Bilinçaltının
etkisinde ahşap rabıta zeminden atlayıp bedenini patpatladı. Kıyafetleri hâlâ yerindeydi.
Yine
de kıyafetleri aslında sağlam olsa bile her an yırtılabileceği düşüncesinde
olduğundan beri onları daha fazla giymek istemiyordu!
Shen
Qingqiu giymek için başka birisininkini “ödünç alma” kararı verdi. “Ödünç
almayı” tamamlayıp saçaktan atlayarak arkasını döndüğünde birçok insanı gözleri
fal taşı açılmış bir şekilde ona bakarken bulacağını kim bilebilirdi ki?
Dar
yolda karşılaştığı düşmanlar gerçekten de geçen gece şenliğin en civcivli
zamanında gördüğü müritlerle aynıydı. Tek bir kelime bile söylemedi. Grubun
lideri olan adam anında kılıcını çekip çıldırırcasına bağırdı: “Shen Qingqiu,
gerçekten şehirdeymişsin! Bugün, sektimin demir yumruklu müritleri Tanrı adına
adaleti uygulayacak!”
Bu
gerçekten de klasik replikti fakat niçin “Tanrı adına adaleti uygulama” bölümü
de vardı? Dün Huan Hua Sarayı’nın ödülünden bahsetmiyorlar mıydı? Birisinin
yüzüne bakarken başka, arkasından başka konuşmak eğlenceli miydi?
Bu
arada, “demir yumruklu” şeyin olayı neydi? Daha önce hiç duymamıştım!
Shen
Qingqiu onlarla uğraşmak için çok tembeldi. Daha yeni yaptığı birkaç tılsımı
fırlatıp efsuncuların alnına geçirdi. Uzuvları katılaşmış, hiçbiri tılsımı
engelleme şansı bulamamıştı.
Shen
Qingqiu kötü bir ruh hâlindeydi. Tılsımları onların üzerine yapıştırmayı
bitirdikten sonra müthiş bir şeymişcesine hafifçe mimik yaptı.
Sonrasında
müritler kendi bedenleri üzerinde hiçbir kontrolleri olmadığını, kendi
kendilerine hareket ettiklerini fark ettiler.
“Ne yapıyorsun? Niye kıyafetlerimi
çıkartıyorsun?!”
“Sen de benim kıyafetlerimi çıkartmıyor
musun?!”
“Kıdemli
çırak kardeş! Üzgünüm! Fakat ellerimi kontrol edemiyorum!”
Shen
Qingqiu yeni, sade, beyaz kıyafetlerini giyerek arkasına bakmadan yürüyüp
gitti.
Birkaç
adım ilerledikten sonra Shen Qingqiu Huayue Şehri’ne gelmiş birçok kişi
görmüştü, istenen adamı aramaktan tükenmiş görünüyorlardı.
Efsuncuların
birçoğu üniformalarını çıkartıp sıradan kıyafetler giymişlerdi. Yol kenarındaki
parterlerde oturan sıradan insanlarmış gibi davranıyorlardı fakat davranışları
sıradan insanlardan çok daha farklıydı. Shen Qingqiu böyle ilerlemesinin
imkânsız olduğunu fark etti. Yüzüne biraz sarı makyaj sürüp dikkatlice keçi
sakalına yedirdi. Her şey hazır olduğunda sokağa yavaş bir şekilde geri çıktı.
Gökyüzüne
baktığında bulutların ince ve ufak olduğunu gördü. Çoğunlukla dağılmışlar gibi
görünüyordu. Beklenmedik bir aksilik olmazsa bu akşam en iyi zaman olacaktı.
Shen Qingqiu
başını aşağı eğdiğinde kar beyazı, ince bir figürün ışıldayarak geçtiğini
gördü; hareketleri hem hızlı hem de hafifti. Yüzü son derece çekiciydi.
Liu
Qingge!
Kabadayı
varmıştı! Shen Qingqiu’nin gözleri ışıldadı. O kişiyi yakalayacakken aniden
şarap dükkânının içinden güzel bir sesin azarlamasını işitti: “O pis ağzınla ne
dedin sen?!”
Ses
tonu hassas ve melodikti. Ses Shen Qingqiu’ye o kadar tanıdık gelmişti ki
durmadan edememişti. Bakışları sesin kaynağına doğru çekildi. Aniden bir
şeylerin kırılma sesleri gelmiş, yoldan geçen kişiler kargaşayı izlemeye
başlamışlardı.
O
sırada başka bir kız burnundan soluyarak konuştu: “Hıh, insanlar bunu neden
söylemezmiş? Bu pislik parçası Shen Qingqiu’nin Cang Qiong Dağı sektinden
çıkması boşuna değil! Hepiniz, özellikle de Qing Jing Tepesi’ndekiler,
ayıplarınızı örtmek için şüphesiz can atıyorsunuz! Hah! Ne yazık ki bütün dünya
onun nasıl birisi olduğunu çoktan öğrendi. Bunu örtebileceğinizi mi
düşünüyorsunuz?!”
Ses
kızgınlıkla doluydu. Önceden konuşan kız anında sert bir şekilde karşılık
verdi: “Shizun kesinlikle o tip şeyleri yapacak birisi değil. Sakın ha ona
iftira atma!”
Onun
hakkında böylesine iyi konuşan kişi Ning Yingying’ten başka kim olabilirdi ki?
Ming
Fan’ın sesi de gelmişti: “Sadece Yaşlı Saray Ustası’nın biraz yüzü olsun diye
nazik davranıyoruz, o nedenle sen de ağzını topla ve kibarca konuş!”
Yine
de şu anda Shen Qingqiu için en önemli şey Liu Qingge’yı bulmaktı, buradaki
atmosfere baktığında bir şeyler yolunda değildi. Bir anlığına duraklamıştı,
Qing Jing Tepesi müritlerinin yenilgiye uğramalarından korktu. Olay belli bir
yere varana kadar bekleme kararı aldı. Bekleyip görmek en iyisiydi.
Şarap
dükkânının ilk katı bariz bir şekilde iki gruba ayrılmıştı.
Arkalarında
bir grup Qing Jing Tepesi müridinin bulunduğu tarafın iki tane lideri vardı:
Ming Fan ve Ning Yingying. Her birinin ifadesine sinirleri yansımıştı. Diğer
tarafta elleri kalçasının üstünde duran Küçük Saray Hanımı vardı. Onun
arkasındaki Huan Hua Sarayı müritleri çoktan silahlarını* çekmişlerdi,
yüzlerindeki ifade çok daha kinciydi.
Silah: Hepsinin özel yeteneği kılıçtan ibaret mi
bilmediğimden direkt kılıç olarak çevirmiyorum, öyleyse duruma göre sonradan
düzenlemelerimde öyle yazarım. Silahtan kastımın günümüzdeki bildiğimiz silah
olmadığını anlamışsınızdır en azından.
İkisi
de zarif olan genç kızlar narin görünüyorlardı, ikisinin de farklı bir
güzelliği vardı. İkisi de ağırbaşlı duruyordu, kendi doğrularından emindiler.
Atmosfer çatırdayan hararetli kıvılcımlarla dolu olsaydı bu sahne gerçekten göz
alıcı olurdu.
Luo
Binghe, tekrardan arka bahçende yangın vardı*- hayır, Qing Jing Tepesi
müritleri buraya gelip Huan Hua Sarayı’ndakilerle çatışmaya girmişlerdi. Bu
durum gerçekten “düşmanların dar yolda karşılaşması” şeklinde söylenebilirdi.
Arka Bahçede Yangın: Luo Binghe’nın harem üyelerinin yine
bir kargaşa içerisinde olmasından bahsediyor.
Shen
Qingqiu şu anda burayı terk etmezse Qing Jing Tepesi’nin kesinlikle büyük bir
mağlubiyete uğrayacağını düşünmeye başlamıştı. Biliyorsunuz, bu Küçük Saray
Hanımı Luo Binghe dışında kimsenin onunla dövüşmeye cesaret edemeyeceği kadar
küstahtı! Onun için vahşice insanları dövmek alışılmışlığın dışında değildi!
Küçük
Saray Hanımı homurdandı. “O tip birisi değil mi? O zaman bana söyle! Niçin
cezasından kaçtı? O ayrıca… ayrıca… ayrıca o tip şeyleri yaptı!” Sesi,
dişlerini gıcırtadıp gözleri kan bürüdükçe nefretle şiddetleniyordu.
Ning
Yingying sertçe yanıtını verdi: “Shizun’un suçlu olduğu kanıtlanmamıştı.
‘Cezasından kaçtı’ derken ne demek istiyorsun? Kimin yaptığı henüz belli değil.
Biz Cang Qiong Dağı sekti siz Huan Hua Sarayı insanlarını fazlasıyla enayi ve
şüpheli olduğunuzdan suçlamıyoruz. Qing Jing Tepesi’nin Lordu’nu su
hapishanenizde hapsetmeye direttiniz. Suçlu bulunmadıysa işler bu denli
büyümemeli!”
Bütün
bu siktiğimin problemleri gerçekten kahraman değil de o olduğu için miydi?
Shen
Qingqiu’nin kuşkusuz gururu kırılmış, elleri
terlemeye başlamıştı.
Aynı
zamanda kalbindeki kara bulutlar da gittikçe daha da büyümüştü.
Bu
insanların davranışlarına bakacak olursak Huan Hua Sarayı’ndan ayrıldıktan
sonra bir şey olmuş olmalıydı. Eski kinlere yenileri de eklenmişti ve hepsi onun
yüzündendi.
Küçük
Saray Hanımı çok öfkeliydi- aslında, Shen Qingqiu muazzam öfkenin onun normal
durumu olduğunu düşünüyordu: “Yani diyorsun ki Huan Hua Sarayı bela aramakla
suçlanmalı? Bak sen! Cang Qiong Dağı sekti kibirli bir şekilde sorunları etrafa
yönlendirmede sahiden harika! Özür dilemek yerine mağdurun ailesinin önünde
çılgın gibi davranıyorsunuz! Bu tarz bir ahlakî bütünlükle beklenmedik bir
şekilde hâlâ dünyadaki bir numaralı sektle övünebilmeye yeltenebiliyorsunuz! Ne
kadar saçma!”
Ning
Yingying’in ağzı seğirmiş, ardından konuşmuştu: “Cang Qiong Dağı sekti her
yerde dünyanın bir numaralı sekti olarak biliniyor. Bunu kendin kabullendin.
Fakat bunu kabullenip kabullenmemenin bir önemi yok. Hem, ilk başta çılgın gibi
davranan kimdi? Biz, Qing Jing Tepesi müritleri, bu dükkânda yemek yiyorduk.
Mantığı ters çeviriyorsun, sebebi de girdiğiniz gibi bağırıp bize bütün Cang
Qiong Dağı sektinin ölene kadar yakılması gerektiğini söyleyen, hakaret etmeye
başlayanlar sizken kim buna ölçüyü aşıyor diyebilir? Ya da bütün dünyanın sizin
araziniz olduğunu mu sanıyorsunuz?”
Shen
Qingqiu, hoş ve duru bir sesle dillendirdiği konuşmasını duyduğunda
afallamıştı. Nasıl oldu da masum, içten, şapşal Yingying’in sözleri beklenmedik
bir şekilde böylesine sert olabilmişti? Niçin Küçük Saray Hanımı kafesinden
çıkmış, ısırmaya hazır bir kuduz köpek gibi davranıyordu?
Ning
Yingying ekledi: “Qing Jing Tepe’m daima nezaketiyle bilinir ve Shizun bizi iyi
eğitti. Kimse bir çocukla kirli ağzıyla tartışmamalı. Bu nedenle davranışlarına
şu ana kadar katlandık. Sövmeyi bitirdin mi? Bitirdiysen, git! Yemek zamanımızı
engelleme. Seni gördükten sonra daha fazla yiyebilecekmişim gibi
hissetmiyorum.” Ardından çayla dolu bir fincanı masadan alıp diğerinin ayağına
döktü.
Küçük
Saray Hanımı kaçtı fakat çayın birkaç damlası eteğinin kenarına sıçradı.
Konuştu: “Seni… seni orospu!”
Bu
sefer Ming Fan yemeği bıraktı. Yemek çubuklarını fırlatıp gaddarca gülerken
konuştu: “Yaşlı Saray Ustası’nın kızı olduğundan senden korktuğumuzu düşünme.
Ne olursa olsun babasının şımarık kızından başka bir şey değilsin, aynı
kuştaktan bile değilsin. Orospu mu? Buradaki hiç kimsenin senden daha fazla
orospu olduğunu düşünmüyorum. Huan Hua Sarayı senin yüzünden onur kaybediyor!”
Shen
Qingqiu şaşırmıştı.
Geçmişte
Qing Jing Tepesi’nin müritleri onun önünde daima uysal ve itaatkâr olmuşlardı.
Osurmaya kalkışamazlardı bile. Tavukları besle dediğinde köpeği gezdirmeye
kalkışmazlardı. Onun için yemek yapmalarını söylediğinde lapa pişirmeye
kalkışmazlardı. Fakat anlaşılan dışarıda oynamaya çıktıklarında ağzına geleni
söylemeyi seviyorlardı.
Küçük
Saray Hanımı’nın sinirden yüzünün beti benzi atmıştı. Ayrıca uzun yıllar Luo
Binghe’nın yoldaş müridi olan karşısındaki hoş görünümlü küçük cadıyı Qin
Wanyue’den duymuştu. İkisi de çocukluk oyun arkadaşından çocukluk aşkına
dönüşmüştü! Kıskançlık ve nefret birbirine karışarak birleşmiş, Küçük Saray
Ustası aniden elini kaldırmıştı. Koyu silüet zehirli bir yılanın sürünerek
çıkması gibi kol yeninden çıkmıştı.
*****!
Bu, onun yeni kırbacı!
Şarap
dükkânının içinde oturan müşteriler kavganın sonunda başladığını gördüğünde
çabucak ve etkili bir şekilde itişip kakışarak çıktılar. Shen Qingqiu’nin
yanından geçerlerken hepsinin oldukça sakin olduğuna dikkat etmişti. Huayue
Şehri’nin halkı bu tarz şeylere alışmış gibi görünüyordu. Doğrusu, kıyaslanamaz
yeteneğiyle garson herkesin faturasını toplamayı bitirmeyi bile başarmıştı.
Yaşlı
Saray Ustası’nın sevgili kızı olarak Küçük Saray Hanımı birçok dövüş sanatları
eğitimi almıştı. Silahı da alışılmadıktı, bu nedenle kırbacının vuruşları
fazlasıyla şiddetliydi. Ning Yingying’e gelince Qing Jing Tepesi’ndeki herkesin
üzerine titrediği küçük kıdemsiz çırak kız kardeşti. Tehlikeli durumlarla
nadiren karşılaşıyordu ve neredeyse hiç gerçekten dövüşme tecrübesi yoktu.
Kılıcı sağa sola sallandı fakat saldırılarını yakında savuşturamayacağı
belliydi. Ming Fan yardım etmek istedi ama yüksek kaliteli demir kırbacın
dansının ortasına nasıl girebilirdi ki? Tek yapabildiği dövüşü endişeyle
izlemekti. Shen Qingqiu işlerin nasıl gittiğini fark etmişti, ayağının oradaki
çiçeklikten yeşil bir yaprak alıp fırlattı.
Ruhanî
enerjiyle dolu hafif yeşil yaprak yüksek kalite demir kırbaçla çarpışmıştı.
Beklenmedik bir şekilde herkes iki sert cismin birbirlerine çarptıklarında oluşan
kulak delici sesi duydu. Küçük Saray Hanımı tuhaf bir şey fark etmemişti fakat
baş parmağıyla işaret parmağı arasındaki yerin uyuştuğunu hissetti. Kavraması
gevşediğinden kırbaç uçup gitmişti.
Ning
Yingying’in de kafası karışmıştı. Kılıcını savurmak üzereyken Küçük Saray
Hanımı’nın kendi saldırısını engelleyecek bir silahının artık olmadığını fark
etmişti. Küçük Saray Hanımı’na kılıcını saplamaktan korktuğundan Ning Yingying
çabucak kılıcını geri çekti. Küçük Saray Hanımı, yine de, fazlasıyla çabuk
tepki verdi. Silahı kavraması dışında fırladıktan sonra kolunun hızını Ning
Yingying’i tokatlamakta kullandı.
Elin
ete çarpmasından çıkan yüksek sesle Ning Yingying’in yüzü tokatlanmıştı.
Kahretsin!!
Ning
Yingying’in yüzündeki beş parmak izine, yüzünün yarısının nasıl şiştiğine
baktığında birisi kolaylıkla rakibinin elinin nasıl vahşi olduğunu görebilirdi.
Shen Qingqiu’nin kalbi acı içerisindeydi.
Müridime
ben asla vurmamışken sen onu dövmeye cesaret mi ediyorsun?!
Ning
Yingying’in güzel yüzü şimdi orantısızdı; bir tarafı düz, bir tarafı şişti.
Birazcık çirkin gözüküyordu. Küçük Saray Hanımı şirret gururla dolu tavrıyla
bileklerini ovuşturmuş, çenesini dikleştirip kahkaha atmıştı: “Shizun’un sana
öğretmediğine göre bu Sarah Ustası öğretsin. Öğrenmen gereken ilk şey birisi
konuşurken uygun davranış ve konuşma tarzına saygı göstermelisin.”
Sen
kim oluyorsun da benim yerime benim müritlerime öğüt veriyorsun?!
Ming
Fan kılıcını çekip bağırdı: “Orospu! Bu kadarı da fazla! Onlarla savaşalım!”
Diğer
Qing Jing müritleri daha fazla hakarete tahammül edemezlerdi. Şimdi de küçük kıdemsiz
çırak kız kardeşleri dövülmüştü, daha fazla nasıl katlanabilirlerdi?! Diğerleri
bağırıp kılıçlarını kılıfsız bıraktılar. Silahları göz kamaştırıcı bir şekilde
parlıyordu.
Shen
Qingqiu aceleyle hiçbir kan dökülmeden ya da bulunduğu yer ortaya çıkmadan
Küçük Saray Hanımı’yla ilgilenmenin yolunu düşünüyordu. Aniden Huan Hua
Sarayı’nin müritlerinden birisinin tuhaf davrandığını fark etti. Görünüşü yüzde
yüz şüpheliydi.
Shen
Qingqiu adama bakmaya başladıktan iki saniye sonra kalbi bir şeylerde çok büyük
bir terslik olduğunu bağırırcasına delicesine atmaya başlamıştı.
Korkarım
ki buradan kurtulmak kolay olmayacaktı.
İlk
bakışta mürit aslında fazlasıyla sıradandı. Huan Hua Sarayı müritlerinin
ortasındaydı fakat sinmişti ve herhangi birisiyle göz göze gelmekten
kaçınıyordu.
Shen
Qingqiu’nin dikkatini çekmişti çünkü yüzü ayrı, boynu ayrı, sağ ve sol eli iki
ayrı renkti. Ayrıca herkesin hareketli olduğu bir durumun ortasında kılıcını
çekmemiş, bağırmamış, kimseye sinirli bir şekilde bakmamıştı. Sadece Huan Hua
Sarayı müritleri kalabalığının arasında yankesicilik için doğru anı bekler gibi
başını eğik tutmuştu.
Shen
Qingqiu’nin bildiği kadarıyla bu tip davranabilecek tek bir kişi vardı.
Ming
Fan arkasını dönüp bağırdığında insanlarla dövüşmekle meşguldü: “Küçük kıdemsiz
çırak kız kardeş! İyi misin?”
Ning
Yingying duyuları kendine gelmeden önce aptalca dövüldüğünden bir süreliğine
sersemlemişti. Kılıcını kullanmak için savaşırken yüzü kırmızıya, ardından
beyaza dönmüştü; her şekilde de sinirli ve ağlamaklıydı. Fazla yufka yürekli
olmasından dolayı hakarete uğramıştı. Bu sefer, hiçbir merhamet
göstermeyecekti.
Dışarıda,
izleyici kalabalığının içerisinde, Shen Qingqiu kuyruğu havaya kıvrılmış yaşlı
bir kedi gördü, güneşte güneşlenirken miskin miskin kürkünü yalıyordu. Onu alıp
şarap dükkânının içerisine fırlattı. Yaşlı kedi korkmuştu, gürültülü bir
şekilde miyavlayarak iki gruba ayrılmış insanların arasından kaçtı. Shen
Qingqiu onun izini takip ederken başını aşağıya doğru tutmuş, savaş alanına
gizlice girmişti.
Açıklanamayacak
bir şekilde birisi odaya girdiğinde iki taraf da bakmıştı. Ning Yingying masum
birisini yaralamaktan korkuyordu, hafif tereddütle devam etti. Diğer yandan
Küçük Saray Hanımı hiç de tereddüt etmemişti. Kırbacını alıp savaşmaya
başlamıştı. Shen Qingqiu yaşlı kediyi takip etti, henüz verdiği isimle
sesleniyordu. Ning Yingying karmaşıklığın ortasına hamle yapmaya cesaret
edemiyordu. Tuhaf bir şekilde dirsekleri bir şeyle desteklenmiş, omuzları iteklenmişti.
Kılıcı neredeyse onun hiçbir yetkisi olmaksızın gümüşi ışıkla parıldayarak dans
ediyordu.
Aniden
elin iki kez ete çarptığına dair yüksek bir ses belirmişti. Küçük Saray Hanımı
yerinde donakalmış bir şekilde yüzünü kapatıyordu.
Bu
iki ses Ning Yingying’e tokat attığındakinden daha yüksek ve netti.
Şu
anda iki grup da Ning Yingying’in kollarını oynatarak Küçük Saray Hanımı’na
attığı biri ardına diğeri olarak birbirini takip eden tokatlarını izliyordu. O
sırada herkes ortak karar alınmış gibi savaşmayı bırakmıştı.
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder