Bir gece Li Mu’nun kampında kasırga koptu* !
(VN: Bizdeki ‘fırtına kopmak’
deyiminin kasırga versiyonu)
Lin Wanyue
ve Lin Yu’nun isimleri bütün askeri kampa bir gece içerisinde yayılmıştı. O
anda neredeyse tüm askerler bunu tartışıyordu. Bu ikisi de kimdi? Başkomutandan
böylesine bir ayrıcalığı nasıl elde edebilmişlerdi?
Lin Yu
toplantı bitiminde öncü birliklerin komutanlığına terfi etti ve yüz bir ailenin
yaşadığı tımar* topraklarına sahip olma hakkı kazandı.
(VN: And. Selçuklu
Devletindeki ‘ikta’, Osmanlıdaki ‘tımar’ olarak geçen sistemin Çindeki
versiyonu olarak düşünebilirsiniz.)
Aynı zamanda Lin Wanyue de Uçan Tüy
Taburu’nun komutanlığına terfi etti.
İnsanlar bir süreliğine ya onları merakla araştırmaya ya da iyilik
yapmaya başlamıştı. Ancak bunlar olup biterken her zaman birlikte takılan Lin
Wanyue ve Lin Yu aniden ayrılmışlardı.
O gece büyük çadırdan ayrıldıkları
sırada Lin Yu, Lin Wanyue’ye yaptıklarının nedenini sordu. Ancak onun tek
söylediği ‘Güven bana, bu en iyisi’ oldu.
Elbette, Lin Yu böyle bir cevabı
kabul etmedi. O her zaman Lin Wanyue’nin yeteneklerinin farkındaydı ve büyük
çadırda gösterdiği zekasıyla bir kez daha fark etmişti. Tüm bu zaman boyunca
Lin Wanyue’nin ihtiyacı olan şeyin bu tür bir şans olduğunu düşünmüştü. Ancak
şans önüne geldiğinde Lin Wanyue’nin tek yaptığı ona vermek olmuştu.
Karanlık gökyüzünün altında Lin Yu
ilk defa Lin Wanyue’yle kavga etti. Etrafları çok karanlık olduğu için Lin Wanyue’nin
ifadesini net bir şekilde görememişti.
Lin Wanyue’nin sessizliği onu
çileden çıkardığından sözlerine dikkat etmeden ona birçok şey söylemiş ardından
kötü bir şekilde ayrılmışlardı. Lin Yu, Lin Wanyue’nin karanlıkta
kaybolmasını izlerken ilk defa
Da-ge’sini anlamadığını düşünmüştü.
Lin Wanyue
açısından terfi etmenin tek faydası Uçan Tüy Tabur komutanının küçükte olsa
kendi çadırına sahip olmasıydı. Artık tek çadırda bir düzineden fazla erkekle
kalmak zorunda değildi.
Lin
Wanyue, Lin Yu’ya karşı suçluluk hissediyordu. Onun içtenlikle kendisini
düşündüğünü ve davranışlarını neden anlayamadığını biliyordu. Öfkesini de
anlıyordu. Muhtemelen onu sadece hayal kırıklığına uğratmamıştı, ümitsiz
olduğunu da düşünüyordu.
Lin Wanyue
sessizce kıkırdadı. Kendi kendine düşündü: Erkek olmamam çok yazık ancak
kendimi tehlikeye atmaya hiç niyetim yok. Zaten orduya girmek için
yaptığım kılık değiştirme ölümle eş değer bir cezaydı. İntikam
almak için orduya girdim ve yüz on sekiz kişi öldürdükten sonra ayrılmanın bir
yolunu düşüneceğim. Savaş alanında ölebilirim ancak şan şöhret elde etmek için ölemem!
Ancak Lin
Wanyue bunu ona açıklayamazdı. Aynı zamanda başka bir yolda bulamıyordu.
En sonunda
sadece derin bir iç çekebildi. Belki de Lin Yu ile olan dostluğunu sona
erdirmek en iyisiydi.
Bedeni
ölümcül bir sırdı. Eğer bir gün açığa çıkarsa tek başına ölmesi yeterliydi. Başka
birini daha yanında sürüklemesine gerek yoktu.
Ancak
‘Sonbahar hasat savaşı’ başladığından dolayı arkadaşıyla arasındaki dargınlığı
düşünme şansı yoktu.
Kış için
erzak sağlama amacıyla Hunlar sık sık ve kapsamlı bir şekilde Li Mu’nun ordusu
tarafından korunan savunma hattını ihlal etmeye çalışıyordu.
Büyük ve
küçük çaptaki savaşlar her gün gerçekleşmeye başlamıştı. Hunlar geceleri birkaç
kez istila etmeyi bile denemişlerdi.
Bütün
askeri kampa gerginlik hakimdi. Li Mu’nun endişeleri gerçeğe dönüşmüştü.
Eskiden sadece öldürme içgüdüsüyle ve dağınık bir şekilde saldırıya geçen Hun
askerleri aniden stratejik taktikler kullanmaya başlamıştı. Orduyu taaruza
geçirmek ve geri çekilmek için eşsiz sinyaller kullanıyorlardı.
Li
Krallığının birlikleri birbiri ardına yenilgiye uğrayarak ciddi kayıplar verdi.
Başkent : Tiandu Şehri
Taht
odasında cennetin oğlu* ejderha tahtının** üzerinde oturuyordu. Endişeli
ifadesiyle her an yüzünden ter akacakmış gibi gözüküyordu.
(VN : *Cennetin oğluyla
imparatoru kast ediyor.** Ejderha şeklinde ya da ejderha desenli olduğu için
doğrudan ‘ejderha tahtı’ olarak kullanılmış.Merak eden olursa google’a ‘chinese dragon throne’ yazarak görsellerden
bakabilir.)
‘Sınırda acil bir durum
söz konusu, General Li Mu üst üste aksilikler yaşadı. Bakanların bu konu
hakkında herhangi bir planı var mı ?’
‘Majestelerine bildiriyorum,
bu yetkilinin söyleyecekleri var.’
Li Zhao sesin geldiği yöne
baktı. Konuşan kişi danışman Long Daqing’di. Devam etmesi için onu başıyla
onayladı.
‘Bu yetkili General Li
Mu’nın yıllarca onurlu bir şekilde sınırı koruduğunu düşünüyor. Geçici bir süreliğine
yenilgiye uğramış olsa da Majesteleri onu teşvik etmek için bir elçi
gönderebilir.’
Li Zhao başıyla onaylasa
da görüşünü belirtmedi.
Efendi Yong Li Chuan
gönüllü olarak konuşmak için öne çıktı: ‘İmparator Baba’ya bildiriyorum. Bu
oğul Hun barbarlarıyla yapılan kanlı savaşa katılıp Li Krallığımızın göksel
gücünü göstermek istiyor.’
Bu sözleri duyan Savunma
Bakanı Chu Yanzong karara karşı çıktı: ’Majesteleri,
bu fikre karşıyım. Ekselansları Efendi Yong
ne kadar savaşta yetenekli ve cesur olsa da bu Mareşali değiştirmek için
doğru bir zaman değil. Ordunun şevki kırılabilir. General Li Mu yıllardır
sınırı koruyor. Oradaki durumu avucunun içi gibi biliyor ve onun bir emsali
daha yok. Majesteleri lütfen yeniden düşünün!’
‘İmparator Baba, bu oğulun
bir önerisi var!’ Efendi Chu Li Xuan öne çıktı.
‘Mm. Efendi Chu söze devam
edebilir.’
‘Anlaşıldı. Bu oğul, danışmanın
görüşlerini mantıklı buluyor. Ancak bu oğul General Li Mu’nun üst üste
yenilgiye uğramasını da şüphe verici buluyor. Kuzey sınırını denetlemek için
bir müfettiş göndermeye ne dersiniz? Eğer durum Li Mu’nun söylediği gibiyse onu
teşvik etmek için elçi gönderebilirsiniz ama eğer durum tam tersiyse orduyu
denetlemek için bir müfettiş gönderirsiniz.’
Li Zhao, Li Xuan’nın
sözlerini dinledikten sonra sessizliğini korudu. Başını sallayarak şöyle dedi: ’Kraliyet
oğlunun söyledikleri mantıklı. Hangi sayın bakan benim adıma bu geziye çıkmak
istiyor?’
‘İmparator baba, bu oğul
soylu Pinyang’ı öneriyor. İlk olarak askeriye de soylu bir rütbeye yükselmişti.
Savaşta da deneyimli olduğundan bu iş için en uygun olan odur. İkinci olarak da
Soylu Pinyang ve General Li Mu eşit statüde olduklarından sorun olmayacaktır.’
‘Mm. Sayın Bakan Efendi
Chu sizi tavsiye etti. Benim adıma bu geziye çıkar mısınız?’
Bunu duyan Soylu Pinyang
neşeli bir gülümsemeyle öne çıktı. ’Bu yetkili kesinlikle görevi kabul etmek
isterdi ancak bacaklarımın durumu eskisi gibi değil. Majesteleri bu görev için
mütevazi oğlum Li Zhong’u öneriyorum.’
‘Mm. Zong-er artık bir
çocuk değil. İmparatoriçe vefat etmeseydi şüphesiz en büyük prensesin Fuma’sı*
olurdu. O zaman karar verildi.’
(VN: 驸马 Fuma : İmparatorun damadı anlamında)
Ertesi gün
İmparatorluk elçisi kimliğinde Li Zhong kararname ile kuzey sınırına atandı. Ancak
kuzey sınırına giden lüks dört atlı arabada bir kişi daha vardı.
‘Prenses,
yol oldukça uzun olduğu için erik hazırlattım, denemek ister misiniz?’
Li Xian,
sakin bir ifadeyle araba da otururken sessizliğini korudu. Reddetmek için başını
nazikçe salladı.
Li Xian
sınır için bir elçi kararlaştırıldığını duyduğunda Li Zhao ile görüşmek
istemişti.
‘İmparator
Baba, Xian-er, Shizi Li Zhong’a eşlik
etmek istiyor.’
‘Saçmalık. Sınırda
savaş var ve sen benim en sevdiğim prensesimsin. Uslu durup sarayında
kalmalısın.’
‘İmparator
Baba, General Li Mu sonuçta Xian-er’in amcasıdır. Bu kritik durumda babam kimi
gönderirse göndersin bu kuşku verici olacaktır. Ancak İmparatorun kızı olarak
bizzat eşlik edersem şüpheler ortadan kalkacaktır.’
Li Zhao, bir
süre düşündükten sonra cevap verdi:’Pekala. Xian-er ahlaki ilkeleri iyi bildiği
için buna izin vereceğim.’
‘İmparator
Baba’ya teşekkür ederim!’ Li Xian zarafetle eğildi.
Anlık bir
duraksamadan sonra Li Zhao ‘ Sana imparatorluk hazinesinden değerli bir kılıç
vereceğim. Kritik bir zamanda uygun gördüğün gibi kullanabilirsin.’
……
Araba sınıra
doğru ilerken Li Xian uzun yolcuklarından dolayı yorgun hissediyormuşçasına yastığa
yaslanarak gözlerini kapadı. Sonunda Li Zhong’ın koca çenesini kapatmayı
başarmıştı.
Li Xian’nın
gözleri tamamıyla kapalıydı ancak kalbi buz gibiydi. Gençliğinden beri sarayda
büyüdüğünden imparatorun kalpsizliğine çoktan alıştığını düşünüyordu. Ancak
babasının ona kraliyet hazinesinden değerli bir kılıç vermesini ve ardından da
ona ‘uygun gördüğü’ gibi davranmasını söylemesini beklemiyordu!
Uygun
gördüğü gibi de neydi? Bu, işler yolunda gitmezse kılıcı amcasını öldürmek için
kullanması anlamına mı geliyordu?
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder