Ming
Fan tezahürat yaptı: “Küçük çırak kız kardeş, iyi vuruştu!”
Ning
Yingying zayıf bir şekilde söyledi: “...hayır, aslında o ben değildim...”
Ming
Fan yüreklendirdi: “Korkma, ona vuracaksan vur! Herkes onun başlattığını gördü.
Diğerleri onun nezaketten yoksun kalbinden dolayı şimdilik incinmemişlerse
nedeni onun onlara henüz gizli saldırı başlatmasıdır. Hak ettiğini bulsun!”
Bütün Qing Jing Tepesi müritleri lafa karıştılar.
Pırıl
pırıl gözyaşları Küçük Saray Hanımı’nın gözlerine ışık veriyordu. “Siz… siz… ne
cüretle bana vurursunuz… babam bile bana vurmadı!”
Ning
Yingying: “Hayır, o gerçekten ben değildim…”
Ming
Fan sözünü kesip atıştı: “Ona vuran sensin! Qing Jing Tepesi’nin müritlerine
zorbalık edilirse iki katıyla karşılık vermemiz gerektiğini unutma! Karşılık
vermezsek Shizun’un öğretilerini hak etmiyoruzdur!”
Shen
Qingqiu diğer müritlerle birlikte içinden keyiflenmişti: bu velet Ming Fan
öğretileri gerçekten içtenlikle kavrıyordu. Doğru, doğru, doğru; bu gerçekten
şey gibiydi: göze göz!
Shen
Qingqiu çaktırmadan Huan Hua Sarayı müritleri topluluğuna karışıp inleyerek
çığlığa benzer sesler çıkaran yaşlı kediyi sonunda yakalamıştı. Ne kadar aptal
olurlarsa olsunlar yine de bir şeylerin yolunda olmadığını söyleyebilirlerdi.
Küçük Saray Hanımı fazlasıyla ağır bir şekilde kırmızı, büyük yanaklarını
kavradı; aniden ve şiddetle beliren kızgınlıkla bakıyordu. “Hey! Tam olarak
kimsin sen? Benimle böyle alay etme cesaretine sahip misin?”
Huan
Hua Sarayı müritleri onu tamamıyla çevreleyip bağırmıştı: “Saray Hanımı sana
bir soru soruyor!”
Shen
Qingqiu öne eğilip kediyi bıraktı. Doğrulduğunda bayağı arkada eğilerek
gizlenmiş müridi gösterip konuştu: “Niye onun kim olduğunu sormuyorsunuz?”
Herkesin
gözü anında o kişiye odaklanmıştı.
Küçük
Saray Hanımı hâlihazırda sinir krizindeydi, en başta, müride sadece kısaca
bakmıştı. Beklenmedik bir şekilde, baktıkça doğru gitmeyen bir şeyler olduğuna
dair hissi artmış, şimdilik Shen Qingqiu’ye rahatsızlık verememişti. Oraya
bakıp şüpheyle konuştu: “…kimsin sen? Neden böyle gözüküyorsun? Gerçekten de
Huan Hua Sarayı’ndan mısın? Neden seni daha önce görmedim?”
Mürit
kem küm etmiş, konuşmamıştı. Ardından astlarına doğru döndü. “Peki ya siz? Onu
kim tanıyor?”
Mürit
işlerin pek iyi gözükmediğini fark etti ve tuhaf bir haykırış kopardı. Herkes
kılıçlarını ona çevirdi. Shen Qingqiu derince soluklanıp bağırdı: “Ona
yaklaşmayın!” Aynı zamanda başka bir yeşil yaprak alıp bileğini çevirerek oraya
fırlattı.
Aynı
zamanda yaprağın ardındaki gücü fark eden Ming Fan Ning Yingying’le birlikte
duraklamıştı. Yeşil yaprak, kılıcın ruhanî enerjisinin ışıldamasıyla havayı
yarıp müridin dış cübbesini keserek açmış, içindeki teni ortaya çıkarmıştı.
Bu
sefer herkes hayalet görmüş gibi bakarak gerilemişti. İçlerinden bazıları
ciyaklarak anında şarap dükkânından çıkmışlardı.
Kırmızı
cilt!
Bu,
Shen Qingqiu’nin tam da tahmin ettiği şeydi. Bildiği şeyi esas aldığında
kendilerini böyle taşıyacak tek birisi vardı: sıradan bir insan olarak kendini
gizlemiş bir ekici!
Boyandığından
uzuvları insan cildiyle aynı renkteydi, vücudunun geri kalanını boyamaya zahmet
etmediğinden kimliği anında açıklığa kavuşmuştu. Ekici doğal olarak kaybedeceği
bir şeyi olmadığından kan çanağı gözlerle ileriye atıldı. Müritlerin çoğu geçen
sefer Jinlan Şehri’ne gidemeyecek kadar genç kıdemsizlerdi. Sadece bu tuhaf
yaratığı duymuşlardı, daha önce görmemişlerdi. Yine de o an gerçekten önlerinde
belirdiğinde, hem de görüş açısındaki herhangi birisinin üzerine delicesine
atlamasından dolayı, herkes korkudan aklını yitirmişti. Shen Qingqiu, ekiciyi
kendisini Qing Jing Tepesi müritlerine doğru fırlatmak üzereyken gördüğünde
önüne ışınlanmış, ayağıyla göğsüne vurmuştu. Tekme o şeyi iki masanın üstüne
uçurmuştu, hunharca taze kan kusuyordu. Arkaya bakıp bağırdı: “Neden
gitmiyorsunuz?!”
Ning
Yingying hem ağlıyor hem de gülüyordu: “Shizun, siz Shizun musunuz?”
Olamazdı-
sarımsı kahverengi sakal bütün yüzümü kaplarken bile beni tanıyabiliyor musun?
Ufak parça dokunuşlar yapmış olsa bile böyle bir zamanda gitmek yerine arkada
kalıp onu beraberinde götürürse kılık değiştirmesinin ardındaki gerçek
kimliğini açığa çıkartırdı- IQ’su gerçekten de hâlâ düşüktü!
Ekicinin
inatla tekrardan koşturarak oraya gelmek üzere olduğunu gördüğünde Shen Qingqiu
bir eliyle Ning Yingying’i heyecanlı ve nazik bir şekilde dışarı iterken diğer
eliyle sakin ve ciddi bir şekilde ateş saldırısı yollamıştı.
İsabet
etmemişti.
Hayır,
hiçbir zaman yollanmamıştı!
Shen
Qingqiu’nin bedeninde yıllardır saklanan ağız dolusu kan tekrardan boğazına
yavaşça yükselmişti. Gerçekten kritik anlarda ona ihanet etmeyi seven ‘Panzehirsiz’
zehrinden yeterince çekmişti!
Art
arda sayısız kez şaklatmıştı fakat en ufak bir kıvılcım ortaya çıkmamıştı.
Yakıtı bitmiş çakmak gibiydi, ne kadar şaklatırsa şaklatsın hiçbir kıvılcımı
alevleyemiyordu. Shen Qingqiu telaşlanmış ve çileden çıkmıştı fakat ekici
çoktan üzerine atılmış, uyluğundan tutmuştu.
Shen
Qingqiu, “…”
Refleks
olarak talihsizlikten bezdiren sağ elini kaldırdı. Gerçekten de üç kırmızı
nokta ortaya çıkıp çıplak gözle görülebilir hızda keyifle yayılmaya başlamıştı.
Bu
adil değildi. Her seferinde neden onu bu denli hızlı enfekte ediyordu?!
Belki
bu keder ve öfkeyle yakıt elverişli olduğundan olacaktı ki son şaklatması
sonunda parmaklarının arasında patlayıcı ateş topunun tutuşmasına neden
olmuştu. Shen Qingqiu uyluğunu sarmalayan ekiciyi tekmeyle uçurmadan önce
elindeki kızgın ateş topunu yapıştırmak üzere aşağıya doğru göndermişti!
Ekicinin
bedeni, çığlığa benzer sesiyle birlikte ateşlerin ortasında yok olmuştu. Ning
Yinying ve Ming Fan ağlamaklı bir şekilde ileriye atılmıştı, birisi sağında
birisi solundaydı. “Shizun!”
Diğer
Qing Jing Tepesi müritleri de eğlenceye katılmak istiyorlardı fakat çabucak
Shizun’un “dışarıya çıkıp beş bin kez koşarak tur atın” bakışları tarafından
gerilemek zorunda kalmışlardı.
Kılık
değiştirmesi çoktan berbat olduğundan Shen Qingqiu yüzünü eliyle ovalayıp asıl
görünümünü kazandı. Sordu: “Kimse enfekte oldu mu?” Ardından her zaman birisine
söylemek istediği replikleri içtenlikle ve ciddiyetle dillendirdi: “Çabuk,
ilacı alın. İlacı almayı bırakmamalısınız!”
Kız
ve erkek sesi, birisi ince birisi kalın, kulaklarında hıçkıra hıçkıra
ağlıyordu. “Shizun, sonunda seni bulduk.” “Shizun, bu mürit sizi çok özledi!”
Shen
Qingqiu sırtındaki ürpertinin aniden arttığı sırada cevap vermek üzereydi. Xiu
Ya kılıcı cübbesinden fırlayıp Küçük Saray Hanımı’nın demir kırbacını
çınlamayla engellerken iki müridi de kenara ittirmişti.
Küçük
Saray Hanımı’nın Qing Jing Tepesi’yle önceki tartışma boyuncaki durumu öfke
krizinde olduğuyla açıklanabilseydi bile bu sefer eylemleri öldürme niyeti
taşıyordu. Ellerinde hançer kadar keskin, balta kadar biçebilen kısa kırbaçları
vardı; tehlikeli ve tehditkârdı.
Shen
Qingqiu açık açık sordu: “Sen çıldırdın mı? Her gün böylesine güçlü siniri
nereden buluyorsun?” Bu soruları çok uzun zamandır sormak istiyordu!
Küçük
Saray Hanımı yüksek sesle bağırdı: “Hain! Kıdemli askerî kardeşle kıdemli
askerî kız kardeşimin hayatlarını geri ver!”
Shen
Qingqiu ilk önce Ölümsüz İttifak Ligi’nde yaralanan ya da öldürülen Huan Hua
Sarayı müritlerinin ardından yas tuttuğunu düşündü. Küçük Saray Hanımı’nın
sonrasında “Kıdemli askerî kardeş Ma’nın tek yaptığı şey seni hapse atarken pek
iyi olmamasıydı, zira sen… sen sadece… Çok feci bir şekilde öldü, çok feci bir
şekilde…” diye acı acı haykıracağını kim bilebilirdi ki?
Kıdemli
askerî kardeş Ma da kimdi? Kötü, alaycı çiçekbozuklu herif olabilir miydi? Shen
Qingqiu konuştu: “Huan Hua Sarayı’ndan çıkarken kimsenin canını almadım. Feci
bir şekilde öldüğünü söylerken ne demek istiyorsun?” Arkasına bakıp sessizce
sordu: “…gerçekten öldü mü? Nasıl feci bir şekilde öldü?”
Ming
Fan da belli belirsiz cevap verdi: “Gerçekten öldü, çok çok feci bir şekilde.
Bütün bedeni mavi ve çürümüştü, iblis ırkının zehrinden enfekte olduğunu
söylüyorlar.”
‘İblis ırkının zehri’ sahiden de kulağa Luo Binghe’nın
yapacağı bir şey gibi geliyordu.
Küçük
Saray Hanımı konuştu: “Tartışmanın bir anlamı yok! Bugün, Huan Hua Sarayı’mın
müritlerinin ölümünü kendi yaşamınla ödemeni sağlayacağım!”
Shen
Qingqiu konuştu: “Bütün hayatım boyunca zehirleri kullanmakta hiç iyi olmadım.
Huan Hua Sarayı’nın müritlerini öldürmenin binlerce üstüne binlerce yolu var,
niçin en meşakkatli yöntemi seçeyim ki? Hapisten kaçtığım doğru, fakat birisini
öldürdüğümü kim kanıtlayabilir?”
Bir
Huan Hua Sarayı müridi bağırdı: “Öyleyse kim öldürmediğini kanıtlayabilir?”
Bu
düğüm şimdi çözülemezse iki büyük sektin sorunlarının gelecek boyunca devam
edebileceğinden korkuyordu. Shen Qingqiu fazla soruşturmadan bir anlığına
düşündü: “Baş mürit Gongyi Xiao bu konu hakkında ne söyledi?”
Küçük
Saray Hanımı’nın gözleri açılmış, başlangıçta tutmaya çalıştığı gözyaşları
gözlerinden tekrardan süzülmeye başlamıştı. “Hâlâ kıdemli askerî kardeş Gongyi’den
bahsetmeye cüret edebiliyor musun?”
Kırbacıyla
doğrudan Shen Qingqiu’yi gösterdi. “Onun ölmüş olması ve arkasında kanıt
bırakmaması şu anda onun hakkında istediğin herhangi bir şeyi uydurabileceğin
anlamına mı geliyor sanıyorsun?”
Shen
Qingqiu yıldırımla çarpılmış gibi hissetti.
İki
parmağıyla kırbacın kenarlarından kavramıştı, yanlış duyduğundan
şüpheleniyordu. “Ne dedin? Gongyi Xiao öldü mü? Bu ne zaman oldu? Kim yaptı?”
Asıl
eserde bile Gongyi Xiao’ya olan en üzücü şey Huan Hua Sarayı’nın alanından
uzağa atanıp önemsiz uğraşlar yapması değil miydi?
Küçük
Saray Hanımı acımasızca konuştu: “Kim mi yaptı? Hâlâ kimin yaptığını soracak
kadar cesaretin var!”
Onun
emrinde Huan Hua Sarayı müritleri birdenbire öne atıldılar: “Bu aşağılık haini
öldürüp su zindanını koruyan kıdemli askerî kardeş Gongyi ve kıdemli askerî kız
kardeşinizin intikamını alın!”
Shen
Qingqiu’nin kalbi ürpermişti. Luo Binghe, Gongyi Xiao dahil hiçbirine acımadan
su zindanını koruyan bütün müritleri öldürmüş müydü?
Bütün
bu binden fazla insan hayatı onun kellesine mi bağlıydı?
Ning
Yingying sinirle konuştu: “Açıkça görülüyor ki biz sana şimdiye kadar
açıklayamadık, seni aptal kız. Shizun’umun da bunları bilmediğini görmüyor
musun?” Qing Jing Tepesi müritleri de anında münakaşaya girmişlerdi. Sayısız
kılıç vardı ve Shen Qingqiu’nin dikkatlice düşünmesi için çok geçti. Sadece
sonu olmayan bu dövüşün birbirini takip ederek böyle devam edeceğini fark
ettiğinde şarap dükkânının önüne çıkıp düşünmeden seslendi: “Dışarı çıkın!”
aslında iki taraf da dövüşmeye devam etmekten sıkılmamışlardı, itişip kakışarak
güçlükle ilerleyip dükkândan çıktılar.
Sokağa
çıktığında Shen Qingqiu’nin dili tutulmuştu.
Hepsi
farklı tarz kıyafetlerle tek bir sırada duran büyük bir grup efsuncu savaşa
hazır, tehditkâr bir şekilde bakıyorlardı.
Pekâlâ.
Sonuçta, az önce şarap dükkânının içinde çok büyük bir karmaşaya sebep
olmuşlardı, o nedenle insanları buraya çekmesinin pek bir anlamı olmamalıydı,
değil mi…?
Shen
Qingqiu ayağını hafifçe vurup dönerek çatıya sıçrayıp saçakta ters dönmüş bir
şekilde ayakta durdu. İçini çıkartırcasına bağırmadan önce derin bir şekilde
nefes aldı: “Liu—Qing—ge!”
Kılıcında
uçan birisi kızgın bir şekilde azarlamıştı: “Shen Qingqiu, çok kötüsün. Buraya
kaçıp çeşitli sektlerden insan güçlerini çekerek iblis ırkıyla tezgah
hazırlayabilmek için bilerek mi herkesi bir yerde topladın? Ölümsüz İttifak
Ligi’ndeki faciayı tekrardan çıkartmak mı istiyorsun? Ba Qi Klan’ım başarmana
izin vermeyecek!”
Bu
gidişle onu tam anlamıyla istedikleri herhangi bir şeyle suçluyorlardı, değil
mi?!
Shen
Qingqiu karşılık verecek ruh hâlinde bile değildi. Kılıcın keskin uğuldama sesi
doğudan geliyordu, kılıcıyla uçan beyazlara bürünmüş bu kişi bir yıldırım kadar
hızlıydı. Çok fazla hızı vardı ve hiç lüzmu yokken kendi kılıcı dışındaki
insanların eleştirme konusu olacak kadar ani rüzgârlar yaratıyordu.
Liu
Qingge, Cheng Luan’ın üzerinde kollarını kavuşturarak sabit bir şekilde durdu.
“Ne var?”
Fazlasıyla
güvenilir meşhur Usta Liu!
Shen
Qingqiu içtenlikle konuştu: “Götür beni.”
Liu
Qingge: “…”
Shen
Qingqiu konuştu: “Zehrim tekrardan hareketlendi, o nedenle uçmak için
kılıcımdaki enerjiyi canlandıramıyorum. Beni götürmezsen tek yapabileceğim şey
kılıcımla gökyüzünden düşmek olur.”
Liu
Qingge iç çekti: “Çık.”
Alttan
izlemeye devam eden kalabalık onu ‘Cang Qiong Dağı sekti kötülük çukuru’ ya da
‘Bai Zhan Tepesi ve Qing Jing Tepesi suç ortaklarılar’ gibi sonsuz suçlamalara
devam ediyorlardı fakat her biri hiçbir şey duymamış gibi davranıyorlardı. Cheng
Luan kılıcı gökyüzüne atıldı, uçan kılıçla geride kalan insanları artlarında
bıraktıklarında rüzgâr kulaklarında uğulduyordu.
Liu
Qingge konuştu: “Nereye?”
Shen
Qingqiu konuştu: “Bu şehirdeki en yüksek binanın çatısına. Lütfen insanların
bir süre uzakta durmasında bana yardım et.”
Liu
Qingge konuştu: “Senin zorun ne? Zindana geri dönmek istemiyorsan niçin işleri
fazlasıyla zorlaştırmak yerine çok önceden dillendirmedin? Cang Qiong Dağı
sekti bile su zindanında nasıl gideceğini bilmiyor, paramparça etmeyi biz de
bilmez miydik sanıyorsun?”
Shen
Qingqiu konuştu: “O… Su zindanında paramparça etmeye gerek bir şey yok…”
Liu
Qingge konuştu: “İn.”
Shen
Qingqiu: “Sadece artık gerek olmadığını söyledim, fakat aslında iyi niyetinden
dolayı yine de minnettarım. Beni atmana gerek yok, değil mi?”
Liu
Qingge: “Bir şey geliyor.”
Shen
Qingqiu bir şey demeden anında atladı.
Ayak
uçları karolara konduğunda çatının çıkıntısında duruyordu. Cheng Luan’ın hızı
son derece kuvvetliydi, o nedenle Liu Qingge kılıcının üstünden havada
büyüleyici bir ters perende atarak durmasını sağlamıştı. Menzili dikkatlice
süzerken Shen Qingqiu de bakışlarını takip ederek inceledi.
Fakat
ardından, arkasından alay edildiğini duydu. “Nereye bakıyorsunuz?”
Shen
Qingqiu, çatıda bulunduğu yerde yalpalamasını zar zor engelledi.
‘Bekle ve gör!’ beklenmedik bir şekilde lafta
kalmamıştı.
O
bile bir anlama geliyordu. Ne zamandan beri Luo Binghe lafta kalmayı bırakan
birisi olmuştu?
İblis’in
Kalbi Kılıcı’nın karşı saldırısı riskine rağmen Luo Binghe yine de sahiden onu
yakalamak için gelmişti… ne büyük kindi.
Luo
Binghe tereddütsüz bir şekilde onlara bakıyordu, ifadesi kasvetliydi. Elini
yavaşça Shen Qingqiu’ye uzatıp konuştu: “Benimle gelin.”
Shen
Qingqiu konuştu: “Gongyi Xiao öldü.”
Luo
Binghe donakalmıştı.
Shen
Qingqiu devam etti: “Su zindanını koruyan müritler de öldü.”
“Luo
Binghe, herkesin benden nefret etmesine karşılık binlerce Huan Hua Sarayı’nın
yaşamı sahiden değer mi?”
Luo
Binghe’nın gözlerinde kırmızı şimşekler çaktı.
Soğuk
bir şekilde konuştu: “Ne dediğime bakmaksızın hiçbirine güvenmeyeceğinizden
bunun bir anlamı yok! Size bir kez daha soracağım- geliyor musunuz, gelmiyor
musunuz?”
İnatla
elini geri çekmeyi reddediyordu. On ya da daha fazla insanın havada uçan
kılıçlarıyla aniden belirip etraflarını çevrelediğinde Shen Qingqiu hâlâ
yanıtlamamıştı.
Önderlik
eden kişi Ba Qi Klan’ından gelen adamdı. Bu sefer bütün bedeni tekrardan
düşmemek için kılıcının üzerinde at kullanır gibi davrandığından daha kısa duruyordu.
Bağırdı: “Shen Qingqiu bizimdir! Kimse ona dokunmayı bile…”
Luo Binghe
vahşice başını çevirip bağırdı: “Def ol!”
Güçlü
bir enerji dalgasının patlamasından önce kılıcını kınından çıkarmamıştı bile,
ki şu anda tiz ses herkesin kulağını uğuldatıyor gibi görünüyordu. Bu sefer on
ya da daha fazla kişinin hepsi kılıçları ve diğer şeylerle birlikte birkaç
metre uzaklaşmıştı. Yarısı duvara ya da sütuna çarparak ağızlarından taze kanın
fışkırmasına neden olmuşlardı.
Ba Qi
Klan’ı gerçekten güçlükle karşılaşmış ve auranın eziciliğinde tamamıyla yok
edilmişti. Kalan izleyicilerin hepsi dehşete düşmüştü: bu siyah giysili gencin
efsunu aşırı derecede olağanüstüydü, peki ya niçin adını önceden bu kadar az
duymuşlardı?
Liu
Qingge Shen Qingqiu’yi ittirdi: “Git. Yapman gerekeni yap!”
Shen
Qingqiu konuştu: “Kendin onunla başa çıkabilir misin?!” 5:2, ah, 5:2… Bu skoru
unutmamıştı. Liu Qingge’yı çağırmasının tek sebebi yol esnasında onu rahatlıkla
neşelendirip bazı basit, önemsiz kişilerden kurtulmasında yardım etmesini
istemesindendi. Kellesiyle talihsizliği getirmesini istememişti!
Fakat
bu iki karakter de başkalarını itaatkâr bir şekilde kesinlikle dinlememiş
kişilerdi. Bazı anlaşmazlıklarla- hayır, tek kelime etmeden, savaşmaya
başlayacaklardı. Cheng Luan kılıcı fazlasıyla güçlüydü fakat Luo Binghe
kılıcını çekmemişti; yine de ruhanî enerjisi elinde toplanmaya başlamış,
doğrudan saldırıyı karşılıyordu, avuç içini kılıcı gibi kullanıyordu!
Shen
Qingqiu neden kılıcını çekmediğini biliyordu. İki usta arasında tek bir hataya
bile yer yoktu ve bu, İblis’in Kalbi Kılıcı’nın boşluğuna çekilmek için en
kolay andı. Herkes izlerken şer enerjisi istilaya uğrayıp öldürmek maksadında
aklını ele geçirirse hiçbir anlamı kalmayacaktı. Luo Binghe’nın vücudunda
aslında iki tane efsun yöntemi vardı: birisi ruhanî enerji üzerine kuruluydu,
diğeriyse şer enerji üzerine kuruluydu. Melez kanı başarıyla karıştığından beri
iki efsun yöntemi aynı anda barış içerisinde kendi kendilerine çalışıyorlardı.
Gerektiğinde iki farklı saldırıyla ayrı ayrı sağ elinde ve sol elinde kullanıp
gösteriş için onları birleştirebilirdi. Fakat şu anda, öncelikle, kılıcını
çekemezdi, ikincisi, şer enerjisini kullanmak için uygun değildi. Yok edici
gücünü tutmanın bir yolu yoktu ve o nedenle, beklenmedik bir şekilde, Liu
Qingge’yla aynı seviyedeydi.
Muzzam
patlama sesi çatıyı sallamış, ruhanî enerjinin beyaz gökkuşağı birlikte
patlamıştı. Son derece güçlü bir şekilde dövüşüyorlardı, o nedenle aşağıdaki
çeşitli sektlerden efsuncular düşüncesizce içeriye atlamaya cesaret
edemiyorlardı. Böyle bir şeyi daha önce hiç tecrübelememiş kuş beyinli bir
acemi bile ikisinin ölüm saçan aurasına çok az bile dokunsa anında uçup gitmek
için efsun yapmasına gerek kalmayacağını görebilirdi!
Shen
Qingqiu’nin bile gönülden arzulayacağı kadar çok şiddetle dövüşüyorlardı.
Panzehirsiz böylesine uygunsuz bir anda hareketlenmiş olmasaydı gerçekten o da
yukarıya çıkıp birazcık dövüşürdü. Ne yazık ki, zaman ilerliyordu. En yüksek
binanın üzerine sıçramadan önce gözlerini kısıp gökyüzüne baktı.
Çatıda
dururken rüzgâr hemen onu uçurabilecekmiş gibi uğuldayarak geçiyordu.
Luo Binghe
uzaktan ona bakarken aniden tahammülsüzlükten patladı. Savaşmaya devam edecek
keyfi yoktu, sırtındaki uzun kılıcın kabzasına elini yerleştirirken gözlerindeki
acımasızlık şiddetlenmişti.
Gerçekten
kılıcını burada çekmeye yeltenecek mi?!
Shen
Qingqiu aceleyle konuştu: “Luo Binghe, fevri olma!”
Luo
Binghe sert bir şekilde konuştu: “Çok geç!” Ani bir bilek hareketiyle İblis’in
Kalbi Kılıcı dışarıya çıkmış, gözle
görülebilir siyah enerjiyle kaynayarak çevrelenmişti!
Cheng
Luan’ın ucu ona doğruydu. Luo Binghe, İblis’in Kalbi Kılıcı’nın
ağustosböceğinin kanatları kadar ince olan kenarlarıyla kaygısızca vurdu.
Dehşet verici niyeti kılıcın merkezinden dalga dalga yavaşça sızıyor gibi
görünürken Cheng Luan havada öylece kalakaldı.
Cheng
Luan emre uymuyordu. Liu Qingge daha önce böyle bir şeyle hiç karşılaşmamıştı
ve anlık şokunu gizlemesi zor olmuştu. Fakat Shen Qingqiu durumun ciddi
olduğunu biliyordu.
Luo
Binghe’ya İblis’in Kalbı Kılıcı tarafından şu anda gerçekten karşı saldırı
yapılırsa Huayue Şehri’ndeki ve binlerce kilometre etrafındaki insanlar artık
yaşayamayacaklardı!
Son
çare olarak Xiu Ya kılıcı kınından çıkmış, Shen Qingqiu konuşmuştu: “Luo
Binghe, buraya gel. Mevzuyu bugün hâlletmeliyiz.”
Luo
Binghe başını kaldırıp ona gizemli bir şekilde baktı. Sonrasında elini kaldırıp
çatının üstünün yarısını kaplayarak diğer herkesi dışarıda bırakan bir oluşum
yaratmadan önce üç fit önüne ışınlandı.
Eğri
büğrü bir ifadeyle gülüyordu. “Mevzuyu hâlletmek? Mevzuyu nasıl hâlletmek
istiyorsunuz? Shizun, sizle ben şimdiye kadar mevzuyu düzgünce hâlledebildik mi
ki?”
Nasıl
mevzuyu düzgünce hâlledemezlerdi?
Shen
Qingqiu hafifçe nefes aldı. Kılıcı elinde tutuyor olsa bile kılıçları
çarpıştırmaya niyeti yoktu. Aslında, kılıçla pek bir şey yapamazdı bile.
İçtenlikle
konuştu: “Durum buyken diyecek pek bir şeyim yok. Beklenildiği gibi, her numara
kullanıldıysa kadere karşı gelmek zordur.”
Luo
Binghe alay etti: “Kader? Kader nedir? Dört yaşında zorbalığa uğrayıp kimse
yardım eli uzatmazken aşağılanmak da buna dahil mi? Yaşlı bir kadının sinirden
ve açlıktan ölmesine izin veriyor mu?”
Her
cümlesinde hırçın bir şekilde bir adım daha yaklaşıyordu. “Ya da yemek
kalıntıları için köpekle dövüşmeme izin verilmesi? Ya da candan, canıgönülden
gıpta ettiğiyle beni kandırıp, beni terk edip, bana ihanet edip bizzat araftan
bile berbat bir yere iten kişi dahil mi?!”
Konuştu:
“Shizun, bak; şu anki hâlimle yeterince güçlü müyüm?”
“Yer altında o üç yılı nasıl geçirdiğimi
biliyor musunuz?”
“O Sonsuz Uçurum’daki üç yıl boyunca her an,
her saniye tek yaptığım şey Shizun’u düşünmekti.”
“Shizun’un niçin bana böyle davrandığını,
niçin açıklama ya da merhamet için yalvarma şansı vermediğiniz hakkında
düşündüm.”
“Bunu Tanrı’nın belirlediği kaderim olarak mı
kabûl etmemi istiyorsunuz?”
“Bunu uzun süre düşündüm ve sonunda
anlıyorum.”
Luo
Binghe’nın gülümsemesinde merhametsizlik seziliyordu.
“Bunların hiçbiri önemli değil, yapmak
istediğimi yapmam yeterli. Kader hiçbir şekilde yok, varsa bile ayaklarımın
altında çiğnenen bir şey olmalı!”
Kavurucu
güneş doğrudan yukarıdan geliyordu, son bulutlar iz bırakmaksızın kaybolmuşlardı.
Günışığı bütün şehri kaplamış, her şeyin bütün araziye saf altın dökülmüş kadar
parlaklıktan ışık saçan bir hâlde olmasını sağlamıştı.
Shen
Qingqiu gökyüzünden bakışlarını çevirdi. Çünkü doğrudan güneşe bakarsa gözünde
bazı gözyaşı parıltıları oluşmuş gibi oluyordu.
Başka
çare olmamasına rağmen günümüzdeki yere gelene kadar Luo Binghe için büyük bir
rol oynamış, onu topluma karşı kindar bir kasvetli gence dönüştürmüştü. Asıl
niyeti Luo Binghe’nın aşırılıklarını engellemekti fakat sadece hiçbir gerçek
niyetini başaramamış değildi, ayrıca Luo Binghe’nın ona karşı olan kinini ve
dargınlığının içini oyarak daha da derinleştirmişti.
Luo
Binghe onun ifadesini gördüğünde aniden yumuşamış, hafif şaşkın gözükmesine
engel olamamıştı. Fakat eş zamanlı olarak sert, keskin baş ağrısı başını delip
geçiyordu. Dişlerini kenetleyip özgür kalmak için çabalamaya çalışan İblis’in
Kalbi Kılıcı’nı sıkıca kavradı.
İyi
değildi. En azından karşı saldırıyı burada geçiremezdi!
Aniden,
Shen Qingqiu yumuşak bir sesle konuştu: “Kalbini baskılamasına izin verme.”
Sesini
duyduğunda aniden Qing Jing Tepesi’ndeki yıllarına geri dönmüştü.
Luo
Binghe’nın kendisini kontrol etmesi daha bile zorlaşmıştı. Kafasında çalkalanan
keskin bir bıçak var gibi hissediyordu, İblis’in Kalbi Kılıcı’nı çevreleyen
siyah alevler ansızın artmıştı.
Bu
sefer onu çılgınca aşağı bastırıyordu ve Luo Binghe keskin acıya tahammül etmek
için mücadele ederken onu nazikçe birisinin kucakladığını hissetti.
Büyük
barajdaki çöküş gibiydi, Luo Binghe’nın bedeninden ruhanî enerji patlaması sel
gibi akıyor, iç rahatlamaya benzer bir şeyle şiddetli sağanakların ardından
uzun kuraklığı getiriyordu. Bir anda İblis’in Kalbi Kılıcı’nın şer enerjisi şu
anki durgunlukla birlikte sönmüştü.
Luo
Binghe’nın nefesi dengelenmiş, her şey normale dönmüştü ve aniden kalbi dondu.
İntihar!
Çatının
altındaki bazı kişilerin çoktan nefesi kesilmiş, bağırmışlardı: “Shen Qingqiu
intihar etti!”
Shen
Qingqiu Luo Binghe’yı bırakıp yavaşça geri çekilirken bir kez sendeledi.
Önce
Xiu Ya kılıcı düştü. Bir kılıç ustası varsa var olurdu ve ustasının ruhanî
enerjisi çoktan yok edilmişti. Havada sayısız parçaya dağıldı.
Shen
Qingqiu’nin daima kanını yutup gerisin geri boğazına yönlendirme gibi kötü bir
huyu vardı fakat o esnada daha fazla yutamamıştı.
Ruhanî
enerjisi tamamıyla yok edildikten sonra işe yaramazdı; sıradan, basit bir
insandan bile daha yoksuldu. Sesi hafif ve kaygısızdı, çoğunluğu rüzgâr
tarafından yenilgiye uğramıştı fakat Luo Binghe hâlâ anlaşılır bir şekilde
duyabiliyordu.
Söylediği
şey şuydu: “Geçmişte olan her şeyi bugün sana telafi edeceğim.”
Bu,
son gerçekleştirdiği incelik olarak sayılabilirdi.
Sonradan
geriye sendeleyerek çatıdan düştü.
İlk
önce Luo Binghe sadece şaşkın şaşkın ona baktı, o saniye içinde her şey birkaç
kez yavaşlatılmış gibiydi. Shen Qingqiu’nin düştüğü an bile kıyaslanamaz bir
şekilde net olacak kadar çok yavaştı.
Havadan
düşen beden kan lekeli bir kâğıt uçurtma gibiydi. Luo Binghe’nın bedeni kendi
kendine hareket edip Shen Qingqiu’yi yere vurmadan önce yakalamak için
uğraştığında Shen Qingqiu’nin göğsünün hafif ve zayıf olduğunu fark etti, bütün
bedenindeki ruhanî enerji boşaltılmıştı. Gerçekten de tek hırpalamada dağılacak
bir kâğıt uçurtma gibiydi.
Hiçbir
şeyi hırpalamaya gerek yoktu. O çoktan dağılmıştı.
Hâlâ
inanmaya cesareti yoktu.
Shizun
en çok onun türünden tiksinmiyor muydu?
Daima
ona yakın olmak için isteksiz değil miydi? Aralarına belli bir çizgi çekmemiş
miydi?
Öyleyse
neden son anda eskiden olduğu kadar nazik bir şekilde kalbini dizginlemesini
söylemişti?
…neden
tereddüt etmeden Luo Binghe’nın İblis’in Kalbi Kılıcı’nın karşı saldırısını
bastırmasında yardım etmesi için ruhunu yok etmişti?!
Etrafında
‘İblisi infaz edin’ , ‘Erdem sadakatın üstündedir’ gibi şeyleri bağıran
insanlar var gibiydi. Luo Binghe’nın kafasının içi şaşkınlıktan karmakarışıktı
ve tek yapabildiği Shen Qingqiu’yi tutup mırıldanmaktı: “Shizun?”
Qing
Jing Tepesi müritleri ve Huan Hua Sarayı müritleri sonunda oraya ulaşana kadar
bütün yol birbirleriye dövüşmüşlerdi. Ning Yingying’in Luo Binghe’nın ölmediğini
duyalı çok olmuştu, hem şaşırmış hem de yeniden birleştiklerinden mutluydu
fakat ardından çoktan huzurla gözleri kapanmış Shen Qingqiu’yi görmüştü.
Söylemek üzere olduğu sözler anında değişmişti, titreyerek konuştu: “A-Luo…
Shizun… onun neyi var?”
Liu
Qingge oraya doğru yürüyordu. Hâlâ dudağının yanında kan izi vardı, kederli bir
ifadeyle konuştu: “O öldü!”
Bütün
müritlerin dili tutulmuştu.
Aniden
Ming Fan bağırdı: “Onu kim öldürdü?!”
Herkesin
gözü Luo Binghe’nın üzerine yönelmişti.
Yine
de tam olarak konuşulacak olursa Luo Binghe gerçekten de onu öldüren kişi
değildi fakat Shen Qingqiu gerçekten de intihar edip hemen önünde ölmüştü.
Ming
Fan ve ardındaki mürit topluluğu kılıçlarını çekmişti, saldırıya hazırdılar.
Liu Qingge konuştu: “Hiçbiriniz onu yenemezsiniz.”
Ming
Fan’ın gözlerinden kan kırmızısı akıyordu. “Kıdemli askerî kardeş Liu! Öyleyse
kıdemli askerî kardeş Liu, Shizun’un intikamı için onu öldürebilir, değil mi?!”
Liu
Qingge düz bir şekilde konuştu: “Ben de onu yenemem.”
Ming
Fan tıkanmıştı.
Liu
Qingge dudağının yanındaki kan izini silip konuştu: “Shen Qingqiu’yi o
öldürmedi.”
“Fakat onun tarafından öldürülmese de onun
için öldü.” Liu Qingge her seferinde tek kelime olacak şekilde çekilmiş keskin
bir kılıç gibi konuştu. “Cang Qiong Dağı sekti bu kabahatın öcünü almalı!”
Luo
Binghe herkese sağır kesilmişti, fazlasıyla kaygılıydı ve ne yapacağını
bilmiyordu. Hâlâ Shen Qingqiu’nin hızla soğuyan bedenini tutuyordu. Ona yüksek
sesle seslenip coşkuyla sallayarak uyandırmak istiyor gibi görünüyordu; yine de
azar işitmekten korkuyor gibi cesaret edemiyordu. Yavaşça konuştu: “Shizun?”
Ming
Fan bağırdı: “Ona hâlâ Shizun demeyi kes, senin ona Shizun demenin
sorumluluğunu kaldıramadı! Yoldaş kıdemli askerî ağabey, onu yenememi kim
umursar? En fazla onun tarafından ölümüne dövülürüz!”
Ning
Yingying onu durdurmak için elini kaldırdı. Ming Fan sinir patlamasına
kapılmıştı ve Ning Yingying’in hâlâ Luo Binghe’ya karşı önceki sevgisini
anımsadığını düşündü. Suçladı: “Küçük çırak kız kardeş işler çoktan bu noktaya
ulaştı. Neden hâlâ çocuksu davranıyorsun?!”
Ning
Yingying konuştu: “Kapa çeneni. Körükleyip ölümüne susarsan Shizun öğrenecek
mi? Öğrenseydi ne söylerdi? Shizun avantajı olmasına bakmadan ya da bizim
sıkıntı çekmemizdense enfekte olmayı tercih etti. Hayatının değerini bu kadar
az mı biliyorsun?”
Uzun
yıllar Ning Yingying her zaman sevimli genç kızın düşüncesine sahipti. Aniden
sert olduğunda Ming Fan tamamıyla serseme dönmüştü.
Uzun
bir süre durakladıktan sonra gözyaşları birdenbire gözlerinden süzülmeye
başladı.
Sefil
bir hâlde burnunu çekip hıçkırdı. “Fakat… böyle olursa Shizun çok fazla
haksızlığa uğramış olacak…”
“Açıkça, hiçbir şey yapmamıştı. Buna rağmen
herkes iblis ırkıyla tezgah hazırladığını, insan öldürdüğünü, pislik olduğunu
söyledi; o nedenle su zindanına kapattılar… adını temize çıkarma şansı bile
olmadı.”
Hıçkırıklarıyla
tıkandı. “Açıkça, bu piçi çok seviyordu… Ölümsüz İttifak Ligi’nde beş bin ruh
taşına iddiaya bile girmişti, ona karşı çok yüksek beklentiler taşıyordu.
Diğerleri onu överken çok mutluydu… yine de Zheng Yang kılıcını Wan Jian
Tepesi’ne geri götürmek istemedi, onu tutup dağın arkasında kılıç tepesi yaptı…
o kadar uzun zamandır kederliydi… sonunda, karşılaştığı kader bu!”
Luo
Binghe ruh gibi belli belirsiz dinliyordu.
Öyle
miydi?
O
zamanlar, Shizun’un da mı aslında… çok kederliydi?
Ning Yingying
bir adım öne çıktı, göz kenarları kırmızı parıldıyordu, ses tınısı sabitti.
Konuştu: “A-Luo, Jinlan Şehri’ndeki yenilgide olmasaydık bile hepimiz duyduk.
Ölmediysen niçin Cang Qiong Dağı sektine ya da Qing Jing Tepesi’ne dönmediğini
bilmiyorum, Shizun’la da neden konuşmadığını bilmiyorum. Ölümsüz İttifak
Ligi’nde bile tam olarak ne olduğu hakkında azıcık bir şey biliyorum. Fakat en
azından Shizun’un seni yetiştirirkenki nezaketi, yıllar boyunca seni eğitmesi
yanı sıra sana karşı olan hassas düşkünlüğü ve seni koruma arzusu sahte
değildi. Herkes bunu elbette biliyor.”
Bir
anlık duraklamanın ardından devam etti: “Shizun uzun zamandır sana iyi
davranmıyormuş gibi geliyorsa yeşim kolyeni kaybettiğin günü düşün. Kıdemsiz
askerî kardeş ve diğerleri açıklanamayacak bir şekilde yenilmişti, sen de bir
şeylerin doğru gitmediğini düşünmüştün. Qing Jing Tepesi’nde yaprakları
kopartıp silah amacıyla uçarak göndermesini basit derslerle diğerlerine öğreten
başka birisi yok.”
Luo
Binghe bilinçsizce Shen Qingqiu’yi daha yakınında tuttu.
Alçak
sesle konuştu: “Yanıldım, Shizun. Ben gerçekten… yanıldığımı bilmiyordum.”
“Sizi öldürmek istememiştim…”
Ning
Yingying yüksek sesle konuştu: “Söylenilmesi gereken her şey çoktan söylendi.
Shizun’un sana bir kere vicdansız davrandığı varsa ya da kalbinde
koyveremediğin bir kinin varsa bugün her şey sana telafi edildi sayıldı, değil
mi? Bugünden itibaren sen…”
Bu
kısma geldiğinde ona bakmaya katlanamamış, bakışlarını çevirmişti. “Ona… artık
daha fazla Shizun dememeni rica edeceğim.”
“Telafi
etme?”
Evet.
O esnada Shizun her şeyi telafi edeceğini söylemiş gibi görünüyordu.
Onu
geçmişte uçurumdan atmasına atıfta bulunmuş olabilir miydi…? O nedenle bugün de
onun için yüksek binadan atlamıştı.
Luo
Binghe telaşlandı.
“Telafi etmene ihtiyacım yok. Ben… ben sadece
öfkemi kontrol edemedim.” Kendi kendine sesli konuşmuştu. “Beni her gördüğünde
hayalet görmüşsün gibi davranmandan dolayı öfkemi kontrol edemedim. Hiçbir şey
olmamış gibi diğerleriyle konuşmayı sürdürüp gülüyordun, benimle geçmişte
olduğun gibiydin. Fakat şimdi benimle konuşmaya bile isteksizsin, her zaman
benden şüphelendin… Yanılmışım.” Kekelemişti, konuşurken Shen Qingqiu’nin
yüzündeki kanı sildi.
“İblis
ırkından olan kısmımı sevmediğinden beni kovarsın diye doğrudan Cang Qiong Dağı
sektine geri dönmeye korktum. Huan Hua Sarayı’na alınıp senin gibi dürüst yolda
bir Tepe Lordu olursam belki seni mutlu edebilirim diye düşünmüştüm…”
Luo
Binghe titrek bir sesle konuştu: “Shizun… ben… ben gerçekten…”
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder