerdi, fakat bugün pek de fazla
görememişti. Shen Qingqiu bunun biraz tuhaf olduğunu düşünürken birisi “Bu Ölümsüz
Usta, Cang Qiong Dağı sektine mi… çıkmak istiyor?” diye sordu.
Shen
Qingqiu başını salladı. Adam tekrardan konuştu. “Şu anda gitmek muhtemelen pek
de iyi olmaz, değil mi?”
Shen
Qingqiu’nun kalbi sıkıştı, “Niçin iyi olmasın?” diye sordu.
Adam onu
çevreleyen diğer insanlarla aynı bakışı paylaşmaktaydı. “Bilmiyor musunuz? Bu
dağ iki gündür kuşatılmış durumda.”
Sekt
kapısını geçip dağa çıkan merdivenleri çıktıktan sonra Shen Qingqiu beklenmedik
bir şekilde Tepe’yi koruyan tek bir mürit bile görmemişti. Shen Qingqiu’nun
aklındaki uğursuz his git gide büyüyordu, tek seferde birkaç merdiven çıkarak
koşturmaya başladı. Daha yukarı çıktıkça Qiong Ding Tepesi’ni kaplayan ağır,
bulanmış dumanla yıldırımların ışıklarıyla gök gürültüsünün sesi gittikçe daha
da netleşiyordu.
Qiong
Ding Tepesi’nin zirvesine geldiğinde, her şey altüst edilmişti. Ateş ormanı
yakıp geçmiş, buz bütün zemine saçılarak kaplamış, çatının kenarları çöküp
yıkılmıştı; burada birkaç tane şiddetli savaş olmuş gibi görünüyordu. Qiong
Ding Salonu’nun dışında iki grup bariz bir şekilde birbirleriyle
çarpışıyorlardı. Bir taraf İnsan Âlemi’nin efsuncularından oluşuyordu; Mu
Qingfang aralarında telaşla hareket ederken bazıları ayaktaydı, bazıları
uzanıyordu. Diğer taraf da iblis ırkından askerlerden meydana geliyordu, siyah
zırhlarını kuşanmışlar; kasvetli ve göz korkutucuydular. Ateşi geçici olarak
kesmişler gibi görünse de birisi kılıcı kınından azıcık çıkardığı gibi havadaki
kıvılcımı şüphesiz yeniden tutuşturacaktı.
Luo
Binghe kimliğini artık saklamıyor gibi görünüyordu. Shen Qingqiu şaşırmamıştı.
Asıl Luo Binghe da soyunu bu civarlarda açıklamıştı. İblis ırkının başı olarak
etkisi çoktan kuvvetlenmişti, Huan Hua Sarayı’nın da beynini baştan aşağı
yıkamıştı, hâliyle uysal ve itaatkâr bir şekilde onun kontrolü altındaydılar.
Ayaklarını sağlam bastığı takdirde doğal olarak kimliğini saklamayı
sürdürmesine gerek yoktu. Kendini ifşa ettiği sahnedeki tek farklılık genel
özetti, o kadar.
Tepe’nin
müritleri kıyafetlerini giymiş olsalar da bu kısıtlamalara uymayan birkaç ünlü
efsuncu da yok değildi. Shen Qingqiu uygun olmayan bir kıyafetle gerçekten de
pek ilgi çekmemiş, salonun girişine sızarak içeriye baktı.
Yue
Qingyuan gözleri kapalı bir şekilde oturuyordu, Liu Qingge Yue Qingyuan’ın
sırtına elini koymuş, arkasında duruyordu. Bedenlerini çevreleyen ruhanî
enerjinin dalgalanması birazcık düzensiz görünüyordu; büyük ihtimalle ikisinin
de durumu iyi değildi. Sekt Lideri kıdemli çırak kardeşine ve kıdemsiz çırak
kardeşine baktığında onların bu dereceye gelmesinin tek nedeninin onlara ihanet
etmesi olduğunu fark ettiğinde Shen Qingqiu suçluluk duygusu hissetmişti.
Luo
Binghe salonun diğer tarafında karanlıkta kalacak bir şekilde duruyordu.
Tamamıyla
siyah giyinmişti ki bu teniyle tezatlık yaratıyor, parlıyormuşçasına çok solgun
görünmesini sağlıyordu. Gözleri son derece siyahtı fakat aynı şekilde son
derece parlaktı da. İfadesi soğuktu, çevresindeki atmosfer insanın endişeli ve
huzursuz hissetmesini sağlıyordu. Mobei-Jun arkasında duruyordu, temsilci
pozisyonunda olmasına rağmen lider pozisyonu doğal hakkı olan kibirli bir buz
heykeliymişçesine başını yine de birazcık kaldırarak tutuyordu.
Yue
Qingyuan aniden gözlerini açtı. Qi Qingi apar topar “Sekt Ustası kıdemli çırak
kardeş, siz… iyi misiniz?” dedi.
Yue
Qingyuan başını sallayıp Luo Binghe’ya baktı. “Geçmişte, iblis ırkı Cang Qiong
Dağı sektine saldırdığında Ekselansları iblis ırkıyla yarışarak direniş gücünün
bir parçası olmuştunuz. Shizun’unuz bile bütün Qiong Ding Tepesi’ni kendinden
daha çok korumuştu. Beklenmedik bir şekilde, bugün, siz de iblis ırkına öncülük
edip Qiong Ding Tepesi’nin bu duruma gelmesini zorluyorsunuz.”
Luo Binghe
kayıtsızca, “Sektiniz fazla ileri gitmeseydi ben de bunu yapmak istemiyordum.”
dedi.
Qi Qingqi
sinirden kahkahayı koyuverdi. “Ha, ha! ‘Cang Qiong Dağı sekti çok ileriye
gitti’ kesinlikle herkesin duyması gereken bir şey. Sen ustana ihanet eden
nankör bir hainsin. Sadece ona ihanet etmekle kalmadın, sen Shizun’unu
gözlerinin önünde intihar etmeye zorladın, öldüğünde bile onu bırakmadın.
Cesedin üzerinde nasıl utanmaz, mahrem şeyler yaptın kim bilir? Şimdi de gelmiş
suç mu uyduruyorsun? Tam olarak kim ileriye gitmiş?!”
Luo
Binghe onun alaycılığını duymamış gibi davrandı. Duygusuz bir şekilde, “Sıradaki
kim? Bu işlenmiş sembolü sökmeye gidiyorum.” dedi.
Shen Qingqiu
korkmuştu, bakmak için başını kaldırdı. Luo Binghe’nın bahsettiği işlenmiş
sembol Qiong Ding Sarayı’nın ortasında, düz çerçeveyle asılmıştı. Üzerindeki
iki kelime ‘Cang Qiong’tu ve bizzat Cang Qiong Dağı sektinin kurucuları tarafından
elle yazılmıştı. Son derece eski ve aşırı derecede önemliydi, Cang Qiong
Dağı’nın onurunun bir parçasıydı. Birinin sembolü çıkartması Cang Qiong
Dağı’nın yüzüne tokat atmasıyla aynı şeydi. O zamanlar, Sha Hualing paldır
küldür Qiong Ding Tepesi’ni bir yığın savaşçıyla çevrelediğinde aklında sembolü
çıkarıp İblis Âlemi’ne götürme fikri belirivermişti.
Qi Qingqi,
“Dövüşeceksen, dövüş. Önce yakıp yıktın, ardından oradaki kapıyı yıktın, şimdi
de işlenmiş sembolü çıkartmak istiyorsun- bunun anlamı ne? Doğrudan neyle
ilgili olduğunu söylemeye isteksiz olduğundan mı ıvır zıvırlarla bize işkence
ediyorsun?” dedi.
Yue
Qingyuan, “Kıdemsiz çırak kız kardeş Qi, sakin olun.” dedi, ayağa kalktı. Durum
aleyhlerine olsa bile ifadesi son derece tutarlıydı, morallerini bozmamalarına
yeterdi. “Kıdemsiz çırak kardeş Qingqiu’nun ölümsüz bedeni çoktan sarayın içine
yerleştirildi. O, Cang Qiong Dağı Sekti’nin Qing Jing Tepesi’nden birisiydi.
Vefatının ardından kaçınılmaz olarak Qing Jing Tepesi’nde önceki Tepe
Lordlarıyla birlikte anıt mezara gömülmeliydi, böylece huzura erecekti. Ekselansları
Cang Qiong Dağı’nı tamamıyla yok etmediğiniz sürece ne kadar vakit
kaybederseniz kaybedin, sektimden tek birisi bile nefes almayı sürdürdüğü
takdirde kıdemsiz çırak kardeş Qingqiu’nun bedeni size verilmeyecek.”
Olay
yerindeki sayısız insan tek bir ses korosuyla, “Aynen öyle!” dedi.
Shen
Qingqiu onların neden böyle bir tutum sergilediklerini o zaman anladı. Cang
Qiong Dağı’nın bütün bunları yapmasının sebebi açıkça burada kalması gereken
Shen Qingqiu’nun bedenini korumak içindi.
Luo
Binghe’nın dudakları kenarlarından kıvrıldı, gülümsemesi buz gibiydi. Başını
eğip telaşsız bir şekilde “Bizzat Cang Qiong Dağı’na karşı davranmayacağım.
Cang Qiong Dağı’ndan tek bir üyeyi de öldürmeyeceğim. Fakat yavaşça
harcayabileceğim, elimde olan tek şey zaman.”
‘Yavaşça
harcayabileceğim’ sözleri Shen Qingqiu’nun kulaklarını kıtır kıtır ezmişti.
Aniden, kalbi sıkıştı.
Luo
Binghe kesinlikle böyle kibar bir şekilde sözlerle savaşacak birisi değildi.
Mutlak gücün baskısından kibarmış gibi davranma eğilimi yoktu. Belirli bir
sektten bir şeyi istiyorsa etkisi ne olursa olsun en kesin şeyi yapardı:
katliam, kıyım ve ardından istediğini alırdı. Fakat iki gündür sahiden
böylesine sabırlı olan Luo Binghe’ya gelince- sakin, kaygısız bir ruh hâlinde
gibi gözükmüyordu, daha çok bir şeyi bekliyormuş gibi görünüyordu.
Örneğin,
Shen Qingqiu’nun bizzat ortaya çıkmasını bekliyordu.
Shen
Qingqiu yumruklarını sıktı.
Luo
Binghe: “Git.”
Mobei-Jun
‘oh’ sesi çıkartıp bir adım öne çıkmasının ardından “Birçok kez gittim zaten.”
dedi.
Patlayan
buz kristalleri yığını yeri, duvarları ve salonun dışını deliklerle
doldurmuştu, her biri onun şaheseriydi. Luo Binghe, “Öyleyse senin adına
dövüşecek birisini seç.” dedi.
Mobei-Jun
başını salladı. Arkasında, titremekte olan kişiyi tutup öne çıkardı.
Bu kişiyi
bir civcivi taşıyor gibi kaldırıp iki tarafın arasındaki boş alana küt diye
fırlattı. Shang Qinghua ayağa kalktı, dehşete kapılmıştı. Cang Qiong Dağı
Sekti’ndekiler onu gördüğünde gözlerinden neredeyse ateş fışkıracaktı.
Sadece
onlar değil, Shen Qingqiu da gözlerinden ve ağzından sinirle ateş püskürtmek
üzereydi: Aldatıcı Yüce Gökyüzüne Ateş Eden Uçak ah s*kt*r s*kt*r s*kt*r!
Qi Qingqi
kılıcını çekip “Hain!” diye bağırdı.
Shang
Qinghua özür diler gibi gülümsedi. “Kıdemsiz çırak kız kardeş Qi,
söyleyeceğiniz bir şey varsa, daha kibar söyleyin. Kılıcınızla dolanmayın. Çok
güzelsiniz, sadece biraz daha nazik olsanız…” Qi Qingqi çoktan kılıcıyla uzun
bir yol kat etmiş, kızgın bir şekilde “Kim senin kıdemsiz çırak kız kardeşin?!”
dedi. Shang Qinghua apar topar ondan kaçıp Mobei-Jun’un arkasına saklandı.
Mobei-Jun acımasızca onu geri yolladı. Shang Qinghua acı acı, “Başka bir
seçeneğim yoktu, böyle yapma. Yoldaş müritlerin birbirleriyle dövüştüğünü
görürlerse insanların gülmesine neden olur.” dedi.
Shen
Qingqiu sersemlemişti. Shang Qinghua düşündüğünden çok daha ahlaksızdı. Böyle
bir durumda bile böyle bir şey diyebiliyordu- bu… gerçekten de biraz
terbiyesizceydi…
Qi
Qingqi, “Kim senin yoldaş müridin? Ölümsüz İttifak Ligi’nde iblisleri içeri
soktuğunda yoldaş müridin olarak ölen ya da yaralanan Cang Qiong Dağı Sekti
müritlerini düşündün mü? İblis ırkının uşağı olarak, alçaltılan bir hain olarak
yoldaş müritlerini düşündün mü? Bugün dağa çıkıp dünyayı yıkan iblis kralıyla
birlikte savaşıyorsun ve hâlâ kendini yoldaş mürit diye dillendirmeye yüzün var
mı?!”
İkisi sarayın
etrafında kovalamacaya başlamışlardı ve bu sahiden karmakarışık bir sahneydi.
Shen Qingqiu izlerken diğer bir yandan duyguları aklından taşmaktaydı: “Kes
onu, kes onu, kes onu… s*kt*r, kıl payı ıskaladı! Qi Qingqi, kes şu [BEEP]!
Gayret göster!
Liu
Qingge Yue Qingyuan’ın sırtından ruhanî enerji göndermekte olan elini çekti.
Sonunda sakinleştirmeyi bitirmiş, ayağa kalkmıştı. Cheng Luan kınında zangır
zangır titriyor, devamlı uğuldayıp çınlıyordu. Yang Yixuan yumruklarını sıkıp
“Shizun, o iblisle bütün gün dövüştünüz zaten!” dedi.
Liu
Qingge sesini alçalttı. “Geri çekil.”
Luo
Binghe ona bakıp kıkırdayarak sessizce “Benim mağlup edilmiş rakibim.” dedi.
Çok sesli
konuşmamıştı fakat telaffuzu net ve ahenkliydi. Saraydaki herkesin duyabileceği
şekilde cümlenin sonuna doğru yükselmişti. Liu Qingge kılıç kavrayan elini
sıkmış, gözlerinden yıldırımlar çıkmaktaydı. Bai Zhan Tepesi’nin Tepe Lordu’nu
‘Benim mağlup edilmiş rakibim’ sözünden daha küçük düşürecek hiçbir şey yoktu.
Yang Yixuan’ın öfkesi doruğa ulaşmış, anında karşı saldırıda bulunmuştu: “İblis
Âlemi piçi!”
Luo
Binghe umursamazdı. “Evet. Ben bir piçim. Bütün Cang Qiong Dağı bu piç
sayesinde galeyana getirildi, muhteşem değil mi? Sadece Qiong Ding Tepesi’ni değil, her bir
Tepe’yi de galeyana getirip bütün dünyanın Doğruluk Yolu’ndaki yüce Cang Qiong
Dağı sektinin bu piç tarafından saldırı altında olduğunu ve karşı koyacak güce
sahip olmadıklarını bilmelerine izin verebilirim. Bu nasıl?”
Ning
Yingying endişeliydi, “Luo… Luo Binghe, ancak Qing Jing Tepesi’ni de yakıp kül
ettiğinde mi mutlu olacaksın?” dedi.
Luo
Binghe düşünmeden anında, “Elbette hayır.” diye cevap verdi. Kaşlarını çattı.
“Birisi Qing Jing Tepesi’ndeki bir bitkiye ya da ağaca, bambuya ya da evi yok etmeye
kalkarsa onları kolayca affetmem.”
Liu
Qingge burnundan soludu. “Ne kadar iddialı.”
Cheng
Luan dışarıya fırladı, kılıcın enerjisi Luo Binghe’nın yanağını sıyırıp geçerek
saçlarını havalandırdı. Luo Binghe belindeki kılıca elini yerleştirerek
“Kendini gözünde fazla büyütüyorsun.” diye aynen karşılık verdi.
Her
nasılsa, sonunda, kılıçlar tekrardan çarpışamamıştı.
Shen
Qingqiu ikisinin arasında duruyordu. İki kılıcın da enerjisi süzülüp çarpışıp
gösteriş olsun diye takmış olduğu bambu şapkayı anında keserek ikiye ayırmıştı.
Cheng Luan kılıcını sol elinin iki parmağıyla kenarlarından kavramış, Liu
Qingge’nın tek bir adım bile ilerlemesine izin vermemişti; sağ eliyle de Luo
Binghe’nın çoktan İblis’in Kalbi kılıcının kabzasına yerleştirip sıkmakta
olduğu elini kavramış, çekmesine izin vermemişti.
“O sadece bir ceset, millet, sadece bir ceset.
Böyle olmasına gerek yok, değil mi?!”
Shen
Qingqiu önce sola, sonra sağa baktı. O kısmı söyleme fırsatı olmadan Luo Binghe
aniden elini çekip Shen Qingqiu’nun bileğini kavradı, bileğini sağlam bir
şekilde sarmalayan buzdan bir şerit var gibi hissettiriyordu. Yüzündeki
tebessüm çarpıktı ve tek tek, “Sizi yakaladım. Shizun.” dedi.
Shen
Qingqiu ruhsal olarak kendini buna uzun zamandır hazırlamış olmasına rağmen
yine de yüzünü yakından gördüğünde kanının çekildiğini hissetmişti.
Ölüm
sessizliğinin ardından salonda aniden büyük bir curcuna kopuverdi. Yue Qingyuan
son derece afallamıştı, sesi de hafifçe titriyordu. “Ama… kıdemsiz çırak kardeş
Qingqiu?”
Qi Qingqi
bile Shang Qinghua’yı doğramayı unutmuş, o da bu şansı apar topar yakalayarak
Mobei-Jun’un arkasına geri dönmüştü. Ning Yingying kanlı burnu ve şiş yüzlü
Ming Fan’ı kavrayıp “Kıdemli çırak kardeş, bunu duydun mu? A-Luo ve Sekt Ustası
kıdemli çırak kardeş o kişiye… Shizun mu dedi?” diye mırıldandı.
Ming Fan:
“Nasıl ona benzeyip… bir o kadar da benzemez?”
Yang
Yixuan’ın son derece farklı bir bakış açısı vardı. Donakalmış bir şekilde “Bu
Eşsiz Huang… Kadim Huang değil mi?! Huang… Kadim Huang Shen Shibo muymuş?”
Huang, Shibo: Salatalık “Huang gua” demek ama sadece “Huang” diyor,
sıradan bir soyad olarak kullanıyor yani. Shibo da öğretmeninin kıdemli
kardeşine seslenmenin saygılı bir yöntemiymiş.
Sesli bir
şekilde herkese kimliğimi söylemediğin için sağ ol ya!
Liu
Qingge’nın gözleri aniden açıldı, her zamanki durgun ve sakinliği öyle altüst
edilmişti ki yüzüne yansımıştı. “…ölmedin mi?” dedi.
Shen
Qingqiu’nun ilk baştaki suçlu fakat minnettar hissi parçalara ayrılmıştı.
Ölmediğini kabûl edemezdi, “Kıdemsiz çırak kardeş Liu, bu nasıl bir ifade?
Kıdemli çırak kardeşinin ölmediğine sevinmedin mi?” dedi.
Liu
Qingge’nın yüzü yeşile, oradan siyaha, oradan beyaza ve her tür renge
bürünmüştü, fazlasıyla etkileyiciydi. Epeyce bir insan da ondan farksız
değildi. Shen Qingqiu konuşmaya devam edecekti ki bir el başını çevirdi.
Luo Binghe,
“Sonunda ortaya çıkmaya razı mı oldunuz?” dedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder