İyi haber
çok dillendirilmez ancak kötü haber çabuk yayılır. Bu asla değişmeyecek bir
kuraldı.
……
Yangguan
şehrinde göze çarpmayan bir çay evinde özel odanın dışında yer alan bir masada bilge gibi giyinmiş iki genç adam oturuyordu.
‘Duydun mu?
Büyük bir olay oldu!’
‘Ai…’
Karşısında oturan bilge adam dediklerini duyunca derin bir iç çekerek çayından
bir yudum almak için fincanına uzandı.
Bu sırada özel
odanın kapısı gıcırtıyla açıldı. Bilgeler özel odadan çıkan kişiyi görmek için
başlarını kaldırınca gelen kişinin görkemli kıyafetler giyen uzun ve zarif bir
genç efendi olduğunu gördü. İkisi de bir anlığına afalladı. Yangguan şehri Li
Krallığının kuzeybatısında yer alıyordu. Birisinin, Li Krallığından kuzey
sınırına ulaşması için yüz seksen mil gitmesi gerekirdi. İkisi hayatı boyunca
bu şehirde yaşamasına rağmen hiç bu kadar seçkin bir misafir görmemişti.
‘İkinize
Yangguan şehrinde ne olduğunu sorabilir miyim ?’
Bunu duyan
ikili birbirlerine baktı. İkisininde gözlerinde aynı cevap vardı.
Ardından
ikili oturdukları yerden kalkıp bir süreliğine birbirine danıştıktan sonra biri
elini kaldırarak söz hakkı isteyip Genç Efendi’yi yanıtladı: ’Beyefendi bunu
bilmiyor olabilir ancak Yangguan şehri oldukça huzurlu tek problemi sınır…’
‘Oh? Biraz
daha ayrıntı verebilir misin?’
‘General Li
Mu, savaştan kaçınmak için ateşkes işareti asınca toprak sahipleri Yangguan
şehrinden ayrıldı ve yerleşecek başka bir yer bulmak için...’
‘Rezillik!’
Bu iyi görünümlü genç efendi öfkeyle kolunu savurdu. Ardından konuşmalarının
bitmesini beklemeden ikisini oldukları yerde ne yapacağını bilemez bir halde
bırakıp uzaklaştı.
Bu iyi
görünümlü genç efendi öfkeli bir şekilde özel odanın kapısına doğru ilerlese de
hareketleri aniden yavaşladı.
Genç efendi,
özel odaya girmeden önce iki kez derin nefes aldı. Görünüşünü düzelterek özel
odanın kapısını tıklatmak için elini hafifçe kaldırdı.
‘Girebilirsiniz.’
Özel odanın içindeki kişinin onayını aldıktan sonra kapıyı içeriye girmek için
hafifçe araladı.
Beyefendi
ayrıldıktan sonra bilge yerine oturdu. Ancak arkadaşının hala hareket
etmeden yerinde durduğunu fark etti. Suratı
budala bir tavuk gibi aptalcaydı. Bundan dolayı arkadaşının kolunu çekiştirerek
sordu: ’Ne yapıyorsun? Otursana, aptallaşmaya mı başladın?’
Ancak
arkadaşının tek yaptığı söylediklerini duymasına rağmen çekiştirmesine izin
vermekti. Sonunda kararsız bir şekilde sandalyesine oturmasına rağmen gözünü
kırpmadan sanki bakışları bir anlık bile olsa başka bir yere bakmaya
dayanamayacakmışçasına özel odanın kapısına bakıyordu.
‘Ai, senin
neyin var? İçine cin mi kaçtı?’
Kendine
gelen şaşkın bilge ağzını kapatarak arkadaşına baktı. Yüzü doğru kelimeleri
bulmak için uğraşıyormuşçasına kızarmıştı. En sonunda arkadaşının kolunu
kavrayıp kekeleyerek ‘Güzel! Çok güzel!...’ diyebildi.
‘Prenses,
olanları duydunuz mu? Li Mu, barbar Hunlarla anlaşma yapmak için ateşkes
işareti asmış! Ülkemizi rezil ediyor!’
Elbette özel
odadakiler başkentten kuzey sınırına seyahat etmekte olan En Büyük Prenses Li
Xian ve Soylu Pinyang’ın Shizi’si Li Zhong’du.
‘Shizi, lütfen
sakin olun. Amcamın bu seçimi yapmak için geçerli bir sebebi olduğunu
düşünüyorum. Durum dedikleri kadar inanılamaz olsaydı halk bu şekilde etrafta
dolaşamazdı. Kuzey kurak bir iklime sahip, Shizi bir fincan çay içmelisiniz.’
Li Xian,
narin elleriyle Li Zhong’a bir fincan çay uzattı. Bu beklenmedik iyilik
karşısında çay bardağını almak için uzandı. Eskisi kadar sinirli gözükmüyordu.
Li Xian,
nazik bir yüz ifadesi takındığı için kimse onun ne düşündüğünü anlayamıyordu.
‘Çok
gecikmemek adına hava kararmadan askeri kampa ulaşmak için seyahatimizi
hızlandırmaya ne dersiniz ?’
……
Doğal olarak
Li Zhong, Li Xian’ın istediği her şeyi yapardı. Li Zhong, yolculuğa devam
edileceğini söylediğinde özel odanın yanında yer alan iki odadan düzinelerce
muhafız dışarı çıktı.
Yıldızlarla
çevrelenmiş bir ay misali Li Xian birçok muhafızın koruması altında özel odadan
dışarıya doğru zarif bir şekilde ilerledi.
Bu iki bilge
daha önce hiç bu kadar büyük bir alay görmemişti. Bir anlığına ne yapacaklarını
bilemez bir halde büyülenmişçesine oldukları yerde kaldılar.
‘Küstahlık! Ekselansları
Prenses’e doğrudan beğeni içinde bakabileceğinizi mi sanıyorsunuz ?’
Li Zhong,
sanki bir çiçeğe eskortluk ediyormuş gibi davranıyordu. İkili karşılarındaki
kişin En Büyük Prenses olduğunu duyunca diz çökerek uzun yaşamak için üç kez el
çırptı.
Yolculuk Li
Xian’ın tahmin ettiği gibi ilerlemiş, hava kararmadan Li Mu’nun askeri kampına
ulaşmışlardı.
Li Zhong
imparatorluk kararnamesini okurken önünde diz çökmüş olan askerlere memnuniyet
içinde baktı.
Li Mu’nun
askeri kampında yeni terfi almış olan genç komutan Lin Yu ön sırada diz çöktüğü
için imparatorluk kararnamesini net bir şekilde duyabiliyordu.
Li Zhong, Li
Mu’ya güven verici sözler söylemesine karşın sözlerinin arasında hissedilen bir
memnuniyetsizlik de vardı.
Ordu tek bir
vücuttu. Bütün zaferler ve başarısızlıklar birlikte paylaşılırdı. Li Zhong’un
kararnameyi okurken takındığı pasif agresif sesi Lin Yu’nun yumruklarını
gittikçe sıkmasına sebep oluyordu. Bu süre zaafında pek çok şeyi düşündü. En
sonunda bir karar verdi.
O gece, gece
devriyesinde olmayan askerler askeri kampta kalıp uykuya dalmışlardı. Ancak Lin
Yu, kendi çadırı etrafında volta atıyordu. Çadırın etrafını, her şeyi
düzeltmeyi sağlayacak bir takım şeyler varmışçasına inceliyordu. En sonunda
büyük bir azimle olduğu yerde geri dönerek gerçekte Lin Wanyue’ye ait olan
işleri düzeltmeye karar verdi. Büyük bir adam arafta kalmasına rağmen temiz bir
vicdana sahip olmak için uğraşmalıydı. Rütbesini bu şekilde yükseltmek istemiyordu.
Ayrıca Lin Wanyue’nin, kendisine verilen bu pozisyona geçseydi ondan daha
yararlı olacağını biliyordu.
‘Amca, bu
kritik zamanda sen…’
Li Mu aniden
elini Li Xian’a doğru kaldırdı. Konuşmayı bırakıp, dikkatli bir şekilde
dinleyince yaklaşmakta olan ayak seslerini fark etti. ’Yetkili Lin Yu,Baş
komutan ile görüşmek istiyor.’
Li Mu,
onunla gizli bir görüşme yapmak için gelen yeğenine baktı. Tereddüt etse de
gece toplantı yapmak için gelen Lin Yu’nun geçerli bir sebebin olduğunu da
biliyordu. Öte yandan Li Xian yeğeni olmasına rağmen aynı zamanda saygısızlık
edilmemesi gereken bir prensesti.
Li Mu’nun
tereddüt ettiğini gören Li Xian sakin bir şekilde ‘Bu kritik zamanda askeri
konular daha öncelikli Xian-er bekleyebilir.’ dedi.
Li Mu,
başıyla onayladı ve ‘İçeri girebilirsin.’ Dedi.
‘Anlaşıldı!’
Lin Yu, büyük çadırın içine girdi ancak en büyük prensesin orada olduğunu
görünce bir an için şaşırdı. Ardından bir dizi üzerine diz çökerek ‘ Yetkili
Lin Yu, En Büyük Prenses ve Başkomutanı selamlıyor.’ Dedi.
‘Kalkabilirsin.’ Li Mu elini sallayarak söyledi. Ancak
beklenmedik bir şekilde Lin Yu ayağa kalkmadı. Onun yerine diğer dizini de indirerek
diz çökmeye devam etti.’ Bu değersiz kişi alçakça bir suç işledi. Başkomutan
lütfen açıklamama izin verin.’
……
Tam o anda
Lin Yu, her şeyi açığa kavuşturdu. Elbette davranışlarının sebebini tam olarak
bilmese bile Lin Wanyue’yi korumayı seçmişti. Uzun süre birlikte yaşadıkları
göz önüne alınırsa hiçbir şey anlamasa bile kendi Da-ge’sini koruyacaktı.
Lin Yu, Li
Mu’ya Lin Wanyue’nin sıkı çalışmalarını, Li Krallığı’nın silahlarına karşı
yaptığı analizleri ve savaş alanında yaptığı analizleri anlattı. Tek bir yeri
bile atlamadan her şeyi açıklığa kavuşturdu.
Söyleyeceklerini
bitirdiğinde Lin Yu, başını sertçe yere vurarak suçluluk içinde itiraf etti. ’Bu
değersiz kişi, askeri değerleri yanlış bir şekilde kullanarak suç işlemiştir.
Başkomutan’nın bu değersiz kişinin hayatını bağışlayıp, iyi bir hizmet adına
harcamasına izin vermeniz için yalvarıyor.’
Li Mu’nun
ifadesi, Lin Yu’yu dinlerken birçok değişikliğe uğramıştı. Soğuk bir ifadeyle
sordu. ’Öyleyse Lin Feixing neden böyle bir şey yaptı? Ön plana çıkmak
istemediği için yeteneklerini kasten gizledi. Düşman casusu olabilir mi?’
Li Mu’nun
söylediklerini duyan Lin Yu, korku içinde ruhunun bedenini terk edeceğini
sandı. Solgun bir yüzle cevap verdi. ’Başkomutan, bu değersiz kişi canını
ortaya koyarak Lin Feixing’in kesinlikle bir casus olmadığını size
garantileyebilir. İstediğiniz kişiye sorabilirsiniz. Lin Feixing, Hunlara karşı
vahşi bir şekilde savaşır ve kesinlikle bir casus değildir ve… ve…’
‘Ve ne?
Neden gerçeği söylemiyorsun ?’
Lin Yu, Li
Mu’nun sesindeki şiddetli öfkeyi duyabiliyordu. İstemsizce ürperdi.Ardından Li
Mu’nun ifadesini görmek için başını kaldırdı. Ancak ifadesi her zaman güzel ve
nazik olan En Büyük Prensese baktığında duraksadı.
‘Konuş!’
En Büyük
Prenses’in gözleri önünde kabalık etmek bir suçtu ancak Li Mu daha korkunçtu.
Kısa bir an için tereddüt ettikten sonra gözlerini kapatarak dişlerini sıktı.
Ardından ‘Bir süre önce savaş sırasında bu değersiz kişi, yıllardır arkadaşı
olan Lin Feixing’in yaralandığını gördü. O zamandan beri Lin Feixing normalden
farklı bir şekilde depresyona girmişti….’
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder