(VN: Başlık ‘202 辛棄疾 – 青玉案 ‘ adlı
şarkıdan alınmış.)
Bu dünyadaki
her şey sürekli olarak değişirdi. Li Mu’nun kampında başka bir kasırga daha
kopmuştu.
Bir nedenden
dolayı, yeni terfi alan Uçan Tüy Tabur Komutanı Lin Feixing ve Öncü Birlik
Komutanı Lin Yu yirmişer sopa cezasına çarptırılmıştı!
Cezanın
olduğu gün Lin Yu, birisi tarafından Lin Wanyue’nin çadırına taşındı.Bu iki ‘‘kardeş’’
dişlerini gıcırdatarak yatakta uzanırken Lin Wanyue, Lin Yu’ya çaresiz bir
ifade takınarak baktı. Gözleri birbirleriyle buluşup bir süre bakıştıktan sonra
yüksek sesli bir kahkaha koyuverdiler. Ardından havada asılı kalan doludizgin
kahkahaları duman misali ortadan kaybolmuştu.
Cezadan bir
gün sonra, Lin Wanyue yatakta doğruldu, ardından boş alanda ayakta durmaya
çalıştı. Alt uzuvlarını hareket ettirmekte zorlansa da bu tembellik yapacağı
anlamına gelmiyordu. Çift girişli yayını sırtına asarak boş bir alana geldi ve
emrindeki okçulara ondan elli adım uzağa hedef kurmalarını emretti. Her şeyden
öte şu anda Tabur Komutanıydı, artık boş yay çekmek zorunda değildi. İstediği
sürece pratik yapmak için ona topluca ok getirecek insanlar vardı.
‘Tabur
Komutanı! Bunlar istediğiniz yüz ok.’
‘Mm.Buraya
koy.Görevinin başına dönebilirsin.’
‘Anlaşıldı.’
Okçu asker
okları bıraktıktan hemen sonra ayrıldı.
Lin Wanyue
olduğu yerde durdu. Büyük bir efor sarf ederek duruş açısını genişletti, ardından
bir ok alarak yayı konumladı ve nişan aldı.
Bu sırada Li
Xian, Li Zhong’un amansız sırnaşmalarından kaçınmak için kaldığı çadırdan
erkenden ayrıldı. Arkasında onu iki asker takip etmekteydi. Li Mu’nun kişisel
koruması olan bu askerler Li Xian’nın güvenliğini sağlamak için atanmıştı.
Li Xian
amaçsızca askeri kampta dolaşırken zaman zaman kulağına askerlerin bağırış
sesleri de geliyordu.
Aniden
kampta gezinmekte olan Li Xian’dan çok da uzakta olmayan bir yerde net ve ağır
bir ‘‘don’’ sesi duyuldu. Bir ok ahşap sütuna saplanmıştı.
İki asker
birden alarma geçti. Görüş alanları önlerindeki birkaç çadır tarafından
kapatıldığı için arkasında kimin ‘‘saklandığını’’ bilmiyorlardı.
Li Xian,
kayıtsızca askerlere sakin olmalarını söyledi. Durduğu yerde pozisyonunu
ayarlayıp atış tahtasını görmek mümkündü. Li Xian dikkatlice baktı. Sütuna
saplanmış birçok ok olduğunu fark etti ve birkaçı da etrafa dağılmıştı, ancak
hedef tamamıyla boştu. Hiçbir şey yoktu.
Amcasının
askeri kampında herhangi bir tembelliğe yer olmadığını biliyordu. Bu yüzden
böylesine bir ‘‘yeteneği’’ gördüğünde ister istemez meraklandı. Okları atan da
kimdi?
‘Bir
bakalım.’ Li Xian sakin bir şekilde emretti ardından çadırların arkasında kalan
boş alana doğru ilerledi.
İki asker,
Li Xian’ı arkasından takip ederek korumaya devam etti. Çadırlardan birine
ulaşınca üçü de durdu. Çadırı kamuflaj olarak kullanırken bir asker arkada
kalıp Li Xian’ı korudu diğeriyse dikkatli bir şekilde gözcülük yaptı. Atışı
kimin yaptığını gören asker nefesini koyuverdi. Arkasını dönerek yoldaşına ‘Bu
Uçan Tüy Tabur Komutanı Lin Feixing.’ Dedi.
Li Xian’nın
kalbi Lin Feixing ismini duyunca tekledi. Kendisini korumakta olan askerlere
sakince ‘Siz ikiniz önden gidebilirsiniz, bir süre yalnız yürümek istiyorum.’
Dedi.
‘Bu…?’
Li Xian’nın
istediği üzerine iki asker de huzursuz birer ifade takındı. Li Xian daha fazla
konuşmadan yüzüne kraliyet soyundan olduğunu belli eden bir gülümseme
yerleştirdi. İki asker olduğu yerde donup kalsa da En Büyük Prensesin ‘buz gibi
ifadesine’ bakarak ‘Öyleyse biz kenarda durup prensesin dönmesini bekleyeceğiz,
ne zaman bizi çağırsanız o zaman yanınıza geleceğiz.’ Dedi.
‘Endişeniz
için teşekkürler.’ Li Xian hafifçe başıyla onayladı. İkili birbiriyle
bakıştıktan sonra silahlarıyla birlikte ayrıldılar ancak çok uzakta durmamaya
da gayret gösterdiler. Li Xian’ı birkaç metre öteden takip ettiler.
Li Xian
birkaç adım attıktan sonra Lin Wanyue’yi görebileceği bir yere gelse de Lin
Wanyue, onu kolayca fark edecek gibi durmuyordu.
Li Xian,
uzaktan baktı. Birkaç adım ilerisinde sıska ve bronz tenli bir genç adam gördü,
yayını çeken ve hedef alan…
Li Xian
önceden sarayda pek çok ünlü savaşçı asker görmüştü. Hepsi de korkusuz,
acımasız, güçlü ve kuvvetliydi. Bir bakışları bile insanı korkutmaya yeterdi.
Lin Feixing
sadece cılız bir görünüme sahip değildi. Bu ‘okçuluk yeteneğini’ de gerçekten
övmek zordu.
‘‘Don’’
diğer bir ok daha Li Xian’ın önündeki sütuna saplandı. Hedef üzerinde tek bir
ok bile olmadan yalnız bir şekilde duruyordu.
Li Xian
yavaşça iç çekti. Bir nedenden dolayı hayal kırıklığına uğramış hissetti.
İçinden geçen düşüncelerine kıkırdadı ve amcasının nasıl yargılama konusunda
böyle bir hata yapabildiğini düşündü.
‘’Sou’’ Li
Xian, uzaklaşmaya başladığı esnada başka bir ok çekildi ancak bu ok sütuna
saplanmadı. Bunun yerine hatasız bir şekilde hedefe saplandı.
Li Xian
şaşırmış bir şekilde olduğu yerde başını çevirdi.
Ancak Li
Xian tekrardan ayrılmayı düşündüğü esnada başka bir ok daha çekildi. Net ve
ağır bir ‘‘don’’ sesi geldi. Li Xian başını çevirip baktığında okun en sonunda
hedefe saplanmış olduğunu gördü. Ancak hedefin üzerinde yer alan en dıştaki
halkaya saplanmıştı, hedefin merkezinde yer alan kırmızı noktaya değil.
Li Xian
tereddüt içinde adım attı. Arkasındaki hedefe baktı, ’’don’’, başka bir ok
hedefin en dıştaki sağ halkasına saplandı.
Li Xian
yürümeyi kesti. Arkasını dönerek önceden gözlem yaptığı yere doğru ilerledi.
‘’Sou’’ başka bir ok daha gitti. Li Xian düzgün bir
şekilde bakmak için kafasını kaldırdı. Hedefin üzerinde üç ok vardı ve sadece
bir tanesi merkezdeki kırmızı noktaya yakındı.
Bunu görünce
Li Xian’nın kalbinde tuhaf bir his yükseldi. Küçük adımlar atarak ilerledi,
çadırı vücudunu saklamak için kullanarak Lin Wanyue’nin olduğu tarafa doğru
baktı.
Lin Wanyue,
yayına oku yerleştirdi ve derin bir nefes aldıktan sonra kirişi serbest
bırakarak oku çekti. Kol yenlerini sıvadığından ön kolundaki kaslar açığa
çıkmıştı.
Lin Wanyue
şuan da iyi bir ruh halindeydi. Otuz ok kullandıktan sonra nihayetinde hedefi
tutturmuştu. Yavaş yavaş ilerlese de hasarlı yayını kullanmaya alışmıştı. En
son Hun askerini vurduğunda aralarında çok bir mesafe yoktu ancak şimdi bu
yayla elli adım uzaklıktaki hedefi vurabilirdi.
Ancak Lin
Wanyue bu yayın kullanış biçimini otuz ok atışından sonra kavrayabilmişti. Şuan
da hedefi merkezinden vuracağına dair inancı vardı!
Düşünceler
eşliğinde gülümserken düzgün bir sıra halindeki beyaz dişlerini açığa çıkardı.
Yayın titreşim sesini takiben ok hava da ilerledi.
Li Xian,
uzaktan Lin Feixing’in gülümsediğini gördü, gözleri heyecan içinde kıpırdandı. Ok
havada ilerdi. Li Xian net ve ağır ‘’don’’ sesinin geldiği yöne baktı. Ok,
hedefin merkezindeki kırmızı noktaya saplanmıştı!
‘Don!’
‘Don!’
‘Don!’
… …
Ok seslerini
takiben Li Xian art arda hedefin merkezine saplanan okları izledi. Gözleri
irice açılmıştı. Bu ümitsiz gidişat nasıl olmuştu da birdenbire tersine
dönmüştü?
Kafası
karışmış bir şekilde Lin Wanyue’ye baktı ancak Lin Wanyue uzun süredir
izlendiğinin farkında değildi.
O sadece
içten içe mutluydu. Yüze yakın ok çektikten sonra sonunda çift girişli yayı
kullanması kolay bir hale gelmişti. Bugün bu sonucu elde etmek için bütün gün
uğraşmıştı. Hiç bir sonuç elde edememesi mümkün müydü?
Bu yay ne
kadar doğruluğunu kaybetmiş de olsa Lin Wanyue nasıl kullanılması gerektiğini
anlamıştı.
Lin
Wanyue’nin gülümsemesi gittikçe tüm yüzüne yayılıyor, yay çekişi de gittikçe
hızlanıyordu. Hedef alması ve yayı çekmesi artık eskisi kadar yavaş değildi. Ok
havada ilerleyerek ‘‘don’’ sesi eşliğinde hedefe saplanıyor ve kırmızı noktanın
tam ortasına saplanmasa bile dışarısına çıkmıyordu.
Li Xian
neden bu süre boyunca transa geçmiş gibi onu izlediğini bilmiyordu. Sanki
bacakları toprağa kök salmış gibiydi. Sadece sıska ve bronz tenli Lin Feixing’in
okunu çekmesini ve parlak gülümseyişini uzaktan izlemişti. Ok çekerken hızının
arttığını ve duruşunun daha normal bir hal aldığını fark etmişti ancak her bir
ok durmaksızın hedefe doğru iniyordu.
Lin
Wanyue’nin yüz ok atışının hepsini
izlemişti. Lin Wanyue ayrılmak için okunu sırtına yerleştirdiğinde Li Xian
sonunda şaşkınlığından sıyrılarak kendine geldi. Başını çevirip oklarla dolu
hedefe baktı ve en sonunda bir şeyleri anlamaya başlamıştı.
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder