29 Mart 2022 Salı

SOCIAL OUTCAST - BÖLÜM 26:

 Kar git gide daha da ağır yağmaya başladı. 


Bu çarşamba akşamı sıradan bir kar yağışı gibi yağdı durdu. Fang Zhaomu'nun perşembe günü dersi yoktu o yüzden 9'a kadar uyudu. Bakmak için aşağı indiğinde kar küreme aracı onun olduğu yerden çoktan geçmişti ve yürümeye engeli yoktu. 

(Ç/N: Yani araç temizlemiş karları ondan engel yok 😣) 


Fang Zhaomu okulda değilse düzgün yemek yiyemezdi. Dörtyoldaki fırına giderek biraz ekmek aldı ve tüm gününü kitap okuyarak geçirdi. 


Camı buğulanmıştı ve dışarıda ne olup bittiğini göremiyordu. Cuma sabahı uyandığında dışarıyı bembeyaz görmek için camı açtı. Sokak lambaları bile kalın kar tabakasıyla kaplanmıştı. 


Hala kar yağıyordu. Öğleden sonra dersi vardı ve havayı görünce şaşırdı. Okula böyle nasıl gitsin? Camı kapatırken bir fikri vardı ve email gelen kutusunave okulun sitesine baktı. Ancak hiç derslerin iptal duyurusu yoktu. Hayal kırıklığıyla bilgisayarı kapatacakken yeni bir email geldi. 


Neşelenerek emaili açtı ama gönderen beklemediği birisiydi. Song Yuanxun bu öğleden sonra 1'de dersi var mı diye sormuştu. 


Dünkü karda uzaklaşan Song Yuanxun'un sırtını düşününce Fang Zhaomu'nun kalbi biraz yumuşadı. Song Yuanxun'un emailini engellememişti ama ona cevap vermeyi düşünmüyordu. Görmemiş gibi yaparak emaili sildi sonra da okulun iptal mesajı göndermesini umut etti. 


Fang Zhaomu'nun tüm umudu saat 12'de altüst oldu. Hiç email gelmedi ve derse gitmek zorundaydı. Başka seçenek olmadan önceden aldığı bir çift galoşu çıkardı sonra klasik kıyafetinin üstüne büyük kapüşonlu rüzgarlık giydi. Kafasını şapkasıyla kapatarak aşağıya indi. 


Apartmanın önünde göze çarpan büyük siyah bir SUV vardı. Fang Zhaomu dışarı çıktığında aracın camı aşağı indi ve Song Yuanxun'un yüzü gözüktü. 


Song Yuanxun maske takıyordu ve doğal bir şekilde Fang Zhaomu'ya "Hadi gidelim." dedi. 


Sesi biraz kısık geliyordu.


Fang Zhaomu onu dün takip ettiği için mi üşüttüğünü sormak istedi ancak sormamak için direndi ve selam da vermedi. Ona görünmezmiş gibi davranarak dikkatlice karda yürüdü. 


Birkaç adım sonra arkasından arabanın kapısının kapatılış sesini duydu. Arkasına dönmedi ama Song Yuanxun'un öksürmesini duydu ve arabadan inip onu takip ettiğini biliyordu. 


Fang Zhaomu sokağı yarılamışken Song Yuanxun arkasından 7 kez öksürdü. Fang Zhaomu daha fazla dayanamıyordu. Arkasına döndü ve 3 metre ötede olan Song Yuanxun'a dik dik baktı. Döndüğünü görünce Song Yuanxun durdu ve yağan karın arasından Fang Zhaomu'ya baktı. 


İkisi birbirine birkaç saniye boyunca baktı. Fang Zhaomu içini çekti ve bir kereliğine pes etmeye karar verip ona doğru yürüdü. Song Yuanxun'a yürüdü ama o hareket etmedi. Onu hafifçe itti ve "Neyse, arabaya binelim." dedi. 


Ancak o zaman Fang Zhaomu'yu arabaya kadar takip etti. 


Araba, dışarının aksine baya sıcaktı. Fang Zhaomu oturdu ve Song Yuanxun'a bakış attı. Yumuşakça konuşmaya yardım edemedi. "Hastasın, niye hala bunu yapıyorsun?" 


Song Yuanxun aracı çalıştırdı ama konuşmadı. Fang Zhaomu devam etti. "Arkadan arabayla takip etmede iyi değil misin? Neden araçtan inip takip ettin beni?" 


Song Yuanxun art arda öksürdü ve sessizce arabayı sürdü. Kar yüzünden hızı yavaştı ama Fang Zhaomu'nun yeri uzak olmadığı için okul binasına 10 dakikada vardılar. Fang Zhaomu artık Song Yuanxun'un sınıfının burada olacağını nereden bildiği hakkında sorgulamak istemiyordu ve ona teşekkür ettikten sonra araçtan inmeye hazırlandı. Song Yuanxun sonunda konuştu. "Seni aşağıda bekliyor olacağım. Sınıfın bittiğinde seni evine götüreceğim." 


Fang Zhaomu artık sınırındaydı. Ona kibarca "Onun yerine eve gidip dinlenmelisin." dedi. 


Song Yuanxun cevap vermedi. Gerçekten de gitmeyecek gibi görünüyordu. Fang Zhaomu geç kalmaktan korktuğu için devam etmedi ve sınıfa gitti. 


2 saatlik dersten sonra inince Fang Zhaomu bekleme alanında Song Yuanxun'u görünce şaşırmadı. Dizinde laptobu ve yanında Zhou Meng duruyordu. Birbirleriyle konuşuyorlardı. 


Fang Zhaomu'yu görünce bilgisayarı Zhou Meng'e verdi ve maskesini düzeltti. Ayağa kalktı ve Fang Zhaomu'ya doğru yürüdü. 


Song Yuanxun uzundu. Güzel bir ceket giymiş, yürürken rüzgar da ona eşlik ediyormuş gibi gözüküyordu. Gözleri Fang Zhaomu'ya yapışmıştı ve ona doğru yürürken Fang Zhaomu onu ilk gördüğü zamanı hatırladı. 


O zaman, laboratuvara geşdiğinde ilk gördüğü kişi Song Yuanxun'du. Song Yuanxun'un iyi göründüğünü düşünmüştü ancak ona birkaç soru sormak için ve onu tanımak için yakınlaştığında Song Yuanxun onu tanımaya isteksizdi. 


Fang Zhaomu bunu birkaç ay düşündü. Uzun süre yalnız gecelerde yatağında dönüp durdu ama yaptığı bir hata var mıydı bulamadı. 


Song Yuanxun önünde durdu. Fang Zhaomu'yu korkutmaktan korkarak ona neden orada olduğunu açıklarcasına "Mumu, kar çok ağır yağıyor." dedi. 


Fang Zhaomu'nun hisleri biraz karışıktı ve Song Yuanxun çok yakındı. Rahat hissetmedi ve geri adım attı. 


Song Yuanxun onun hareketlerini görüp duraksadı. "Sadece seni geri götüreceğim, bu kadar." 


Hasta Song Yuanxun'un kısık sesi biraz acınasıydı. En sonunda Fang Zhaomu onun arabasına bindi. 


Song Yuanxun'un kemerini takmasını izlerken söyledi, "Teşekkür ederim." 


Fang Zhaomu bu durumu daha fazla devam ettirmek istemedi. Ayrıca herkes okula arabayla geliyor değildi. Dersler iptal edilmediği sürece gelmenin bir yolunu bulabilirdi. 


Ancak Song Yuanxun hastaydı ve Fang Zhaomu kalbi çabuk yumuşayan bir insandı." Bu son olsun." cümlesi boğazına düğümlenmişti. Maskeli hasta Song Yuanxun'u görmek için döndüğünde 10 dakikadan sonra bile söyleyemiyordu. 


"Kar fırtınası uyarısı var." Song Yuanxun önüne bakarken birden bire konuştu. "Haftasonu derslerin iptali duyurulmalı." 


Fang Zhaomu'nun cevap vermesi biraz zaman aldı. "Öyle mi" 


"Evinde hiç yemeğin var mı?" 


Fang Zhaomu düşünüp doğruyu söyledi. "Biraz ekmek var." 


"O zaman şimdi biraz almalısın." Song Yuanxun arabasını başka yöne çevirdi. Fang Zhaomu'nun yüzündeki kararsızlığı görünce ekledi, "Kar fırtınası uzun sürebilir. Ben de bir şeyler almalıyım yani benim için de gerekli." 


Fang Zhaomu düşündü ve gerçekten bir şeyler alması gerektiğini hissetti. "Teşekkürler. Zahmet ettin." 


"Sorun değil." 


Araba sessizleşti. Uzaktaki süpermarket tabelasını görünce tekrardan konuştu. "O zaman marketteyken seni eve bırakmalıydım."


"Bir sürü şey aldığını gördüm ve seni eve bırakmak istedim o yüzden orada duruyordum." 


Fang Zhaomu artık bunlar hakkında düşünmek istemiyordu ve Song Yuanxun'un da bunlar hakkında konuşmasını istemiyordu. Sadece birkaç cümle duyduktan sonra kalbi rahatsızca sızladı ama onu durdurmadı. 


" Ses attığını duydum, sana gülmedim. "

Song Yuanxun'un sesi sakin ama samimiydi. Fang Zhaomu'nun kızacağından korkarcasına yavaş ve dikkat edercesine konuştu. "Bilmelisin ki bana gönderdiğin tüm mesajları seviyorum. Sana nasıl gülebilirim?" 


Yarı ay öncesine kıyasla Fang Zhaomu ve Song Yuanxun'un arasında artık bir kapı yoktu ama arabanın dışında karla kaplı bir gökyüzü vardı. 


Song Yuanxun, Fang Zhaomu'nun yanında oturuyordu. Işıklar kapalıyken çok yakın olmuşlardı ama ışıklar açıldığında birbirleriyle bir daha düzgün konuşamamışlardı. 


Fang Zhaomu, Song Yuanxun'un çok kaba ve entrikacı olduğunu hissetti. Dışarıdan bakınca dürüst ve güvenilir duruyordu ama gerçekte Fang Zhaomu'nun yumuşak kalbinden faydalanmaya çalışıyordu. Song Yuanxun'a bir şans verdiği anda Fang Zhaomu'nun zayıf taraflarına tutunuyor ve onun kararsız kalmasına yol açıyordu. 


"O zaman eve geldiğimde bir sonrakine seni tek bırakmayacağımı ve poşetleri taşımana yardım edeceğimi düşündüm."


Arabayı süpermarketin önüne park etti. "Geldik." 


Kendi kapılarını açtılar ve karda yürüdüler. 




 *****

Önceki Bölüm  ― 

30 Ocak 2022 Pazar

SOCIAL OUTCAST - BÖLÜM 25:

 Geceleri, Fang Zhaomu çok kötü uyudu ve sarsılarak uyanmaya devam etti.


Gecenin ilk yarısında, telefonunu eline alıp Andrew ile konuşmak isteme alışkanlığından hâlâ kurtulamamıştı. Ancak yeni telefonuna dokunduğunda hemen ayıldı ve telefonunu geri koydu.


Gecenin geri kalanında bir daha tekrarlanmadı.


Sabah uyandığında, Fang Zhaomu dünden biraz daha fazla moralini düzeltmişti. Dizüstü bilgisayarını açtı ve dönüş yolculuğunu planlamaya başladı.


Bu Seattle gezisiyle ilgili olan herhangi bir şeyi düşünmeyi reddetti. O zamanlar çok tatlı görünen her anı şimdi berbat göründüğünden, flört uygulamasıyla ilgili tüm anılarını silmek istiyordu.


Hava raporu, bu fırtınanın üç ila beş gün arasında süreceğini belirtmişti. Fang Zhaomu önce pencereden dışarı, sonra da dizüstü bilgisayarının ekranına baktı. Seattle'daki başka bir otelde oda ayırtmayı düşünüyordu.


Artık yağmur azalmıştı. Fang Zhaomu, başka bir otele taşınmasının mümkün olduğunu hissediyordu, bunun ana nedeni, bu otelde üç ila beş gün daha kalması gerekiyorsa çok pahalı olacağıydı.


Seçenekleri gözden geçirdi ve havaalanına yakın bir otel dairesinin çok da kötü olmadığını hissetti ve orada bir oda ayırttı. Bavulunu topladı ve çıkış yapması gerekip gerekmediğini onaylamak için resepsiyonu aradı. Resepsiyon ona buna gerek olmadığını söyledi ve Fang Zhaomu onlardan kendisine bir taksi çağırmalarını istedi.


Fang Zhaomu girişe ulaştığında taksisi de gelmişti. Sürücü araçtan indi ve hareket etmeden önce Fang Zhaomu'nun bavulunu bagaja yerleştirmesine yardım etti.


Sokakları çok su basmamıştı. Yağmur yağıp arabanın çatısına vurdu. Kulağa biraz korkutucu geliyordu ve taksi de biraz yavaştı, bu da Fang Zhaomu'yu endişelendiriyordu. Neyse ki, sürücü arabası üzerinde iyi bir kontrole sahipti ve sorunsuz bir şekilde hedeflerine ulaştılar.


Rezervasyon yaptığı otelde sadece basit bir resepsiyon vardı. Orada duran bir resepsiyonist, Fang Zhaomu'nun kayıt işlemini ayarlamasına yardım etti. Ona bir anahtar kartı vererek, odasının bir süite yükseltildiğini söyledi.


Fang Zhaomu yukarı çıktı. Kapıyı açtığında, odanın gerçekten oldukça büyük olduğunu ve görünüşte üç kişilik bir ailenin yaşaması için uygun olduğunu keşfetti. Ayrıca açık plan mutfak ve oturma odasının yanı sıra biri büyük biri küçük iki yatak odası vardı.


Fang Zhaomu yerleştikten sonra oturdu. Kendisine doktora pozisyonu teklif eden Profesör bunu düşünüp düşünmediğini soran bir e-posta göndermişti. Fang Zhaomu profesörü aradı.


Ailesinden okul ücretini istediğinde, daha önce bir doktora programından bahsetmişti ve her iki ebeveyni de ona çok destek olmuştu. Fang Zhaomu'nun kendisi de bunu ciddi olarak düşünmüştü, laboratuarda mutlu değildi ama deney yapmaktan ve tez yazmaktan hoşlanıyordu. Araştırmalara odaklanabilmekten gerçekten zevk alıyordu ve şimdi profesör ona bu fırsatı sağlamaya istekli olduğundan, bunu elde etmek istedi. Görüşmenin sonunda, Fang Zhaomu ve profesör birbirleriyle sözlü bir anlaşmaya vardılar. Mayıs sonunda değişimi bittiğinde okula dönecek ve başvurusunu gönderecekti.


Yoluna karar vermiş olan Fang Zhaomu artık hayatını yaşamaya devam edecek enerjiye sahipti. Zihni de eskisinden daha netti. Oturma odasında oturdu, dizüstü bilgisayarında tezine baktı. Biraz acıkmış hissederek buzdolabına bakmaya gitti. Biraz donmuş yiyecek bularak biraz su kaynattı ve bir tabak makarna hazırladı.


Birkaç ısırıktan sonra telefonu aniden çaldı. Ekrana baktığında, Song Yuanxun'dan bir arama olduğunu gördü. Fang Zhaomu çatalını bıraktı ama cevap vermedi. Telefon çalmayı kestiğinde Song Yuanxun'un numarasını kara listeye aldı.


Fang Zhaomu yeni telefonuna flört uygulamasını indirmedi. Muhtemelen bir daha asla böyle bir şey kullanmayacaktı.


Çok geçmeden odadaki telefon çalmaya başladı. Fang Zhaomu sinirlenmişti. Kapatmak istedi ama resepsiyondan bir arama olduğundan korktu ve açtı.


"Mumu." Song Yuanxun ona seslendi.


Fang Zhaomu hızla telefonu kapattı.


Belki de başka seçeneği olmadığı için Song Yuanxun artık Fang Zhaomu'yu taciz(rahatsız) etmeye gelmiyordu.


Fang Zhaomu yiyecek almak için gizlice aşağı inerek otelde birkaç gün geçirdi. Uçuşlar yeniden başladığında, ilk uçuşla C şehrine döndü.


Song Yuanxun'un adı bir kazadan kalan travma gibiydi. İyileşme süresi uzundu, durum sık sık tetikleniyordu ve iyileşmek için muhtemelen çok zamana ihtiyacı olacaktı.


Odada yalnız olduğu sürece Fang Zhaomu moralinin bozulmasına yardım edemedi. Andrew ve Song Yuanxun ile ilgili her şeyi düşünmemek için elinden geleni yaptı, tüm zamanını önemsiz meselelerle doldurmak için elinden gelenin en iyisini yaptı, telefonuna dokunmak bile istemiyordu.


Ancak yine de hayat devam etmek zorundaydı. Fang Zhaomu tezini savunduktan sonra artık laboratuvara gitmedi. Yine de T Üniversitesinde dört ay daha kalması gerekiyordu bu nedenle üç yeni sınıfa başladı. Başlangıçta, Song Yuanxun'la karşılaşmaktan korkarak bir hırsız gibi gizlice dolaştı. İki haftalık derslerden sonra onu hiç görmedi ve bu yüzden Fang Zhaomu gardını indirdi.


Bir Çarşamba, Fang Zhaomu her zamanki gibi sınıfa gitti. Erkenciydi ve asansöre yalnız girdi. Kapı tamamen kapanmadan hemen önce bir kişi asansöre doğru koştu ve kapıyı tekrar açtı.


Fang Zhaomu yukarı baktı. Song Yuanxun, daha önce restoranda gördüğü diğer iki kişiyle orada duruyordu. Song Yuanxun'un gözleri Fang Zhaomu'nunkilerle buluştu ve o da biraz sersemlemişti. Mantıklı bir şekilde bir tarafa kaydı ve Fang Zhaomu'ya çok yakın durmadı.


Ancak Song Yuanxun'un orada olması, Fang Zhaomu'nun içine kapanık ve garip hissetmesine yetti.


Kızlardan biri içeri girdi ve Fang Zhaomu'nun yanında durdu ve ona dostça başını salladı. Fang Zhaomu nasıl tepki vereceğini bilemedi ve düşünmeden ona gülümsedi.


Rastgele Fang Zhaomu'ya sordu, "Hangi fakültedensin? Seni daha önce buralarda hiç görmedim." 


"Oh," Kız, Fang Zhaomu'nun gelecek sömestr için burada bir öğrenci olduğunu düşündü ve telefonunu çıkardı. "İletişim bilgilerimizi değiş tokuş edelim ve boş olduğumuzda bir yemek için dışarı çıkalım."


Fang Zhaomu tereddüt etti. "Telefonumu getirmedim..."


Gerçekten yanında getirmemişti. Telefonunu kullanmaktan kaçınabilmek için kullanmıyordu. İletişimi, dizüstü bilgisayarındaki e-postalar aracılığıyla sağlıyordu ve bir kez alıştığında, çok da rahatsız edici değildi.


"Ha?" Kız biraz şaşırdı.


Ancak Fang Zhaomu kendi katına ulaşmıştı. Kızla vedalaşıp dışarı çıktı.


Fang Zhaomu pencerenin yanına oturdu. O sınıfın ortasında iken kar yağmaya başladı ve Fang Zhaomu bakmaktan kendini alamadı.


C şehrindeyken daha önce hiç kar görmemişti. Birkaç havadurumu tahmininde demişlerdi ama hiç yağmamıştı. Dünkü rapor bugün kar yağacağını söyledi ancak Fang Zhaomu bunu ciddiye almadı, bu sefer gerçekten de kar yağmıştı.


Kar daha da ağırlaştı. Ders bittiğinde, Fang Zhaomu yere baktı. Kar çoktan ince bir tabaka halinde yığılmıştı ve zemin kabarık görünüyordu. Yavaşça kitaplarını topladı ve dışarı çıktı, sınıfın dışında orada duran bir kişi vardı.


Song Yuanxun onu bekliyordu.


Fang Zhaomu, Song Yuanxun'u gördüğünde artık pek bir şey hissetmiyordu. Kalbi Andrew'in var olmadığını biliyordu ama Andrew ve Song Yuanxun'u bir araya getiremedi. Aşina olduğu Andrew ve flört uygulaması geçmişte kalmıştı ve Song Yuanxun'un bu versiyonuna aşina değildi ve ayrıca ona aşina olmak istemiyordu.


Fang Zhaomu, Song Yuanxun'a baktı. Ayakları durakladı, sonra merdivenlere döndü.


Song Yuanxun onu takip etti. "Şu an kar yağıyor, seni geri göndereceğim."


Sesi Fang Zhaomu için bir kabustu, her kelime Fang Zhaomu'nun anılarından utanç verici sohbet mesajlarını sürükledi. Fang Zhaomu onunla konuşmak istemiyordu ama bir şey söylemezse devam edecek gibiydi. Song Yuanxun ile yumuşak bir şekilde konuşmaya çalıştı, "Şemsiye getirdim."


"Yollar çok kaygan."


Fang Zhaomu, Song Yuanxun'a baktı. "Biliyorum, dikkatli yürüyeceğim."


Song Yuanxun ve Fang Zhaomu arasında yarım metreden fazla olmasına rağmen, Fang Zhaomu hala onun kaçınılmaz varlığını hissediyordu ve bu onu odaksız yaptı. Asansörün önünde üç basamak vardı ve Fang Zhaomu son basamağa geldiğinde ayak bileği sebepsiz yere burkuldu. Fang Zhaomu'nun okul çantası düşerken Song Yuanxun onu ustaca yakaladı.


"Seninle yürüyeceğim," Song Yuanxun çaresizce Fang Zhaomu'yu ikna etti. "Düz yolda bile düşüyorsun."


Bıraktı ve Fang Zhaomu'nun çantasını almasına yardım etti. Onu taşıyarak Fang Zhaomu'ya geri vermedi ve asansörün düğmesine bastı.


Fang Zhaomu tamamen sinirlenmişti. Yürüdüğü yere bakmama alışkanlığına hiç bu kadar kızmamıştı ve bunun aynı zamanda çok utanç verici olduğunu hissetti. Çantasını Song Yuanxun'dan almaya çalıştı ama başaramadı ve ayrıca Song Yuanxun'un gözlerine bakmaya cesaret edemedi. Song Yuanxun'un neden bu kadar umursamaz olduğunu merak etti, Fang Zhaomu ondan kaçınıyordu ve ayrıca onunla hiçbir şey için tartışmamıştı.


Asansörün kapısı açıldı. Tesadüfen, Song Yuanxun'un o iki sınıf arkadaşı da içerideydi. Fang Zhaomu ile sohbet eden kız, iki kişinin bir arada durduğunu görünce biraz şok oldu.


Fang Zhaomu ve Song Yuanxun asansöre girdiler ve kızın Song Yuanxun'a sorduğu ilk şey, "Birbirinizi tanıyor musunuz?" oldu.


"Mn."


Kız sorularla dolu gibiydi ama daha fazla araştırmadı. Hızlı bir şekilde birinci kata geldiler. Fang Zhaomu çok yavaş yürüdü ve diğerleri uzaklaşınca Song Yuanxun'a "Çantamı ver." dedi. 


Fang Zhaomu elini sadece havada durması için uzattı. Song Yuanxun, Fang Zhaomu'ya, "Sadece bu seferlik seni geri göndermeme izin ver." dedi.


Fang Zhaomu, Song Yuanxun'a baktı. Gerçekten onunla tartışmak istemiyordu ama aynı zamanda arabasında oturmak da istemiyordu. İkisi ilkokul çocukları gibiydi, biri yakalıyor, diğeri ondan kaçıyordu. Sonunda, Fang Zhaomu da sinirlendi ve Song Yuanxun'a, "O zaman al senin olsun."** dedi.


(Ç/N:PUAHASHSH cidden ilkokul çocuğu) 


Kendi başına, karda şemsiyesiz yürüdü. Ancak o zaman, Song Yuanxun peşinden koştu ve çantasını geri verdi.


Karda, Fang Zhaomu şemsiyesini çıkardı ve eve doğru yürümeye başladı. Song Yuanxun araba kullanmıyordu ve şemsiyesi de yoktu ve Fang Zhaomu'nun arkasından hızıyla takip etmeye başladı. Fang Zhaomu onunla uğraşmadı, sadece dikkatli bir şekilde evinin yolunu tuttu. Kaymadı ve düşmedi.


Fang Zhaomu'nun odasında çok dar bir pencere vardı. Kapıyı arkasından kapattı, birkaç dakika düşündükten sonra pencereye yürüdü ve açıp dışarı baktı.


Song Yuanxun yolun dönemecine ulaşmak üzereydi. Bir palto giymişti, duruşu düzdü. Ancak şemsiyesiz omuzlarında kar birikmişti ve her zamanki gibi göz kamaştırıcı görünüyordu ve eskisinden daha insansı görünüyordu.


Song Yuanxun köşeyi döndüğünde arkasına baktı. Yakalanmaktan korkan Fang Zhaomu hızla pencereyi kapattı ve onu izlemeyi bıraktı.


 *****

Önceki Bölüm  ― Sonraki Bölüm 


23 Ocak 2022 Pazar

I RAISED A BLACK DRAGON - BÖLÜM 19: BEKLENMEDİK DÖNÜŞÜN SONUÇLARI

 "Lütfen bana 10 Nisan'dan 17 Nisan'a kadar ne yaptığınızı ayrıntılı olarak anlatın. Hanımefendi, yemeyi bıraksanız iyi olur. O abur cuburları düzgün bir yemekten daha çok yiyorsunuz."


"Ne demek abur cubur? Şehrin en ünlü Queen of Cookies fırınında sınırlı sayıda satılan el yapımı tereyağlı bir kurabiye.”


“Bir kadın sadece tereyağlı kurabiye yememeli, uygun bir yemek yemeli. Karnınız toksa bir daha yemek yemeyeceğinizi düşünmüyor musunuz?”


"Evet..." diye mırıldandı Park Noah, Kyle Leonard onu azarlamaya devam ederken odaya bakarak.


Dün gece Park Noah uyuyakalırken çocuğu kucağına aldı ama sabah erkenden uyandığında çocuğun ortadan kaybolduğunu gördü. Hemen oturma odasına koştu ve kalbini paramparça eden bir manzarayla karşılaştı: küçük çocuk kanepede mışıl mışıl uyuyordu. Beşiğe tırmanamayacağı belliydi.


“…Bayan, sizin sorununuz ne?”


"Ne? Ah hiç birşey. Neredeydik?"

 

"Henüz bir şey yapmadım. Yoldan sapmaya devam ediyordum ama şimdi sorgulama zamanı. Lütfen dürüst olun." Karşısındaki adam en ufak bir sempati belirtisi göstermeden cevap verdi. Park Noah çekinerek başını salladı.


Müfettiş-uşak Kyle Leonard, sonunda Park Noah'ın soruları cevaplayacak kadar iyileştiğine karar verdi, bu yüzden kahvaltısını bitirir bitirmez onu oturtup sorgulamaya başladı.


"Yani, geçen pazartesiden önceki hafta şehir merkezine mi gittiniz?"


"Evet, sınırlı sayıda üretilen pijamaların oldukça düşük bir fiyata çıktığını duydum."


"Dükkânın adı nedir?"


"Frill Happy Night’s Wardrobe."


Kyle Leonard, sorusuna büyük bir güvenle cevap verirken şaşkına dönmüş ona baktı. Biraz utanmış bir yüzle mırıldandı, "Frill Happy Night..."


Ve su ısıtıcısı, utanan Kyle Leonard'ı kurtarmak istercesine kaynadı. Kyle hemen ayağa kalktı ve rahat bir nefes alarak mutfağa koştu. Biri cadı, diğeri bebek ejderha için olmak üzere iki fincan kakao döktü. Çikolatanın tatlı aroması tüm evi doldurdu.


Kyle elinde iki fincan kakaoyla geri döndü ve bir fincanı Park Noah'a uzattı. "Bunu için. Midenizi sağlıksız yiyeceklerle doldurmayın.”


Sonra kanepede çömelmiş çocuğa döndü ve ona diğer bardağı verdi. Çocuk çoktan uyanmıştı ve dün Kyle Leonard'ın satın aldığı bir fotoğraf kitabının sayfalarını karıştırıyordu.


Cadının aklını düzinelerce soru meşgul etti. Çocuğa neyin yanlış olduğunu sormaya devam etti ama çocuk devamlı sessiz kaldı. Onun manasını dışarı sızdırdığı için üzülmüş olmalı, ama Park Noah sebebin bu olduğuna ikna olmadı.


Kyle Leonard, sorgulamasına devam etmek için kendisini Park Noah'ın karşısına yerleştirdi. "Yeniden başlayalım. Peki geçen çarşambadan önceki hafta nerede ve ne yapıyordunuz?”


“Sadece tuhaf…”


"Hanım!" Sonunda, Kyle Leonard işbirliği eksikliğinden öfkeye kapıldı. Öte yandan Park Noah derin düşüncelere dalmıştı.


Bir ejderha izi.


Bir ejderha ile damgalanmak, terk edilmiş bir çocuğu tutmakla tamamen farklı bir meseleydi. Bir kez basıldığında, görmezden gelmek imkansızdır. Her ikisi de ömür boyu birlikte olmalıdır. Bu nedenle, mesele sadece belirli bir sahibi olduğu için ejderhanın gitmesine izin vermek değil, Park Noah'ın geleceği ve sonuçlarını idare edip edemeyeceğiydi.


Kadın kahraman Lenia, aksine, ejderha tarafından damgalandığında ortaya çıkacak sonuçların farkındadır. Ayrıca, Kyle Leonard da dahil olmak üzere ülkenin en güçlü adamları tarafından müttefiktir.


En sonunda ailelerine ve sevdiklerine veda etmek zorunda kalırlar. Kahramanın o zamandan beri nasıl yaşadığı bir sır olarak kalıyor, ancak karakteri her koşula dayanacak şekilde tasarlandı; iyi uyum sağlayabilirdi.


Lenia'nın orijinal olay örgüsünde yazıldığı gibi hayatını yansıtan ejderha ile hayatı şimdiki kadar huzurlu olmayacaktı ve cadı Park Noah, beklenmedik olayların sorumluluğunu almaya hazır olup olmadığını kendi kendine sorguluyordu.


Bir evcil hayvanı evlat edinmek bile aşırı kararlılık gerektirir ve sıkıntıya neden olur, ya bir ejderha çocuğu evlat edinirse?

 

Ancak Park Noah, kaossuz bir yaşam arzusuna rağmen, çocuğun zayıflamasına bakmaya dayanamaz. Dünden itibaren, çocuk manasını yeterince almamış ve büyümeyi bırakmış gibi görünüyor. Park Noah boyunu gözüyle ölçtü ve üç gün öncekiyle aynı boyda olduğunu keşfetti.


"Adrian Rossinell ile yakın zamanda herhangi bir bağlantınız oldu mu?"


Park Noah düşüncelere o kadar dalmıştı ki Kyle'ın sorularını zar zor anlayabiliyordu. 


"Eee, kim?"


"Adrian Rossinell." Kyle kaşlarını çatarak ona baktı, alnı kırıştı. Kendini tekrar ediyor.


"Kim o?"


“…Hayır, bilmiyor gibisin.” Mutsuzlüğü hızla yatıştı. Sonra cüzdanını kapadı ve alnına masaj yaptı, görünüşe göre bitkindi. "Bence çok dalgınsın. Bugünlük bu kadar. Hadi bakkal alışverişine gidelim. Sorrent şubesinde işim olduğu için bugün erken ayrılmak zorundayım.”


"Evet…"


"Yiyeceğimiz kalmadı, hadi dolduralım. Satın almam gereken her şeyi burada listeledim.”


"Evet…"


Kyle Leonard'ın cadı hakkında hiçbir şüphesi yok gibiydi. Sonunda Park Noah'ı pazara kadar takip etti ve market alışverişlerini bitirdikten sonra aldıkları her şeyi ona verdi ve “İş zamanım geldi.” dedi.


****


Önceki Bölüm  

19 Kasım 2021 Cuma

I RAISED A BLACK DRAGON - BÖLÜM 18: DEPRESİF BİR EJDERHA

Bugün, çocuk alışılmadık bir şekilde garipti. En sevdiği bir bardak süt tuttu, ama nedense mutlu görünmüyordu. Park Noah biraz daha eğildi ve yanaklarında gözyaşı lekeleri gördü. Şaşırarak tostunu bıraktı ve "Ağladın mı bebeğim?" diye sordu.


"Ah, ağlamadım!"


"Ne demek hayır? Gözlerin kırmızı!" Park Noah kıvırcık saçlı çocuğu tutmak için kollarını uzattı ama çocuk sadece başını salladı. 'Bu garip,' diye düşündü. Şimdiye kadar ondan hiç ayrılmadı.


"Bebeğim, buraya gel." Noah eliyle sarılmayı işaret ederek tekrar denedi.


Çocuk sessiz kaldı, cadının bakışlarından kaçınarak başı öne eğikti. Ama bu sefer yavaş yavaş ona doğru bir adım atıyor.


Bir düşüneyim, dünden önceki güne kadar bütün gün bana yapışmıştı ve dün benimle daha az zaman geçirdi.


"Fazla büyümedin. Mana eksikliğinden mi kaynaklanıyor?”

 

Çocuk yumuşak bir "hayır" diye mırıldandı, hâlâ ona doğrudan bakmayı reddediyordu.


"Ne diyorsun? Görmek kolay. Bana rol yapma, buraya gel ve bana sarıl." Küçük çocuk cadının kollarına sokuldu. Park Noah çocuğu kucağına oturttu ve kahvaltıya devam etti. Aniden, Kyle Leonard bir önlük giymiş ve bir toz püskülü tutarken mutfağa döndü.


"O çocuğu yere bırak."


Park Noah onu görmezden geldi ve çocuğa döndü, “Seni on dakika tutacağım.”


Zavallı çocuğun ondan her zorla uzaklaştırıldığında somurttuğunu görmek yüreği sızladı. Son birkaç gündür Noah iyi yemek yiyordu ve bolca dinlenmişti, böylece gücünün bir kısmını geri kazanmıştı; on dakika boyunca manasının emilmesine rağmen, bir daha ipli bir oyuncak bebek gibi bayılmayacağına inanıyordu.


Ancak Kyle Leonard her zamankinden daha soğuktu. "Dün gece onu aldım ve tüm mananızın emilmesini önlemek için odama transfer ettim. Şimdi de mananızın on dakikalığına çekilmesini mi istiyorsunuz?"


Bunu senden kim istedi zaten? 


"Gözyaşları dökmeyen soğukkanlı bir adam." Park Noah kendi kendine duyulmaz bir şekilde homurdandı.


"Ne dedin?"


"Orada, sol pencerede bir leke var."


Kyle bir anda başını salladı ve pencerede kir olup olmadığını taradı. Öte yandan Park Noah çocuğu kaptı ve odasına kaçtı. Ama daha kapıyı kilitleyemeden Kyle ayağını çoktan içeri sokmuştu.


"Yürüyüş vakti geldi."


Kaldığı süre boyunca, Kyle Leonard, Park Noah'ın manasını hızla geri kazanması için bir rutin oluşturdu. Kahvaltıdan sonra bir sonraki aktivite sabah yürüyüşü olacaktır.


Noah yatağına atladı, çocuğun yanına yuvarlandı ve saçma bir bahane uydurdu. "Güneşin altında kalmama neden olabilecek kronik bir hastalığım var efendim."


"Saçma sapan konuşma. Hemen beni takip et." Kyle Leonard kolunu tutmaya çalıştı ama durdu. Noah ona meraklı gözlerle baktı, kaşını kaldırdı. Aniden, kaşlarını çatarak bileğini tuttu.


"Bu bir bilek mi yoksa ölmekte olan bir ağacın dalı mı?" diye mırıldandı, görünüşe göre rahatsızdı. “…İki yıl öncesine göre en az beş kilo vermiş olmalısın.”


"Kilomu biliyor musun?"


"Senin hakkında bilmediğim bir şey yok. Yaşını, doğum gününü, boyunu, kilonu, kan grubunu, takımyıldızını, parmak izlerini, adım uzunluğunu biliyorum.”


Tamam, bu ürkütücü. O bir sapık falan mı?


Park Noah ona şaşkınlıkla baktığında Kyle Leonard'ın kafası karıştı. "Neden şaşırmış gibi davrandığını bilmiyorum. Benimle tek başına geçirdiğin bunca zamanı kapalı bir yerde birleştirirsen en az bir ayı doldurur. Unuttun mu, daha önce 15 mahkumiyeti olan Leydi Eleonora Asil?"

 

Kyle Leonard, 'Daha önce 15 mahkumiyeti olan Leydi Eleonora Asil' sözlerini söylememiş olsaydı, şu anki durumlarında iki düşman arasında bir romantizmin yeşereceği düşünülebilirdi.


"Yoksa daha fazlası mıydı? Hayır, doğru, 15'ti."


Noah sessiz kaldı, bu da Kyle'ı daha da şaşırttı. Garip bir şekilde ona baktı ve aniden kaşlarını çattı.


Başka neyi sevmiyorsun? Varlığımın kendisini mi? Şey, son iki yıldır biraz fazla hamamböceği gibi yaşadım. Amacım uzun ve huzurlu bir hayat yaşamak ama buna kolayca sahip olabileceğimi sanmıyorum. 


Bir süre sessiz kaldıktan sonra Park Noah sonunda başını salladı. "Ben yürüyeceğim. Ama onun yerine çocuğu yanımda getiriyorum.”


"Çocuk…"


"Dur,  tanrım. Sadece benimle gel." Noah, Kyle'ın bacağının arkasından bakan çocuğu aradı. Yüzünde hala asık suratlı bir ifade vardı.


"Ben... ben iyiyim, ama..."


"Ha?"


"Ben sadece evde kalacağım..."


Neden bu kadar depresyonda?


Küçük çocuğun tuhaf davranışı o an bitmedi. Aslında, gece boyunca daha da kötüleşti.


Akşam saat onu çoktan geçtiğinde Park Noah, Kyle'ın uykuya dalmasını ve çocuğu gizlice oturma odasındaki beşikten alıp odasına götürmeyi bekledi.


"Hayır."


Ama çocuk reddetti.


"Noah olmadan yalnız uyuyabilirim."


"Ne?" Çocuğun beklenmedik sözleri karşısında gözleri büyüdü. Kararlı bir bakışla ona bakıyordu, gözleri sert görünüyordu. Noah, yanlış duyup duymadığından emin olmadan tekrar sordu. "Benimle yatmayacak mısın?"


"Artık bebek değilim. Yumurtadan çıkalı 15 gün oldu. Böylece yalnız uyuyabilirim." Tüm gücüyle konuştuğunda ciddi görünüyordu. Park Noah ise sadece şaşkınlıkla başını salladı.


"Oh evet…"


Çocuk onun bakışlarını kaçırarak ona döndü.


Başarısız olan Noah, omuzları çökmüş halde, güçlükle yatak odasına doğru yürüdü. Kapı arkasından kapandı. Düzenli oda bu gece biraz rahatsız hissettirdi.


Sanki sevgili oğlum birdenbire annesinden bağımsızlığını ilan etmiş gibi.


Hüsrana uğrayarak tuhaf duygularını kovmaya çalıştı. "Ah, bilmiyorum. Hadi biraz uyuyalım." Belki artık benimle yatmak istemiyordur. Noah yorganın altına daldı, hâlâ tuhaf hissediyordu. Neredeyse bir saat boyunca dönüp döndü, uyuyamadı. Sonunda kalktı.


Bakın, henüz yeni 15 günlük bir bebek tek uyuyamaz.


Park Noah gizlice birinci kata indi ve çocuğu tekrar içeri taşıdı. Çocuk uykulu gözlerle inledi. "Yalnız uyuyabilirim..."


"Ben yalnız uyuyamam. Şimdi yatağa gidelim. Hadi uyuyalım."


Ve kucağında çocukla yatağa yattıktan üç saniye sonra hemen uykuya daldı.


****


Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm 

10 Ekim 2021 Pazar

ANTIDOTE - BÖLÜM 4:


Cheng Ke tren istasyonu haritasının önünde durdu, aktarma yapmak için hangi trene binmesi gerektiğini ve hangi durakta inmesi gerektiğini anlamak için birkaç dakika harcadı.

Hayatında ilk kez trene biniyordu ve şaşırtıcı bir şekilde tonlarca insan olmasına rağmen, Xu Ding’in dairesinin yakınındaki simgeyi tanıyabildiği için şanslıydı. Yoksa, hangi durakta inmesi gerektiğini bile bilemezdi.

Kalabalığın tren vagonuna sıkışmasının ardından, Cheng Ke bir direğe doğru itildi ve midesi yaşlı bir kadının elini direğe doğru bastırdı. ‘Direğe tutunup başkasının elini sıkarken nasıl geri çekilmeyecek kadar kaba olabiliyorsun?’ bakışı altında arkasına yaslanarak direği bıraktı.

Uzun bir işkenceden sonra nihayet trendekilerin sayısı azaldı, trenden inmesine sadece bir durak kaldı.

Cheng Ke tren istasyonundan çıkarken aşağı baktı ve kıyafetlerini çekiştirdi, iki tüy yumağı gözlerinin önünde rüzgarda süzülüyordu.

Ancak o zaman, ceketinde bir delikle yürüdüğünü fark etti. Kuştüyü ceketinin kumaşının söküldüğünü ve bu iki tüy yumağının muhtemelen sonuncu olduğunu fark etti.

Cheng Ke elini deliğe doğru bastırdı, belindeki bıçak yarası tekrar acımaya başladı.

Cheng Ke aslında Xu Ding’in dairesine iki kez gitmişti ama her uğrayışında sadece bir süre kalmıştı. Anahtarı almak için gittiğinde kapıcı anahtarı vermekte tereddüt etmişti. Muhtemelen kıyafetlerinin perişan bir halde görünmesinden kaynaklanıyordu. Xu Ding’i aramadan önce bir süre tereddütle onu inceledi, telefonla anahtarı alması gereken kişinin kendisi olduğunu teyit etti.

Cheng Ke anahtarı aldı ve eve girdi, ceketini çıkardı ve artık hareket etmek istemeyerek kanepeye çöktü.

20 yıldan fazla bir süredir yaşıyordu, yapacak hiçbir şeyi olmamasına ve hiçbir şey başaramamasına rağmen yeme-içme kaygısı duymamış, ‘parasızlık’ kavramını hiç düşünmemişti.

Ya da belki bu kadar parasız olacağını hiç düşünmediği söylenmeli.

Şimdi bir bento [1] bile satın alamıyordu.

[1] Japon mutfağında, tek kişilik olarak servis edilen veya paketlenmiş olan çeşitli yiyeceklerden oluşan bir yemek kutusu.

Kahretsin!

Yine de bento yemek istemiyordu.

Daha sonra ne yapması gerektiğini düşündü, dışarı çıkıp banka kartını çıkartmalı ve bir cep telefonu almalıydı. Xu Ding’in ceketlerinden birini giymeden önce biraz dinlendi.

Ancak, tek ulaşım seçeneğinin otobüs ve tren olduğunu düşündüğünde, artık dışarı çıkmak istemiyordu. Rahatsız hissediyordu.

Tam olarak ne oldu, neden işler bir anda bu hale geldi?

Cheng Ke anlamsız sorular üzerinde durmaya istekli değildi ama zihni bu konuda oyalanmaya başladı.

Öğle yemeği saatine kadar sersemlemiş bir şekilde koltukta yattı. Sonra yavaşça oturdu ve aynada kendine bakmak için yavaşça banyoya yürüdü.

Ruhsal olarak hala iyiydi, çökmüş değildi, ne de olsa son iki gündür akıl hastalığıyla uğraşıyordu.

Sağ kolunu kaldırarak vücudunu yana çevirdi ve gömleğindeki kesiği gördü. Tahmin ettiği gibi kan lekeleri yoktu ama gömleğini kaldırdığında yaklaşık 5-6 santimlik koyu kırmızı çizgiyi gördü.

Cheng Ke musluğu açtı, yarasını temizlemek için elini suyla doldurdu ve kurumuş kanı temizledi. Yara biraz daha kanamıştı ve yüzeyi sıcaktı, hiç de acımasız değildi.

Cheng Ke kin besleyen biri değildi ama Jiang Yu Duo’nun haksız darbesini hatırlayacaktı.

Onu kesinlikle bulacaktı.

---------------------------------------------------

Jiang Yu Duo yatağında yan bir şekilde yattı, yüzünün önünde kıvrılmış bir şekilde yatan bir kedi vardı. Çok küçük olduğu için ve besleyip besleyemeyeceğinden emin olamadığı için Jiang Yu Duo ona bir isim vermedi, sadece Miao [2] olarak adlandırdı. 

[2] Çincede ‘miyav’ demek.

Kalabalığın içinde dolaşıp durmanın sonunda Miao’nun bir adı olsun ya da olmasın, en azından ihtiyaç duyduğu şey bir isim değildi. Onun ihtiyacı olan tek şey hayatta kalmaktı.

İsimler.

Jiang Yu Duo, isimlerin her zaman çok büyülü bir şey olduğunu düşünürdü.

Rastgele birisi öldüğünde, XX öldüğü zaman. Tamamen farklı bir duygu veriyordu.

Bir ismin amacı büyük olasılıkla ölen bu kişinin bir zamanlar hayatta olduğunu kanıtlamak içindi.

Burnu biraz kaşınıyordu. Belki de kedinin tüyleri yüzündendi ama Jiang Yu Duo kafasını çeviremeden kediye doğru hapşırdı.

Huzur içinde uyuyan kedi, aniden uyandırılmaya tepki bile gösteremeden hemen yataktan fırladı ve dolabın altına girdi.

“Seni serseri.” Jiang Yu Duo burnunu ovuşturdu ve gözlerini kapatarak yatakta düz bir şekilde uzanmak için döndü.

------------------------------------------------

Avlunun duvarından yatağa giren güneş ışığının sıcaklığı yüzünü yıkadı. Işık, gözlerinin önünde noktalar halinde dans ediyordu ve ışık noktaları parlak kırmızıydı.

Jiang Yu Duo elini kaldırdı ve önünde salladı. Eli güneşi engellediğinde ışık noktaları yavaşça kayboldu, sonra tekrar hareket etti, ışık lekeleri tekrar örtülmeden önce etrafta dans etti.

Işık lekeleri yavaşça bulanıklaştı, arka plandaki parlak kırmızı kararmaya başladı ve kanayan kan rengini ortaya çıkardı.

Jiang Yu Duo aniden gözlerini açtı ve aceleyle oturdu.

Yatağa çıkmak için çarşafa tutunan Miao, ani hareketiyle şok oldu ve tekrar yere düşerek dolabın altına girdi.

Jiang Yu Duo yatağın kenarına otururken donup kaldı ve açmadan önce çalan telefonu uzun bir süre elinde tuttu.

“İkinci binadaki kiracıdan iki gün içinde kirayı alacak mısın?” Lu Qian’ın sesi biraz sinirliydi. “Birinci binanın ikinci, dördüncü ve beşinci katlarındaki kiracılar, o üç salak hala ödeme yapmadı değil mi?”

“Sanırım geçen aydan beri ödeme yapmadılar.” Jiang Yu Duo bir sigara çıkardı.

“İkinci kat iki aydır ödemedi, bu ay ödemezse bırakın gitsin!” Lu Qian, “Zavallı aileye acıdım ve yaşamalarına izin verdim. Bu çok iyi. Benim içim kim üzülecek peki?”

“Sana acıyorum.” Jiang Yu Duo, yatağın başucundaki küçük çalar saate bakarak sigarayı yaktı. “Daha sonra bakması için birini göndereceğim.”

Lu Qian “İkinci kattakilere karşı çok sert olmanıza gerek yok, ölürlerse onlardan para koparamazsınız, çocukları hala küçük.” diye talimat verdi. “Dördüncü ve beşinci kattakiler sana kalmış. Beşinci kattakilerden uzun süredir bıktım, ödeyemezlerse onları paketle.”

“Öyleyse doğrudan onları kovayım.” dedi Jiang Yu Duo.

“Hayır!” Lu Qian’ın sesi yükseldi, “Gitseler bile parayı almak zorundasın!”

“Anlaşıldı.” Jiang Yu Duo gülümsedi.

“Daha sonra akşam yemeğinde gel.” dedi Lu Qian. “En sevdiğin tatlı ve ekşi domuz kaburgasından büyük bir tencere yaptım. Gelirken biraz şarap getir.”

“Tamam.” Jiang Yu Duo yanıtladı.

Öğleden sonra saat dört civarında Jiang Yu Duo, Cheng Qing’e iki kişiyi aramasını istedi ve birlikte birinci binaya gittiler.

1,2,3,4 numaralı binaların hepsi Lu Qian’ın şehirdeki kiralık daireleriydi. Her bina yedi katlıydı, kiralar çoğunlukla aylık nakit ödeme şeklindeydi ve Jiang Yu Duo tarafından toplanıyordu.

Birinci binadan dördüncü binanın yapımına kadar on yıl boyunca Lu Qian’a ‘abla’ diyordu, hepsinin inşa edilişini izlemişti.

Birkaç yıldır birinci binada yaşıyordu ancak Lu Qian binayı satın aldığında, şimdi yaşadığı eski eve taşınmasına izin verdi. Evden taşınırken biraz isteksiz davranmıştı.

İlk başlarda kiraları toplamak için eski evini ziyaret ederken içinde hep bir hüzün vardı ama bu his zamanla kayboldu. Ne de olsa yılda onlarca kez burayı ziyaret ediyordu ve her ay birkaç tatsız şey oluyordu, ne kadar da sinir bozucu.

“Sert mi olalım, yoksa yumuşak mı?” Cheng Qing agresif bir şekilde yürüyerek onu takip etti. Jiang Yu Duo ondan kaçınmak zorundaydı, Cheng Qing attı her on adımın sekizinde neredeyse onun ayağına basıyordu.

“Düz olalım.” Dedi Jiang Yu Duo.

“Ne düzü?” Cheng Qing pantolonunun bacağından çıkan çelik boruya hafifçe vurdu. “Çelik boru kadar düz.”

“İlerle.” Jiang Yu Duo ona bir bakış attı. Cheng Qing’in küçük kardeşlerinin gözündeki imajını korumak için kendini kontrol altına almakta zorlandı. “Düz bir çizgide yürü. Lanet ayağını bir daha önüme uzatırsan, senin için kırarım.”

Cheng Qing bir süre afalladı sonra şakayla karışık devam etti. “Ördek gibi yürüdüğümü bugün öğreniyor değilsin.”

“Buna ördek gibi yürümek diyebiliyor musun?” dedi Jiang Yu Duo. “Yaptığın şey ayaklarını sürtmek.”

“Senin için ivme yaratıyorum!” dedi Cheng Qing. “İvme yaratmak, anladın mı?”

“Sus artık.” Jiang Yu Duo iç çekti. “Biz kira toplamak için buradayız, soygun yapmak için değil.”

Yarım saat sonra Jiang Yu Duo, bugünün daha çok bir soygun gibi olabileceğini hissetti.

“Kapıyı açmazsanız kırarız!” Cheng Qing 502 numaralı kapıyı çaldı. “Açın!”

“Anahtarımız var.” Jiang Yu Duo elini arkasına doğru salladı ve arkasındaki genç çocuk eline büyük bir anahtar destesi yerleştirdi, hatta 502’nin anahtarını çıkarıp koydu. Jiang Yu Duo çocuğa baktı. “Adın ne?”

“Bana sadece Da Bin diye seslenebilirsin, San Ge.” Çocuk gülümsedi.

Jiang Yu Duo başını salladı ve kapıyı açmak için anahtarı aldı.

İki kez çevirdiğinde kapı kilidi tepki vermedi. Muhtemelen içeriden kilitliydi.

“Kapıyı açmak için on saniyen var.” Jiang Yu Duo anahtarı Da Bin’e doğru fırlattı ve cebinden bir hesap defteri çıkararak etrafta gezindi. Sayfaların başındaki iki ataşı yavaşça çıkardı. “Kapıyı kendim açmak zorunda kaldığım takdirde kira toplamak artık o kadar kolay olmayacak.”

İçeriden hala bir hareket yoktu. Jiang Yu Duo kaşlarını çattı ve anahtar deliğine iki ataş soktu. Parmaklarını birkaç kez büktü ve kapı kilidi açıldı.

“Kahretsin!” Cheng Qing kapıyı iterek açtı.

Kapının ötesindeki manzara oldukça şok ediciydi. Cheng Qing adım attığında olduğu yerde dondu.

502’deki kiracılar iki sevgiliydi. Kadın çok zayıftı ve makyajı kalın olduğu için olduğu için Jiang Yu Duo nasıl göründüğünü net olarak göremiyordu. Adam iri yapılıydı, yüzü sakallıydı ve kıyafetsiz dolaşmayı seviyor gibiydi. Boynunun altından beline kadar olan bölge dövmelerle kaplıydı ve dövmelerin daha da aşağı gidip gitmediğini bilmiyordu. Ne de olsa, onu hiç çıplak görmemişti.

Yapılı adam, kapının karşısındaki sandalyede oturuyordu ve elinde boynuna doğru tuttuğu bir bıçak vardı. Sıska kız arkadaşı yatağın yanında oturmuş ağlıyordu.

“Ne yapıyorsun lan?!” Cheng Qing şok oldu ama imajını bozmadı. Şaşırması bittiğinde başka bir cümle ekledi. “Lanet olsun!”

Adamın sesi alçak ve sertti. “İstediğin para bizde yok. Cesaretin varsa gelip canımızı al!”

Jiang Yu Duo tek kelime etmedi ve sadece iki adım attı. Adam Cheng Qing’in gözlerine bakıp ona dönerken, adamın dirseğini tek bir hareketle itti.

Adam onu geri itti, kendini kucaklayan bir pozisyona geçti ve boynunda duran bıçak kaydı. Jiang Yu Duo adamın dirseğindeki tutuşunu gevşetmedi ve bıçağı elinden büktü.

Oldukça rahattı.

Jiang Yu Duo o kadar rahat bir şekilde hareket etmişti ki, yapılı adamın fiziğinden şüphe etmeye başladı.

“Vücudundaki kasları annenin göz farı kullanılarak mı çiziliyor?” Bıçağı Cheng Qing’e geri verdi.

“Bu bıçak gerçek.” Cheng Qing elindeki bıçağı fırlattı.

“Ne istiyorsun?!” Adam öfkeyle sandalyeden fırladı. “Hala para koparmak mı istiyorsun?!”

Jiang Yu Duo bıçağı yüzüne bastırdı ve saçını tutup yatağa bastırdı. “Film çektiğini mi düşünüyorsun?”

“Sen…” Adama ayağa kalkmak için mücadele etti ama hemen durdu.

Jiang Yu Duo, onu yakalamak için parmaklarını kullanmadan kolundan bir bıçak çıkardı ve bıçağın ucunu adamın sakalına soktu.

Sakalı oldukça kalındı, bıçak muhtemelen etine değmiyordu bile ama adamın hemen susması için yeterliydi.

“Parayı bul.” Dedi Jiang Yu Duo.

“Arayın!” Cheng Qing elini salladı ve birkaç kişi evi aramaya başladı.

Bunca zamandır yanında ağlayan kız arkadaşı sonunda ağlamayı keserek gözyaşlarını sildi. “Parayı nereden bulacağız?! Elimizde olsaydı, bize böyle zorbalık yapmana izin verir miydik?!”

“Kim kime zorbalık yapıyor?” Cheng Qing ona baktı. “Lanet olası kiran iki aydır ödenmedi, o halde kim kime zorbalık yapıyor?”

“Para yok!” Kız arkadaşı bacaklarını tekmeledi ve yatağa sırtüstü uzanarak Jiang Yu Duo’ya bağırdı. “Cesaretin varsa o zaman benime yat! Bedenimle ödeyeceğim!”

Odadakiler şaşırmıştı.

Jiang Yu Duo kendine gelmeden önce biraz afalladı ve iç çekerek söyledi. “Sen öyle san.”

Yapılı bir adamla karşılaştırıldığında, bu kız arkadaşı idare etmek çok daha zordu. Cheng Qing ve diğer iki kişi evde para ararken, Jiang Yu Duo evin içinde daireler çiziyor ve kira bedelini bedeniyle ödemek isteyen kız arkadaştan kaçmaya çalışıyordu.

Sonunda daha fazla dayanamadı. Sıska kız arkadaşı aldı ve onu yapılı adama doğru fırlattı. Onu işaret ederek söyledi. “Onu iyi tut. Tutuşunu gevşettiğin an seni hadım ederim.”

Adam sevgilisine sımsıkı sarıldı.

Cheng Qing birkaç kez dolabı karıştırdı ve geri çekildi. “San Ge!”

Jiang Yu Duo yürüdü ve elinde küçük mühürlü bir şişe tuttuğunu gördü. İçi tütüne benzeyen bir şeyle doluydu.

“Bu adam hala bir pilot.” [3] dedi Cheng Qing.

[3] Argoda kafası güzel, sarhoş anlamında kullanılıyor.

“Polisi ara.” Jiang Yu Duo basitçe söyledi.

Dolapları sessizce ve kararlı bir şekilde ararlarken onları izleyen adam sonunda patladı, kız arkadaşını yatağa fırlattı ve onlara doğru atıldı.

Jiang Yu Duo döndü ve adamın göğsüne tekme attı. Yere düştükten sonra Cheng Qing ve Da Bin tarafından tutuldu. Başka bir çocuk ise sıska kız arkadaşının çorabını ellerini sıkıca bağlamak için kullandı.

“San Ge, San Ge!” Adam panikledi ve yerde kıvranarak söyledi. “O şey benim değil, önceki kiracı koymuş oraya! Polisi arama, polisi arama!”

Jiang Yu Duo konuşmadı ve Cheng Qing’e baktı. Cheng Qing telefonunu çıkardı ve arkasını döndü, ardından dışarı çıktı.

Her şeyi hallettikten sonra Lu Qian’dan üçüncü kez telefon çağrısı geldi. Jiang Yu Duo içini çekti. “Başta ablasını aramamalıydım, annesini aramalıydım.”

“Qian abla sana vuracak.” Cheng Qing güldü.

“O nasıl?” Lu Qian telefonun diğer tarafından sordu.

“Şimdi yemeğe geliyorum,” dedi Jiang Yu Duo, “her şey halledildi.”

“Onu dövdün mü?!” Lu Qian’ın sesi yükseldi, “Bu tarz şeyleri benim evimde yapmak! Pislik!”

“Dövüldü.” Dedi Jiang Yu Duo.

“Bu kadarı yeter, acele etsen iyi olur. Doğrudan gel, şarabı çoktan aldım.” Dedi Lu Qian.

“Tamam.” Jiang Yu Duo cevapladı ve telefonu kapattı.

“Ben de yemek yemeye gideceğim.” Cheng Qing ona baktı.

“Bu ikisini yemeğe sen götür.” Jiang Yu Duo cebinden cüzdanını çıkardı. “Bugün zor bir gün geçirdiler, yarın hala ilgilenmemiz gereken iki evimiz var.”

“Param var.” Cheng Qing elini sıktı.

“Al şunu.” Jiang Yu Duo kaşlarını çattı. “Sen çok fakirsin, bir çöpçüyü soymak bile istersin.”

“…Jaeger de bir çöpçüydü.” Cheng Qing verdiği kartı aldı. “Birkaç yüz bin yuana mal olan bir saat takıyor… Ama yine de beceriklisin. O saati alacağını söyledin ve aldın.”

“Saati almak istediğimi söylemedim.” Jiang Yu Duo dişlerini gıcırdattı. “Defol.”

--------------------

Lu Qian’ın yeni satın aldığı ev oldukça büyüktü, evde sadece o ve dört Alaska kurdu yaşıyordu.

Jiang Yu Duo kapıdan girdiğinde, Lu Qian tabakları çoktan yerleştirmişti ve altı tane tabure koymuştu, biri boştu.

“Benden uzak dur.” Jiang Yu Duo oturdu ve iki yanında oturan köpekleri işaret etti.

İki köpek iş birliği içinde yana doğru hareket etti.

“Yarın yine gitmek zorunda mısın? Bugün sadece beşinci kattaki o daireyi mi hallettin?” Lu Qian bir kepçe çorba koydu ve şarabı doldurdu.

“Evet.” Jiang Yu Duo başını salladı.

“Sabah evin parasını vermek için bana eşlik et.” Dedi Lu Qian.

“Tekrar satın mı alıyorsun?” Jiang Yu Duo ona baktı. “Zaten boş bir tane yok mu?”

“Bu kiralamak için, iki gün içerisinde tekrar acenteye gitmelisin.” Lu Qian onun için domuz kaburgasından bir parça aldı. “Her neyse, ev zaten hazırlandı. Sadece koy, kirala, sat; her şekilde tamam.”

“Tamam.” Dedi Jiang Yu Duo. “Bu iyi bir konum.”

Lu Qian kaşlarını çattı. “Emlakçıya söyle, öylesine birine kiralamayın. Temiz ve makul birini bulun.” Dedi Lu Qian. “Bugünkü beşinci kattakiler gibi birinin o eve girmesini istemiyorum.”

“O zaman o evini kiralayamazsın.” Jiang Yu Duo güldü.

-------------------------------

Cheng Ke, Xu Ding’in evinde üçüncü gün meditasyon yaparken Liu Tiancheng’den telefon geldi.

Cheng Ke telefona baktı, açmadan önce yaklaşık 30 saniye çaldı. “Merhaba.”

“Neredesin?” diye sordu Liu Tiancheng.

“Köprü altında,” Cheng Ke yanıtladı, “artık yemek kutularını daha yeni aldım.”

Liu Tiancheng güldü. “Hadi ama, resmi olarak evlatlıktan reddedilmedin. Babandan para istersen para sıkıntın olmaz.”

Cheng Ke güldü ama konuşmadı.

“Neredesin bu arada? Seni birazdan gelip alacağım, bu gece sana sürpriz yapmak için onları arayacağım.” Dedi Liu Tiancheng.

“Cheng Yi’ye sordun mu?” Cheng Ke esnedi. “Onun onayı olmadan bu sürpriz zaten yapılamaz.”

“Sen, eğer bu şekilde söylersen artık hiçbir anlamı kalmayacak.” Liu Tiancheng iki kez kuru bir şekilde güldü. “O gün gerçekten aradığında duymadım. Sonrasında, geri aradığımda ise telefon çalmadı.”

“Evden çıkarken telefonumu getirmedim, aramak için başka birinin telefonunu ödünç aldım.” Cheng Ke, Liu Tiancheng’i bir noktaya getirmek istemedi. “Siz çocuklar bu gece kendi başınıza eğlenin, ben hiçbir yere gitmiyorum.”

“Böyle yapma, sen yoksan eğlenmemizin bir anlamı olmayacak.” Dedi Liu Tiancheng.

Cheng Ke nazikçe iç çekti. “Artık gerçekten gitmiyorum, hala kalacak bir yer bulmam gerekiyor. Son birkaç gün gerçekten yoğun ve yorucuydu, ileride tekrar konuşuruz.”

“Bu… peki, sanırım oldukça meşgulsün. Bir işletmeye başlamak sahiden çok iş.” Dedi Liu Tiancheng.

İşletme mi? Cheng Ke dondu, konuşmadı.

“Bunu başkasından duydum ama Cheng Yi eğlenmek için aldığı işletmeyi sana vermedi mi?” diye sordu Liu Tiancheng. “Önce bununla ilgilen, biraz küçük olmasına rağmen çoktan kuruldu. Birkaç gün alıştıktan sonra, gelecekte bunu yönetmek zorunda kalmayacaksın…”

“Ah.” Cheng Ke yanıtladı.

Liu Tiancheng de konuşmaya devam etmedi. Bu yüzden, ikisi görüşmeyi bitirmeden önce gelişigüzel birkaç cümle söyledi.

Cheng Ke oturdu, uzun bir süre pencerenin dışındaki ağaca baktı.

Liu Tiancheng her ne dediyse, şimdi buna tepki vermeye başlamıştı.

Cheng Yi muhtemelen hepsini ödemişti, ancak satın aldıktan sonra arada bir birkaç arkadaşıyla sohbet etmek dışında yönetmemişti bile. Cheng Ke oraya hiç gitmedi, tam adresinin ne olduğunu bile bilmiyordu. Ancak, birdenbire onun mu olmuştu?

Mesele şu ki, kimse bu işletmenin ona verileceğinden bahsetmemişti.

Cheng Ke, Liu Tiancheng’in bunu nereden duyduğunu bilmiyordu. Ancak, Cheng Yi ile 20 yıldan fazla yaşadıktan sonra hala onun içini göremediğini düşündü.

Aniden omurgasından aşağı bir ürperti hissetti.

Xu Ding gece yarısından sonra geri geldi. Kapıyı açıp eve girdiğinde, Cheng Ke kanepede uzanmış bir şekilde televizyona bakıyordu. Televizyonda her ne oynuyorsa, o bile bilmiyordu.

Xu Ding eve girdikten sonra ikisi bir şok yaşadı.

“Gece yarısı oldu, uyumuyor musun?” Xu Ding ona şok içinde baktı.

“Beni korkuttun,” Cheng Ke oturdu, “bir hırsızın içeri girdiğini düşündüm.”

“Bu evde çalınacak bir şey yok.” Diyerek güldü Xu Ding. “Dahası gerçekten bir hırsız içeri girseydi, biriniz ya da ikinizle uğraşmak sorun olmazdı.”

“Eve gitmiyor musun?” Cheng Ke sordu.

“İlk önce nasıl olduğunu görmeye geldim.” Dedi Xu Ding. “Dün, Liu Tiancheng beni aradıktan sonra ailenle aranızın bozulduğunu öğrendim.”

“Ona senin evinde olduğumu söyledin mi?” Cheng Ke aceleyle sordu.

“Hayır.” Xu Ding bavulunu ve ceketini yere attı, bir bardak su doldurdu ve yanına oturdu. “İşlerin o kadar da basit olmadığını hissettim, bu yüzden söylemedim.”

“Teşekkürler.” Cheng Ke rahatladı.

“Babanla mı yoksa Küçük Yi ile mi aran bozuk?” Xu Ding ona baktı.

“Hepsi aynı.” Cheng Ke yanıtladı.

“Yardıma ihtiyacın olan bir şey olursa bana söyleyebilirsin.” Xu Ding daha fazla sormadı.

“Önümüzdeki iki gün yeni bir ev bakacağım.” Cheng Ke kanepeye yaslandı, “Birkaç gün daha burada kalacağım.”

“Nereden satın almak istiyorsun?” Xu Ding sordu.

Cheng Ke gözlerinin içine baktı. “Kiralayacağım.”

“Ah,” Xu Ding güldü, “Etrafta aramana yardım etmemi ister misin?”

Cheng Ke başını sallamadan önce birkaç saniye tereddüt etti. “Gerek yok, kendim hallederim.”

“Peki o halde, ben gidip duş alacağım.” Dedi Xu Ding, “Eve daha sonra gideceğim.”

“Gitme,” Cheng Ke bir an için utandı, “Saat gece yarısını geçti, sen yatakta yat, önümüzdeki birkaç gün ben koltukta uyuyacağım.”

Xu Ding ayağa kalktı ve ona baktı. “Sen…”

Sen ne?

Xu Ding konuşmaya devam etmedi ve Cheng Ke da sormaya devam etmedi.

Sadece bu arkadaşların, yakın olsun ya da olmasın, hepsinin muhtemelen onun oldukça işe yaramaz olduğunu düşündüklerini hissetti. Bir ev kiralamak kadar basit bir şey için bile, Xu Ding’in herhangi bir yardıma ihtiyacı olup olmadığını sormayı alışkanlık hale getirmesi gerekiyordu.

Cheng Ke, ev kiralamak gibi bir şeyi bile doğru dürüst yapamayan bir insandı.

“Banyodaki eşyaları mı aldın?” Xu Ding duştan sonra saçlarını kuruturken üstsüz bir şekilde sordu.

“Ah, evet.” Cheng Ke gözleriyle vücudunu taradı ve bakışlarını hızla televizyona çevirdi.

O ve Xu Ding çok yakın sayılmazdı, genellikle birlikte takılmazlardı. Xu Ding ile ilk tanıştığında, bunun nedeni Xu Ding’in onu Liu Tiancheng aracılığıyla bulup kum boyama videosunu çekmesine yardım etmesini istemesiydi.

“Ya bu evi sana kiralarsam?” Xu Ding belirtti.

“Bunu karşılayamam.” dedi Cheng Ke, “Fazla üst sınıf.”

Xu Ding güldü. “Bunu söylediğini duymaya hala alışamadım.”

“Endişelenme,” dedi Cheng Ke, “burada yaşamaya alışmayacağım.”

“Sorun değil.” Xu Ding yatak odasına girerek başını salladı.

Cheng Ke televizyona bakmaya devam etti. Xu Ding’in evinde çok uzun süre kalmak istemiyordu. Sadece yakın değillerdi, aynı zamanda Xu Ding’i kendi ailesinin sorunlu ilişkilerine de sürüklemek istemiyordu.

Telefonundaki emlakçının numarasına baktı. Yarın ev bakmaya gidecekti.


  *****


Önceki Bölüm  

 

 

 

I RAISED A BLACK DRAGON - BÖLÜM 17: ONUN YERİNE UŞAĞIM OLMAK İSTER MİSİN?

 Cennet olsaydı böyle mi olurdu?


Park Noah, mutfaktan gelen tatlı tereyağı kokusunun tadını çıkararak yatak odasının üzerinden zevkle zıplayarak mırıldandı.


Burası dünyadaki cennettir. Neden kimse bana böyle bir cennetin dünyada var olduğunu söylemedi?


Kyle Leonard'ın cadının manasını geri kazanma stratejisi planlandığı gibi sorunsuz çalışıyordu. Sabah uyandığında, artık bir uşak olan müfettiş, gözleri kısılmış ve kollarını kavuşturmuş halde odasının eşiğinde duruyor.


"Uyanma zamanı hanımefendi." der ve Park Noah'ı, onun sızlanmaları ve şikayetleri arasında yatağından dışarı sürüklerdi. Kyle Leonard onu tuvalete götürürdü; küvet zaten ılık suyla dolu olurdu.


Bugün de farklı değildi. Banyodan sonra, Park Noah giyindi ve heyecanla aşağı indi, onu mütevazı bir şekilde hazırlanmış bir kahvaltı karşıladı.


Tanrım, hiç böyle bir lüksüm olmadı.

 

Kahvaltılar mideyi fazla doldurmamak için basit bir öğünden oluşur. Bugün tereyağı ve yumurta, gevrek domuz pastırması, taze marul ve domates ve bir bardak ılık süt ile tepesinde bir tost vardı. Çocuk kısmı için tost daha küçük parçalara bölündü.


Park Noah kahvaltısının tadını çıkarırken, Kyle Leonard evi lekesiz bir şekilde temizliyor ve hiç toz zerresi bırakmıyordu.


Park Noah onu birkaç gün gözlemledikten sonra temizlik takıntısının sinir bozucu olmaya başladığını düşünmeye başladı. Neyse ki, Kyle Leonard bir insana dokunur dokunmaz ellerini yıkamak zorunda değil gibi görünüyor, ancak ev hatırladığı gibi olmadıkça elleri hareketsiz kalamıyor.


“Mükemmel temizlik. Temel yaşam tarzı kurallarından biridir. Bu anlamda, hanımefendi bana kendi içinde kirli görünüyor.”


"Ben o kadar kirli değilim. Sen gelmeden önce her gün yıkandım.” Park Noah, bu sözden memnun kalmayarak karşılık verdi.


“Kendinizi temiz hissetmeniz aslında temiz olduğunuz anlamına gelmez. Etrafınız toz ve pislik içindeyken temiz olmanın ne anlamı var? Kuğular bile çamurdaki kargalar gibidir, ama hanımefendi..." Kyle Leonard küçümsedi. Öte yandan, Park Noah sadece başını salladı ve tostundan bir ısırık alırken kahvaltısının tadını çıkarmaya devam etti.


Her neyse.  O adamın bacağını tutup ondan evimi temizlemesini istemedim. Soruşturma için gerekli olduğu konusunda ısrar ederek kalmaya karar veren oydu.


Park Noah ona sürekli olarak ev işleri yapmasına gerek olmadığını hatırlatır, ancak Kyle Leonard sadece kulaklarını tıkardı. Aslında Noah, birkaç gün lüks içinde yaşadıktan sonra, sadece soruşturmasında değil, ev işlerinde de baş belası olan müfettişi bırakmayı düşündü.


Noah, bıktırıcı Kyle Leonard'ın araştırmasından vazgeçip bir kez daha huzuruna geri döndüğünü hayal ederken gülümsedi.


Bekle. Bu gelincik yüzünden lüks bir yaşam sürüyorum. Onu baştan çıkarmaya çalışsam nasıl olur? Romanın orijinal içeriği zaten mahvoldu.


Yakışıklı dostum, onun yerine uşağım olmak ister misin?


Kyle Leonard'ın küçümseyici sesi Noah'ın kulaklarında çınladığında hayali kısa sürede sona erdi. "Bugün ikinci katı temizleyeceğiz. İkinci katın ne kadar pis olduğunu görmek için sabırsızlanıyorum.”


Sinirlenen Park Noah, perdeleri açıp gün ışığını ortaya çıkarırken ona ölümcül bir bakış attı.


Keşke o kaba ağzıyla bir şeyler yapabilseydim. Ah, onu boğmayı ne çok isterdim. Bu soğuk kalpli piçi baştan çıkarmayı düşündüğümü düşünmek bile... ne kadar saçma! Bir süre önce aklına gelen fikri savuşturarak başını salladı.


Bu arada, çocuk çoktan uyanmıştı ve çoktan masanın yanına oturmuş, tostunu kemiriyordu. Park Noah onu görünce gülümsedi. "Küçük oğlum, şimdi tost yiyebiliyor musun?"


"Hepsini yiyebilirim." Çocuk cevap verdi, gözleri minik ellerindeki tost ekmeğine sabitlenmişti.


"Vay bu harika!" Noah, çocuğu her övdüğünde yüzünün kızardığını hatırlayarak kasıtlı olarak iltifat etti. Müfettiş etraftayken, atmosfer ağırlaşıyordu ve küçük çocuğun gülümsemesi onun tek tesellisi, güneş ışığıydı.  


****


Önceki Bölüm  ― Sonraki Bölüm 

4 Ekim 2021 Pazartesi

ANTIDOTE - BÖLÜM 3:

 

Jiang Yu Duo kahvaltıdan sonra, zengin gibi davranan Sıska Maymun’u yenmemiş bütün yiyecekleri eve götürmeye zorladı.

“Bütün bu yiyecekleri almak…” Sıska Maymun karşı çıktı “Dışarıda biraz dolaşacaktım. San Ge neden sen…”

“Bana bakma. Diyetteyim.” Jiang Yu Duo ellerini salladı. “Dilencilere, başıboş kedilere ve hatta farelere verebilirsin.”

“Peki.” Sıska Maymun iç çekti. “O zaman gitsem iyi olur, San Ge.”

“Git hadi.” dedi Jiang Yu Duo.

Sıska Maymun yemeklerle birlikte oradan ayrıldı. Jiang Yu Duo, insanlarla kavga eden çetenin durumuna bakmak için gidecekti. Birkaç adım sonra telefonu çaldı.

Cheng Qing iyi bir adamdı, sınırlı bir zeka seviyesi vardı ve her zaman büyük bir yeraltı çetesine hakim olma hayalini kuruyordu. Jiang Yu Duo telefonunu çıkardı ve onu, kendisinin endişelenmesi gereken bir şey kalmayacak kadar dövmek istiyordu.

“Şimdilik onu takip et, seni sonra ararım.” telefonu açar açmaz dedi.

“…San Ge, bana emirler yağdırmaya cesaretin var demek.” Telefonun diğer ucundaki ses Chen Qing’ e ait değildi.

Jiang Yu Duo telefonu yüzünden uzaklaştırdı. Arayan kimliğindeki isim Zhang Daqi’ydi.

“Naber?” sordu.

“Bana rol yapma. Neler olduğunu nasıl bilmezsin?” Zhang Daqi hattın diğer ucundan bağırarak söylemişti.

“Hafızamı kaybettim.” Jiang Yu Duo yanıtladı.

“Sana söylüyorum San Ge,” diye bağırmaya devam etti Zhang Daqi, “lanet ördek yavrularını kontrol et ve onları bir daha alanımda görmeme izin verme. Sırf sana biraz saygı gösteriyorum diye önemli biri olduğunu düşünme!”

Jiang Yu Duo bağırarak karşılık verdi. “Daha kaç kere söylemem gerekiyor. Saygını kendine sakla, buna ihtiyacım yok!”

“Seni pislik…” Zhang Daqi onu azarlamak üzereydi.

“Daqi Amca, barınızın bugünlerde oldukça iyi durumda olduğunu duydum,” Jiang Yu Duo adamın küfür etmeye başladığı an keserek araya girdi. “3000 yuanlık borcunu iki aydır ödemeye tenezzül bile etmedin. Hala bana bağırmaya cesaretin var ha?”

“Lanet olası bu senin işin mi? Annem misin babam mısın?! Yoksa kahrolası bir yetimhane mi işletiyorsun?!” dedi Zhang Daqi. “Sana söylüyorum, yarın burada senin salaklardan birini daha görürsem, onları döverim!”

“Tamam, yarın gitmelerine izin vermeyeceğim.” Jiang Yu Duo bir sigara yaktı. “Kendim geleceğim.”

Zhang Daqi’nin cevap vermesine izin vermeden telefonu kapattı.

--------------------------------

“Efendim, hesabınızı açtığınız bankaya gitmeli ve orada kayıp olan kartınız için bir banka kartı başvurusunda bulunmalısınız.” Müdür gülümseyerek Cheng Ke’ya bilgilendirme yaptı.

“Hesabı açtığım banka mı?” Cheng Ke yaklaşık beş saniye kadar düşündü. “Ama hesabı nerede açtığımı hatırlamıyorum…”

Müdür, “Kart numaranızı kullanarak bunu kontrol edebiliriz.” diye yanıtladı.

“Ama kart numarasını bilmiyorum.” Cheng Ke hayal kırıklığına uğradı. “Buna bakmak için kimlik kartımı kullanamaz mısınız?”

“Korkarım ki hayır.” dedi müdür. “Ama kesinlikle bizde açılmış bir hesap değil. Sık kullandığınız bir bankada deneyebilirsiniz.”

Cheng Ke bir şey söylemek istiyormuş gibi ağzını açtı ama sonunda “Teşekkür ederim.” diye mırıldandı ve tek kelime etmeden bankadan ayrıldı.

Müdür, Cheng Ke uzaklaşırken konuşmaya devam etti, “Ayrıca mobil bankacılık uygulamanıza giriş yapmayı da deneyebilirsiniz.”

Sanki Cheng Ke’nın bir telefonu varmış gibi. Ancak telefonu olsa bile mobil bankacılığı olmayacaktı.

Cheng Ke bankanın hemen dışındaki bir ağacın altında oturdu. Yapılması basit olan bir şey, ona geldiğinde imkansız gibi görünüyordu.

Bir telefona ihtiyacı vardı. Ne aradığı veya nereye gittiğinin bir önemi yoktu, en azından uyuyacak bir yere ihtiyacı vardı. Daha sonra hesabını açan lanet şubeyi bulmak için evinin yakınındaki bankalara gidebilir ve kimliğini kullanabilirdi. Ancak, şimdi bir taksi tutacak kadar bile parası yoktu.

Cebini karıştırdı, sigara paketini ve çakmağı çıkardı. Sigarayı çıkarırken, sigara paketine yapıştırılmış bir karton parçası yere düştü.

Eline aldığında tükenmez kalem ile yazılmış kelimeleri gördü.

Jiang Yu Duo.

‘Eğer bir şeye ihtiyacın olursa, bana gel.’

Cheng Ke ambalajın üzerindeki sayılara baktı.

Bunu o kadar uzun süre yaptı ki, etrafına bakmak için başını kaldırırken ezberlemiş gibi hissetti.

Bu çağda, insanlar ankesörlü telefonun ne olduğunu biliyorlar mıydı? Cep telefonu olmadığı için Cheng Ke bu numarayla ne yapabileceğini bilmiyordu.

Bakışlarını çevresinde gezdirirken, birkaç adım ötedeki bir ağaçtan gelen bir figür gözüne çarptı.

Cheng Ke daha yakından baktığında, bakışlarıyla karşılaştığı bu garip adamın Jiang Yu Duo’nun dün geceki yavru kediyi çıkarmasına yardım eden şoförden başkası olmadığını fark etti.

“Sen!” Cheng Ke adamı işaret ederek haykırdı.

Adam hızla, ‘Ben sadece yoldan geçen biriyim.’ der gibi bakarak Cheng Ke’nın işaret ettiği yöne bakmak için arkasını döndü.

“Senden bahsediyorum.” dedi Cheng Ke adama doğru yürürken, “Sen Jiang Yu Duo’nun şoförüsün, değil mi?”

“Onur muhafızı.” adam hemen düzelterek cevap verdi.

“…Ah, soldaki mi, sağdaki mi?” Cheng Ke sordu.

“H-hepsi.” adam kendini işaret etti. “Yukarı, aşağı, sol ve sağ hepsi benim.”

“Ah,” Cheng Ke ona baktı ve bu adamın gerçekten de Jiang Yu Duo kadar deli olduğuna emindi.

“Ödünç alabileceğim bir telefonun var mı?”

“Evet.” Onur muhafızı dostça bir tavırla telefonunu çıkardı ve ona verdi. “Kimi arayacaksın?”

“Aramayacağım.” Cheng Ke telefonu aldı, “Bir süre WeChat’te [1] hesabıma giriş yapacağım, bir arkadaşımla iletişime geçmem gerekiyor.”

[1] Çin’de kullanılan mesajlaşma uygulaması.

“Ah,” onur muhafızı yanıtladı, “ama telefonumda hiç internet yok.”

“Ne?” Cheng Ke şaşkınlıkla ona baktı.

“Neden seni San Ge’ya götürmüyorum? Onun telefonunda internet vardır.” Onur muhafızı elini salladı, “Gidelim.”

“Nereye?” Cheng Ke tedbirli davranıyordu.

“San Ge’ya,” dedi onur muhafızı, “bu gökdelenin hemen arkasında yaşıyor. Günün bu saatinde buralarda bir yerlerde olmalı.”

“Gerek yok.” Cheng Ke yaşananlardan sonra cadde olmayan hiçbir yere gitmeyi reddetti. Telefondaki arama tuşuna dokundu ve onur muhafızının yaklaşık beş dakika önce San Ge’yı aradığını gördü. Cheng Ke tekrar ara tuşuna bastı, “Onu arayacağım.”

“Tanrı aşkına, bu sefer ne var?” Jiang Yu Duo hattın diğer ucundan yanıtladı.

“Merhaba,” diye yanıtladı Cheng Ke. “Jiang Yu Duo mu?”

“Sen kimsin?” Jiang Yu Duo’nun sesi aniden soğuk bir hale geldi.

“Ben Cheng Ke.” Cheng Ke aniden çok tuhaf hissetti. “Ben sadece…”

“Ve ben de lanet olası şoförüm.” [2] diye araya girdi Jiang Yu Duo, “Cheng Qing nerede?”

[2] Cheng Ke’nın isminin seslendirilişi, Mandarin’de ‘yolcu’ kelimesi ile aynı. Yazılışları farklı ama adı ‘yolcu’ gibi duyulduğu için Jiang Yu Duo gönderme yapıyor.

Cheng Ke konuşmaya nasıl devam edeceğini bilmeden kaşlarını çattı ve telefonu onur muhafızına geri verdi. “Cheng Qing diye birini soruyor.”

“Bu benim.” Onur muhafızı başını salladı ve telefonu aldı. “San Ge, ben buradayım, az önce konuşan Bay Jaeger’dı.”

Cheng Ke afalladı ve ona baktı.

“Sen…” Jiang Yu Duo dilini ısırdı. Eğer Cheng Qing önünde duruyor olsaydı kıçına bir tekme atardı. Yavaşça nefes verdi ve sakince “Ona, önünde Bay Jaeger diye seslenme.” demeye çalıştı.

Cheng Qing sessizce “Ama adının ne olduğunu bilmiyorum.” dedi.

“Az önce adının lanet olasıca Cheng Ke olduğunu söylemedi mi?” Jiang Yu Duo sonuna “Telefonu ona ver!” diye bağırdı.

“Merhaba” Cheng Ke tekrar yanıtladı.

“Soyadın Cheng, değil mi?” Jiang Yu Duo sordu.

“Evet, Cheng Ke. Keshou’daki gibi Ke veya titiz olmak.” Cheng Ke yanıtladı.

“Neden beni aradın?” Jiang Yu Duo tekrar sordu.

“Ben… telefonunu ödünç almak istiyorum.” Biraz güçlükle dedi Cheng Ke. “Onur muhafızın telefonunda internet olmadığını söylüyor.”

Jiang Yu Duo sessiz kaldı.

‘Telefonu ödünç almak mı?’

‘Bu ne tür aptalca bir bahane?’

‘Bu adam kesinlikle şüpheli’

Jiang Yu Duo dudaklarını yukarı kaldırdı, “Orada olacağım, Cheng Qing seni yol ayrımına getirsin.”

“Bankanın girişine gelebilir misin?” Cheng Ke sordu.

“Hayır.” Bunu dedikten sonra Jiang Yu Duo telefonu kapattı.

Cheng Ke, Cheng Qing’i yol ayrımına doğru takip etti ve kendini gülünç hissetti. Kavşakta beklerken, zaman geçtikçe daha belirsiz hissediyordu.

Sadece birkaç arkadaşını aramak için bir telefon istiyordu ve bunun nasıl oluyor da insanların sahte kimlik almak için bir araya gelmesi gibi bir şüpheli duruma dönüştüğüne dair hiçbir fikri yoktu.

Nereden bakarsa baksın şüpheli bir durumdu.

Jiang Yu Duo ve iki kişi yandaki sokaktan çıktığında Cheng Ke’nın kalbi sıkıştı. Gitmek için bir girişimde bulundu ama artık çok geçti.

Cheng Qing hemen onu engelledi ve Cheng Ke onu itemeden Jiang Yu Duo’nun getirdiği iki adam onu her iki taraftan tuttu.

Cheng Ke o kadar şaşırdı ve şok oldu ki endişelenemedi bile. Jiang Yu Duo’ya bakmak için döndü ve “Bunun anlamı ne?” diye sordu.

“Beni takip et.” Jiang Yu Duo ona baktı. “Kaçmaya çalışırsan seni tam burada, sokakta bıçaklarım.”

“Devam et.” diye yanıtladı Cheng Ke.

Jiang Yu Duo ellerini ceplerinden çıkardı ve Cheng Ke, Jiang Yu Duo’nun elinde bir bıçak olduğunu gördüğünde, bıçak çoktan kıyafetlerini delmiş ve belinin sağ tarafını kesmişti.

Bıçağın ucu ceketini ve altındaki tişörtü deldi ve derisinin üzerinde kaydı.

Jiang Yu Duo bıçağı çıkardığında, Cheng Ke o bölgeden gelen acıyı açıkça hissedebiliyordu.

Dünkü kavga sırasında Jiang Yu Duo’nun solak olduğunu fark etmemişti.

Cheng Ke, hayatı boyunca böyle bir şeyi hiç yaşamamıştı. Arkadaşlarıyla sorun yaşarken bile, genellikle birlikte kavga ederlerdi ama nadiren birebir bir kavga olurdu.

Tam önünde duran biri tarafından bıçaklanmak gerçek dışı hissettiriyordu.

Ya Jiang Yu Duo ıskaladı ya da bu adam insanları hassas bir şekilde bıçaklama konusunda inanılmaz derece iyiydi. Jiang Yu Duo’nun gözlerindeki bakışı gördükten sonra, Cheng Ke ikincisinde eğildi.

“Hadi gel,” dedi Jiang Yu Duo tekrar, “beni kızdırma ve sana bir şey yapmayayım.”

Cheng Ke sessiz kaldı, ceketindeki deliğe baktı ve az önce çıktıkları ara sokağa doğru Jiang Yu Duo’yu takip etti.

Kısa bir sokaktı ve birkaç adım sonra eski binalardan oluşan bir bloğun önüne çıktılar. Cheng Ke daha önce buralara içmeye gelmişti ama gökdelenlerin arkasında bu kadar çok bina olduğunu bilmiyordu.

Binaların arasında yürürken Cheng Ke etrafına bakındı ve binaların çoğunun kiraya verildiğini fark etti. Pencerelerinde afişler ve ışıklar asılıydı: güzellik salonları, satranç ve kart salonları, sağlık merkezleri…

Jiang Yu Duo başka bir sokağa girdi, Cheng Qing ve diğer iki adam orada durdu.

“Gel.” Jiang Yu Duo döndü ve başını Cheng Ke’yı davet edercesine eğdi.

Cheng Ke içeri girmeden önce iki tarafa da baktı.

Dürüst olmak gerekirse, burası biraz eski püskü görünse de temiz ve düzenliydi. Birinin öldürülebileceği bir yer gibi görünmüyordu.

Jiang Yu Duo birinci kattaki bir kapıyı açtı.

Cheng Ke içeri baktı ve oldukça sıradan bir ev olduğunu gördü. Süslü bir dekorasyonu yoktu; sadece beyaz bir koridor, karo kaplı bir zemin ve birbirinden farklı mobilyalar vardı. Çok realistti.

Ama temiz görünüyordu ve Cheng Ke bir tutam çiçek kokusu bile almıştı.

“Gir.” Jiang Yu Duo kapıyı açık bıraktı.

Cheng Ke içeri girdi ve odanın düzenini inceledi. İki odalı bir daireydi ve odalardan birinin kapısı diğer taraftaki avluyu görebilmek için açıktı.

“Fena değil.” diye haykırmaktan kendini alamadı. “Bu tarafta bir avlu bile var.”

“Etrafa bakmak ister misin?” Jiang Yu Duo sordu.

“Tabii” Cheng Ke başıyla onayladı.

Jiang Yu Duo onu arkadaki avluya götürdü.

On metrekareden büyük olmayan küçük bir avluydu. Onu çevreleyen duvarlar yüksekti ve avlunun diğer tarafını görünmüyordu. Bazı bitkiler duvarı kaplamıştı ama kurumuşlardı ve biraz üzücü görünüyordu.

Cheng Ke çevreye bakınırken pantolonuna bir şey çarptı.

Fare!

Cheng Ke refleks olarak şaşkınlıkla sıçradı.

Cheng Ke hayvana basmak için sağ bacağını kaldırmadan önce, Jiang Yu Duo ayağını tekmeledi ve havada durdurdu.

“Kedim,” Jiang Yu Duo, “üzerine basarsan ölürsün.”

Cheng Ke aşağı baktı ve avuç içi büyüklüğünde bir kedi yavrusunun yanında merdivenlerden avluya doğru yürüdüğünü gördü.

Yavru kedi Cheng Ke’ya, Jiang Yu Duo ile arasında nasıl bir ilişki olduğunu ve onu buraya getiren sebebi sihirli bir şekilde hatırlattı.

Birkaç saniye sonra belinin sağ tarafında bir sızı hissetti.

Bu şartlar altında nasıl burada durup Jiang Yu Duo ile evinin avlusuna bakabiliyordu.

Jiang Yu Duo’nun kafasında da aynı düşüncelerin dönüp dönmediğini bilmiyordu ama birkaç saniyelik sessizlikten sonra bacağını indirdi ve eve girdi.

“Konuş.” Jiang Yu Duo oturma odasındaki koltuğa oturdu ve kollarını koltuğa dayadı.

Cheng Ke odanın ortasında durdu ve Jiang Yu Duo’yu çevreleyen ‘San Ge’ atmosferini ilk elden deneyimledi.

“Ne söyleyeyim?” sordu Cheng Ke.

“Neden buradasın?” Jiang Yu Duo yanıtladı.

“Çöp toplamak için buradayım.” dedi Cheng Ke.

Jiang Yu Duo tek kelime etmedi ve ona bakmak için başını kaldırdı.

“San Ge.” Cheng Ke konuşmayı kolaylaştırmak için bir bacağını sandalyeye uzattı ve üzerine oturmak için sürükledi. Bunu bir saygı ifadesi olarak söylemişti ve devam etti, “Dürüst olalım, burada olmak istemiyorum. Beni buraya sürüklediğinde sadece oradan geçiyordum. Tek istediğim bir cep telefonu ödünç almak. Eğer verirsen iyi olur, vermezsen de sorun değil. Bunu neden yapıyorsun?”

“Telefonun nereye gitti?” Jiang Yu Duo sordu.

“Evde bıraktım.” diye yanıtladı Cheng Ke.

“Ah,” alay eder bir tavırla söyledi Jiang Yu Duo, “neden evine gidip onu almıyorsun?”

Cheng Ke’nın cevabı “Taksi ücreti için param yok” oldu.

“Yüz yuan gitmen seni gitmen yere kadar götüremez mi?” Jiang Yu Duo soru sormaya devam etti.

“Hepsini harcadım.” Cheng Ke cevapladı.

Jiang Yu Duo sessiz kaldı.

“Yüz yuan” Cheng Ke parmağını kaldırdı “bin değil.”

“Üzerinde sadece lanet yüz yuan vardı ve hemen eve gitmedin mi?” Jiang Yu Duo aniden koltuktan fırladı ve Cheng Ke’nın önüne geçti. Kollarını Cheng Ke’nın arkasındaki duvara yasladı ve burnunun ucu neredeyse Cheng Ke’nın yüzüne değecek şekilde eğildi.

Cheng Ke, Jiang Yu Duo’yla arasına biraz mesafe koymak için arkasına yaslandı.

Sandalyenin arkası, Cheng Ke’nın daha fazla geri çekilmesini engelledi. Tek yapabildiği bakışlarını başka yöne çevirmek oldu, ardından bakışları Jiang Yu Duo’nun köprücük kemiğinden gömleğinin gizlediği bir yere kadar uzanan uzun yara izine düştü.

Kaşlarını çattı.

Jiang Yu Duo ona baktı ve sormaya devam etti. “Para olmadan, önce eve gitmek için bir taksi tutar ve sonra parayı şoföre veremez miydin?”

Cheng Ke ona bakmak için kafasını kaldırdı.

Son iki gün gerçekten bir rüya gibiydi. Kalacak bir yeri yoktu ve bir şekilde önündeki tuhaf adam gibi serseri birine bulaşmıştı.

 Bu noktada, Jiang Yu Duo’nun bir dizi sorusunu yanıtladıktan ve o bu kadar yaklaştıktan sonra, Cheng Ke rüya gibi bir histen uyanmaya başladı.

“Söyle!” Jiang Yu Duo kulağının yanında bağırdı. “Seni kim gönderdi?!”

Cheng Ke, bağırışları yüzünden kalbinin neredeyse göğsünden fırladığını düşündü. Eğer ağzı açık olsaydı, kalbi gerçekten dışarı fırlayabilirdi.

Hiç düşünmeden dirseğini kaldırdı ve Jiang Yu Duo’nun kaburgalarına vurdu.

Jiang Yu Duo acı yüzünden eğildiğinde, şiddetli bir şekilde Jiang Yu Duo’nun çenesine dirseğiyle vurdu.

“…Kahretsin.” Jiang Yu Duo bir eliyle çenesini diğer eliyle kaburgalarını tuttu. Birkaç adım geriledi ve koltuğa düştü.

Cheng Ke öne atıldı, Jiang Yu Duo’nun omuzlarını kanepeye çarptı ve dizini büküp Jiang Yu Duo’nun bacaklarının arasına yerleştirdi.

“Hareket etmeye çalışırsan sana bir tane geçiririm!” Cheng Ke, Jiang Yu Duo’yu işaret ederek söyledi.

“Üç saniye içinde beni bırak,” Jiang Yu Duo ona baktı, “ya da bu kapıdan dışarı adım atmayı düşünme.”

“Bir, iki, üç.” Cheng Ke saydı.

Jiang Yu Duo ona baktı, sonra Cheng Ke’nın dizinin durduğu kasıklarına baktı.

“Çekil yoksa sertleşeceğim.”

“Az önce ne dedin?” Cheng Ke şok olmuştu.

“Bir, iki, üç.” Ardından Jiang Yu Duo kendini öne doğru itti. [3]

[3] Kendini Cheng Ke’nın dizine sürtüyor yani…

“Lanet olası pislik!” Cheng Ke tutuşunu gevşetti ve birkaç adım geri sıçradı.

Jiang Yu Duo güldü ve oturdu, sakince bir sigara yaktı ve bir nefes çekti. “Söylemek istemiyorsan önemli değil. İstersen cep telefonumu kullanabilirsin.”

Cheng Ke ona baktı.

Jiang Yu Duo, “Bir dahaki sefere birini takip etmeye çalıştığınızda, biraz daha düşünün ve daha az belirgin bir şeyler bulmaya çalışın.” dedi. “Seni bir daha yakalarsam, bu kadar şanslı olmayacaksın.”

Cheng Ke, Jiang Yu Duo’nun ne demek istediğini bilmiyordu ve tek kelime anlamadı.

“Hala telefonu kullanmak istiyor musun?” Jiang Yu Duo telefonunu çıkardı ve sehpanın üzerine koymadan önce salladı.

Cheng Ke bu cümleyi anlamıştı ve kararlılıkla reddetti. “Hayır.”

“Bak,” Jiang Yu Duo’nun ağzı bir gülümsemeyle yukarı kıvrıldı. “telefonu kullanmak istediğini daha önce söyledin. Şimdi sana verdiğim halde ihtiyacın olmadığını söylüyorsun. Sadece 20 dakika oldu ve hikayene bile sadık kalamıyorsun.”

Cheng Ke tekrar şok olmuştu.

Üç saniye sonra telefonu sehpanın üzerinden aldı.

Jiang Yu Duo’nun telefonunda şifre yoktu ve WeChat uygulamasını bulmak kolaydı. Cheng Ke telefonunda şifre olmadığı gibi, WeChat’e de giriş yapılmamış olduğunu gördü. Rahat bir nefes aldı. Jiang Yu Duo’nun hesabına girmiş olsaydı, bu beyinsiz salağın onu bilgilerini çalmakla suçlayacağından hiç şüphesi yoktu.

Hesabın giriş doğrulamasında ses kilidi seçeneğine bastı.

‘Ses kilidini doğrulamanız gerekiyor. Lütfen düğmeyi basılı tutun ve aşağıdaki sayıları yüksek sesle okuyun.’

Cheng Ke, bu doğrulama yöntemi biraz garip görünse de bugün nezle ya da boğaz ağrısı olmadığına memnundu… Düğmeğe bastı ve boğazını temizledi. “Yedi-dört-bir-iki-dokuz-altı beş-sekiz.”

Jiang Yu Duo kıkırdadı.

WeChat’inde birkaç mesaj vardı ama Cheng Ke’nın bunlara tek tek bakacak zamanı yoktu. Hızlıca Liu Tian Cheng’in ismine tıkladı ve mesaj yazmaya zahmet etmeden sesli arama düğmesine bastı.

Ancak arama kapanana kadar Liu Tian Cheng telefona cevap vermedi.

Cheng Ke kaşlarını çattı ve Jiang Yu Duo’nun kanapede ona ilgiyle sırıttığını gördü. Baktığında rahatsız hissetti.

İtibarını umursadığından değildi ama bu kabul edilemezdi.

Xu Ding’in sohbetine tıkladı ve dün Xu Ding’in ona bir mesaj bırakmış olduğunu gördü.

[Oynamaya geliyor musun?]

Görünüşe göre Xu Ding dün evden kovulduğunu bilmiyordu. Muhtemelen genelde birlikte takılmadıkları için, Cheng Yi onu Cheng Ke’nın arkadaş listesinden ‘temizlemeyi’ unutmuştu.

“Neden doğrudan aramıyorsun?” Xu Ding sesli aramayı açtı.

“Seni Secret’ın önünde bekleyeceğim.” diye yanıtladı Cheng Ke. “Hemen gel.”

“…Şu an şehirde değilim.” diye yanıtladı Xu Ding. “Daha yeni ayrıldım, muhtemelen üç gün sonra döneceğim.”

“Peki.” Cheng Ke’nın, Xu Ding ile ne kadar yakın olduğu konusunda endişelenecek zamanı yoktu. “Roma Bahçeleri’ndeki boş evinde kalacağım. Yedek anahtarın var mı?”

Xu Ding şaşkınlıkla durakladı. “Evet, kapıcıda var. Ben onları ararım, sen gidip alabilirsin.”

“Teşekkürler.” Cheng Ke sesli aramayı kapattı, hesabından çıkış yaptı, tüm verileri sildi ve telefonu tekrar sehpanın üzerine koydu.

Xu Ding’in anahtarını alabileceği için şimdi daha rahatlamış hissediyordu, yani önümüzdeki birkaç gün boyunca sessizce kalacak bir yeri olduğu anlamına geliyordu. Banka kartını, telefonunu veya daha önce hiç düşünmesine gerek kalmadığı belirsiz geleceği gibi düşüneceği çok şey vardı.

“Şimdi gidebilir miyim?” Jiang Yu Duo’ya baktı.

“Böylece gidecek misin?” Jiang Yu Duo’nun ağzındaki sigarayla konuştu. “Seni bir kez kurtardım, telefonumu kullanmana izin verdim ve evimde dinlenmene izin verdim…”

Cheng Ke araya girdi, “Tek bilmek istediğim şey şimdi gidebilir miyim?”

“Git.” dedi Jiang Yu Duo. “Bunları senin için hatırlayacağım.”

“Zahmet etme.” Cheng Ke saatini bileğinden çıkardı ve Jiang Yu Duo’ya fırlattı. “Bunu bir süredir izliyordun, değil mi? Bu yeterli mi?”

Jiang Yu Duo ona baktı ve hiçbir şey söylemeden gülümsedi.

Cheng Ke kapıyı açtı ve dışarı çıktı.

Cheng Qing ve diğer iki adam hala oradaydı. Cheng Ke’nın dışarı çıktığını görür görmez Cheng Qing “San Ge?” diye bağırdı.

“Bırak gitsin.” Jiang Yu Duo evin içinden yanıtladı.

Cheng Qing kenara çekildi.

Jiang Yu Duo saati aldı ve inceledi. Yeni görünüyordu, muhtemelen çok uzun süredir takılmamıştı.

Cheng Ke saati ona doğru fırlatırken tereddüt bile etmemişti, sanki sahteymiş gibi…

Jiang Yu Duo gözlerini kıstı ve telefonunu açtı.

“Böyle gitmesine izin mi vereceğiz?” Cheng Qing içeri girerken söyledi.

“Ya ne yapalım?” dedi Jiang Yu Duo.

“…bu onun saati değil mi?” Cheng Qing yüzünü daha da yaklaştırdı, “Lanet olsun, bunu ondan mı çaldın?”

Jiang Yu Duo parmaklarını çıtlattı.

“Hayır,” diyerek durumun farkına vardı Cheng Qing, “bunu sana teşekkür olarak verdi!”

Jiang Yu Duo, saati ters çevirdiğinde Cheng Ke’nın yüzündeki iğrenme ve öfkeyi düşündü, “Onun gibi bir şey.” dedi.

“Harika.” dedi Cheng Qing.

“Birinin ona bakmasını ve gerçek olup olmadığını söylemesini isteyeceğim.” Jiang Yu Duo saati ona verdi.

“Ondan sonra?” Cheng Qing sordu.

“Sat.” Dedi Jiang Yu Duo.

“Tamam.” Cheng Qing saati aldı, arkasını döndü ve kapıdan çıktı.

Jiang Yu Duo kapıyı kapattı ve pencereye doğru yürüdü, perdelerin bir köşesini kaldırıp dışarı baktı. Dışarıda olağandışı bir şey yoktu. Mesai saatiydi ve etrafta sadece birkaç yaşlı kadın ve adam yürüyordu.

Bir kutu kedi maması aldı ve parmaklarıyla üzerine vurdu.

Yavru kedi evin bir yerinden fırladı. Dün ona sadece parmak ucu kadar yiyecek vermişti, kedi şimdiden kutu sesini tanıyordu ve yemeğe karşı bir tepki vermişti.

Yavru kedi kaşığı tutup mamayı yalarken Cheng Qing seslendi. “San Ge, bu adam gerçekten de rastgele bir serseri değil.”

“Evet.” Jiang Yu Duo onaylayarak mırıldandı.

“Bu saat bir Jaeger. Çift taraflı, rotasyonel bir şey falan.” Cheng Qing devam etti. “160.000 ila 170.000 arasında bir değerde satılıyormuş.”

“Tamam.” Jiang Yu Duo, yavru kedinin kulağıyla oynarken tekrar mırıldandı.

“Satacak mıyız?” Cheng Qing sordu. “Da Bing, [4] orijinal kutusu veya faturası olmadığı için yapabileceğinin en fazla on bin olduğunu söyledi.”

[4] Da () : ‘Büyük’ anlamına geliyor, Çince’de daha çok erkeklere hitap edilirken kullanılıyor.

“Onu geri getir.” dedi Jiang Yu Duo.

“Tabii ki. Kendin takabilirsin.” Cheng Qing onayladı. “Kesinlikle güzel duruyor.”

“Defol, kendim giymeyeceğim.” Jiang Yu Duo tembelce gerindi. “Yine gelecek.”


 *****


Önceki Bölüm  ― Sonraki Bölüm