Shen Qingqiu
oturduğu yerde doğruldu.
Siktir, siktir,
siktir, ceset!
Daha şimdi “su çok
temiz” diye düşündüm ve bana yüzen bir ceset mi veriyorsun? Yüzüme bu kadar
sert vurma, tamam mı?!
Liu Qingge cesedi
daha yakına çekip çevirmek için sopayı kullandı. Bu gerçekten tam anlamıyla bir
iskeletti. Yüzü suyun altına batık bir hâlde baştan aşağıya siyah kumaşla
örtüldüğü için önceden gözden kaçmıştı.
Shen Qingqiu sordu:
“Kıdemsiz çırak ağabey Mu, bütün bedeni anında iskelete dönüştürecek tipte bir
veba biliyor musun?”
Mu Qingfang yavaşça
başını salladı: “Böyle bir şeyi daha önce hiç duymamıştım.”
Kayık akıntıya
karşı çekiliyordu, hareket etmeyi bırakırsa geri gidecekti. Bir süre
durduklarından beri küçük kayık kısa bir mesafe gerilemişti. Liu Qingge
sopasını tekrardan kaldırıp arkasındakilere konuştu: “İleride dahası var.”
Sahiden beş ya da
altı ceset orada yüzüyordu. İlki gibi hepsi siyahlara bürünmüştü.
Shen Qingqiu
düşüncelerinde kaybolurken Liu Qingge aniden yanlarındaki taşa sopayı sapladı.
İnce, hassas bambu sopa böylelikle yumuşak, kusursuz taşa gömülmüştü. Yerine
oturttuğunda kayık olduğu yerde durdu.
Shen Qingqiu de
değişik bir şeyi fark edip ayağa kalktı. “Kim o?”
Karanlığın
derinliklerinden telaşla hızlanmış nefes sesi geliyordu. Kayığın gövdesindeki
ışık belirsiz bir şekilde bedenin şeklini aydınlatıyordu. Bir oğlanın sesini
duydular: “Sizler de kimsiniz? Niçin şehre gizli nehirden giriyorsunuz?”
Shen Qingqiu
konuştu: “Bunu sana sormalı.”
Küçük ve eski bir
kayıkta bulunmasına rağmen şık ve zarifti. Yeşil kıyafetleri, siyah saçları ve
belinde asılı uzun kılıcıyla her hareketi ölümsüz gibiydi. Ayrıca Shen Qingqiu
sakin davranmayı ve blöflerine bazı kendi tarzlarını katabilecek kadar
fazlasıyla deneyimliydi. Tahmin edildiği gibi genç adam gösterişle sersemleyip
bir anlığına beyni durmuş, ardından bağırmıştı. “Gidin! Şu anda şehrin bütün
girişleri kapalı!”
Liu Qingge
homurdandı: “Sen kimsin ki birilerini durduruyorsun?”
Çocuk konuştu:
“Şehirde veba var. Ölmek istemiyorsan çek git!”
Mu Qingfang samimi
bir şekilde konuştu: “Küçük kardeş, tam da bundan dolayı buradayız…”
Onların gitmediğini
görünce çocuk sinirle konuştu: “İnsan dilinden anlamıyor musunuz?! Çabuk gidin!
Çekip gidin, çekip gidin, çekip gidin! Gitmezseniz kaba olduğum için beni
suçlamayın!” Zıpkın gibi dehşet verecek kadar güçlü bir şekilde onu
etkilediğinde konuşmasını ancak bitirmişti. Liu Qingge soğukkanlılıkla gülerken
bambu sopayı duvardan çekti. Havaya doğru tek bir vuruşuyla karşısındakini suya
uçarak göndermişti. Gencin nehirde sıçrarkenki küfürlerini duyduğunda Shen
Qingqiu sordu: “Onu çıkartalım mı, çıkartmayalım mı?”
Liu Qingge konuştu:
“Gayet enerji ve soluğa sahip, neden biz onu çıkartmak için zahmete girelim?
Sadece şehre girelim.” Bambu sopayı çekince kayığı ilerletmeye devam etti.
Üçü karanlık
nehirden çıktıklarında yasadışı kayıkla akıntıda yüzmeleri bilinmezliğe
dönmüştü. Çıkış şehirdeki en boş yerdi, ortası derin olmayan suyla dolmuştu.
Etrafta tek bir kişi bile yoktu. Tok tok tok diye birisinin adımları
peşlerinden gelirken şehrin merkezine doğru yürüdüler.
Çorba için önceden hazırlanmış tavuk gibi ıslaktı, az evvelki adam
onlara doğru koşturup bağırdı: “Neden şehre girdiniz? Buraya girmenizin bir
yararı yok! Önceden buraya gelip vebayı bitireceklerini söyleyen birçok kişi
vardı. Bazı keşişler, Taoistler, Hua Sarayı’ndan kişiler… Hepsi ve her biri
içeri girip çıkamadılar! Erken ölümü arıyorsunuz!
Olay genç adamın
saklanıp onların iyiliği için onları pusuya düşürdüğüne dönmüştü. Shen Qingqiu
anlayışla gülümsedi: “Buraya çoktan girdiğimize göre ne yapalım ki?”
Oğlan konuştu:
“Başka ne yapabilirsiniz ki? Beni takip edin ve etrafta koşuşturmayın! Sizi
kıdemli keşişe götüreceğim.”
Shen Qingqiu diğer
ikisinin karşı gelmediğini fark etti. Hepsi Jinlan Şehri’ne yabancıydı o
nedenle birisinin şehirde onlara rehberlik etmesi en iyisiydi. Küçük bir baş
sallamanın ardından konuştu: “Küçük oğlan kardeş, ismin nedir?”
Genç adam göğsünü
kabarttı: “Bana Yang Yixuan derler. İnce İşçilik Silahları dükkânının başının
oğluyum.”
Yani o Zhao Hua
Tapınağı’ndan yardım isterken cesurca ölen silah dükkânının sahibinin oğlu
muydu?
Liu Qingge Shen Qingqiu’nin
genç adamı ölçüp biçmeye devam ettiğini fark edip sordu: “Ne oldu?”
Shen Qingqiu
fısıldadı: “Bu çocuk senin saldırına dayanabildi ve iyi bir kalbe sahip.
İkisini birden elde etmek zordur, şekillendirilebilir bir yetenek.”
Liu Qingge konuştu:
“Şekillendirilebilir yetenekler olsa bile işe yaramaz. Mürit kabûl etmiyorum.
Fazla zahmetli.”
Şehrin merkezine
yürürlerken yayaların sayısı git gide arttı. Fakat bu “artış” sadece önceki
boşlukla karşılaştırılmıştı. Tek bir sokakta en fazla üç ya da dört yaya vardı,
baştan aşağıya siyah kumaşla örtülüydüler. Apar topar yürüyorlar, kirişin
tıslamasından korkan kuşlar ya da zar zor ağdan kaçmış balık gibi
davranıyorlardı. Yang Yixuan onları kendi evine götürdü. Silah dükkânı oldukça
büyüktü, en geniş ana yolun üzerine uygundu ve art arda bir sürü dört parsel
kaplıyordu. Tek bir ailenin kullanması için birbirine bağlanmış, iç bahçeleri,
giriş odası ve bodrumu vardı.
Yüce Usta Wu Chen
bodrumdaydı, yarısını örten battaniyeyle yatakta uzanıyordu. Cang Qiong Dağı
sekti ekibini görmesi üzerine “A-mi-tuo-fo*” diyerek selamladı.
A-mi-to-fo: “Merhametli Buda” demek
Shen Qingqiu
konuştu: “Yüce Usta, durum çok ciddi, o nedenle oturmayacağız. Jinlan Şehri’nde
ne tür bir veba ortaya çıktı? Neden Yüce Usta, şehirde kalıp dışarıya tek bir
mesaj göndermedi? Ayrıca, neden herkes siyah kumaşla örtülü?”
Yüce Usta Wu Chen acıyla
tebessüm etti: “Ölümsüz Shen’in bütün sorularının cevabı gerçekten aynı.”
Söylemesiyle
yarısını örten battaniyeyi üzerinden çekti. Shen Qingqiu kaskatı kesildi.
Battaniyenin
altında sadece bir çift uyluk vardı. Dizinin altında hiçbir şey yoktu.
Baldırları tamamıyla yitmişti.
Liu Qingge sakince
konuştu: “Bunu kim yaptı?”
Wu Chen başını
salladı: “Kimse yapmadı.”
Shen Qingqiu’nin
kafası karışmıştı: “Birisi yapmadıysa, öyleyse bacakların kendiliğinden mi
yitti?”
Beklenmedik bir
şekilde Wu Chen başıyla onayladı: “Gerçekten de öyle. Bacaklarım kendiliğinden
yitti.”
Dizlerinin
üzerinden bacakları siyah kumaşa sarılmıştı. Wu Chen eliyle uzanıp büyük bir
çaba ve gayret göstererek kumaşı çıkardı. Mu Qinghfang apar topar yardım etti.
Wu Chen Konuştu: “Bu, herkesi biraz rahatsız ediyor olmalı.”
Siyah kumaş katman
katman çözülmüş, bacaklarından kalanı ortaya çıkarmıştı. Shen Qingqiu’nin nefesi
düğümlendi.
Yüce Usta, buna
“birazcık rahatsız edici” mi diyorsunuz?!
Uylukları çürümüş
ve kanlı irin toplamıştı, kangrenli et bacağına yayılıyordu. Siyah kumaş
açıldığında leş gibi kokan kötü koku sallanarak sürüklenmişti.
Shen Qingqiu
konuştu: “Jinlan Şehri’ndeki veba bu mu?”
Wu Chen konuştu: “Aynen
öyle. Hastalığın başlangıç evrelerinde sadece küçük bir bölgede kırmızı
kurdeşen gibi görünür. Bu evresi 3 ya da 5 günden yarım aya kadar sürebilir.
Ondan sonra kurdeşen yayılıp çürütmeye başlar. Bir aydan sonra kemiğine kadar
çürütecektir. Sadece bedeni siyah kumaşla açık havaya karşın örtersen etkisini
azaltır, gelişmesini geciktirebilirsin.”
Şehirdeki bütün
insanların kendilerini siyah mumya gibi örtmelerine hiç garip değildi.
Shen Qingqiu konuştu:
“Bu bir ay alıyorsa neden Zhao Hua Tapınağı’na haberdâr eden Bay Yang aniden
kemiklerine kadar çürüdü?”
Wu Chen’in yüzü
kederini gösteriyordu: “Bunu eklemeye utanıyorum fakat enfekte birisi Jinlan
Şehri’nde kalırsa bir ay ya da daha fazla yaşayabildiğini sonrasında fark
ettim. Fakat Jinlan Şehri’nden belli bir mesafeye yolculuk ederlerse hızlıca
ilerleyecektir. Benim iki kıdemsiz mürit kardeşlerim manastıra geri dönebilmek
için paldır küldür şehri terk ettiler ve hastalık onları hemen oracıkta öldürdü.”
Bu sebeple insanlar
ne giriş yapabiliyor ne de çıkabiliyor!
Liu Qingge sordu:
“Bu hastalığın kaynağı nedir? Nasıl yayıldı?”
Wu Chen sadece iç
çekti: “Bu yaşlı keşiş utanç içerisinde. Bu şehirde bir sürü gün harcadık fakat
bu hastalık hakkında bir şey bulma konusunda hiçbir gelişme kaydedemedik.
Vebanın nereden başladığını ve nasıl yayıldığını bilmiyoruz. Nasıl enfekte
ediyor, nasıl etmiyor onu bile bilmiyoruz.”
Mu Qingfang şaşkın
şaşkın ona baktı: “Ne demek istiyorsun?”
Shen Qingqiu biraz
şüphelendi: “Hepimiz silah dükkânı ailesinin oğlunu gördük. Usta Wu Chen’e uzun
bir süre kişisel olarak bakmış fakat bedeninin hiçbir parçası siyah kumaşla
kaplı değil. Derisinin lekesiz, sağlıklı olduğunu kolaylıkla görebilirsiniz. Bu
gerçekten vebaysa Wu Chen’in onu enfekte etmemesi tuhaf değil mi?”
Wu Chen konuştu:
“Aynen öyle. Yaşlı keşiş herkesi burada kapana kıstırarak sıkıntı verdiği için
gerçekten mahcup.”
Shen Qingqiu:
“Böyle konuşmamalısın. İnsanları kurtarmayı planlamışsın.” Mu Qingfang’ın Wu
Chen’in bacağındaki çürümüş kısmı kendinden geçmiş, öyle ki çürük kokusunun
dalgasını hissetmiyormuş gibi ilgiyle incelediğini fark etti. Sordu: “Kıdemsiz
çırak ağabey Mu bir şey buldu mu? Tedavisini biliyor musun?”
Mu Qingfang başını
salladı: “Bu veba gibi gözükmüyor. Aslında daha çok şey gibi gözüküyor…”
Diğerlerine doğru baktı. “Karar kılmaya yeltenmeden başka enfekte kişileri de
görmeliyim.”
Shen Qingqiu
bodrumdan çıkıp silah satıcısının oğlunun arkaya doğru ilerlediğini, kızgın bir
şekilde uzun bir kılıcı eline aldığını gördü. Gülümseyerek sordu: “Genç usta,
sorun nedir?”
Yang Yixuan sinirle
konuştu: “Şehre başka birisi daha girdi. Bla Bla Hua insanları olmalı, içlerinden
en işe yaramazları onlar. Hepsi ölümlerine koşuyor!”
Huan Hua Sarayı
muhtemelen biraz daha yardım eli(ölüme giden asker) göndermişti. Shen Qingqiu onun
yüzünün etli çörek gibi şiştiğini fark etti ve içinden onu didiklemek geldi.
“Küçük kardeş, yeteneklerinin fazlasıyla dikkat edici olduğunu fark ettim. Sana
birisi mi öğretti?”
Yang Yixuan onu
görmezden geldi. Shen Qingqiu tekrardan söyledi, “Bugünün daha öncesinde seni
suya savurup gönderen büyük ağabeyi bul. O fazlasıyla güçlüdür, böylece onunla
birkaç kez dövüşmek bile başka birisinden öğreneceğinden daha yararlı olur.”
Bu sözleri duymanın
üzerine Yang Yixuan anında onu bırakıp çekip gitti. Shen Qingqiu insanları
kışkırtıp onun üzerine salarak Liu Qingge’yı sinir edecek bir yol bulmuştu, bu
buluş vesilesiyle memnun olmuştu.
Peşinden giderek
etrafta dolaşmayı ilerideki sahneyi görmenin üzerine bıraktı.
Bütün şehir boyunca
ağır atmosfer devam ediyor, her evin kapısı sıkıca kapalı tutuluyordu. Birkaç
evsiz insan gidecek bir yer bulamamış, sokağın köşesinde toplanmışlardı.
Geçmişte sokak, gelen ve içeriye giren sayısız akıp giden at arabası ve atlarla
doluydu, başlarını dışarıya çıkartmaya ve yüzlerini göstermeye cesaret
edemezlerdi. Fakat şimdi sokak tamamıyla boştu. Vicdanı daha fazla el
vermeyince büyük bir demir çanakla altına odun yığını kurmuşlar, su kaynatıp
nerede olduklarını bilmeyen kişilerden çalarak elde ettikleri birkaç tavuğu
asmışlardı. Her biri siyah kumaşa öyle sıkı bir şekilde sarmalanmıştı ki rüzgâr
fısıltı olarak bile içlerinden geçemezdi.
Dışarıdan birisi
gibi görünen Shen Qinqiu’nin orada bulunmasına pek şaşırmamışlardı. Bunun
yerine ona ölü birisiymiş gibi bakıyorlardı. Sonuçta, geçen günlerde, bir sürü
etkileyici görünümlü efsuncuların şehre girip onları kurtaracağını
söylediklerini görmüşlerdi. Hangisi iyiydi ki? Bu yeni gelenler yerlilerden
daha bile çabuk ölmüşlerdi!
Demir çanakta yemek
kaynıyordu. “Çorba hazır! Gelip doldurun, gelip doldurun!”
Ayaklarına ve
üstüne tırmanan bitleri ayıklayan birçok serseri yakında uzanıyor, ellerinde
kâse tutuyorlardı.
Veba bütün şehrin
yaşam biçimini dengesizleştirmişti. Bu kendiliğinden düzenlenen umumi mutfak
hayat kurtarabilirdi.
Vebanın kaynağını
çabucak bulmalıydı. Shen Qingqiu gizlice kendi kararını onayladı. Gitmek için
döndüğünde birisi doğrudan ona ilerlemeye başladı. Bu kişi yaşlı bir kadın gibi
görünüyordu, bastonuna dayanıyordu, bedeni kamburdu ve elleri öyle çok
titriyordu ki bileklerinden sallanıyor gibi görünüyordu.
Bu durumu görünce
yolundan çıkmak üzereydi ki onun muhtemelen çok yaşlı olması, zayıf ya da
bayılacak kadar aç olması nedeniyle Shen Qingqiu’nin üzerine sendeledi.
Shen Qingqiu bir
eliyle onu destekledi. Yaşlı kadın mırıldandı, “Üzgünüm, üzgünüm… yaşlılık beni
perişan etti…” Bunu söyledikten sonra çabucak onu geçti, muhtemelen yiyecek
kalmayacağından endişeliydi.
Shen Qingqiu öne
doğru iki adım attı, ardından aniden durdu.
Bir şeyde terslik
vardı.
Yaşlı kadın rüzgârdaki
mum kadar narin görünüyordu, hafif bir rüzgârda düşecek gibiydi. Fakat o anda,
onunla çarpıştığında neden gençliğindeki bir adamdan daha ağır hissettirmişti?!
Birdenbire arkasını
döndü. Kalabalık, aralarında çorba çanağı için kavga ediyordu, “yaşlı kadın”ın
izini görememişti.
Solunda, kırmızı
ışıklarla çevrelenmiş bir giriş vardı. Shen Qingqiu ardından takip ederken
çiçekli pasajın sonundan diğer tarafa kıvrılarak geçen gölgeyi bir an için
görüp şans eseri algılayabilmişti.
Siktir, bu 100
metre engel aşma koşusundaki hızla aynı değil miydi? Nesi “yaşlı kadın”?! O
zamanlar kör olmalıymış!
Shen Qingqiu
koşarak dalıp şahsı takip etti. Bu yaşlı kadın şüpheli gözükse bile aniden bir
şeyin uzaklaşması için onu suçlayamazdı çünkü Jinlan Şehri’ndeki herkes “siyah
kumaşla sarmalanmış, kendi içlerinde çökerek yürüyor, şüpheli görünümlü” şahıs
tipindeydi!
Kovalamanın
ortasında aniden elinin üstünde bir kaşınma hissetti, bakmak için kaldırdı.
Bu el gerçekten
talihsizlikle cezalandırılıyordu: Kıdemli Gökyüzü Çekici(Tian Chui) tarafından
deliklerle doldurulanla aynı eldi ve şimdi de büyüyen kırmızı kurdeşenle
bulaştırılmıştı!
Düşününce, o
zamanlar hata ederek [Proud Immort Demon’s Way]i açan eli de oydu! Gerçekten bu
eli kesmek istiyorum, aahhhh!!!
İlgisi
dağıldığından Shen Qingqiu’nin adımları yavaşladı. Başının üzerinden gelen
kılıç saldırısını hissetmesiyle katlı yelpazesini açıp rüzgâr kılıcıyla
karşılık vermeye hazırlandı. Bağırdı: “Kimsin?”
Saldırgan yakındaki
çatı çıkıntısından hızla yere alçaldı. İkisi de birbirleriye yüz yüze
geldiklerinde Shen Qingqiu pat diye söyleyiverdi: “Gongyi Xiao?”
Genç anında
kılıcını geri çekti, şaşkınlığı neşesinden daha büyüktü. “Kıdemli Shen?”
Shen Qingqiu
konuştu: “O benim. Nasıl sen de geldin?” Yang Yixuan’ın o Huan Hua Sarayı
müritlerinin gizli nehirden girdiklerinden bahsettiğini hatırladı. Muhtemelen
Gongyi Xiao’yla birlikte gelen kişilerdi. Konuştu: “Huan Hua Sarayı şehrin
içini araştırmak için gruba öncülük etmeni mi istedi?
Gongyi Xiao
konuştu: “Bu kıdemsiz gerçekten de şehri araştırma sorumluluğunu kabul etti
fakat… grup lideri ben değilim.”
Shen Qingqiu
şaşırmıştı. Gongyi Xiao Huan Hua Sarayı’nın Yaşlı Saray Ustası’nın en
ayrıcalıklı müridiydi. Luo Binghe’nın ortaya çıkmasından önce evrensel olarak
Gongyi Xiao’nun gelecek neslin lideri olacağı kabullenilmişti. Yaşlı Saray
Ustası’nın tek kızı ona âşıktı ve ne zaman onun neslinden bir takım oluşturulsa
başında o olmalıydı. Onu yenmek için kahramanın halesini kullanan Luo
Binghe’dan ayrı olarak onun yerini kim çalabilirdi?
Fakat detayları şu
anda düşünecek yeterli vakit yoktu. Shen Qingqiu konuştu: “Beraber takip
edelim!”
Gongyi Xiao sesli
ve açık bir şekilde onaylamış, ikisi birlikte fırlayıp kovaladılar.
Üzerinde kambur
olan silüet üç katlı binaya koştu. Yalnızca bu binanın önünde durmak bile yüz
pudrası kokusuyla meydandaki görkemli bir şekilde giyinmiş kadınları hayâl
etmesine ve algılamasına yetiyordu. Geçmişte eğlencenin yeri gibi görünüyordu
fakat şimdi kahkaha ve cilveli şakalaşmalar çok uzaktaydı. Refah bu yerden
kaçmıştı. Ön kapı açık bir şekilde ilk kattaki yoğun ve ağır havayla örtülmüş ana
salonu gösteriyordu.
İkisi de
nefeslerini tutup dikkatlice gözlerini gezdirmiş, ardından kapı eşiğinden
geçmişlerdi.
Ana salonda masalar
ve sandalyeler darmadağınık hâlde devrilmişti. Shen Qingqiu Gongyi Xiao’ya
baktı. “Ayrılıp etrafa bakalım. Sen soldaki özel odalara bak, ben sağdakilerle
ilgileneceğim.”
Kapalı kapıları
açmak için katlı yelpazesini kullanıyordu. Belli belirsiz yatağında uzanan bir
insanı kestirdi. İlk olarak içinden umudunun yükseldiğini hissetti, fakat
ardından aniden düştü.
Ayrıntılı şekilde
tasarlanmış, karmakarışık bir giysi giymiş, başı boncuk ve yeşimlerle süslenmiş
bir iskeletten ibaretti. Huzurla kasılmış, uzanıyordu. Muhtemelen evin sahibi
olan kadındı, sonunun geldiğini bilerek kendisiyle ilgilenip en iyi
kıyafetlerini giymiş, uykusunda dünyaya gözlerini kapatmıştı. Öldüğünde bile
sadece en güzel hâlde olmayı üstlenmişti, sanırım bu kadınların doğasından
dolayıydı. Shen Qingqiu ümitsiz ve üzgün bir nefes koyuverdi. Odadan çıkıp
kapıyı tekrardan kapattı.
Sonraki birkaç oda
üst üste süslenmiş kadın iskeletleriyle doluydu. Bütün kerhane tamamıyla yenik
düşmüş gibi görünüyordu. Shen Qingqiu altıncı odayı açmak üzereydi ki ikinci
kattan insan sesleri ve kıpırtıları geldi.
İkisi de ikinci
kata doğru atıldılar, Shen Qingqiu merdivenleri çıkarlarken önlerindeki durumu
kavradı. Aniden, genç ve nazik bir ses duydular. “Dert değil.”
Sadece iki sözdü
fakat bu sesin üzerine Shen Qingqiu yıldırımla vurulmuş gibi hissetti. Eli,
katlı yelpazeyi çatırt diye çatlama sesi çıkana kadar sıktı.
Anında,
soluklanmayı bırakmış gibi olmuştu.
Kaskatı kesilmişti,
merdivende mahsur kalmıştı fakat ikinci kattaki koridorun sonunda zarif kadının
odasını çoktan görebiliyordu. Huan Hua Sarayı’nın renklerini taşıyan mürit
kalabalığı ortalarında kalan bir kişinin etrafını sarmıştı.
Orada siyah kıyafet
giyen bir genç vardı, sırtında sade, uzun bir kılıç taşıyordu. Yüzü yeşim
gibiydi, bakışları daha yakından bakıldığında soğuk yıldızların iki derin
havuzda parıldaması gibiydi.
Fazlasıyla
büyümüştü ve mizacı da öncekine kıyasla gerçekten çok değişmişti fakat… yüzü her
açıdan romantik romanların kapağı olabilecek zarafetteydi… ölümüne dövülmüş
olsaydı bile Shen Qingqiu asla hata yapmazdı!
Aynı zamanda,
tanıdık, Google Çeviri’ye benzer sese sahip mekanik ses tozları toplayarak
aklında hızlı şekilde art arda meydana gelen bildirim serisi dizisiyle patladı:
【 Merhaba. Sistem başarıyla
aktive edildi.】
【 Aktivasyon şifresi: Luo Binghe】
【 Öz kontrol: Enerji kaynağının
faaliyeti her zamanki gibi, durum normal.】
【 Kış uykusu modu sonlandı.
Standart mod yüklendi.】
【 Güncelemeler indirildi,
düzenlemeler tamamlandı.】
******! Dur biraz,
gerçekten güncellendin mi?!
【 Sistemi kullandığınız için
tekrardan teşekkürler.】
Müşteri servisi, bu eşyayı geri gönderip para iadesi alabilir
miyim?
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder