6 Ekim 2020 Salı

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 53: USTAYLA MÜRİT TEKRARDAN KARŞILAŞIYORLAR

 

Bu balatı kim yazdı? Chunshan hangi dağdan bahsediyor?

 

Qing Jing Tepesi mi?

 

Cang Qiong Dağı mı?

 

Cang Qiong Dağı sekti senin bütün aileni yok edebilir, tamam mı?

 

Niye dedikodu sınır bölgesi dahil sokaklarda süslü aşk şarkılarına malzeme olacak kadar yayıldı? Bu resmen Luo Binghe’yla bütün dünyanın önünde sevişirken yakalanmış gibiydi!

 

Zhuzhi-Lang ansızın kahkahayı koyuverdi. Arkasını dönüp, “Usta Shen… bu balatla… gerçekten ilgilendi mi?” dedi.

 

Shen Qingqiu ona soğukkanlılıkla baktı. Zhuzhi-Lang apar topar ifadesini toparladı fakat kendisini tutmak hâlâ çok zordu. “En… en iyisi naçizane benim bir süre çekilmem…”

 

Yine de, ayağa kalkmak üzereyken bedeni aniden duruverdi, taburesinin üstünde kaskatı kesilmişti.

 

Shen Qingqiu gizlice yanına sokulup hafifçe güldü. “Ne o, sonunda keyfin mi kaçtı?” diye sordu.

 

Ayağa kalkıp kıyafetlerini silkeledi. Kucağında uzanan yeşil yılanlar pıtırdayarak yere düşüp sarı karınları gözükecek şekilde sağa sola yuvarlandılar. Salondaki kadın korkuyla çığlık atmaya başlayınca pipayı çalan kadın aniden pipasını yere çarptı.

 

Zhuzhi-Lang elini alnına yerleştirerek ayağa kalkmak için masadan destek aldı, ardından eğildi. Tek zararları kendilerine olan, saldırmak gibi bir niyetleri olmayan avuç dolusu küçük yılanlar sağ elinde yeninden kayarken Shen Qingqiu’ya bakıyordu. Zhuzhi-Lang başını sallayıp hafif bir şekilde “…kızıl zırnık.” dedi.

 

Bir şekilde abartılı binanın tamamına uzun bir süredir arsenik sülfür şarabının kokusu derinlemesine işlemişti.

 

Kızıl zırnık şarabı: Toz arsenik sülfürün sarı ve turuncu arsenik sülfür mineralinin karışımıyla oluşur; hastalık, yılan ve kötü ruhlara karşı etkilidir.

 

Shen Qingqiu “Yüksek kalite kızıl zırnık şarabı. Ayrıca, hepsini senin paranla aldığımı belirtmeliyim.” diye övündü.

 

Hiçbir şey bedava gelmezdi. Kadın araması numaraydı, yardımcı araması gerçekti. Yardımcıların özellikle uçmayı ya da çukur kazmayı bilmesine gerek yoktu, kulağına fısıldamasıyla binadaki kızlar parayı alıp gizlice şehirdeki bütün kızıl zırnık şaraplarını almışlardı. Sıcak Kırmızı Köşk’ü çevrelemişler ve bütün gece şarabı kaynatmışlar gibi sallıyorlardı. Zhuzhi-Lang kokudan bayılmazsa Yılan Irkı’ndan olamazdı. Zhuzhi-Lang’ın gafil avlanmasından değildi, Shen Qingqiu’nun diğer efsuncularla irtibat kurmasında tetikte olduğundandı, binadaki kızlarla değil. Sonuçta, ihmalkâr davranmıştı.

 

Zhuzhi-Lang başını kaldırdı. Beyaz gözleri şimdiden altın rengine dönmüş, göz bebekleri çıplak gözle görülebilir bir hızda uzayıp keskinleşmişti. Yüzünün de şekli değişmeye başlamıştı. Shen Qingqiu çabucak kapıyı açıp kapının yanında ciyaklayan kızlara, “Gidiyor musunuz, gitmiyor musunuz?” diye sordu.

 

Kızlar anında kafaları karışmış şekilde dışarıya çıktılar, pipayı çalan kadın en arkadaydı. Shen Qingqiu uzman bir şekilde para torbasını onun yenine tıkamıştı, bu pipasının telafisi sayılabilirdi. Elini sallamasıyla kapıyı kapatmış, ardına tekrardan baktığında üç kişi kollarını birleştirip sarmalayamayacağı kadar geniş, devasa, yeşim yeşili bir yılan, Zhuzhi-Lang’ın önceden durduğu yerde dolanıyordu. Bu muazzam yılanın kafası devasa ve üçgendi, gözleri bronz-sarıydı, göz bebekleri son derece ince bir çizgiydi. Sersemlemiş görünüyor, ince boynu ağır başını kaldıramıyormuşçasına zaman zaman hâli kalmıyordu.

 

Kızıl zırnık şarabının etkisi beklenilenin üzerindeydi. Sahiden Zhuzhi-Lang’ın asıl görünümünü ortaya çıkarmıştı ki bu biraz Shen Qingqiu’nun başını ağrıtmıştı. Birisinin yakında bıraktığı yelpazeyi alıp açarak salladı. Devasa yılan ona doğru sürünüp onu bir alanda bağlamak istercesine iki kez çevreledi. Shen Qingqiu kolayca dışarı fırladı.

 

Yılan binadan çıkmadan önce sarhoşmuşçasına takla atarak birbirine dolandı. Sokağın ortasında durarak gelen geçenlerin çığlık atıp sağa sola kaçışmalarına neden oldu. Shen Qingqiu onu ardından takip ederek binadan fırlayarak “Dışarı çıkman bir şeyi değiştirmeyecek, bütün kasaba kızıl zırnık şarabının kokusuyla kaplı!” diye bağırdı.

 

Devasa yılanın ağzından keskin bir tıslama gelmiş, ardından başını sallayarak kuyruğuyla sokağı kamçılamıştı. Shen Qingqiu onu fazla insanın olduğu yerlerden uzaklaştırma kararı alıp aklında tartmadan çabucak atıldı. Yılanın pulları zırh gibiydi, yerde süründükçe muazzam gürültülü sesler çıkartıyordu. Shen Qingqiu yönünü değiştirip zorla yılanı kasabının dışına çıkarmak için çoğunlukla ruhanî enerjisinin büyük bir kısmını yelpazesine yönlendirmek zorunda kalmıştı.

Binada kızlar paralarını aldıktan sonra gitmişlerdi. Ne kadar kızıl zırnık şarabı döktüklerini bilmiyordu fakat koku rüzgârla uzaklara dağılmıştı. Büyük bir güçlükle dağın dibine gelmiş fakat koku hâlâ süzülmekteydi. Muazzam yılan kokunun vermiş olduğu rahatsızlıktan da Shen Qingqiu’nun bütün yol onu şişleyip dürtmesinden de bunalmıştı. Bu son derece bezdiriciydi ve daha fazla sürünemeyecekti.

 

Shen Qingqiu çoktan kasabadan uzaklaştıklarını fark etti, ardından, sonunda aşağıya atladı. Muazzam yılan hâlsiz ve güçsüzdü; başını, dağ yolundan yukarı kıvrılmaya çalışır gibi birkaç kez düşürdü. Shen Qingqiu, “Hikâye boşluklarını doldurmak fazlasıyla dikkatimi çekse de İblis Âlemi’ne göç etmekle ilgilenmiyorum. Ayrıca, şu anda bir hayli baskı altındayım. Kadim İblis Kanı’nı çıkaramadığınıza göre teşekkür borcunu ödemeye gerek yok. Xizhi-Lang*, görüşürüz!” dedi. Şarabın aromasının etkisi geçtiğinde Zhuzhi-Lang’ın asıl şekline dönüp onu yine sinir edecek bir yığın yılan bırakacağından korkuyordu, bu nedenle son derece çabuk bir şekilde sıvıştı. Biraz daha büyük bir şehirdeyse fazlasıyla güvenilir bir mağaza zinciri bulmuş ve bir uçan kılıç kiralamıştı.

 

Hayır, yanlış okumadınız. Gerçekten de kiralamıştı. Araba nasıl kiralanabiliyorsa uçan kılıçlar da kiralanabiliyordu. Dahası, fiyatı son derece mâkûl ve ucuzdu!

 

Sonuçta, hâlâ Zhuzhi-Lang’ın parasını kullanıyordu. Uçan kılıcıyla Cang Qiong Dağı’na yol almadan önce avuçlarını birleştirip sevgili arkadaşına teşekkür etti.

 

Geçen yarım günün ardından bulut denizinin arkasındaki boyları değişkenlik gösteren, yükselip alçalan on iki yeşil tepeyle dağ silsilesi gözükmüştü.

 

Uzun zaman olmuştu: Cang Qiong Dağı.

 

Shen Qingqiu aniden aklında beliren ‘Chunshan’ kelimesinin sessizce üstünü çizdi.

 

Cang Qiong Dağı sektinin dışına kurulmuş bir hava savunması oluşumu vardı ve sektten olmayan uçan kılıçlar fark edilmeden giriş yapamazdılar. Birisi izinsiz girdiğinde elbette öldürürlerdi, bu nedenle Shen Qingqiu dağın altında durmuş, uçan kılıcını geri göndermişti. Yol süresince kıyafetini değiştirmiş ve takmak için bir bambu şapka bulmuştu.

 

Dağın altındaki küçük kasabadan sıklıkla efsuncular geçerdi, fakat bugün pek de fazla görememişti. Shen Qingqiu bunun biraz tuhaf olduğunu düşünürken birisi “Bu Ölümsüz Usta, Cang Qiong Dağı sektine mi… çıkmak istiyor?” diye sordu.

 

Shen Qingqiu başını salladı. Adam tekrardan konuştu. “Şu anda gitmek muhtemelen pek de iyi olmaz, değil mi?”

 

Shen Qingqiu’nun kalbi sıkıştı, “Niçin iyi olmasın?” diye sordu.

 

Adam onu çevreleyen diğer insanlarla aynı bakışı paylaşmaktaydı. “Bilmiyor musunuz? Bu dağ iki gündür kuşatılmış durumda.”

 

Sekt kapısını geçip dağa çıkan merdivenleri çıktıktan sonra Shen Qingqiu beklenmedik bir şekilde Tepe’yi koruyan tek bir mürit bile görmemişti. Shen Qingqiu’nun aklındaki uğursuz his git gide büyüyordu, tek seferde birkaç merdiven çıkarak koşturmaya başladı. Daha yukarı çıktıkça Qiong Ding Tepesi’ni kaplayan ağır, bulanmış dumanla yıldırımların ışıklarıyla gök gürültüsünün sesi gittikçe daha da netleşiyordu.

 

Qiong Ding Tepesi’nin zirvesine geldiğinde, her şey altüst edilmişti. Ateş ormanı yakıp geçmiş, buz bütün zemine saçılarak kaplamış, çatının kenarları çöküp yıkılmıştı; burada birkaç tane şiddetli savaş olmuş gibi görünüyordu. Qiong Ding Salonu’nun dışında iki grup bariz bir şekilde birbirleriyle çarpışıyorlardı. Bir taraf İnsan Âlemi’nin efsuncularından oluşuyordu; Mu Qingfang aralarında telaşla hareket ederken bazıları ayaktaydı, bazıları uzanıyordu. Diğer taraf da iblis ırkından askerlerden meydana geliyordu, siyah zırhlarını kuşanmışlar; kasvetli ve göz korkutucuydular. Ateşi geçici olarak kesmişler gibi görünse de birisi kılıcı kınından azıcık çıkardığı gibi havadaki kıvılcımı şüphesiz yeniden tutuşturacaktı.

 

Luo Binghe kimliğini artık saklamıyor gibi görünüyordu. Shen Qingqiu şaşırmamıştı. Asıl Luo Binghe da soyunu bu civarlarda açıklamıştı. İblis ırkının başı olarak etkisi çoktan kuvvetlenmişti, Huan Hua Sarayı’nın da beynini baştan aşağı yıkamıştı, hâliyle uysal ve itaatkâr bir şekilde onun kontrolü altındaydılar. Ayaklarını sağlam bastığı takdirde doğal olarak kimliğini saklamayı sürdürmesine gerek yoktu. Kendini ifşa ettiği sahnedeki tek farklılık genel özetti, o kadar.

 

Tepe’nin müritleri kıyafetlerini giymiş olsalar da bu kısıtlamalara uymayan birkaç ünlü efsuncu da yok değildi. Shen Qingqiu uygun olmayan bir kıyafetle gerçekten de pek ilgi çekmemiş, salonun girişine sızarak içeriye baktı.

 

Yue Qingyuan gözleri kapalı bir şekilde oturuyordu, Liu Qingge Yue Qingyuan’ın sırtına elini koymuş, arkasında duruyordu. Bedenlerini çevreleyen ruhanî enerjinin dalgalanması birazcık düzensiz görünüyordu; büyük ihtimalle ikisinin de durumu iyi değildi. Sekt Lideri kıdemli çırak kardeşine ve kıdemsiz çırak kardeşine baktığında onların bu dereceye gelmesinin tek nedeninin onlara ihanet etmesi olduğunu fark ettiğinde Shen Qingqiu suçluluk duygusu hissetmişti.

 

Luo Binghe salonun diğer tarafında karanlıkta kalacak bir şekilde duruyordu.

 

Tamamıyla siyah giyinmişti ki bu teniyle tezatlık yaratıyor, parlıyormuşçasına çok solgun görünmesini sağlıyordu. Gözleri son derece siyahtı fakat aynı şekilde son derece parlaktı da. İfadesi soğuktu, çevresindeki atmosfer insanın endişeli ve huzursuz hissetmesini sağlıyordu. Mobei-Jun arkasında duruyordu, temsilci pozisyonunda olmasına rağmen lider pozisyonu doğal hakkı olan kibirli bir buz heykeliymişçesine başını yine de birazcık kaldırarak tutuyordu.

 

Yue Qingyuan aniden gözlerini açtı. Qi Qingi apar topar “Sekt Ustası kıdemli çırak kardeş, siz… iyi misiniz?” dedi.

 

Yue Qingyuan başını sallayıp Luo Binghe’ya baktı. “Geçmişte, iblis ırkı Cang Qiong Dağı sektine saldırdığında Ekselansları iblis ırkıyla yarışarak direniş gücünün bir parçası olmuştunuz. Shizun’unuz bile bütün Qiong Ding Tepesi’ni kendinden daha çok korumuştu. Beklenmedik bir şekilde, bugün, siz de iblis ırkına öncülük edip Qiong Ding Tepesi’nin bu duruma gelmesini zorluyorsunuz.” 

 

Luo Binghe kayıtsızca, “Sektiniz fazla ileri gitmeseydi ben de bunu yapmak istemiyordum.” dedi.

 

Qi Qingqi sinirden kahkahayı koyuverdi. “Ha, ha! ‘Cang Qiong Dağı sekti çok ileriye gitti’ kesinlikle herkesin duyması gereken bir şey. Sen ustana ihanet eden nankör bir hainsin. Sadece ona ihanet etmekle kalmadın, sen Shizun’unu gözlerinin önünde intihar etmeye zorladın, öldüğünde bile onu bırakmadın. Cesedin üzerinde nasıl utanmaz, mahrem şeyler yaptın kim bilir? Şimdi de gelmiş suç mu uyduruyorsun? Tam olarak kim ileriye gitmiş?!”

 

Luo Binghe onun alaycılığını duymamış gibi davrandı. Duygusuz bir şekilde, “Sıradaki kim? Bu işlenmiş sembolü sökmeye gidiyorum.” dedi.

 

Shen Qingqiu korkmuştu, bakmak için başını kaldırdı. Luo Binghe’nın bahsettiği işlenmiş sembol Qiong Ding Sarayı’nın ortasında, düz çerçeveyle asılmıştı. Üzerindeki iki kelime ‘Cang Qiong’tu ve bizzat Cang Qiong Dağı sektinin kurucuları tarafından elle yazılmıştı. Son derece eski ve aşırı derecede önemliydi, Cang Qiong Dağı’nın onurunun bir parçasıydı. Birinin sembolü çıkartması Cang Qiong Dağı’nın yüzüne tokat atmasıyla aynı şeydi. O zamanlar, Sha Hualing paldır küldür Qiong Ding Tepesi’ni bir yığın savaşçıyla çevrelediğinde aklında sembolü çıkarıp İblis Âlemi’ne götürme fikri belirivermişti.

 

Qi Qingqi, “Dövüşeceksen, dövüş. Önce yakıp yıktın, ardından oradaki kapıyı yıktın, şimdi de işlenmiş sembolü çıkartmak istiyorsun- bunun anlamı ne? Doğrudan neyle ilgili olduğunu söylemeye isteksiz olduğundan mı ıvır zıvırlarla bize işkence ediyorsun?” dedi.

 

Yue Qingyuan, “Kıdemsiz çırak kız kardeş Qi, sakin olun.” dedi, ayağa kalktı. Durum aleyhlerine olsa bile ifadesi son derece tutarlıydı, morallerini bozmamalarına yeterdi. “Kıdemsiz çırak kardeş Qingqiu’nun ölümsüz bedeni çoktan sarayın içine yerleştirildi. O, Cang Qiong Dağı Sekti’nin Qing Jing Tepesi’nden birisiydi. Vefatının ardından kaçınılmaz olarak Qing Jing Tepesi’nde önceki Tepe Lordlarıyla birlikte anıt mezara gömülmeliydi, böylece huzura erecekti. Ekselansları Cang Qiong Dağı’nı tamamıyla yok etmediğiniz sürece ne kadar vakit kaybederseniz kaybedin, sektimden tek birisi bile nefes almayı sürdürdüğü takdirde kıdemsiz çırak kardeş Qingqiu’nun bedeni size verilmeyecek.”

 

Olay yerindeki sayısız insan tek bir ses korosuyla, “Aynen öyle!” dedi.

 

Shen Qingqiu onların neden böyle bir tutum sergilediklerini o zaman anladı. Cang Qiong Dağı’nın bütün bunları yapmasının sebebi açıkça burada kalması gereken Shen Qingqiu’nun bedenini korumak içindi.

 

Luo Binghe’nın dudakları kenarlarından kıvrıldı, gülümsemesi buz gibiydi. Başını eğip telaşsız bir şekilde “Bizzat Cang Qiong Dağı’na karşı davranmayacağım. Cang Qiong Dağı’ndan tek bir üyeyi de öldürmeyeceğim. Fakat yavaşça harcayabileceğim, elimde olan tek şey zaman.”

‘Yavaşça harcayabileceğim’ sözleri Shen Qingqiu’nun kulaklarını kıtır kıtır ezmişti. Aniden, kalbi sıkıştı.

 

Luo Binghe kesinlikle böyle kibar bir şekilde sözlerle savaşacak birisi değildi. Mutlak gücün baskısından kibarmış gibi davranma eğilimi yoktu. Belirli bir sektten bir şeyi istiyorsa etkisi ne olursa olsun en kesin şeyi yapardı: katliam, kıyım ve ardından istediğini alırdı. Fakat iki gündür sahiden böylesine sabırlı olan Luo Binghe’ya gelince- sakin, kaygısız bir ruh hâlinde gibi gözükmüyordu, daha çok bir şeyi bekliyormuş gibi görünüyordu.

 

Örneğin, Shen Qingqiu’nun bizzat ortaya çıkmasını bekliyordu.

 

Shen Qingqiu yumruklarını sıktı.

 

Luo Binghe: “Git.”

 

Mobei-Jun ‘oh’ sesi çıkartıp bir adım öne çıkmasının ardından “Birçok kez gittim zaten.” dedi.

 

Patlayan buz kristalleri yığını yeri, duvarları ve salonun dışını deliklerle doldurmuştu, her biri onun şaheseriydi. Luo Binghe, “Öyleyse senin adına dövüşecek birisini seç.” dedi.

 

Mobei-Jun başını salladı. Arkasında, titremekte olan kişiyi tutup öne çıkardı.

 

Bu kişiyi bir civcivi taşıyor gibi kaldırıp iki tarafın arasındaki boş alana küt diye fırlattı. Shang Qinghua ayağa kalktı, dehşete kapılmıştı. Cang Qiong Dağı Sekti’ndekiler onu gördüğünde gözlerinden neredeyse ateş fışkıracaktı.

 

Sadece onlar değil, Shen Qingqiu da gözlerinden ve ağzından sinirle ateş püskürtmek üzereydi: Aldatıcı Yüce Gökyüzüne Ateş Eden Uçak ah s*kt*r s*kt*r s*kt*r!

Qi Qingqi kılıcını çekip “Hain!” diye bağırdı.

 

Shang Qinghua özür diler gibi gülümsedi. “Kıdemsiz çırak kız kardeş Qi, söyleyeceğiniz bir şey varsa, daha kibar söyleyin. Kılıcınızla dolanmayın. Çok güzelsiniz, sadece biraz daha nazik olsanız…” Qi Qingqi çoktan kılıcıyla uzun bir yol kat etmiş, kızgın bir şekilde “Kim senin kıdemsiz çırak kız kardeşin?!” dedi. Shang Qinghua apar topar ondan kaçıp Mobei-Jun’un arkasına saklandı. Mobei-Jun acımasızca onu geri yolladı. Shang Qinghua acı acı, “Başka bir seçeneğim yoktu, böyle yapma. Yoldaş müritlerin birbirleriyle dövüştüğünü görürlerse insanların gülmesine neden olur.” dedi.

 

Shen Qingqiu sersemlemişti. Shang Qinghua düşündüğünden çok daha ahlaksızdı. Böyle bir durumda bile böyle bir şey diyebiliyordu- bu… gerçekten de biraz terbiyesizceydi…

 

Qi Qingqi, “Kim senin yoldaş müridin? Ölümsüz İttifak Ligi’nde iblisleri içeri soktuğunda yoldaş müridin olarak ölen ya da yaralanan Cang Qiong Dağı Sekti müritlerini düşündün mü? İblis ırkının uşağı olarak, alçaltılan bir hain olarak yoldaş müritlerini düşündün mü? Bugün dağa çıkıp dünyayı yıkan iblis kralıyla birlikte savaşıyorsun ve hâlâ kendini yoldaş mürit diye dillendirmeye yüzün var mı?!”

 

İkisi sarayın etrafında kovalamacaya başlamışlardı ve bu sahiden karmakarışık bir sahneydi. Shen Qingqiu izlerken diğer bir yandan duyguları aklından taşmaktaydı: “Kes onu, kes onu, kes onu… s*kt*r, kıl payı ıskaladı! Qi Qingqi, kes şu [BEEP]! Gayret göster!

 

Liu Qingge Yue Qingyuan’ın sırtından ruhanî enerji göndermekte olan elini çekti. Sonunda sakinleştirmeyi bitirmiş, ayağa kalkmıştı. Cheng Luan kınında zangır zangır titriyor, devamlı uğuldayıp çınlıyordu. Yang Yixuan yumruklarını sıkıp “Shizun, o iblisle bütün gün dövüştünüz zaten!” dedi.

 

Liu Qingge sesini alçalttı. “Geri çekil.”

 


Luo Binghe ona bakıp kıkırdayarak sessizce “Benim mağlup edilmiş rakibim.” dedi.

 

Çok sesli konuşmamıştı fakat telaffuzu net ve ahenkliydi. Saraydaki herkesin duyabileceği şekilde cümlenin sonuna doğru yükselmişti. Liu Qingge kılıç kavrayan elini sıkmış, gözlerinden yıldırımlar çıkmaktaydı. Bai Zhan Tepesi’nin Tepe Lordu’nu ‘Benim mağlup edilmiş rakibim’ sözünden daha küçük düşürecek hiçbir şey yoktu. Yang Yixuan’ın öfkesi doruğa ulaşmış, anında karşı saldırıda bulunmuştu: “İblis Âlemi piçi!”

 

Luo Binghe umursamazdı. “Evet. Ben bir piçim. Bütün Cang Qiong Dağı bu piç sayesinde galeyana getirildi, muhteşem değil mi?  Sadece Qiong Ding Tepesi’ni değil, her bir Tepe’yi de galeyana getirip bütün dünyanın Doğruluk Yolu’ndaki yüce Cang Qiong Dağı sektinin bu piç tarafından saldırı altında olduğunu ve karşı koyacak güce sahip olmadıklarını bilmelerine izin verebilirim. Bu nasıl?”

Ning Yingying endişeliydi, “Luo… Luo Binghe, ancak Qing Jing Tepesi’ni de yakıp kül ettiğinde mi mutlu olacaksın?” dedi.

 

Luo Binghe düşünmeden anında, “Elbette hayır.” diye cevap verdi. Kaşlarını çattı. “Birisi Qing Jing Tepesi’ndeki bir bitkiye ya da ağaca, bambuya ya da evi yok etmeye kalkarsa onları kolayca affetmem.”

 

Liu Qingge burnundan soludu. “Ne kadar iddialı.”

 

Cheng Luan dışarıya fırladı, kılıcın enerjisi Luo Binghe’nın yanağını sıyırıp geçerek saçlarını havalandırdı. Luo Binghe belindeki kılıca elini yerleştirerek “Kendini gözünde fazla büyütüyorsun.” diye aynen karşılık verdi.

 

Her nasılsa, sonunda, kılıçlar tekrardan çarpışamamıştı.




Shen Qingqiu ikisinin arasında duruyordu. İki kılıcın da enerjisi süzülüp çarpışıp gösteriş olsun diye takmış olduğu bambu şapkayı anında keserek ikiye ayırmıştı. Cheng Luan kılıcını sol elinin iki parmağıyla kenarlarından kavramış, Liu Qingge’nın tek bir adım bile ilerlemesine izin vermemişti; sağ eliyle de Luo Binghe’nın çoktan İblis’in Kalbi kılıcının kabzasına yerleştirip sıkmakta olduğu elini kavramış, çekmesine izin vermemişti.

 

 “O sadece bir ceset, millet, sadece bir ceset. Böyle olmasına gerek yok, değil mi?!”

 

Shen Qingqiu önce sola, sonra sağa baktı. O kısmı söyleme fırsatı olmadan Luo Binghe aniden elini çekip Shen Qingqiu’nun bileğini kavradı, bileğini sağlam bir şekilde sarmalayan buzdan bir şerit var gibi hissettiriyordu. Yüzündeki tebessüm çarpıktı ve tek tek, “Sizi yakaladım. Shizun.” dedi.

 


Shen Qingqiu ruhsal olarak kendini buna uzun zamandır hazırlamış olmasına rağmen yine de yüzünü yakından gördüğünde kanının çekildiğini hissetmişti.

 

Ölüm sessizliğinin ardından salonda aniden büyük bir curcuna kopuverdi. Yue Qingyuan son derece afallamıştı, sesi de hafifçe titriyordu. “Ama… kıdemsiz çırak kardeş Qingqiu?”

 

Qi Qingqi bile Shang Qinghua’yı doğramayı unutmuş, o da bu şansı apar topar yakalayarak Mobei-Jun’un arkasına geri dönmüştü. Ning Yingying kanlı burnu ve şiş yüzlü Ming Fan’ı kavrayıp “Kıdemli çırak kardeş, bunu duydun mu? A-Luo ve Sekt Ustası kıdemli çırak kardeş o kişiye… Shizun mu dedi?” diye mırıldandı.

 

Ming Fan: “Nasıl ona benzeyip… bir o kadar da benzemez?”

 

Yang Yixuan’ın son derece farklı bir bakış açısı vardı. Donakalmış bir şekilde “Bu Eşsiz Huang… Kadim Huang değil mi?! Huang… Kadim Huang Shen Shibo muymuş?”

 

Huang, Shibo: Salatalık “Huang gua” demek ama sadece “Huang” diyor, sıradan bir soyad olarak kullanıyor yani. Shibo da öğretmeninin kıdemli kardeşine seslenmenin saygılı bir yöntemiymiş.

 

Sesli bir şekilde herkese kimliğimi söylemediğin için sağ ol ya!

 

Liu Qingge’nın gözleri aniden açıldı, her zamanki durgun ve sakinliği öyle altüst edilmişti ki yüzüne yansımıştı. “…ölmedin mi?” dedi.

 

Shen Qingqiu’nun ilk baştaki suçlu fakat minnettar hissi parçalara ayrılmıştı. Ölmediğini kabûl edemezdi, “Kıdemsiz çırak kardeş Liu, bu nasıl bir ifade? Kıdemli çırak kardeşinin ölmediğine sevinmedin mi?” dedi.

 

Liu Qingge’nın yüzü yeşile, oradan siyaha, oradan beyaza ve her tür renge bürünmüştü, fazlasıyla etkileyiciydi. Epeyce bir insan da ondan farksız değildi. Shen Qingqiu konuşmaya devam edecekti ki bir el başını çevirdi.

 

Luo Binghe, “Sonunda ortaya çıkmaya razı mı oldunuz?” dedi.

 

****

Önceki Bölüm ― Sonraki Bölüm 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder