17 Eylül 2020 Perşembe

FEMALE GENERAL AND ELDEST PRINCESS: 18. BÖLÜM - ONUN GÜZEL YÜZÜNDE ŞEFTALİ ÇİÇEKLERİ AÇIYORDU

 

Lin Wanyue, siyah okunu sırtında taşırken, Li Xian yanında yavaşça yürüyerek ona eşlik ediyordu.

 

Bu ikisine bakılınca, biri basit bir şekilde giyinmişti, bronz bir tene sahipti, aynı zamanda sıska ve uzundu. Diğeri ise görkemli bir şekilde giyinmişti, güzel bir cilde sahipti ve zarifti. Omuz omuza yürüdükleri zaman nasıl bakılırsa bakılsın görünüşleri birbirleriyle zıttı.

 

Ancak Lin Wanyue her gün aslında utangaç bir şekilde konuşsa da Li Xian'nın tur rehberliğini yapıyordu. Turun başından sonuna kadar Li Xian nazik bir gülümseme takınıyordu, Lin Wanyue'nin askeri kamp tanıtımlarını kulaklarını dört açarak meraklı bir tavır takınıp dinliyordu.

 

"Burası piyade askerlerinin kampı. Önceden burada yaşıyordum ve piyade askerlerinin koşulları nispeten daha kötü. Üç tabur uyurken bir çadırı paylaşıyor."

 

Li Xian sakince sordu: "Neden piyade askerlerinin koşulları süvarilerinkinden bu kadar farklı?"

 

Lin Wanyue bir süre düşündükten sonra cevap verdi: "Çünkü piyade askerlerinin uzun bir eğitime ihtiyacı yok ve aynı zamanda talep de oldukça az. Süvarilerin ve atlarının daha uzun süre eğitim görmeye ihtiyaçları var. Aynı zamanda Li Krallığı'nın savaş gücünün önemli bir kısmını onlar oluşturuyor. Bu nedenle süvariler, piyade askerlerinden daha iyi bir eğitim almak zorunda. Dürüst olmak gerekirse..."

 

Lin Wanyue, onun neden bu şekilde olduğunu anlamıyordu. Li Xian yumuşak ve nazik sesiyle onun rahatlamasını sağlıyordu, öyle ki bir süreliğine gardını bile indiriyordu. Bütün bu şeyler hakkında konuşmaya başladığında Li Xian'a karşı herhangi bir koşulu yoktu. Onun kelimelerine karşı dilinin kendiliğinden harekete geçtiğini fark etmişti.

 

Li Xian'nın amacı ise Lin Wanyue'nin gerçek zeka seviyesini gözlemlemekti. Nasıl olur da şu an durmasına izin verebilirdi ki? Bu yüzden nazik bir şekilde gülümsedi. "Tabur komutanı Lin, dilediğiniz gibi konuşabilirsiniz. Bunu ikimizin arasında geçen bir sır olarak alacağım."

 

Li Xian'nın söylediklerini duyunca tekrardan Lin Wanyue'nin kalbine sevgi dolu bir his yayıldı. Li Xian'nın nazik gülümsemesinin varlığı bütün askeri kamptakinden farklıydı. Soylu bir nezaket hissiyatı vardı. Her kelimesi ve her gülümsemesi bahar suları gibi usta bir naziklikle Lin Wanyue'nin sert savunmasını aşıyor, her zaman onun kelimelerine ihtiyatlı bir şekilde güven duymasını sağlıyordu.

 

Lin Wanyue konuşmaya devam etti: "Dürüst olmak gerekirse piyade askerlerinin daha iyi bir eğitimi hak ettiğini düşünüyorum, sebebi ise Li Kralığı'nın ordusunda en yüksek ölüm oranının piyade askerlerine ait olması. Başkomutan piyade askerlerini ön saflarda süvarilerin etrafını sarmak için kullanıyor. Hunlarla yüzleşen büyük yüzde süvarilere ait olsa da piyade askerlerinin ölüm oranı oldukça yüksek ve piyade askerleri ön saflara kurbanlık tutumuyla süvarilerin hayatta kalmasını sağlamak için hücum ediyor. Bu da süvarilerin avantajlı olmalarını sağlıyor."

 

Sözlerini bitirdiğinde Lin Wanyue utangaç bir tavır takınarak kafasını kaşıdı.

 

Li Xian, sessiz bir şekilde söylediklerini dinledi, Lin Wanyue'nin detaylı anlatımından etkilenmişti.

 

"Askeri kampta yaşam oldukça tekdüze görünüyor. Tabur Komutanı Lin'in herhangi bir hobisi ya da ilgi alanı var mı?" Li Xian, Lin Wanyue'ye dönerek normal bir şekilde ve üzerinde fazla düşünmeden "önemli" sorusunu yöneltti.

 

Para, güç, kadın ya da tuhaf herhangi bir şey, Lin Wanyue'nin hoşuna gittiği takdirde, ne olduğu önemli değildi, onu nüfuzu altına almak için bir şeyler bulacaktı.

 

Li Xian'nın sorusunu duyan Lin Wanyue bunun hakkında ciddi bir şekilde düşündü, en sonunda ciddiyetle yanıtladı: "Hayır."

 

Lin Wanyue'nin cevabı Li Xian'nın sinirini bozmuştu. Lin Feixing gerçekten... Ehlileştirilemez biriydi.

 

"Oh~! Yapma!" Aniden bir kadının bağırışı uzaktan duyuldu.

 

Li Xian ve Lin Wanyue, olduğu yerde duraksadı. Gözleri şaşkınlık içerisinde buluştu.

 

Lin Wanyue, etraflarına bakındıktan sonra tepki verdi. İçinden kendini azarladı: Kahretsin, Ekselansları En Büyük Prensesle konuşmaya daldığından şu anda onu böylesine müstehcen bir yere getirmişti!

 

"Ah~! Oh~! Oh, tanrım, yardım edin!"

 

Li Krallığı'nın sınırındaki askeri kamplarda fahişe kampları da vardı. Çoğunlukla düşman krallıkların leydileri cezalandırılmak için tutuklanarak buralarda toplanırdı. Lin Wanyue bunu uzun zamandır biliyordu, ancak daha önce hiç buraya gelmemişti.

 

Şu anda kazayla buraya gelmişlerdi. Uzaktaki erkeklerin kıkırdamaları ve inlemeleri gittikçe daha da yükselerek geliyordu. Lin Wanyue'nin kalbi kaos içerisindeydi. Ne diyeceğini bilmiyordu.

 

"Yardım edin lütfen! Affedin beni! Oh~!"

 

"Orada neler oluyor?" Li Xian, cezbedici kaşlarını yavaşça çattı. Li Xian, bilgili birisi olmasına rağmen böyle bir durumla ilk kez karşılaşmıştı. Bu yüzden sesin geldiği tarafa ne olduğunu bilmiyordu. Uzaktan sesi gelen yardım için yalvaran kadın hakkında endişeliydi.

 

"Pre...Prenses, geri dönelim!" Lin Wanyue, bu tarz şeylere çoktan alışmış olmasına rağmen Li Xian'nın harikulade yüzüne bakınca kendisinin herhangi bir "müstehcen" kelime dile getiremeyeceğini fark etti.

 

"Bu düpedüz uç derecede küstahlık. Halktan bir kadını soymaya nasıl cüret edersiniz?"

 

Li Xian, Lin Wanyue'ye bir bakış attıktan sonra ardından masum genç kızı kurtarmak için uzun elbisesini peşinden sürükleyerek ilerledi.

 

Lin Wanyue, Prenses'in fahişe kampına doğru ilerleyişini izledi. Vücudunun alt kısmındaki ağrıyı daha fazla umursamayarak aceleyle Li Xian'nı durdurmak için ön kolundan yakaladı.

 

İpek gibi yumuşak bir kumaş ve narin bir kol hissetti. Lin Wanyue'nin eli birden ileri atılmıştı. Neyse ki bu tutuş Li Xian'nın adımlarını durdurmuştu.

 

Lin Wanyue, Li Xian'nın yüzüne bakmaya cesaret edemiyordu. Kafasını yarı eğmiş bir şekilde zorlanarak konuştu: "Prenses, orası fahişe kampı..."

 

Lin Wanyue'nin söylediklerini duyan Li Xian'nın yüzü parlak kırmızı bir hal aldı. Solgun yanakları parlak bir kırmızıya boyandı.

 

Li Xian'nın ağzı gevşedi. Lin Wanyue'nin yarı eğilmiş başına bakarak düşündü: Beni böylesine müstehcen bir yere normal bir şeymişcesine getirdiğine göre, bu kişi yaralanmadan önce buraya sık sık geliyordu.

 

En sonunda Li Xian alt dudağını ısırdı. Lin Wanyue'ye bir bakış attıktan sonra etrafında dönerek o yerden çabucak ayrıldı!

 

Lin Wanyue, onu arkasından aceleci adımlarla takip etti. İkisi oradan birlikte ayrıldı.

 

Birkaç adım sonra ellerinde baltalı kargı tutan iki asker aceleyle Li Xian'nın yanına doğru ilerledi.

 

"Bu değersiz kişi Ekselansları En Büyük Prensesi selamlıyor. Soylu Pinyang'ın Shizi'si çoktandır büyük çadırda, acil bir şey olduğunu söyledi. Ekselansları En Büyük Prenses Shizi'yi ziyaret etmelisiniz."

 

"Yolu gösterin."

 

Aynı zamanda Lin Wanyue de korumanın söylediklerini duymuştu. Bu yüzden olduğu yerde durarak Li Xian'nın gidişini izledi.

 

Li Xian, korumaların takip ederek arkasında bir kez bile bakmadan ilerledi.

 

Lin Wanyue, sersemlemiş bir halde, Li Xian tamamen görüş alanında çıkana kadar olduğu yerde durdu. Dürtüye direnemeyerek, elini ovaladı. Bu el acil bir durum olduğu için Li Xian'nın kolunu kavramıştı.

 

Lin Wanyue, başını aşağı eğerek uzun bir süre elindeki nasırlara baktı. Kalbinde bir kıskançlık dalgası yükseldi: İkimiz de kadınız ancak benimki çok kaba ve sert ancak Prenses'inki çok...

 

Lin Wanyue her hareketi ve yüz ifadesinin karanlıktaki bir gölge tarafından izlendiğini fark etmemişti.

 

"Tabur Komutanı Lin, demek buradaydınız!"

 

Lin Wanyue, karşılık olarak seslendi. "Ne oldu?'

 

"Çabuk beni takip edin, Başkomutan sizi büyük çadıra çağırıyor."

 

"Geliyorum."

 

Lin Wanyue, düşüncelerini bir kenara bırakarak büyük çadıra doğru ilerledi.

 

Lini Wanyue, uzak mesafede olmasına rağmen büyük çadırdaki kavgayı duyabiliyordu.

 

"Li Krallığı, büyük medeni bir kallık. Barbar Hunlara karşı ateşkes işareti asmak ne olursa olsun kabul edilemez. Bu gerçekten onur kırıcı."

 

"Seni hadsiz! Senin baban hala bir askerken, bu yaşlı adam kuzeybatıdaki askeri işleri komuta ediyordu. Hala bu Maraşale ne yapması gerektiğini söylemeye cürret ediyor musun?"

 

"Hıh, bu Shizi İmparator'un Elçisi olarak geldi."

 

"Shizi, amca, lütfen sakinleşin!.."

 

"Bildiriyorum! Uçan Tüy Tabur komutanı Lin Feixing, emrettiğiniz üzere sizi görmeye geldi, Başkomutan."

 

"İçeri gir!" Li Mu'nun öfkesi yükselmişti. Gerçek savaşçı doğası açığa çıkmış ve kelimeleri daha kaba bir hal almıştı.

 

"Anlaşıldı." Lin Wanyue, büyük çadırdan içeriye doğru yürüdü. Uzun görkemli ve iyi giyinmiş Genç Efendi'nin Li Mu'nun önünde durduğunu gördü. Lin Wanyue, onun kim olduğunu fark etmişti. O, En Büyük Prenses'le askeri kampa gelen "Başkent Elçisi'ydi". Ancak Lin Wanyue, Li Mu'nun kararı karşısında bu kadar küstah bir tavır sergilemesi beklemiyordu.

 

Lin Wanyue'nin politik konulardaki duyarlılığı sıfırdı, Li Zhong onun için sadece anlaşılmaz "Başkent Elçisi'ydi".

 

Li Mu, Lin Wanyue'yi işaret ederek kaba bir sesle söyledi: "Sen, bu Efendi Shizi'ye ordunun seyahati sırasında gerçekleşen ani saldırıda duyduğun sesi anlat!"

 

"Anlaşıldı!" Tam o anda ve orada Lin Wanyue, Hunların tuhaf sinyal borusu, son savaşlar sırasında sergiledikleri ilerleme, yeni taktikleri ve Li Krallığı'nın askeri çadırlarını birkaç kez gece vakti nasıl işgal ettikleri hakkında konuştu. Tüm bu şeyler iki yıl öncesine kadar, Lin Wanyue orduya katıldığından beri, asla olmamıştı.

 

Lin Wanyue, konuşmasını bitirdikten sonra Li Zhong sabırsız bir şekilde sordu: "Sen de kimsin? Buraya gelip bu Shizi ile görüşme sebebin? Bu Shizi, İmparator'un Elçisi olarak burada. Görüyorum ki General Li mu gerçekten şüpheli bir şekilde kasıtlı olarak savaştan kaçınıyor. İmparator, Shizi başkente döndüğünde bu durumdan haberdar olacak."

 

Li Mu'nun ifadesi Li Zhong'un kelimelerinin ardından kırmızıya döndü. Yanında duran Li Xian daha fazla konuşmadı. Li Zhong'a bakarken kalbinde bir şeyleri anlayabiliyordu.

Çeviri : Violeta, Edit: Lia


****


Önceki Bölüm ― Sonraki Bölüm 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder