Sha
Hualing Luo Binghe’nın istilacının kim olduğunu hiç umursamadığını düşünmüştü.
Daha çok sadece çalınmış olan Shen Qingqiu’nin cesedini umursuyor gibiydi, o
nedenle hızlı bir şekilde ses tonunu değiştirerek konuştu: “Liu Qingge şeyi…
şeyi… tek başına taşırken çok uzaklaşamaz! Bu ast birilerini alıp derhal onun
peşine düşecek!”
Luo
Binghe konuştu: “Gerek yok.”
Sha Hualing ürpermişti, içine doğan
şüpheyle kalbi buz gibi olmuştu.
Tek işitebildiği şey Luo Binghe’nın
soğuk bir şekilde “Bizzat ben gideceğim. Sen, Mo Bei’yi çağır.” dediğiydi.
Bu kez Shen Qingqiu zamanında Luo Binghe
bedenindeki kan parazitlerini kontrol ederken ne kadar kibar olduğunu sonunda
fark etmişti.
Luo Binghe birisini kadim iblis kanını
kullanarak gerçekten öldürmek isteseydi bunun krampa benzeyecek bir acı
seviyesinde olmasının imkânı yoktu. Yaşamak yerine ölmeyi diletir, o kadar
acıyla doldurur ki doğru dürüst konuşamazdınız bile. Sadece yerde yuvarlanırdınız
ve bu bittiğinde bir cesetten farksız şekilde uzanırdınız, yine de
bedeninizdeki acı bir tık bile azalmamış olurdu. Acının hafiflemesini ya da
alışmayı beklemenizin imkânı yoktu.
Kapışmanın öfkesi geçtikten sonra Luo
Binghe kutsal iblis kanı gibi bir şeye hâlen sahip olduğunu sonunda anımsadı.
Karmaşada onu dışarıya sürükleyip
avantajlı olmasını sağlayan kişi o esnada çoktan güvenli bölgeye getirmiş gibi
görünüyordu. Yavaşlayıp yürürken ona destek oldu. Shen Qingqiu yürümek değil
oturmak istiyordu fakat daha fazla konuşacak gücü yoktu. Buraya değin
sürüklenmişti, adam sonunda bir şeylerin yolunda olmadığını anlayana kadar
canlıdan çok ölü gibiydi.
Shen Qingqiu’yi yere bıraktı. Sesi hem
nazik hem de canlandırıcıydı ve biraz yavaş konuşuyordu. Genç bir adam gibi
görünüyordu. Derin bir ilgiyle sordu: “Nasılsın? Yaralandın mı?”
Shen Qingqiu dudaklarını hafifçe oynattı
fakat tek bir kelime söyleyecek kadar bile gücü yoktu. Şu anda milyonlarca ve
milyonlarca parazit kurdunun kan damarlarında şenlik yaptığını hissediyordu;
ısırıp genişliyorlar, kıpırdayıp bükülüyorlardı. Bu hem iğrenç hem de kahderici
hissettiriyordu.
Luo Binghe geçmişte bedenini kan
parazitleriyle kontrol ediyormuş gibi görünse bile hiçbir kötü niyet
taşımıyordu. Bunun yerine, aslında hafifçe içini gıdıklatırmış gibi son derece
hassas davranıyordu.
Geçtiğimiz yıllarda sistemin baskısı
altında kazandığı onurlu becerilerle çeşitli başarımların hepsine hızla göz
gezdirmişti, gerçekten saçma ve gülünç geliyordu. Hikâyenin hangi kısmı yanlış
gidip Luo Binghe’nın karşısında böyle olmasına neden olmuştu? Shen Qingqiu
doğduğundan beri kendisinin açıkça düz olduğundan emindi. Luo Binghe’nın cinsel
yöneliminden şüphelenmesine de gerek yoktu. Öyleyse bu tam olarak kimin
suçuydu?
Üzerinde daha fazla düşünmeye gerek
yoktu. Karakterin dağılması kesinlikle yazarın sorunuydu. Bunların hepsi
Gökyüzüne Ateş Eden Uçak’ın suçuydu!
Shen Qingqiu soğuk soğuk gülmüştü ki
aniden daha yoğun bir acıyla yıkılıverdi, yerde gerçekten birkaç kez
yuvarlanmıştı. En azından acıya bu şekilde birazcık çare bulabiliyor gibiydi.
Yuvarlanıp durması pek uzun sürmemişti
ki adam onu tutmuş, Shen Qingqiu’nin alnıyla çenesine dokunmuştu. Seyrek sakallarının
çoğu çoktan dökülüp soğuk terlerini örtmüştü. Adam Shen Qingqiu’nin göğsüyle
karnına dokunana değin aşağıya doğru hareket etmeye devam etti.
Bir nedenden dolayı dokunduğu yerler
biraz daha katlanılır oluyordu. Shen Qingqiu nefesini tutup “Ah, canım
arkadaşım… nereye dokunuyorsun?” demeden edemedi.
Geçmişte olsaydı diğer
insanların(özellikle hemcinslerine gelince) dokunmasını sahiden umursamazdı. Ne
zaman isteyip dilediklerinde dokunabilirlerdi. Fakat Luo Binghe ona yeni bir
dünyaya açılan ardışık kapıları açtığından beri Shen Qingqiu’nin yirmi ya da
daha uzun bir süredir şekillendirmiş olduğu dünyagörüşü büyük bir patlamayla
karşılaşmıştı. Artık bu dünyayı görüşü için tamamıyla yeni olan bakış açısıyla
duygusal tutumunu kullanmalıydı.
Özellikle de hemcinsleriyle arkadaşlık
etme sorunlarında!
Adam bir ‘ah’ sesi çıkartıp hızlı bir
şekilde bıraktı. “Özür dilerim. Ben… bilerek yapmadım.” diyerek af diledi.
Shen Qingqiu, “Hayır, hayır, hayır!
Devam et, dokun! Lütfen devam et! Teşekkür ederim!” dedi.
Bu bir hata değildi. Adam bıraktığında
Shen Qingqiu anında tekrardan acıyı hissetmeye başlamıştı. Bu adam gerçekten…
kadim iblis kanını sakinleştirebiliyor gibiydi!
Shen Qingqiu başını çevirdi. Ayışığının
altında diğerinin yüz hatlarını çok net göremiyordu fakat dış hatlarından az
çok berrak ve narin hatlarda birisi olduğu görülüyordu. Gözleri son derece
duruydu, onu aşıp Shen Qingqiu’nin hatlarıyla çiy gibi ayışığının berrak
parıltısını yansıtıyordu.
Shen Qingqiu bu gözlere baktığında az
buçuk bir şeyi hatırladı fakat daha fazla düşünemeden başı neredeyse
patlayacakmış gibi olmuştu. O kadar çok acıyordu ki kısık bir inilti çıkartarak
başını öne eğip kuvvetli bir şekilde yere yumruğunu indirdi.
Aniden Shen Qingqiu cübbesinin
arkasından birisinin yükseldiğini hissetti. Ağzı açılıp içerisine sıvı
döküldüğünde çenesi acıyordu. Mide ekşimesi yüzünden dili uyuşmuştu, o nedenle
sıvının tadının nasıl olduğunu bilmiyordu fakat güzel olabilecek bir şey gibi
değildi. Tıkanmıştı, tükürmek istedi fakat diğeri ağzını kapattı. Hareketleri
güçlü olmasına rağmen ses tonu son derece nazikti, dil dökerek ikna ediyordu:
“Yut onu.”
Shen Qingqiu’nin boğazı şiddetli bir
şekilde yükselip alçaldı ve aceleyle sahiden o sıvıyı yuttu. Ne olduğu belirsiz
sıvı ağzının kenarından hafifçe aktığında başını eğip şiddetlice öksürdü.
Ayakta, hemen yanında duran adam sırtını patpatlayıp sakinleşmesinde yardımcı
oldu.
Şok edici bir şekilde sıvı ağzından
midesine yol aldığında ona her şekilde işkence eden kan kurtlarının ısırığının
acısı hızla yok olmuştu.
Shen Qingqiu’nin bedeni daha iyi
hissetse de kalbinin sıkışıklığı daha da artıyordu. Adamın kıyafetini göğsünden
tek eliyle kavradı. “İçmem için bana ne verdin?”
Diğeri Shen Qingqiu’nin parmaklarını tek
tek açıp göğsünden uzaklaştırdı. Hafifçe gülümseyip, “Hâlâ acıyor mu?” dedi.
Artık acıtmıyordu. Artık gerçekten
acıtmıyordu. Fakat korkunç olan şey artık acıtmıyor olmasıydı. Daha önce kadim
iblis kanına panzehir olan bir şey duymamıştı!
Ağzının tadı yavaş yavaş yerine gelmeye
başladıkça ağzındaki kan kokusu git gide artmıştı. Öyle bir noktaya gelmişti ki
neredeyse kusmak isteyecekti. Asıl eser açıkça dillendirmişti: kadim iblis
kanına etkileyecek hiçbir ilaç yoktu.
Kadim iblis kanını sadece kadim iblis
kanı kontrol altına alıp durdurabilirdi.
Siktir.
İki kere içtiğinden değil, kadim iblis
kanını iki farklı kişiden içtiğindendi.
Shen Qingqiu gerçekten onun bu dünyadan
ne birisinin varisi ne de birisinin selefi olduğunu hissetmişti.
Bunu düşündükten sonra Shen Qingqiu
neşeli bir şekilde soluğunu verip yığıldı.
Etin parçalanma sesi.
Beraberinde uzaktan, boğuk, sefil
çığlıklar eşlik ediyordu.
Shen Qingqiu şakaklarına elini bastırdı,
görüşüyle birlikte sahne de yavaşça belirginleşti.
Kan gölü. Ceset yığını.
Luo Binghe temiz bir çevredeymişçesine
donuk bir şekilde duruyordu. Tamamıyla siyaha büründüğünden kan, rengini veremiyordu,
yüzünün yarısına sıçramış koyu kırmızı lekeler vardı. Kılıcı kavradığı eli
makine gibi duygusuz bir şekilde savrulup duruyordu.
Aslında Shen Qingqiu Luo Binghe’yı
gördüğünde aklında bedenini sarmalayıp yatakta yuvarlandığına dair görüntü
belirmeliydi, bu nedenle doğrudan ona öylece bakamazdı. Fakat şu anda Luo
Binghe gerçekten de Rüya Âlemi’nde bizzat yarattığı şeyleri yıkıp geçiyordu. Bu,
bıçağı alıp beynine saplamasıyla aynı şeydi. Ne farkı vardı ki?
Zihinsel engelli ya da bunları iyi
bilmeyen birisi değilse bunun gibi bir şeyi sadece akıl hastası yapabilirdi!
Luo Binghe’ya her daim mazoşist deyip
kendisine işkence etmeyi sevdiğini söylemeyi seven Shen Qingqiu’nin bile
kendisine bu derece işkence ettiği takdirde hafif kuru bir kahkaha çıkartarak
alay etmesinin imkânı yoktu.
Luo Binghe başını kaldırıp ona puslu gözlerle
baktı, aklı bulanık gibiydi. Fakat Shen Qingqiu’nin bedeni iliştiğinde gözleri
anında ışıldamış, kılıcını çok ama çok uzağa fırlatıvermişti. Kanlı ellerini
arkasına saklayıp sakin bir sesle seslendi: “Shizun.”
Hemen ardından yüzünde de kan olduğunu
hatırlayıp paçayı sıyırmak istercesine yüzünün yarısındaki izleri silmek için
yenini kullandı. Fakat sildikçe iyice batmıştı ki bir şeyi çalarken suçüstü
yakalanmış gibi gittikçe kaygılanmıştı.
İlk seferde zor olmuştu, fakat ikinci
sefer için bu geçerli değildi. Shen Qingqiu’nin artık yapay zekânın bir ürünü
gibi davranma tecrübesi vardı, o nedenle gayet sakindi. Konuştuğunda sesini
nazikleştirmeden edememişti. “Ne yapıyorsun?”
Luo Binghe yavaşça, “Shizun, ben… ben
sizi yine kaybettim. Bu mürit beş para etmez. Sizin bedeninizi bile
koruyamıyor.” dedi.
Cevabını işittiğinde Shen Qingqiu’nin o
anki düşünceleriyle ifadesi benzer bir şekilde karmaşıklaştı.
Yani, o esnada Rüya Âlemi’nde yarattığı
şeyleri acımasızca katlederken… kendini cezalandırmış mı oluyordu?
Bunda Luo Binghe’nın ne kadar yetenekli
olduğunu fark ettiğinde Shen Qingqiu bunu ilk kez yapmamamış olma ihtimalinden
korkmuştu. Luo Binghe’nın geçen sefer onun hayalinin bir ürünü mü olduğunu ya
da dış dünyadan davetsiz bir misafir mi olduğunu anlayamaması hiç garip
değildi.
Shen Qingqiu iç çekip bir süre
düşünmesinin ardından onu nazikçe avuttu: “Kaybetmen sorun değil. Seni
suçlamıyorum.”
Luo Binghe ona şaşkın şaşkın baktı. “…
ama şu anda… elimde kalan tek şey oydu.”
Shen Qingqiu aniden direkt gözlerine bakamamaya
başladı. Luo Binghe gerçekten Shen Qingqiu’nin artık ihtiyacının olmadığı boş
kabuk durumundaki cesede beş yıl boyunca sahip mi çıkmıştı?
Luo Binghe’nın sesi aniden sakinleşti:
“Huayue Şehri’nden sonra bu yaşamım boyunca Shizun’u bir daha asla
kaybetmeyeceğime dair yemin ettim. Fakat yine de birisinin seni zorla alıp
götürmesine izin verdim.”
Gözlerindeki kinle koyu kırmızı renk
çalkantılı ve sabitlenmişti. Başından savdığından havada uçan kılıcı
çağırmasıyla ölmek üzere, mücadele eden birkaç ‘insanın’ göğsüne saplanıverdi.
Kulaklarını dolduran çığlık sesiyle Shen Qingqiu apar topar kendini
sakinleştirip, “Pervasız olma. Bu sadece bir rüya olsa bile kendine zarar vermenle
aynı şey. Unuttuğunu sakın bana söyleme!” diye azarladı.
Elbette Luo Binghe unutmamıştı. Shen
Qingqiu’ya doğrudan baktıktan sonra elini, üstü yukarı bakar şekilde
kavrayıverdi. Uzun bir süre duraklamasının ardından ancak, “Rüyanın içinde
olduğumu biliyorum. Beni sadece rüyamda böyle azarlayabilirsin, Shizun.” dedi.
Bunu duyduğunda Shen Qingqiu aniden
gerçekliğe uyanmıştı. Bu iyi değildi. Yanlıştı.
Luo Binghe’ya böyle davranamazdı. Birisine ilgin yoksa onu ümitlendirmemeliydin.
Büyük umutlar büyük hayal kırıklıkları demekti. Çılgınca davranmaya devam
ederse muhtemelen onun delirmesini de arttıracaktı.
Rüyada olsa bile bir şeyleri böyle
detaylı hâle getirmemeliydi. Kesin kararlar vermeliydi, aksi takdirde
ilişkileri belirsiz bir şekilde ilerlemeye devam edecek, böylece aksiliklere
neden olacaktı. Shen Qingqiu sert bir şekilde elini çekip ifadesini düzeltti;
en soğuk hâline bürünmüş, arkasını dönmeden önce eşsiz ifadesine bürünerek
oradan uzaklaştı.
Luo Binghe baştan savıldığında bir anlığına
afallamış, hemen sonrasında onun ardına koyulmuştu. “Shizun, hatalı olduğumu
biliyorum.”
Shen Qingqiu soğuk bir şekilde, “Hatalı
olduğunu biliyorsan beni takip etme.” dedi.
Luo Binghe endişeyle, “Ben pişman olalı
çok oldu fakat size bunu nasıl söyleyeceğimi hiç bilemedim. Ruhunuzu yok etmeniz
için sizi zorladığımdan hâlâ bana kızgın mısınız? Shizun’un bedenindeki ruhanî
ağı çoktan düzelttim, sizi asla kandırmaya çalışmam! Anıt Mezar'a girdiğim gibi
sizi tekrardan uyandırmanın bir yolunu kesinlikle bulacağım.” dedi.
Shen Qingqiu yanıtlamadı, biraz
acımasızca bir şey söyleyip söylememek konusunda tereddütte olduğundan bu
ihtimali unutmaya karar verdi. Fakat Luo Binghe aniden öne atılarak ona
arkasından sarıldı, onu sıkıca sarmalayarak çığlık ata ata yerde yuvarlansa
bile onu bırakmayı reddetti. Sarmaladığında Shen Qingqiu’nun bütün bedeni
kasılmıştı, tüylü bir şey değmiş gibi hissetmiş, tüylerinin diken diken
olmasına neden olmuştu. Enerjisini elinde topladı fakat nihayetinde saldırmadı
da. Dişlerini gıcırdatarak tek bir kelimeyi zorla dillendirdi: “Kaybol!”
Bunu, onun kararmasının ardından
dillendirmişti, felaketin yolundan inemezlerdi! Zorlamamalı, bir öyle bir böyle
davranmamalıydı!
Luo Binghe onu duymamış gibi davrandı.
“Yoksa Shizun Jinlan Şehri’nde olanlar için mi kızgın?”
Shen Qingqiu “Doğru.” dedi.
Luo Binghe hâlâ onu bırakmayı
reddediyordu, mırıldanarak, “Sonsuz Uçurum’dan döndüğümde Shizun’un diğerlerine
iblis ırkı tarafından öldürüldüğümü açıkladığını biliyordum. İlk Shizun’un
hassas kalpli olduğunu, hâlâ beni düşündüğünü, itibar kaybetmememi istediğini
düşündüm. Beklenmedik bir şekilde karşılaşıp Shizun’un davranışlarını
gördüğümde bunların yine sadece benim hayalim olmasından korktum. Shizun’un
gerçeği saklamasının nedeninin sadece bir iblis yetiştirdiğinden adının lekelenmemesi
için olmasından korktum.” dedi.
Kederli bir şekilde konuşuyor, Shen
Qingqiu’nun kaba bir şekilde araya girip devam etmesini engelleyeceğinden
korkar gibi cümleleri ardı ardına sıralıyordu. “Ekicileri planlayan sahiden ben
değildim. O zamanlar sersem olmamdan dolayı çok kızgındım, bu nedenle Shizun’un
su hapishanesine kapatılmasına müsaade ettim… Hatalı olduğumu uzun zamandır
biliyordum.”
Bu Luo Binghe’nın gerçekliğiydiyse bu cümleleri
böylesine istikrarlı bir şekilde, imajını umursamadan söyleyecek zamanı hiç
olmamış, kendi yarattığı rüyasında bu denli konuşmaya hiç yeltenememiş
olmalıydı. Shen Qingqiu onu şimdi kenara itseydi cesaretini toplayıp sonunda
huzurlu hissettiğini* dillendirmeye cesaret eden genç kıza ‘abla’ sözünün tokat
gibi yüzüne yapıştırılıp ardında gözleri yaşlı, titreyen, kalbi kırık bir genç
kız bırakması gibi olacaktı. Bu sahiden de biraz fazla acımasızdı.
Huzurlu Hisetmek: Normalde “Ruh için Tavuk Çorbası” gibi bir anlama gelen, Çin’de çok popüler bir kitap
serisinden bahsediliyor fakat anlamı huzurlu hissetme gibi bir şeye gelmekte.
Kafanız karışmasın diye direkt anlamını aldım.
Shen Qingqiu empati kurup fazlasıyla
etkilenmişti fakat bunun son derece saçma olduğunun da farkındaydı. Önceki
yıllarda kaçabilmek için her şeyi yaptığın kişinin seni öldürmek değil becermek
istemesinden daha bile saçma bir şey olabilir miydi? Öldürme ya da becerme
olsun, sonuç aynıydı. Shen Qingqiu elinden gelebildiğince kaçacaktı.
Biri diğerini görmek isteyip
göremediğinden beş yıl boyunca cesedine sarılmıştı. Diğeri ondan kaçabilmek
için yapabileceği her şeyi yapmak istiyordu fakat yine de onu fazlasıyla görmüş
gibi hissediyordu.
Shen Qingqiu’nun elleri kasılmıştı.
Kaldırıp tekrardan indirmiş, yumruk yapıp sonradan gevşetmişti. Sonunda, iç
çekerek ondan daha uzun olan kişinin başını patpatladı.
“Tanrı’m,
gerçekten mahvoldum!” diye düşündü.
Haremini boş veren mükemmel güzellikteki
siyah aygır kimseyle yapmamıştı ve hâlâ bakirdi. Kendisini o böyle yapmıştı, o
nedenle Shen Qingqiu karşı gelmeyi sürdürdükçe biraz fazla zalim gözükecekti.
Shen Qingqiu çok üzücü bir şekilde yalnız olan, hâlinden anladığı Luo Binghe’ya
karşı gelememişti.
Luo Binghe kavramış olduğu elini aniden
sıktı. Shen Qingqiu Luo Binghe’nın avuçiçinden elinin üstüne kadar uzanan hafif
pürüzler hissetti, yakından baktığında bunların kılıç izi olduğunu fark etti.
İlk önce Shen Qingqiu bedeninde ne kadar
izi olduğuna dikkat etmemişti fakat o esnada aniden hatırlayıverdi. Jinlan
Şehri’nde buluştukları gece bütün yol boyunca onunla kedi fare oyunu oynamıştı.
Nihayet onu yakaladığında Shen Qingqiu onu kılıcıyla delmişti. Luo Binghe o
esnada Xiu Ya kılıcının kenarlarını direkt eliyle kavramıştı.
Luo Binghe’nın göğsünde, kalbine yakın
yerdeki iz içinse olsa olsa Shen Qingqiu en fazla bunu unutamazdı, bu izi
Ölümsüz İttifak Ligi’nde onu uçurumdan atlaması için zorlarken yanlışlıkla
kılıcını sokmasıyla almıştı.
Luo Binghe’ya kılıcını soktuğunda hiçbir
şekilde kurtulmaya çalışmamış gibi görünüyordu. Engellemeden, kaçmadan,
doğrudan Shen Qingqiu’nun onu kesip delmesine izin vermişti. Bu tam olarak Shen
Qingqiu’nun ona neden vurmak istediğinin sebebiydi, iki seferde de Shen Qingqiu
onu kılıcıyla delmek istememişti. Deldikten sonra Luo Binghe yaralarını
iyileştirmemişti bile. Onun yerine bilinçli olarak korumuştu.
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder