Gerçeğin
beklenmedik bir şekilde farkına varmanın üzerine Shen Qingqiu yarı dehşete
düşmüş ve telaşlanmış, yarı incinmiş ve öfkelenmişti. Aniden tekme atmak için
ayağını kaldırdı!
Luo
Binghe savuşturmadı, kaçmadı da. Doğrudan tekmeyi karşıladı, yine de tek bir
adım gerilemedi. Bırakmayı bile reddediyordu, Shen Qingqiu’yi tutmaya devam
etti, sorarken hem sinirli hem de haksızlığa uğramış gibi görünüyordu: “Rüyamda
bile mi bunu yapamam?”
Çabuk ol
ve uyan! Rüya görüyor olsan bile ben uyurken yarattığın bir şey değilim, tamam
mı?!!!
Onu
gerçekte tokatlayamam fakat bu uyurgezer sersemin devam etmesine de izin
veremem!!!
Çekiçle
örs arasında kalmak* denilen şey gerçekten de buymuş!!!
Çekiçle Örs Arasında Kalmak: “İki arada bir dere kalmak” olarka düşünülebilir.
Ruh
hâlini sakinleştirmek için haykırmak dışında hiçbir şey düşünemezken
hazırlıksız yakalanmış, sırtı yeşil bambuya çarparak bastırılmıştı. Luo Binghe
başını öne eğip dudaklarını tekrardan bastırdı.
Bu Shen
Qingqiu’nin ilk öpücüğü değildi fakat diğer kişinin delirip her an dudağını
ısırıp koparabileceği çok ciddi tehlikede hissettiği ilk seferdi. Karmaşık
soluklanmaları arasında Luo Binghe fısıldadı: “Shizun, hatalıydım…”
Shen
Qingqiu sonunda elini çekip Luo Binghe’nın göğsüne bastırabilmişti. “Kabadayıya direnen iyi aile kadını” tavrında
olmak istemiyordu fakat Luo Binghe s**tiğimin hatasını anlamış birisi gibi mi
görünüyordu?!
Hatalı
olan Shen Qingqiu’ydi; sahiden hatalıydı, tamamen, baştan sona hatalıydı. Neresi
“Öylece ortaya atılmış”tı? Jianghu’daki dedikodunun tamamı bilimsel kanıtlara
dayanıyordu. Her bir dedikoducunun geçmiş hayatlarındaki görünümlerine
dayanarak yaşamının özünü görebilen melekleri olmalı! Erkek kahramanın aseksüel
olmasına yol açmamıştı, mazoşist olmasıyla da bir ilgisi yoktu. Gerçek
olasılıklardan çok bile daha berbattı: erkek kahramanın gay olmasına yol
açmıştı aaaaaaaahhhhhhhhhh!
Böylesine
berbat bir durumda haremine tek bir kadını bile almaması hiç de boşuna değildi.
Kadınlar onun ilgilendiği çekicilikten acizdiler ve doğru şeyi yapma cesareti
seviyesiyle ilişkilendirilemezdiler!
Bu ne
lan?!
Shen
Qingqiu boyun eğmeyi reddetti, hiç çaba sarfetmeden inatla karşı çıktı.
Tekrardan intihar etmesiyle Luo Binghe’nın özel bölgesine tekme atması arasında
hangi kaderin daha acınası olabileceğini düşünüyor gibiydi… Luo Binghe aniden
onu bıraktı. Yukarıya, gökyüzündeki fırıl fırıl dönen girdap bulutlarına baktı.
İfadesi beklenmedik bir şekilde aniden kasvetlendi.
Aniden, Shen
Qingqiu’nin gözleri kararmadan önce görüntüyle şekiller binlerce parçaya
ayrılıp yok oldular. Birden, Shen Qingqiu kendisini Huan Hua Sarayı’nın ana
holünde uzanırken buldu.
Bu
gerçekten gerçek dünyaydı!
Shen
Qingqiu bir süre kuvvetli soluklar aldı. Büyük güçlükle aklını sonunda
toparladıktan sonra ana holü aydınlatan alevleri görmesine şaşırmıştı. Türlü
türlü ikaz çanları birlikte karışarak çalıyorlardı. Başını dışarıya uzattı,
kıyafetleri gecenin rüzgârında süzülmeye devam ediyordu. Belli bir yerde
sayısız fener toplanmıştı— Huan Hua Sarayı’nın birkaç bölüğünün müritleri her
yönden oraya akın ediyorlardı.
“Bölüklerinize gidin! Bütün bölükler emre
uyun, bölüklerinize gidin!”
Birisi
küfretti: “Yine mi kavga çıktı? Kaç kez istila oldu? Bir kere bile düzgün bir
önlem alınamadı mı?”
Shen
Qingqiu’nin ağzı kulaklarına vardı. İstila, karmaşada kaçma avantajına sahip
olması için en iyi durumdu. “Kutsal İblis Kanı” şeyi kimin umurundaydı ki? İtibarının
sağlamlığı söz konusuyken bununla nasıl kıyaslanabilirdi? Önce ben bir gideyim,
sonra konuşuruz, görüşürüz! Daha
sıçrayarak iki adım bile atmamıştı ki birisinin bağırdığı duydu:
“Huan Hua Köşk’üne gitti— Liu Qingge’yı
durdurmak için oluşum yapın!
Shen
Qingqiu’nin anında olduğu yerde geri döndü.
Lanet
olsun. Liu Qingge tam da gelecek zamanı buldu. Luo Binghe çıldırmanın
ortasındayken Shen Qingqiu onu tamamıyla çökecek şekilde bırakamazdı, değil mi?
Huan Hua
Köşkü, sarayın önceki saray ustası soyundakilerin efsun yapıp ikamet ettikleri
yerdi ve şu an bulunduğu yerden uzak değildi. Shen Qingqiu birkaç adımda
çatıdan atlayıp aceleyle giden büyük ordunun arasına karıştı. Huan Hua Köşkü’ne
daha girmemişlerken şiddetli serin hava dalgaları doğrudan onları karşıladı.
Gelen öfkeli bağrışlar öldürme isteğiyle doluydu.
“Def ol!”
Kalabalık
ikaz çanlarını duyduğunda bazı bi’haber müritler kapıdan daldılar. Sıralanmış
kalabalığın karşısındaki düzinelerce insanın hepsi son derece kuvvetli bir
enerji dalgasıyla fırlayıverdiler. Diğer grubun yanında bulunan Shen Qingqiu bu
saldırıdan mükemmel bir şekilde kaçmayı başarıp iyi bir konum seçmişti. Karmaşadan
yararlanarak içeriye sızdı. Kapıdan girdiği gibi dondurucu soğukla birlikte
tüyleri diken diken oldu. Bütün Huan Hua Köşkü devasa buz mağarasına dönüşmüş
gibi görünüyordu. İçeriye tek bir adım atmak bile karın ve buzun dondurucu
dünyasına adım atmak gibiydi. Soğuk hava, Shen Qingqiu’nin yeninden ve
cübbesinden sızmış; alnındaki ve sırtındaki soğuk terleri hızla dondurarak
küçük buzdan çizgilere çevirmişti. Odadaki soğukluğun ne derece olduğunu tahmin
edebilirdiniz.
Sıcaklık
son derece düşük olmakla kalmamış her bir duvar da sıkıca mühürlenmiş, kapılar
ve pencereler hava geçirmezdi. Bütün oda soğuk ve karanlıktı. Davetsiz
misafir(d.b.d. Liu Qingge, Cang Qiong Dağı İmha Ekibi’nin yöneticisi) zor kullanarak
büyük bir genişlik açmamış olsaydı bütün alan buzdan bir tabuta benzeyecekti.
Köşkün
ortasındaki kapalı meditasyon alanının perdesi yarım açıktı. Alanın hemen
yanında karmaşık şekilde yığılmış kat kat siyah ve beyaz dış cübbeler
bulunmaktaydı.
Luo
Binghe sadece iç cübbesini giyiyordu, yataktan yeni çıkmış gibi görünüyordu.
Siyah saçları dağınık ve açıktı; kıyafetleri karışıktı, yakası bükülmüş ve
açıktı. Yüzü beyazın solukluğunu taşırken dudakları kanın kırmızı dokunuşunu
taşımaktaydı. Gözleri soğuk ışık gibi parıldıyor, ölü gibi solgun enerjisi
muazzam baskı uyguluyordu. Kılıcının keskin tarafı görünüyordu ve duruşu savaşa
hazır vaziyetteydi.
Yedi adım
ardında, onunla yüzleştiği belli olan Liu Qingge’nın kılıç tutan elinin
kemikleri sıktıkça fırlar gibi çıkıntı yapıyordu. Bütün yüzü yeşille maviydi.
Liu
Qingge sakin ve soğukkanlı bir şekilde meditasyon alanında oturan Luo Binghe’ya
baktı. Her kelimeyi bastırarak söyledi: “Seni piç.”
Cheng
Luan kılıcından ruhani enerjî ve öldürme isteği kırıcı şiddetiyle yükseliyordu.
Shen Qingqiu dikkatli bir şekilde iki tarafı süzdü. Yine de Liu Qingge’nın
kılıcıyla işaret ettiği yere baktığında aklında tamamıyla yıkılmış
dünyagörüşünün direncinin son parçalarının seslerini işitebiliyordu.
Luo
Binghe’nın sağ eli asla yanından ayrılmayan Xin Mo kılıcının üzerindeydi, kar
beyazı kılıcının çoktan yarısı kınından çıkmıştı; diğer yandan sol eli birisini
tutuyordu.
Birisi
olduğunu söylemek yerine “ceset” demek daha doğru olurdu, tamamıyla ölüydü;
başı aşağıya sarkıyordu, uzuvları iradesiz ve çok zayıftı. İnce kat kat iç
cübbeler giyen oydu. Yakası omzundan kaymış, kâğıt kadar beyaz sırtının
yarısını açığa çıkartmıştı.
Liu
Qingge konuştu: “Ne yaptın sen?”
Bu
sahneyi kesinlikle unutamayacaktı. Cheng Luan kılıcı kesecek kadar açığa
çıktığında meditasyon alanının perdesinin örttüğü gölgeler harici oda boştu.
Liu Qingge Luo Binghe’nın içeride olduğunu biliyordu fakat sadece onun
olmadığını hiç düşünmemişti!
Luo
Binghe kaşlarını kaldırdı, ardından sol elindeki zayıf cesedi kolundan yukarıya
kaldırdı: “Ne yapmışım ben?”
Shen
Qingqiu’nin tamamıyla nutku tutulmuştu. İki adam—daha belirgin olacaksa yaşayan
birisiyle ölü birisi—üzerlerini örtecek kıyafetler olmaksızın yatak gibi bir
yerde top gibi sarılmış hâlde yuvarlanırlarsa——nasıl bakarsan bak hiçbir olumlu
yanı yoktu!
Liu
Qingge tek bir kelime bile etmeden Cheng Luan’ı kınından çıkardı. Xin Mo kılıcı
hâlâ kınından tam çıkmış değildi. Sadece kınını kullanarak Cheng Luan’ı
engelledi. Kılıcın kızgın enerjisi yaklaştıkça hafifçe yanlamasına eğildi.
Elindeki bedeni arkasında tutarak korurken kılıcın yakıcı soğuk enerjisini
engelledi, hiddeti yüzüne yansıyordu.
Liu
Qingge da dar odada Cheng Luan’ı harekete geçirmenin keskin kılıç enerjisiyle
cesede hasar verme riski olduğunu fark etmişti. Anında kılıcını geri kınına
çağırıp Luo Binghe’yla ruhanî enerjisini kullanarak savaşmaya başladı.
Zorlu,
yuvarlandıkları düello esnasında cesedin kıyafetleri gevşeyip belinden aşağıya
kaymıştı, Luo Binghe’nın avuçiçi doğrudan hassas tene temas ediyordu. Liu Qingge’nın
gözleri tamamıyla kan çanağına dönmüştü: “Hayvan, her ne olursa olsun, o senin
Shizun’un!”
Luo
Binghe sakin bir şekilde konuştu: “Başka birisi olsaydı bunu yapar mıydım
sanıyorsun?”
Etrafı kuşatan
Huan Hua Sarayı müritlerinin tamamıyla dilleri tutulmuş, ağızları bir karış
açık kalmışlardı. Luo Binghe onlara da aldırış etmeden tamamıyla Liu Qingge’yla
işine odaklanmıştı. İki adamın bedenini çevreleyen ruhanî enerji havada
kaynayan su gibi bulanıyor, her taraftan çevreliyordu. Yüzlerindeki ifade her
geçen an gittikçe daha da dehşet verici oluyordu. Huan Hua Köşkü’ne kimse
korkularına karmaşa eklememek için adım atmaya cesaret edemiyordu.
Shen
Qingqiu karmaşa eklemekten korkmuyordu. Sadece bu manzaraya doğrudan bakamazdı.
… bu çok ekstrem. S**tiğimin fazlasıyla ekstrem!
Beyni
ayın yüzeyi gibi deliklerle doluydu fakat asla bir gün bu ekstrem OYUNUN ana
karakterlerinden birisi olacağını düşünmemişti. Luo Binghe’nın kucağında
tuttuğu şey… hakikaten ölüydü, değil mi? Kesinlikle öyleydi, çünkü bu onun
cesediydi, tamam mı?!
Bu artık
“kötü şey bir kez geldi mi itinayla biteceğini düşünürsün” şeklinde değildi.
Üzerinde dikkatlice düşünmeden bile yeterince kötüydü!
Doğrudan
bakamamasına rağmen niçin geri geldiğini çoktan unutmuştu.
Shen
Qingqiu Liu Qingge’nın arkasına ışınlandı. Ardından, onun gardını kaldırdığını,
kendisinin sinsi bir saldırgan olduğunu düşünmüştü. Alay ederek ruhanî
enerjisini kullanıp diğerini şaşırtarak kaçırtmak için hazırlandı. Yine de sırtına
yerleştirdiği el nazikliğiyle beraber yoğun güç akışıyla ruhanî döngüsünü başlatmıştı.
Liu
Qingge bu yardımı aldığında bu sefer birazcık bastırılmış olan Luo Binghe
olmuştu. Liu Qingge yine de umursamazca davranmaya cesaret edemeyip başını
hafifçe çevirdi. Göz ucuyla arkasındaki kişiye baktığında sadece görünüşünü
saklayan bulanık bir yüz görebiliyordu. Liu Qingge fısıldadı: “Kimsin sen?”
Shen
Qingqiu eli biraz daha fazla güç kullanırken cevap vermedi. İki eşsiz ruhanî
enerjinin güçlü akıntısı birbirine karışmıştı. Luo Binghe buna sessizce
katlansa da bedenini kaplayan ruhanî enerjinin yoğunluğu kaçınılmazdı ve
elindeki cesede yayılıyordu. O bu enerjiyi yok etme kabiliyetindeydi fakat
kollarının arasındaki ölü beden değildi. Bırakmazsa ceset kötü bir şekilde
çarpılıp özetle patlayacaktı. Luo Binghe cesete zarar vermek istemezdi, o
nedenle sadece elinden bırakabilirdi. Ceset anında kaynayan ruhanî enerjiden
sekerek uzaklaşıp fırlamıştı.
Luo
Binghe zorla bıraktıktan sonra bile ifadesi isteksiz ve acizlikliğini dışa
vururken bakışları öylece cesede odaklı kalmıştı. Bu ifadeyi gördüğünde Shen
Qingqiu aniden kaldıramaz olmuştu. Bırakması için onu zorlama yöntemi ona
birazcık zorbalık yapıyorlarmış gibi hissettirmişti.
Bu
durumun ciddiyetini kaldıramayan birkaç mürit harekete geçmek istediler fakat
Luo Binghe bağırdı: “Dokunmayın!” Yenlerini savurduğu gibi o taraftan çığlıklar
yükseldi. Shen Qingqiu, Liu Qingge’nın sırtına ruhanî enerji akışını uygulamayı
bıraktı. Ayak tabanını yere vurmasıyla öne atlayıp cesedi dikkatlice kollarının
arasına aldı.
Kendi
cesedini tutma hissi gerçekten en garip deneyimlerden birisiydi. Shen Qingqiu
kendine kabataslak göz gezdirdi. Önceki bedeninin hâlâ fazlasıyla gül rengi
cildi ve yumuşak uzuvları vardı, gözlerinin sıkıca kapalı ve nefes almadığı
hesaba katılmazsa derin uykudaki birinden hiçbir farkı yoktu.
Kendini
imha ederek ölündüğünde kişinin ruhanî enerjisi yok olur. Cesedin çürümesini
engelleyecek hiçbir efsun olmazdı. Beş yıldır buzun içinde onu dondurarak
muhafaza etmek sadece cesedin çürümesini ertelerdi. Cesedin üzerinde hiç
bitkisel bir koku yoktu, o nedenle hiçbir kimyasal koruyucuyla işlem
görmemişti. Luo Binghe’nın kullandığı yöntem anlaşılamazdı.
Shen
Qingqiu dağı yarıp taşı kırmaya yetecek ruhanî güç patlamasını engelledi. Luo
Binghe’nın üzerine sabitlenmiş bakışlarını görmek için yukarıya baktığında
ifadesinin vahşi ve gaddar olduğunu görmüştü. Ancak o zaman Shen Qingqiu
cesedin kıyafetlerinin bedeninin üst kısmından kaymasıyla kollarının arasındaki
bedeni açığa çıkmıştı. Ona nasıl dokunup baktığı hesaba katıldığında… Bu kesinlikle
bakma isteği uyandırmaktan ziyade son derece hastalıktıydı.
Apar
topar cesedin kıyafetlerini yukarıya çekip sıcak patatesi* Liu Qingge’ya
fırlattı: “Yakala!”
Sıcak Patates: İnsanların son derece karşıt görüşte olduğu, kimsenin
ilgilenmek istemediği durumlara denir.
Luo
Binghe havada yakalamak istedi fakat Shen Qingqiu’nin engeline istemsizce
yakalanmıştı. Shen Qingqiu aslında Luo Binghe’nın Kutsal İblis kan parazitini
etkinleştireceğinden endişeleniyordu fakat öldürme isteğiyle dolup taştığından
mı kaygılarıyla saçmasapan vurulduğundan mı bilinmez, Luo Binghe gerçekten koz
kartını düşünebilecek durumda değildi. Liu Qingge cesedi tek eliyle yakalayıp
beraberinde Cheng Luan’ı çağırdı, arkasını kuşatmış Huan Hua Sarayı müritlerini
kolayca patakladı. Fırlatılıp çıkarıldıktan sonra cesedin kıyafetleri bedeninin
üst kısmından tamamıyla ayrılmıştı. Liu Qingge ona dokunduğunda avuçiçinin
yumuşak bir tene dokunduğunu hissediyordu, hassas ve soğuktu. Dokunduğu bölgede
biraz elektriklenme vardı ve bütün bedeni donmuştu. Neresinden tutarsa tutsun
her yeri uygunsuz olacak gibi görünüyordu, neredeyse kendisinden iterek
uzaklaştıracaktı. Nihayetinde dürtüsünü engellemeyi başarmıştı. Kendi dış
cübbesini çıkarttı, beyaz kıyafetleri kanatlar gibi uzayarak ayrılıyor, kollarının
arasındaki bedeni sarmalıyordu. Cheng Luan onun yanına geri uçarak önünde sabit
bir şekilde süzüldü.
Luo
Binghe’nın gözbebekleri tamamıyla parlak kırmızıya dönmüştü. Bütün Huan Hua
Köşkü, içine bomba yerleştirilmiş kapalı bir kutuya benziyordu. Bomba
patladığında yıkıcı gürültüyle duvarlar çöktü.
Uçan
kumlarla fırlayan taşlarla birlikte sayısız insan yere savrulduğunda iki eşya
metalik tınlamayla çınladı. Shen Qingqiu görüntüye odaklandığında onların
aslında iki kılıç olduğunu görmüştü.
Zheng
Yang’la Xiu Ya’ydı.
Bu iki
kırılmış kılıç sayısız parçaya ayrılarak aynı kaderi paylaşmışlardı. Nasıl
onarılıp birbirine bağlanarak Huan Hua Köşkü’ne koyulduğu belirsizdi. Sadece
köşk çökerken tekrardan gökyüzüyle güneşi görebilmişlerdi.
Bu iki
kılıcı tekrardan gördüğünde Shen Qingqiu yüreğinde yükselen anlaşılamayan bir
şey hissedip Luo Binghe’ya baktı. En başta kıyafetleri düzensizdi, bombalama
dalgasının ardından iyi tanımlanmış köprücük kemiğiyle göğsü açığa çıkmıştı.
Göğsünde, kalbine yakın bir yerde son derece biçimsiz bir kılıç yarası vardı.
Luo
Binghe’nın kendini yenileme gücü son derece kuvvetliydi. Uzuvları kopmuş olsa
bile pürüzsüzce onları yeniden birleştirebilir, sorunsuzca yeniden
oluşturabilirdi. Bilerek iyileştirmemeyi seçmediği takdirde hiçbir iz
bırakmaksızın iyileşmeyecek yarası yoktu.
Luo
Binghe şiddetle bağırdı: “Liu Qingge, Shizun’un hatrına canını her seferinde
bağışladım. Ölümünü aramakta diretiyorsan beni suçlama!”
Aniden
patlayan ruhanî enerjiyle öldürücülüğün sarsıntısı neredeyse Shen Qingqiu’nin
bulunduğu yerden oynamasını sağlayacaktı. Luo Binghe’nın sinirinin
alevlendiğini biliyordu, o nedenle aceleyle Liu Qingge’ya bağırdı: “Hâlâ gitmeyecek
misin?”
İşler
böyle sarpa sardığında hep diğerlerinin çekilmesi için sık sık kendini
düşünmeden feda ettiğini hissetti! Liu Qingge ona bir bakış attı, doğrusu bu öylesine
bir şey değildi—zaman yitirmeden kollarının arasındaki bedenle kılıcına atlayıp
yıldırım kadar hızlı bir şekilde oradan ayrıldı.
Luo
Binghe aslında saldırmak istiyordu fakat anızın kalbinde bir ürperti hissetti—
Xin Mo kılıcı aniden geri tepip onu bastırdı. Bastırıldığından tek yapabildiği
şey Liu Qingge Shen Qingqiu’nin cesedi kollarının arasında oradan ayrılırken
aciz bir şekilde ardlarından bakmak olmuştu.
Luo
Binghe şaşkınlık içinde gökyüzü yıkılmışçasına olduğu yerde duruyordu, karşı
saldırı yapmayı bile unutmuştu. Bir anlığına ifadesinde bir anlamsızlık
belirdi, dünyada en çok sevdiği şey ondan alınmış bir çocuk gibiydi. Shen
Qingqiu onun zayıf anından yararlanarak sersemlemesini fırsat bilip tüymeyi
planlıyordu fakat durum böyle olunca nedeni bilinmez bir şekilde topukları yere
mıhlanmış, bakışlarının katlanılmazlığı gittikçe daha da artmıştı.
Kaldıramasa
bile yapabileceği hiçbir şey yoktu. Luo Binghe’nın o cesedi saklamayı
sürdürmesine izin verseydi nasıl korkutucu günahkâr gelişmelerin olacağı
belirsizdi!
Sorun,
yüreğinin zamansız yumuşamasıyla birlikte gelmişti. Luo Binghe başını çevirip
şiddetli kırmızı gözlerin doğrudan üzerine sabitlediğinde başarıyla
sıvışamamıştı.
Xin Mo
kılıcı neşe ve kötü niyetle kınında titriyordu. Luo Binghe’nın gözleri kesin
bir şekilde Shen Qingqiu’nin her an kıyma olacağını belirtiyordu. Hiddetli ve
kederli bakışlarını gördüğünde Shen Qingqiu iki adım geri gitti. Aniden,
efsunlanmışçasına, Luo Binghe’ya gerçeği söylemek istedi.
Ona “Bu
kadar üzülme, Shizun’un ölmedi.” demek istedi.
Dudaklarını
oynatmasıyla Huan Hua Sarayı müritleri yığınından siyah bir gölge çok hızlı
hareket ederek dışarı çıktı.
Kişi
olağanüstü hızla Shen Qingqiu’yi sarmalayıp bir kasırga gibi ayrıldı. Luo
Binghe’nın harikulade görme yeteneğiyle tepkime hızı bile patlayıcı vuruş
yapmakta başarısız olmasını sağlamıştı.
Aynı
yerde duruyordu, Huan Hua Köşkü’nün şiddetle harabe edilip sürenen
kalıntılarına soğukkanlılıkla bakıyordu. Huan Hua Sarayı müritleri ilgilenmemeyi
sürdürememişlerdi fakat Luo Binghe’nın bu geceki beklenmedik mağlubiyetlerinin
ardından huzursuzlanıp gökgürültüsü gibi patlayacağının kaçınılmaz olduğunu
biliyorlardı. Müritler çabucak dizlerinin üzerine çöktü. O anda, Sha Hualing
sonunda oraya gelebilmiş, telaşla öne atılmıştı. Vardığı gibi Luo Binghe
tarafından geriye fırlatılmış, üç litre kan kusmuştu.
Onun değişken ve saati saatine uymayan birisi
olduğunu bilecek kadar uzun zamandır tanıyordu fakat onu yine neyin
kızdırdığını bilmiyordu. Sadece bunu yılgınlığının tınısını taşıyan bir sesle
dillendirebildi: “Lordum, hiddettinizi bastırın. Lordum, hiddetinizi bastırın!”
Luo
Binghe konuştu: “Geri getirdiğin kişi gerçekten fena değil.”
Bu “fena
değil” Luo Binghe’nın onun derhal infazını buyurduğunu duymasından daha bile
dehşet vericiydi. Aceleyle konuşurken Sha Hualing’in ruhu neredeyse bedeninden
ayrılacaktı: “Bu astın önemli bir raporu var! İhlâl olduğunda bu ast istilayı
yapan kişileri saptayıp haklarından geldi. Fakat davetsiz misafir olan tek Liu
Qingge değildi! Bu Bai Zhan Tepesi Lordu gece köşkün içine önceden girmek
istemiş fakat labirent oluşumunu bozamamış. Bu sefer birisi önce labirent
oluşumunu bozmuş, o nedenle Liu Qingge başarıyla engeli geçebilmiş.”
Luo
Binghe, Liu Qingge’nın kılıcıyla ortadan kaybolduğu yöne doğru bakıyordu.
Yavaşça yumruklarını sıkıp eklemlerini çatlattı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder