13 Ağustos 2020 Perşembe

FEMALE GENERAL AND ELDEST PRINCESS - BÖLÜM 16: KALABALIĞIN İÇİNDE, HER YERDE ONUN VARLIĞINI ARIYORUM

(VN: Başlık ‘202 辛棄疾青玉案 ‘ adlı şarkıdan alınmış.)

 

Bu dünyadaki her şey sürekli olarak değişirdi. Li Mu’nun kampında başka bir kasırga daha kopmuştu.

 

Bir nedenden dolayı, yeni terfi alan Uçan Tüy Tabur Komutanı Lin Feixing ve Öncü Birlik Komutanı Lin Yu yirmişer sopa cezasına çarptırılmıştı!

 

Cezanın olduğu gün Lin Yu, birisi tarafından Lin Wanyue’nin çadırına taşındı.Bu iki ‘‘kardeş’’ dişlerini gıcırdatarak yatakta uzanırken Lin Wanyue, Lin Yu’ya çaresiz bir ifade takınarak baktı. Gözleri birbirleriyle buluşup bir süre bakıştıktan sonra yüksek sesli bir kahkaha koyuverdiler. Ardından havada asılı kalan doludizgin kahkahaları duman misali ortadan kaybolmuştu.

 

Cezadan bir gün sonra, Lin Wanyue yatakta doğruldu, ardından boş alanda ayakta durmaya çalıştı. Alt uzuvlarını hareket ettirmekte zorlansa da bu tembellik yapacağı anlamına gelmiyordu. Çift girişli yayını sırtına asarak boş bir alana geldi ve emrindeki okçulara ondan elli adım uzağa hedef kurmalarını emretti. Her şeyden öte şu anda Tabur Komutanıydı, artık boş yay çekmek zorunda değildi. İstediği sürece pratik yapmak için ona topluca ok getirecek insanlar vardı.

 

‘Tabur Komutanı! Bunlar istediğiniz yüz ok.’

 

‘Mm.Buraya koy.Görevinin başına dönebilirsin.’

 

‘Anlaşıldı.’

 

Okçu asker okları bıraktıktan hemen sonra ayrıldı.

 

Lin Wanyue olduğu yerde durdu. Büyük bir efor sarf ederek duruş açısını genişletti, ardından bir ok alarak yayı konumladı ve nişan aldı.

 

Bu sırada Li Xian, Li Zhong’un amansız sırnaşmalarından kaçınmak için kaldığı çadırdan erkenden ayrıldı. Arkasında onu iki asker takip etmekteydi. Li Mu’nun kişisel koruması olan bu askerler Li Xian’nın güvenliğini sağlamak için atanmıştı.

 

Li Xian amaçsızca askeri kampta dolaşırken zaman zaman kulağına askerlerin bağırış sesleri de geliyordu.

 

Aniden kampta gezinmekte olan Li Xian’dan çok da uzakta olmayan bir yerde net ve ağır bir ‘‘don’’ sesi duyuldu. Bir ok ahşap sütuna saplanmıştı.

 

İki asker birden alarma geçti. Görüş alanları önlerindeki birkaç çadır tarafından kapatıldığı için arkasında kimin ‘‘saklandığını’’ bilmiyorlardı.

 

Li Xian, kayıtsızca askerlere sakin olmalarını söyledi. Durduğu yerde pozisyonunu ayarlayıp atış tahtasını görmek mümkündü. Li Xian dikkatlice baktı. Sütuna saplanmış birçok ok olduğunu fark etti ve birkaçı da etrafa dağılmıştı, ancak hedef tamamıyla boştu. Hiçbir şey yoktu.

 

Amcasının askeri kampında herhangi bir tembelliğe yer olmadığını biliyordu. Bu yüzden böylesine bir ‘‘yeteneği’’ gördüğünde ister istemez meraklandı. Okları atan da kimdi?

 

‘Bir bakalım.’ Li Xian sakin bir şekilde emretti ardından çadırların arkasında kalan boş alana doğru ilerledi.

 

İki asker, Li Xian’ı arkasından takip ederek korumaya devam etti. Çadırlardan birine ulaşınca üçü de durdu. Çadırı kamuflaj olarak kullanırken bir asker arkada kalıp Li Xian’ı korudu diğeriyse dikkatli bir şekilde gözcülük yaptı. Atışı kimin yaptığını gören asker nefesini koyuverdi. Arkasını dönerek yoldaşına ‘Bu Uçan Tüy Tabur Komutanı Lin Feixing.’ Dedi.

 

Li Xian’nın kalbi Lin Feixing ismini duyunca tekledi. Kendisini korumakta olan askerlere sakince ‘Siz ikiniz önden gidebilirsiniz, bir süre yalnız yürümek istiyorum.’ Dedi.

 

‘Bu…?’

 

Li Xian’nın istediği üzerine iki asker de huzursuz birer ifade takındı. Li Xian daha fazla konuşmadan yüzüne kraliyet soyundan olduğunu belli eden bir gülümseme yerleştirdi. İki asker olduğu yerde donup kalsa da En Büyük Prensesin ‘buz gibi ifadesine’ bakarak ‘Öyleyse biz kenarda durup prensesin dönmesini bekleyeceğiz, ne zaman bizi çağırsanız o zaman yanınıza geleceğiz.’ Dedi.

 

‘Endişeniz için teşekkürler.’ Li Xian hafifçe başıyla onayladı. İkili birbiriyle bakıştıktan sonra silahlarıyla birlikte ayrıldılar ancak çok uzakta durmamaya da gayret gösterdiler. Li Xian’ı birkaç metre öteden takip ettiler.

 

Li Xian birkaç adım attıktan sonra Lin Wanyue’yi görebileceği bir yere gelse de Lin Wanyue, onu kolayca fark edecek gibi durmuyordu.

 

Li Xian, uzaktan baktı. Birkaç adım ilerisinde sıska ve bronz tenli bir genç adam gördü, yayını çeken ve hedef alan…

 

Li Xian önceden sarayda pek çok ünlü savaşçı asker görmüştü. Hepsi de korkusuz, acımasız, güçlü ve kuvvetliydi. Bir bakışları bile insanı korkutmaya yeterdi.

 

Lin Feixing sadece cılız bir görünüme sahip değildi. Bu ‘okçuluk yeteneğini’ de gerçekten övmek zordu.

 

‘‘Don’’ diğer bir ok daha Li Xian’ın önündeki sütuna saplandı. Hedef üzerinde tek bir ok bile olmadan yalnız bir şekilde duruyordu.

 

Li Xian yavaşça iç çekti. Bir nedenden dolayı hayal kırıklığına uğramış hissetti. İçinden geçen düşüncelerine kıkırdadı ve amcasının nasıl yargılama konusunda böyle bir hata yapabildiğini düşündü.

 

‘’Sou’’ Li Xian, uzaklaşmaya başladığı esnada başka bir ok çekildi ancak bu ok sütuna saplanmadı. Bunun yerine hatasız bir şekilde hedefe saplandı.

 

Li Xian şaşırmış bir şekilde olduğu yerde başını çevirdi.

 

Ancak Li Xian tekrardan ayrılmayı düşündüğü esnada başka bir ok daha çekildi. Net ve ağır bir ‘‘don’’ sesi geldi. Li Xian başını çevirip baktığında okun en sonunda hedefe saplanmış olduğunu gördü. Ancak hedefin üzerinde yer alan en dıştaki halkaya saplanmıştı, hedefin merkezinde yer alan kırmızı noktaya değil.

 

Li Xian tereddüt içinde adım attı. Arkasındaki hedefe baktı, ’’don’’, başka bir ok hedefin en dıştaki sağ halkasına saplandı.

 

Li Xian yürümeyi kesti. Arkasını dönerek önceden gözlem yaptığı yere doğru ilerledi.

 

‘’Sou’’  başka bir ok daha gitti. Li Xian düzgün bir şekilde bakmak için kafasını kaldırdı. Hedefin üzerinde üç ok vardı ve sadece bir tanesi merkezdeki kırmızı noktaya yakındı.

 

Bunu görünce Li Xian’nın kalbinde tuhaf bir his yükseldi. Küçük adımlar atarak ilerledi, çadırı vücudunu saklamak için kullanarak Lin Wanyue’nin olduğu tarafa doğru baktı.

 

Lin Wanyue, yayına oku yerleştirdi ve derin bir nefes aldıktan sonra kirişi serbest bırakarak oku çekti. Kol yenlerini sıvadığından ön kolundaki kaslar açığa çıkmıştı.

 

Lin Wanyue şuan da iyi bir ruh halindeydi. Otuz ok kullandıktan sonra nihayetinde hedefi tutturmuştu. Yavaş yavaş ilerlese de hasarlı yayını kullanmaya alışmıştı. En son Hun askerini vurduğunda aralarında çok bir mesafe yoktu ancak şimdi bu yayla elli adım uzaklıktaki hedefi vurabilirdi.

 

Ancak Lin Wanyue bu yayın kullanış biçimini otuz ok atışından sonra kavrayabilmişti. Şuan da hedefi merkezinden vuracağına dair inancı vardı!

 

Düşünceler eşliğinde gülümserken düzgün bir sıra halindeki beyaz dişlerini açığa çıkardı. Yayın titreşim sesini takiben ok hava da ilerledi.

 

Li Xian, uzaktan Lin Feixing’in gülümsediğini gördü, gözleri heyecan içinde kıpırdandı. Ok havada ilerdi. Li Xian net ve ağır ‘’don’’ sesinin geldiği yöne baktı. Ok, hedefin merkezindeki kırmızı noktaya saplanmıştı!

 

‘Don!’

 

‘Don!’

 

‘Don!’

 

… …

 

Ok seslerini takiben Li Xian art arda hedefin merkezine saplanan okları izledi. Gözleri irice açılmıştı. Bu ümitsiz gidişat nasıl olmuştu da birdenbire tersine dönmüştü?

 

Kafası karışmış bir şekilde Lin Wanyue’ye baktı ancak Lin Wanyue uzun süredir izlendiğinin farkında değildi.

 

O sadece içten içe mutluydu. Yüze yakın ok çektikten sonra sonunda çift girişli yayı kullanması kolay bir hale gelmişti. Bugün bu sonucu elde etmek için bütün gün uğraşmıştı. Hiç bir sonuç elde edememesi mümkün müydü?

 

Bu yay ne kadar doğruluğunu kaybetmiş de olsa Lin Wanyue nasıl kullanılması gerektiğini anlamıştı.

 

Lin Wanyue’nin gülümsemesi gittikçe tüm yüzüne yayılıyor, yay çekişi de gittikçe hızlanıyordu. Hedef alması ve yayı çekmesi artık eskisi kadar yavaş değildi. Ok havada ilerleyerek ‘‘don’’ sesi eşliğinde hedefe saplanıyor ve kırmızı noktanın tam ortasına saplanmasa bile dışarısına çıkmıyordu.

 

Li Xian neden bu süre boyunca transa geçmiş gibi onu izlediğini bilmiyordu. Sanki bacakları toprağa kök salmış gibiydi. Sadece sıska ve bronz tenli Lin Feixing’in okunu çekmesini ve parlak gülümseyişini uzaktan izlemişti. Ok çekerken hızının arttığını ve duruşunun daha normal bir hal aldığını fark etmişti ancak her bir ok durmaksızın hedefe doğru iniyordu.

 

Lin Wanyue’nin  yüz ok atışının hepsini izlemişti. Lin Wanyue ayrılmak için okunu sırtına yerleştirdiğinde Li Xian sonunda şaşkınlığından sıyrılarak kendine geldi. Başını çevirip oklarla dolu hedefe baktı ve en sonunda bir şeyleri anlamaya başlamıştı.

 

 

 

*****



Önceki Bölüm ― Sonraki Bölüm 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder