19 Haziran 2020 Cuma

FEMALE GENERAL AND ELDEST PRINCESS - BÖLÜM 13: YAKLAŞAN YAĞMURLA, KARA BULUTLAR GÜNEŞİ GİZLİYOR

Bir gece Li Mu’nun kampında kasırga koptu* !

 

(VN: Bizdeki ‘fırtına kopmak’ deyiminin kasırga versiyonu)

 

Lin Wanyue ve Lin Yu’nun isimleri bütün askeri kampa bir gece içerisinde yayılmıştı. O anda neredeyse tüm askerler bunu tartışıyordu. Bu ikisi de kimdi? Başkomutandan böylesine bir ayrıcalığı nasıl elde edebilmişlerdi?

 

 

Lin Yu toplantı bitiminde öncü birliklerin komutanlığına terfi etti ve yüz bir ailenin yaşadığı tımar* topraklarına sahip olma hakkı kazandı.

 

 

(VN: And. Selçuklu Devletindeki ‘ikta’, Osmanlıdaki ‘tımar’ olarak geçen sistemin Çindeki versiyonu olarak düşünebilirsiniz.)

 

 

Aynı zamanda Lin Wanyue de Uçan Tüy Taburu’nun komutanlığına terfi etti.

 

 

İnsanlar bir süreliğine  ya onları merakla araştırmaya ya da iyilik yapmaya başlamıştı. Ancak bunlar olup biterken her zaman birlikte takılan Lin Wanyue ve Lin Yu aniden ayrılmışlardı.

 

 

O gece büyük çadırdan ayrıldıkları sırada Lin Yu, Lin Wanyue’ye yaptıklarının nedenini sordu. Ancak onun tek söylediği ‘Güven bana, bu en iyisi’ oldu.

 

 

Elbette, Lin Yu böyle bir cevabı kabul etmedi. O her zaman Lin Wanyue’nin yeteneklerinin farkındaydı ve büyük çadırda gösterdiği zekasıyla bir kez daha fark etmişti. Tüm bu zaman boyunca Lin Wanyue’nin ihtiyacı olan şeyin bu tür bir şans olduğunu düşünmüştü. Ancak şans önüne geldiğinde Lin Wanyue’nin tek yaptığı ona vermek olmuştu.

 

 

Karanlık gökyüzünün altında Lin Yu ilk defa Lin Wanyue’yle kavga etti. Etrafları çok karanlık olduğu için Lin Wanyue’nin ifadesini net bir şekilde görememişti.

 

 

Lin Wanyue’nin sessizliği onu çileden çıkardığından sözlerine dikkat etmeden ona birçok şey söylemiş ardından kötü bir şekilde ayrılmışlardı. Lin Yu, Lin Wanyue’nin karanlıkta kaybolmasını  izlerken ilk defa Da-ge’sini anlamadığını düşünmüştü.

 

 

Lin Wanyue açısından terfi etmenin tek faydası Uçan Tüy Tabur komutanının küçükte olsa kendi çadırına sahip olmasıydı. Artık tek çadırda bir düzineden fazla erkekle kalmak zorunda değildi.

 

 

Lin Wanyue, Lin Yu’ya karşı suçluluk hissediyordu. Onun içtenlikle kendisini düşündüğünü ve davranışlarını neden anlayamadığını biliyordu. Öfkesini de anlıyordu. Muhtemelen onu sadece hayal kırıklığına uğratmamıştı, ümitsiz olduğunu da düşünüyordu.

 

 

Lin Wanyue sessizce kıkırdadı. Kendi kendine düşündü: Erkek olmamam çok yazık ancak kendimi tehlikeye atmaya hiç niyetim yok. Zaten orduya girmek için yaptığım kılık değiştirme ölümle eş değer bir cezaydı. İntikam almak için orduya girdim ve yüz on sekiz kişi öldürdükten sonra ayrılmanın bir yolunu düşüneceğim. Savaş alanında ölebilirim ancak şan şöhret elde etmek için ölemem!

 

 

Ancak Lin Wanyue bunu ona açıklayamazdı. Aynı zamanda başka bir yolda bulamıyordu.

 

En sonunda sadece derin bir iç çekebildi. Belki de Lin Yu ile olan dostluğunu sona erdirmek en iyisiydi.

 

 

Bedeni ölümcül bir sırdı. Eğer bir gün açığa çıkarsa tek başına ölmesi yeterliydi. Başka birini daha yanında sürüklemesine gerek yoktu.

 

 

Ancak ‘Sonbahar hasat savaşı’ başladığından dolayı arkadaşıyla arasındaki dargınlığı düşünme şansı yoktu.

 

 

Kış için erzak sağlama amacıyla Hunlar sık sık ve kapsamlı bir şekilde Li Mu’nun ordusu tarafından korunan savunma hattını ihlal etmeye çalışıyordu.

 

 

Büyük ve küçük çaptaki savaşlar her gün gerçekleşmeye başlamıştı. Hunlar geceleri birkaç kez istila etmeyi bile denemişlerdi.

 

 

Bütün askeri kampa gerginlik hakimdi. Li Mu’nun endişeleri gerçeğe dönüşmüştü. Eskiden sadece öldürme içgüdüsüyle ve dağınık bir şekilde saldırıya geçen Hun askerleri aniden stratejik taktikler kullanmaya başlamıştı. Orduyu taaruza geçirmek ve geri çekilmek için eşsiz sinyaller kullanıyorlardı.

 

 

Li Krallığının birlikleri birbiri ardına yenilgiye uğrayarak ciddi kayıplar verdi.

 

 

 

Başkent : Tiandu Şehri

 

 

Taht odasında cennetin oğlu* ejderha tahtının** üzerinde oturuyordu. Endişeli ifadesiyle her an yüzünden ter akacakmış gibi gözüküyordu.

 

 

(VN : *Cennetin oğluyla imparatoru kast ediyor.** Ejderha şeklinde ya da ejderha desenli olduğu için doğrudan ‘ejderha tahtı’ olarak kullanılmış.Merak eden olursa google’a  ‘chinese dragon throne’ yazarak görsellerden bakabilir.)

 

 

‘Sınırda acil bir durum söz konusu, General Li Mu üst üste aksilikler yaşadı. Bakanların bu konu hakkında herhangi bir planı var mı ?’

 

‘Majestelerine bildiriyorum, bu yetkilinin söyleyecekleri var.’

 

Li Zhao sesin geldiği yöne baktı. Konuşan kişi danışman Long Daqing’di. Devam etmesi için onu başıyla onayladı.

 

‘Bu yetkili General Li Mu’nın yıllarca onurlu bir şekilde sınırı koruduğunu düşünüyor. Geçici bir süreliğine yenilgiye uğramış olsa da Majesteleri onu teşvik etmek için bir elçi gönderebilir.’

 

Li Zhao başıyla onaylasa da görüşünü belirtmedi.

 

Efendi Yong Li Chuan gönüllü olarak konuşmak için öne çıktı: ‘İmparator Baba’ya bildiriyorum. Bu oğul Hun barbarlarıyla yapılan kanlı savaşa katılıp Li Krallığımızın göksel gücünü göstermek istiyor.’

 

Bu sözleri duyan Savunma Bakanı Chu Yanzong  karara karşı çıktı: ’Majesteleri, bu fikre karşıyım. Ekselansları Efendi Yong  ne kadar savaşta yetenekli ve cesur olsa da bu Mareşali değiştirmek için doğru bir zaman değil. Ordunun şevki kırılabilir. General Li Mu yıllardır sınırı koruyor. Oradaki durumu avucunun içi gibi biliyor ve onun bir emsali daha yok. Majesteleri lütfen yeniden düşünün!’

 

‘İmparator Baba, bu oğulun bir önerisi var!’ Efendi Chu Li Xuan öne çıktı.

 

‘Mm. Efendi Chu söze devam edebilir.’

 

‘Anlaşıldı. Bu oğul, danışmanın görüşlerini mantıklı buluyor. Ancak bu oğul General Li Mu’nun üst üste yenilgiye uğramasını da şüphe verici buluyor. Kuzey sınırını denetlemek için bir müfettiş göndermeye ne dersiniz? Eğer durum Li Mu’nun söylediği gibiyse onu teşvik etmek için elçi gönderebilirsiniz ama eğer durum tam tersiyse orduyu denetlemek için bir müfettiş gönderirsiniz.’

 

Li Zhao, Li Xuan’nın sözlerini dinledikten sonra sessizliğini korudu. Başını sallayarak şöyle dedi: ’Kraliyet oğlunun söyledikleri mantıklı. Hangi sayın bakan benim adıma bu geziye çıkmak istiyor?’

 

‘İmparator baba, bu oğul soylu Pinyang’ı öneriyor. İlk olarak askeriye de soylu bir rütbeye yükselmişti. Savaşta da deneyimli olduğundan bu iş için en uygun olan odur. İkinci olarak da Soylu Pinyang ve General Li Mu eşit statüde olduklarından sorun olmayacaktır.’

 

‘Mm. Sayın Bakan Efendi Chu sizi tavsiye etti. Benim adıma bu geziye çıkar mısınız?’

 

Bunu duyan Soylu Pinyang neşeli bir gülümsemeyle öne çıktı. ’Bu yetkili kesinlikle görevi kabul etmek isterdi ancak bacaklarımın durumu eskisi gibi değil. Majesteleri bu görev için mütevazi oğlum Li Zhong’u öneriyorum.’

 

‘Mm. Zong-er artık bir çocuk değil. İmparatoriçe vefat etmeseydi şüphesiz en büyük prensesin Fuma’sı* olurdu. O zaman karar verildi.’

 

(VN: 驸马 Fuma : İmparatorun damadı anlamında)

Ertesi gün İmparatorluk elçisi kimliğinde Li Zhong kararname ile kuzey sınırına atandı. Ancak kuzey sınırına giden lüks dört atlı arabada bir kişi daha vardı.

 

‘Prenses, yol oldukça uzun olduğu için erik hazırlattım, denemek ister misiniz?’

 

Li Xian, sakin bir ifadeyle araba da otururken sessizliğini korudu. Reddetmek için başını nazikçe salladı.

 

Li Xian sınır için bir elçi kararlaştırıldığını duyduğunda Li Zhao ile görüşmek istemişti.

 

‘İmparator Baba, Xian-er, Shizi Li Zhong’a  eşlik etmek istiyor.’

 

‘Saçmalık. Sınırda savaş var ve sen benim en sevdiğim prensesimsin. Uslu durup sarayında kalmalısın.’

 

‘İmparator Baba, General Li Mu sonuçta Xian-er’in amcasıdır. Bu kritik durumda babam kimi gönderirse göndersin bu kuşku verici olacaktır. Ancak İmparatorun kızı olarak bizzat eşlik edersem şüpheler ortadan kalkacaktır.’

 

Li Zhao, bir süre düşündükten sonra cevap verdi:’Pekala. Xian-er ahlaki ilkeleri iyi bildiği için buna izin vereceğim.’

 

‘İmparator Baba’ya teşekkür ederim!’ Li Xian zarafetle eğildi.

 

Anlık bir duraksamadan sonra Li Zhao ‘ Sana imparatorluk hazinesinden değerli bir kılıç vereceğim. Kritik bir zamanda uygun gördüğün gibi kullanabilirsin.’

 

……

 

 

Araba sınıra doğru ilerken Li Xian uzun yolcuklarından dolayı yorgun hissediyormuşçasına yastığa yaslanarak gözlerini kapadı. Sonunda Li Zhong’ın koca çenesini kapatmayı başarmıştı.

 

Li Xian’nın gözleri tamamıyla kapalıydı ancak kalbi buz gibiydi. Gençliğinden beri sarayda büyüdüğünden imparatorun kalpsizliğine çoktan alıştığını düşünüyordu. Ancak babasının ona kraliyet hazinesinden değerli bir kılıç vermesini ve ardından da ona ‘uygun gördüğü’ gibi davranmasını söylemesini beklemiyordu!

 

Uygun gördüğü gibi de neydi? Bu, işler yolunda gitmezse kılıcı amcasını öldürmek için kullanması anlamına mı geliyordu?

 

 

 *****



Önceki Bölüm ― Sonraki Bölüm 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder