Lin Wanyue,
siyah okunu sırtında taşırken, Li Xian yanında yavaşça yürüyerek ona eşlik
ediyordu.
Bu ikisine
bakılınca, biri basit bir şekilde giyinmişti, bronz bir tene sahipti, aynı
zamanda sıska ve uzundu. Diğeri ise görkemli bir şekilde giyinmişti, güzel bir
cilde sahipti ve zarifti. Omuz omuza yürüdükleri zaman nasıl bakılırsa bakılsın
görünüşleri birbirleriyle zıttı.
Ancak Lin
Wanyue her gün aslında utangaç bir şekilde konuşsa da Li Xian'nın tur rehberliğini
yapıyordu. Turun başından sonuna kadar Li Xian nazik bir gülümseme takınıyordu,
Lin Wanyue'nin askeri kamp tanıtımlarını kulaklarını dört açarak meraklı bir
tavır takınıp dinliyordu.
"Burası
piyade askerlerinin kampı. Önceden burada yaşıyordum ve piyade askerlerinin
koşulları nispeten daha kötü. Üç tabur uyurken bir çadırı paylaşıyor."
Li Xian
sakince sordu: "Neden piyade askerlerinin koşulları süvarilerinkinden bu
kadar farklı?"
Lin Wanyue
bir süre düşündükten sonra cevap verdi: "Çünkü piyade askerlerinin uzun
bir eğitime ihtiyacı yok ve aynı zamanda talep de oldukça az. Süvarilerin ve
atlarının daha uzun süre eğitim görmeye ihtiyaçları var. Aynı zamanda Li
Krallığı'nın savaş gücünün önemli bir kısmını onlar oluşturuyor. Bu nedenle
süvariler, piyade askerlerinden daha iyi bir eğitim almak zorunda. Dürüst olmak
gerekirse..."
Lin Wanyue,
onun neden bu şekilde olduğunu anlamıyordu. Li Xian yumuşak ve nazik sesiyle
onun rahatlamasını sağlıyordu, öyle ki bir süreliğine gardını bile indiriyordu.
Bütün bu şeyler hakkında konuşmaya başladığında Li Xian'a karşı herhangi bir
koşulu yoktu. Onun kelimelerine karşı dilinin kendiliğinden harekete geçtiğini
fark etmişti.
Li Xian'nın
amacı ise Lin Wanyue'nin gerçek zeka seviyesini gözlemlemekti. Nasıl olur da şu
an durmasına izin verebilirdi ki? Bu yüzden nazik bir şekilde gülümsedi.
"Tabur komutanı Lin, dilediğiniz gibi konuşabilirsiniz. Bunu ikimizin
arasında geçen bir sır olarak alacağım."
Li Xian'nın
söylediklerini duyunca tekrardan Lin Wanyue'nin kalbine sevgi dolu bir his
yayıldı. Li Xian'nın nazik gülümsemesinin varlığı bütün askeri kamptakinden
farklıydı. Soylu bir nezaket hissiyatı vardı. Her kelimesi ve her gülümsemesi
bahar suları gibi usta bir naziklikle Lin Wanyue'nin sert savunmasını aşıyor, her
zaman onun kelimelerine ihtiyatlı bir şekilde güven duymasını sağlıyordu.
Lin Wanyue
konuşmaya devam etti: "Dürüst olmak gerekirse piyade askerlerinin daha iyi
bir eğitimi hak ettiğini düşünüyorum, sebebi ise Li Kralığı'nın ordusunda en
yüksek ölüm oranının piyade askerlerine ait olması. Başkomutan piyade
askerlerini ön saflarda süvarilerin etrafını sarmak için kullanıyor. Hunlarla
yüzleşen büyük yüzde süvarilere ait olsa da piyade askerlerinin ölüm oranı
oldukça yüksek ve piyade askerleri ön saflara kurbanlık tutumuyla süvarilerin
hayatta kalmasını sağlamak için hücum ediyor. Bu da süvarilerin avantajlı
olmalarını sağlıyor."
Sözlerini
bitirdiğinde Lin Wanyue utangaç bir tavır takınarak kafasını kaşıdı.
Li Xian,
sessiz bir şekilde söylediklerini dinledi, Lin Wanyue'nin detaylı anlatımından
etkilenmişti.
"Askeri
kampta yaşam oldukça tekdüze görünüyor. Tabur Komutanı Lin'in herhangi bir
hobisi ya da ilgi alanı var mı?" Li Xian, Lin Wanyue'ye dönerek normal bir
şekilde ve üzerinde fazla düşünmeden "önemli" sorusunu yöneltti.
Para, güç,
kadın ya da tuhaf herhangi bir şey, Lin Wanyue'nin hoşuna gittiği takdirde, ne
olduğu önemli değildi, onu nüfuzu altına almak için bir şeyler bulacaktı.
Li Xian'nın
sorusunu duyan Lin Wanyue bunun hakkında ciddi bir şekilde düşündü, en sonunda
ciddiyetle yanıtladı: "Hayır."
Lin
Wanyue'nin cevabı Li Xian'nın sinirini bozmuştu. Lin Feixing gerçekten...
Ehlileştirilemez biriydi.
"Oh~!
Yapma!" Aniden bir kadının bağırışı uzaktan duyuldu.
Li Xian ve
Lin Wanyue, olduğu yerde duraksadı. Gözleri şaşkınlık içerisinde buluştu.
Lin Wanyue,
etraflarına bakındıktan sonra tepki verdi. İçinden kendini azarladı: Kahretsin,
Ekselansları En Büyük Prensesle konuşmaya daldığından şu anda onu böylesine
müstehcen bir yere getirmişti!
"Ah~!
Oh~! Oh, tanrım, yardım edin!"
Li
Krallığı'nın sınırındaki askeri kamplarda fahişe kampları da vardı. Çoğunlukla
düşman krallıkların leydileri cezalandırılmak için tutuklanarak buralarda
toplanırdı. Lin Wanyue bunu uzun zamandır biliyordu, ancak daha önce hiç buraya
gelmemişti.
Şu anda
kazayla buraya gelmişlerdi. Uzaktaki erkeklerin kıkırdamaları ve inlemeleri
gittikçe daha da yükselerek geliyordu. Lin Wanyue'nin kalbi kaos içerisindeydi.
Ne diyeceğini bilmiyordu.
"Yardım
edin lütfen! Affedin beni! Oh~!"
"Orada
neler oluyor?" Li Xian, cezbedici kaşlarını yavaşça çattı. Li Xian,
bilgili birisi olmasına rağmen böyle bir durumla ilk kez karşılaşmıştı. Bu
yüzden sesin geldiği tarafa ne olduğunu bilmiyordu. Uzaktan sesi gelen yardım
için yalvaran kadın hakkında endişeliydi.
"Pre...Prenses,
geri dönelim!" Lin Wanyue, bu tarz şeylere çoktan alışmış olmasına rağmen
Li Xian'nın harikulade yüzüne bakınca kendisinin herhangi bir
"müstehcen" kelime dile getiremeyeceğini fark etti.
"Bu
düpedüz uç derecede küstahlık. Halktan bir kadını soymaya nasıl cüret
edersiniz?"
Li Xian, Lin
Wanyue'ye bir bakış attıktan sonra ardından masum genç kızı kurtarmak için uzun
elbisesini peşinden sürükleyerek ilerledi.
Lin Wanyue,
Prenses'in fahişe kampına doğru ilerleyişini izledi. Vücudunun alt kısmındaki
ağrıyı daha fazla umursamayarak aceleyle Li Xian'nı durdurmak için ön kolundan
yakaladı.
İpek gibi
yumuşak bir kumaş ve narin bir kol hissetti. Lin Wanyue'nin eli birden ileri
atılmıştı. Neyse ki bu tutuş Li Xian'nın adımlarını durdurmuştu.
Lin Wanyue,
Li Xian'nın yüzüne bakmaya cesaret edemiyordu. Kafasını yarı eğmiş bir şekilde
zorlanarak konuştu: "Prenses, orası fahişe kampı..."
Lin
Wanyue'nin söylediklerini duyan Li Xian'nın yüzü parlak kırmızı bir hal aldı.
Solgun yanakları parlak bir kırmızıya boyandı.
Li Xian'nın
ağzı gevşedi. Lin Wanyue'nin yarı eğilmiş başına bakarak düşündü: Beni
böylesine müstehcen bir yere normal bir şeymişcesine getirdiğine göre, bu kişi
yaralanmadan önce buraya sık sık geliyordu.
En sonunda
Li Xian alt dudağını ısırdı. Lin Wanyue'ye bir bakış attıktan sonra etrafında
dönerek o yerden çabucak ayrıldı!
Lin Wanyue,
onu arkasından aceleci adımlarla takip etti. İkisi oradan birlikte ayrıldı.
Birkaç adım
sonra ellerinde baltalı kargı tutan iki asker aceleyle Li Xian'nın yanına doğru
ilerledi.
"Bu
değersiz kişi Ekselansları En Büyük Prensesi selamlıyor. Soylu Pinyang'ın
Shizi'si çoktandır büyük çadırda, acil bir şey olduğunu söyledi. Ekselansları
En Büyük Prenses Shizi'yi ziyaret etmelisiniz."
"Yolu
gösterin."
Aynı zamanda
Lin Wanyue de korumanın söylediklerini duymuştu. Bu yüzden olduğu yerde durarak
Li Xian'nın gidişini izledi.
Li Xian,
korumaların takip ederek arkasında bir kez bile bakmadan ilerledi.
Lin Wanyue,
sersemlemiş bir halde, Li Xian tamamen görüş alanında çıkana kadar olduğu yerde
durdu. Dürtüye direnemeyerek, elini ovaladı. Bu el acil bir durum olduğu için
Li Xian'nın kolunu kavramıştı.
Lin Wanyue,
başını aşağı eğerek uzun bir süre elindeki nasırlara baktı. Kalbinde bir
kıskançlık dalgası yükseldi: İkimiz de kadınız ancak benimki çok kaba ve sert
ancak Prenses'inki çok...
Lin Wanyue
her hareketi ve yüz ifadesinin karanlıktaki bir gölge tarafından izlendiğini
fark etmemişti.
"Tabur Komutanı
Lin, demek buradaydınız!"
Lin Wanyue,
karşılık olarak seslendi. "Ne oldu?'
"Çabuk
beni takip edin, Başkomutan sizi büyük çadıra çağırıyor."
"Geliyorum."
Lin Wanyue,
düşüncelerini bir kenara bırakarak büyük çadıra doğru ilerledi.
Lini Wanyue,
uzak mesafede olmasına rağmen büyük çadırdaki kavgayı duyabiliyordu.
"Li
Krallığı, büyük medeni bir kallık. Barbar Hunlara karşı ateşkes işareti asmak
ne olursa olsun kabul edilemez. Bu gerçekten onur kırıcı."
"Seni
hadsiz! Senin baban hala bir askerken, bu yaşlı adam kuzeybatıdaki askeri
işleri komuta ediyordu. Hala bu Maraşale ne yapması gerektiğini söylemeye
cürret ediyor musun?"
"Hıh,
bu Shizi İmparator'un Elçisi olarak geldi."
"Shizi,
amca, lütfen sakinleşin!.."
"Bildiriyorum!
Uçan Tüy Tabur komutanı Lin Feixing, emrettiğiniz üzere sizi görmeye geldi,
Başkomutan."
"İçeri
gir!" Li Mu'nun öfkesi yükselmişti. Gerçek savaşçı doğası açığa çıkmış ve
kelimeleri daha kaba bir hal almıştı.
"Anlaşıldı."
Lin Wanyue, büyük çadırdan içeriye doğru yürüdü. Uzun görkemli ve iyi giyinmiş
Genç Efendi'nin Li Mu'nun önünde durduğunu gördü. Lin Wanyue, onun kim olduğunu
fark etmişti. O, En Büyük Prenses'le askeri kampa gelen "Başkent
Elçisi'ydi". Ancak Lin Wanyue, Li Mu'nun kararı karşısında bu kadar küstah
bir tavır sergilemesi beklemiyordu.
Lin
Wanyue'nin politik konulardaki duyarlılığı sıfırdı, Li Zhong onun için sadece
anlaşılmaz "Başkent Elçisi'ydi".
Li Mu, Lin
Wanyue'yi işaret ederek kaba bir sesle söyledi: "Sen, bu Efendi Shizi'ye
ordunun seyahati sırasında gerçekleşen ani saldırıda duyduğun sesi anlat!"
"Anlaşıldı!"
Tam o anda ve orada Lin Wanyue, Hunların tuhaf sinyal borusu, son savaşlar
sırasında sergiledikleri ilerleme, yeni taktikleri ve Li Krallığı'nın askeri
çadırlarını birkaç kez gece vakti nasıl işgal ettikleri hakkında konuştu. Tüm
bu şeyler iki yıl öncesine kadar, Lin Wanyue orduya katıldığından beri, asla
olmamıştı.
Lin Wanyue,
konuşmasını bitirdikten sonra Li Zhong sabırsız bir şekilde sordu: "Sen de
kimsin? Buraya gelip bu Shizi ile görüşme sebebin? Bu Shizi, İmparator'un
Elçisi olarak burada. Görüyorum ki General Li mu gerçekten şüpheli bir şekilde
kasıtlı olarak savaştan kaçınıyor. İmparator, Shizi başkente döndüğünde bu
durumdan haberdar olacak."
Li Mu'nun
ifadesi Li Zhong'un kelimelerinin ardından kırmızıya döndü. Yanında duran Li
Xian daha fazla konuşmadı. Li Zhong'a bakarken kalbinde bir şeyleri
anlayabiliyordu.
Çeviri : Violeta, Edit: Lia
****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder