Jiang Yu Duo kahvaltıdan sonra, zengin gibi davranan Sıska
Maymun’u yenmemiş bütün yiyecekleri eve götürmeye zorladı.
“Bütün bu yiyecekleri almak…” Sıska Maymun karşı çıktı “Dışarıda
biraz dolaşacaktım. San Ge neden sen…”
“Bana bakma. Diyetteyim.” Jiang Yu Duo ellerini salladı.
“Dilencilere, başıboş kedilere ve hatta farelere verebilirsin.”
“Peki.” Sıska Maymun iç çekti. “O zaman gitsem iyi olur, San
Ge.”
“Git hadi.” dedi Jiang Yu Duo.
Sıska Maymun yemeklerle birlikte oradan ayrıldı. Jiang Yu
Duo, insanlarla kavga eden çetenin durumuna bakmak için gidecekti. Birkaç adım
sonra telefonu çaldı.
Cheng Qing iyi bir adamdı, sınırlı bir zeka seviyesi vardı
ve her zaman büyük bir yeraltı çetesine hakim olma hayalini kuruyordu. Jiang Yu
Duo telefonunu çıkardı ve onu, kendisinin endişelenmesi gereken bir şey
kalmayacak kadar dövmek istiyordu.
“Şimdilik onu takip et, seni sonra ararım.” telefonu açar
açmaz dedi.
“…San Ge, bana emirler yağdırmaya cesaretin var demek.” Telefonun
diğer ucundaki ses Chen Qing’ e ait değildi.
Jiang Yu Duo telefonu yüzünden uzaklaştırdı. Arayan
kimliğindeki isim Zhang Daqi’ydi.
“Naber?” sordu.
“Bana rol yapma. Neler olduğunu nasıl bilmezsin?” Zhang Daqi
hattın diğer ucundan bağırarak söylemişti.
“Hafızamı kaybettim.” Jiang Yu Duo yanıtladı.
“Sana söylüyorum San Ge,” diye bağırmaya devam etti Zhang
Daqi, “lanet ördek yavrularını kontrol et ve onları bir daha alanımda görmeme
izin verme. Sırf sana biraz saygı gösteriyorum diye önemli biri olduğunu
düşünme!”
Jiang Yu Duo bağırarak karşılık verdi. “Daha kaç kere
söylemem gerekiyor. Saygını kendine sakla, buna ihtiyacım yok!”
“Seni pislik…” Zhang Daqi onu azarlamak üzereydi.
“Daqi Amca, barınızın bugünlerde oldukça iyi durumda
olduğunu duydum,” Jiang Yu Duo adamın küfür etmeye başladığı an keserek araya
girdi. “3000 yuanlık borcunu iki aydır ödemeye tenezzül bile etmedin. Hala bana
bağırmaya cesaretin var ha?”
“Lanet olası bu senin işin mi? Annem misin babam mısın?!
Yoksa kahrolası bir yetimhane mi işletiyorsun?!” dedi Zhang Daqi. “Sana
söylüyorum, yarın burada senin salaklardan birini daha görürsem, onları
döverim!”
“Tamam, yarın gitmelerine izin vermeyeceğim.” Jiang Yu Duo
bir sigara yaktı. “Kendim geleceğim.”
Zhang Daqi’nin cevap vermesine izin vermeden telefonu
kapattı.
--------------------------------
“Efendim, hesabınızı açtığınız bankaya gitmeli ve orada
kayıp olan kartınız için bir banka kartı başvurusunda bulunmalısınız.” Müdür
gülümseyerek Cheng Ke’ya bilgilendirme yaptı.
“Hesabı açtığım banka mı?” Cheng Ke yaklaşık beş saniye
kadar düşündü. “Ama hesabı nerede açtığımı hatırlamıyorum…”
Müdür, “Kart numaranızı kullanarak bunu kontrol edebiliriz.”
diye yanıtladı.
“Ama kart numarasını bilmiyorum.” Cheng Ke hayal kırıklığına
uğradı. “Buna bakmak için kimlik kartımı kullanamaz mısınız?”
“Korkarım ki hayır.” dedi müdür. “Ama kesinlikle bizde
açılmış bir hesap değil. Sık kullandığınız bir bankada deneyebilirsiniz.”
Cheng Ke bir şey söylemek istiyormuş gibi ağzını açtı ama
sonunda “Teşekkür ederim.” diye mırıldandı ve tek kelime etmeden bankadan
ayrıldı.
Müdür, Cheng Ke uzaklaşırken konuşmaya devam etti, “Ayrıca
mobil bankacılık uygulamanıza giriş yapmayı da deneyebilirsiniz.”
Sanki Cheng Ke’nın bir telefonu varmış gibi. Ancak telefonu
olsa bile mobil bankacılığı olmayacaktı.
Cheng Ke bankanın hemen dışındaki bir ağacın altında oturdu.
Yapılması basit olan bir şey, ona geldiğinde imkansız gibi görünüyordu.
Bir telefona ihtiyacı vardı. Ne aradığı veya nereye
gittiğinin bir önemi yoktu, en azından uyuyacak bir yere ihtiyacı vardı. Daha
sonra hesabını açan lanet şubeyi bulmak için evinin yakınındaki bankalara
gidebilir ve kimliğini kullanabilirdi. Ancak, şimdi bir taksi tutacak kadar
bile parası yoktu.
Cebini karıştırdı, sigara paketini ve çakmağı çıkardı.
Sigarayı çıkarırken, sigara paketine yapıştırılmış bir karton parçası yere
düştü.
Eline aldığında tükenmez kalem ile yazılmış kelimeleri
gördü.
Jiang Yu Duo.
‘Eğer bir şeye ihtiyacın olursa, bana gel.’
Cheng Ke ambalajın üzerindeki sayılara baktı.
Bunu o kadar uzun süre yaptı ki, etrafına bakmak için başını
kaldırırken ezberlemiş gibi hissetti.
Bu çağda, insanlar ankesörlü telefonun ne olduğunu
biliyorlar mıydı? Cep telefonu olmadığı için Cheng Ke bu numarayla ne
yapabileceğini bilmiyordu.
Bakışlarını çevresinde gezdirirken, birkaç adım ötedeki bir
ağaçtan gelen bir figür gözüne çarptı.
Cheng Ke daha yakından baktığında, bakışlarıyla karşılaştığı
bu garip adamın Jiang Yu Duo’nun dün geceki yavru kediyi çıkarmasına yardım
eden şoförden başkası olmadığını fark etti.
“Sen!” Cheng Ke adamı işaret ederek haykırdı.
Adam hızla, ‘Ben sadece yoldan geçen biriyim.’ der gibi
bakarak Cheng Ke’nın işaret ettiği yöne bakmak için arkasını döndü.
“Senden bahsediyorum.” dedi Cheng Ke adama doğru yürürken,
“Sen Jiang Yu Duo’nun şoförüsün, değil mi?”
“Onur muhafızı.” adam hemen düzelterek cevap verdi.
“…Ah, soldaki mi, sağdaki mi?” Cheng Ke sordu.
“H-hepsi.” adam kendini işaret etti. “Yukarı, aşağı, sol ve
sağ hepsi benim.”
“Ah,” Cheng Ke ona baktı ve bu adamın gerçekten de Jiang Yu
Duo kadar deli olduğuna emindi.
“Ödünç alabileceğim bir telefonun var mı?”
“Evet.” Onur muhafızı dostça bir tavırla telefonunu çıkardı
ve ona verdi. “Kimi arayacaksın?”
“Aramayacağım.” Cheng Ke telefonu aldı, “Bir süre WeChat’te [1]
hesabıma giriş yapacağım, bir arkadaşımla iletişime geçmem gerekiyor.”
[1] Çin’de kullanılan mesajlaşma uygulaması.
“Ah,” onur muhafızı yanıtladı, “ama telefonumda hiç internet
yok.”
“Ne?” Cheng Ke şaşkınlıkla ona baktı.
“Neden seni San Ge’ya götürmüyorum? Onun telefonunda internet
vardır.” Onur muhafızı elini salladı, “Gidelim.”
“Nereye?” Cheng Ke tedbirli davranıyordu.
“San Ge’ya,” dedi onur muhafızı, “bu gökdelenin hemen
arkasında yaşıyor. Günün bu saatinde buralarda bir yerlerde olmalı.”
“Gerek yok.” Cheng Ke yaşananlardan sonra cadde olmayan
hiçbir yere gitmeyi reddetti. Telefondaki arama tuşuna dokundu ve onur
muhafızının yaklaşık beş dakika önce San Ge’yı aradığını gördü. Cheng Ke tekrar
ara tuşuna bastı, “Onu arayacağım.”
“Tanrı aşkına, bu sefer ne var?” Jiang Yu Duo hattın diğer
ucundan yanıtladı.
“Merhaba,” diye yanıtladı Cheng Ke. “Jiang Yu Duo mu?”
“Sen kimsin?” Jiang Yu Duo’nun sesi aniden soğuk bir hale
geldi.
“Ben Cheng Ke.” Cheng Ke aniden çok tuhaf hissetti. “Ben
sadece…”
“Ve ben de lanet olası şoförüm.” [2] diye araya girdi
Jiang Yu Duo, “Cheng Qing nerede?”
[2] Cheng Ke’nın isminin seslendirilişi, Mandarin’de
‘yolcu’ kelimesi ile aynı. Yazılışları farklı ama adı ‘yolcu’ gibi duyulduğu
için Jiang Yu Duo gönderme yapıyor.
Cheng Ke konuşmaya nasıl devam edeceğini bilmeden kaşlarını
çattı ve telefonu onur muhafızına geri verdi. “Cheng Qing diye birini soruyor.”
“Bu benim.” Onur muhafızı başını salladı ve telefonu aldı.
“San Ge, ben buradayım, az önce konuşan Bay Jaeger’dı.”
Cheng Ke afalladı ve ona baktı.
“Sen…” Jiang Yu Duo dilini ısırdı. Eğer Cheng Qing önünde
duruyor olsaydı kıçına bir tekme atardı. Yavaşça nefes verdi ve sakince “Ona,
önünde Bay Jaeger diye seslenme.” demeye çalıştı.
Cheng Qing sessizce “Ama adının ne olduğunu bilmiyorum.”
dedi.
“Az önce adının lanet olasıca Cheng Ke olduğunu söylemedi
mi?” Jiang Yu Duo sonuna “Telefonu ona ver!” diye bağırdı.
“Merhaba” Cheng Ke tekrar yanıtladı.
“Soyadın Cheng, değil mi?” Jiang Yu Duo sordu.
“Evet, Cheng Ke. Keshou’daki gibi Ke veya titiz olmak.”
Cheng Ke yanıtladı.
“Neden beni aradın?” Jiang Yu Duo tekrar sordu.
“Ben… telefonunu ödünç almak istiyorum.” Biraz güçlükle dedi
Cheng Ke. “Onur muhafızın telefonunda internet olmadığını söylüyor.”
Jiang Yu Duo sessiz kaldı.
‘Telefonu ödünç almak mı?’
‘Bu ne tür aptalca bir bahane?’
‘Bu adam kesinlikle şüpheli’
Jiang Yu Duo dudaklarını yukarı kaldırdı, “Orada olacağım,
Cheng Qing seni yol ayrımına getirsin.”
“Bankanın girişine gelebilir misin?” Cheng Ke sordu.
“Hayır.” Bunu dedikten sonra Jiang Yu Duo telefonu kapattı.
Cheng Ke, Cheng Qing’i yol ayrımına doğru takip etti ve
kendini gülünç hissetti. Kavşakta beklerken, zaman geçtikçe daha belirsiz
hissediyordu.
Sadece birkaç arkadaşını aramak için bir telefon istiyordu
ve bunun nasıl oluyor da insanların sahte kimlik almak için bir araya gelmesi
gibi bir şüpheli duruma dönüştüğüne dair hiçbir fikri yoktu.
Nereden bakarsa baksın şüpheli bir durumdu.
Jiang Yu Duo ve iki kişi yandaki sokaktan çıktığında Cheng
Ke’nın kalbi sıkıştı. Gitmek için bir girişimde bulundu ama artık çok geçti.
Cheng Qing hemen onu engelledi ve Cheng Ke onu itemeden
Jiang Yu Duo’nun getirdiği iki adam onu her iki taraftan tuttu.
Cheng Ke o kadar şaşırdı ve şok oldu ki endişelenemedi bile.
Jiang Yu Duo’ya bakmak için döndü ve “Bunun anlamı ne?” diye sordu.
“Beni takip et.” Jiang Yu Duo ona baktı. “Kaçmaya çalışırsan
seni tam burada, sokakta bıçaklarım.”
“Devam et.” diye yanıtladı Cheng Ke.
Jiang Yu Duo ellerini ceplerinden çıkardı ve Cheng Ke, Jiang
Yu Duo’nun elinde bir bıçak olduğunu gördüğünde, bıçak çoktan kıyafetlerini
delmiş ve belinin sağ tarafını kesmişti.
Bıçağın ucu ceketini ve altındaki tişörtü deldi ve derisinin
üzerinde kaydı.
Jiang Yu Duo bıçağı çıkardığında, Cheng Ke o bölgeden gelen
acıyı açıkça hissedebiliyordu.
Dünkü kavga sırasında Jiang Yu Duo’nun solak olduğunu fark
etmemişti.
Cheng Ke, hayatı boyunca böyle bir şeyi hiç yaşamamıştı.
Arkadaşlarıyla sorun yaşarken bile, genellikle birlikte kavga ederlerdi ama
nadiren birebir bir kavga olurdu.
Tam önünde duran biri tarafından bıçaklanmak gerçek dışı
hissettiriyordu.
Ya Jiang Yu Duo ıskaladı ya da bu adam insanları hassas bir
şekilde bıçaklama konusunda inanılmaz derece iyiydi. Jiang Yu Duo’nun
gözlerindeki bakışı gördükten sonra, Cheng Ke ikincisinde eğildi.
“Hadi gel,” dedi Jiang Yu Duo tekrar, “beni kızdırma ve sana
bir şey yapmayayım.”
Cheng Ke sessiz kaldı, ceketindeki deliğe baktı ve az önce
çıktıkları ara sokağa doğru Jiang Yu Duo’yu takip etti.
Kısa bir sokaktı ve birkaç adım sonra eski binalardan oluşan
bir bloğun önüne çıktılar. Cheng Ke daha önce buralara içmeye gelmişti ama
gökdelenlerin arkasında bu kadar çok bina olduğunu bilmiyordu.
Binaların arasında yürürken Cheng Ke etrafına bakındı ve
binaların çoğunun kiraya verildiğini fark etti. Pencerelerinde afişler ve
ışıklar asılıydı: güzellik salonları, satranç ve kart salonları, sağlık
merkezleri…
Jiang Yu Duo başka bir sokağa girdi, Cheng Qing ve diğer iki
adam orada durdu.
“Gel.” Jiang Yu Duo döndü ve başını Cheng Ke’yı davet
edercesine eğdi.
Cheng Ke içeri girmeden önce iki tarafa da baktı.
Dürüst olmak gerekirse, burası biraz eski püskü görünse de
temiz ve düzenliydi. Birinin öldürülebileceği bir yer gibi görünmüyordu.
Jiang Yu Duo birinci kattaki bir kapıyı açtı.
Cheng Ke içeri baktı ve oldukça sıradan bir ev olduğunu
gördü. Süslü bir dekorasyonu yoktu; sadece beyaz bir koridor, karo kaplı bir
zemin ve birbirinden farklı mobilyalar vardı. Çok realistti.
Ama temiz görünüyordu ve Cheng Ke bir tutam çiçek kokusu
bile almıştı.
“Gir.” Jiang Yu Duo kapıyı açık bıraktı.
Cheng Ke içeri girdi ve odanın düzenini inceledi. İki odalı
bir daireydi ve odalardan birinin kapısı diğer taraftaki avluyu görebilmek için
açıktı.
“Fena değil.” diye haykırmaktan kendini alamadı. “Bu tarafta
bir avlu bile var.”
“Etrafa bakmak ister misin?” Jiang Yu Duo sordu.
“Tabii” Cheng Ke başıyla onayladı.
Jiang Yu Duo onu arkadaki avluya götürdü.
On metrekareden büyük olmayan küçük bir avluydu. Onu
çevreleyen duvarlar yüksekti ve avlunun diğer tarafını görünmüyordu. Bazı
bitkiler duvarı kaplamıştı ama kurumuşlardı ve biraz üzücü görünüyordu.
Cheng Ke çevreye bakınırken pantolonuna bir şey çarptı.
Fare!
Cheng Ke refleks olarak şaşkınlıkla sıçradı.
Cheng Ke hayvana basmak için sağ bacağını kaldırmadan önce,
Jiang Yu Duo ayağını tekmeledi ve havada durdurdu.
“Kedim,” Jiang Yu Duo, “üzerine basarsan ölürsün.”
Cheng Ke aşağı baktı ve avuç içi büyüklüğünde bir kedi
yavrusunun yanında merdivenlerden avluya doğru yürüdüğünü gördü.
Yavru kedi Cheng Ke’ya, Jiang Yu Duo ile arasında nasıl bir
ilişki olduğunu ve onu buraya getiren sebebi sihirli bir şekilde hatırlattı.
Birkaç saniye sonra belinin sağ tarafında bir sızı hissetti.
Bu şartlar altında nasıl burada durup Jiang Yu Duo ile evinin
avlusuna bakabiliyordu.
Jiang Yu Duo’nun kafasında da aynı düşüncelerin dönüp
dönmediğini bilmiyordu ama birkaç saniyelik sessizlikten sonra bacağını indirdi
ve eve girdi.
“Konuş.” Jiang Yu Duo oturma odasındaki koltuğa oturdu ve
kollarını koltuğa dayadı.
Cheng Ke odanın ortasında durdu ve Jiang Yu Duo’yu çevreleyen
‘San Ge’ atmosferini ilk elden deneyimledi.
“Ne söyleyeyim?” sordu Cheng Ke.
“Neden buradasın?” Jiang Yu Duo yanıtladı.
“Çöp toplamak için buradayım.” dedi Cheng Ke.
Jiang Yu Duo tek kelime etmedi ve ona bakmak için başını
kaldırdı.
“San Ge.” Cheng Ke konuşmayı kolaylaştırmak için bir
bacağını sandalyeye uzattı ve üzerine oturmak için sürükledi. Bunu bir saygı
ifadesi olarak söylemişti ve devam etti, “Dürüst olalım, burada olmak
istemiyorum. Beni buraya sürüklediğinde sadece oradan geçiyordum. Tek istediğim
bir cep telefonu ödünç almak. Eğer verirsen iyi olur, vermezsen de sorun değil.
Bunu neden yapıyorsun?”
“Telefonun nereye gitti?” Jiang Yu Duo sordu.
“Evde bıraktım.” diye yanıtladı Cheng Ke.
“Ah,” alay eder bir tavırla söyledi Jiang Yu Duo, “neden
evine gidip onu almıyorsun?”
Cheng Ke’nın cevabı “Taksi ücreti için param yok” oldu.
“Yüz yuan gitmen seni gitmen yere kadar götüremez mi?” Jiang
Yu Duo soru sormaya devam etti.
“Hepsini harcadım.” Cheng Ke cevapladı.
Jiang Yu Duo sessiz kaldı.
“Yüz yuan” Cheng Ke parmağını kaldırdı “bin değil.”
“Üzerinde sadece lanet yüz yuan vardı ve hemen eve gitmedin
mi?” Jiang Yu Duo aniden koltuktan fırladı ve Cheng Ke’nın önüne geçti.
Kollarını Cheng Ke’nın arkasındaki duvara yasladı ve burnunun ucu neredeyse Cheng
Ke’nın yüzüne değecek şekilde eğildi.
Cheng Ke, Jiang Yu Duo’yla arasına biraz mesafe koymak için
arkasına yaslandı.
Sandalyenin arkası, Cheng Ke’nın daha fazla geri çekilmesini
engelledi. Tek yapabildiği bakışlarını başka yöne çevirmek oldu, ardından
bakışları Jiang Yu Duo’nun köprücük kemiğinden gömleğinin gizlediği bir yere
kadar uzanan uzun yara izine düştü.
Kaşlarını çattı.
Jiang Yu Duo ona baktı ve sormaya devam etti. “Para olmadan,
önce eve gitmek için bir taksi tutar ve sonra parayı şoföre veremez miydin?”
Cheng Ke ona bakmak için kafasını kaldırdı.
Son iki gün gerçekten bir rüya gibiydi. Kalacak bir yeri
yoktu ve bir şekilde önündeki tuhaf adam gibi serseri birine bulaşmıştı.
Bu noktada, Jiang Yu
Duo’nun bir dizi sorusunu yanıtladıktan ve o bu kadar yaklaştıktan sonra, Cheng
Ke rüya gibi bir histen uyanmaya başladı.
“Söyle!” Jiang Yu Duo kulağının yanında bağırdı. “Seni kim
gönderdi?!”
Cheng Ke, bağırışları yüzünden kalbinin neredeyse göğsünden
fırladığını düşündü. Eğer ağzı açık olsaydı, kalbi gerçekten dışarı
fırlayabilirdi.
Hiç düşünmeden dirseğini kaldırdı ve Jiang Yu Duo’nun kaburgalarına
vurdu.
Jiang Yu Duo acı yüzünden eğildiğinde, şiddetli bir şekilde
Jiang Yu Duo’nun çenesine dirseğiyle vurdu.
“…Kahretsin.” Jiang Yu Duo bir eliyle çenesini diğer eliyle
kaburgalarını tuttu. Birkaç adım geriledi ve koltuğa düştü.
Cheng Ke öne atıldı, Jiang Yu Duo’nun omuzlarını kanepeye
çarptı ve dizini büküp Jiang Yu Duo’nun bacaklarının arasına yerleştirdi.
“Hareket etmeye çalışırsan sana bir tane geçiririm!” Cheng
Ke, Jiang Yu Duo’yu işaret ederek söyledi.
“Üç saniye içinde beni bırak,” Jiang Yu Duo ona baktı, “ya
da bu kapıdan dışarı adım atmayı düşünme.”
“Bir, iki, üç.” Cheng Ke saydı.
Jiang Yu Duo ona baktı, sonra Cheng Ke’nın dizinin durduğu
kasıklarına baktı.
“Çekil yoksa sertleşeceğim.”
“Az önce ne dedin?” Cheng Ke şok olmuştu.
“Bir, iki, üç.” Ardından Jiang Yu Duo kendini öne doğru
itti. [3]
[3] Kendini Cheng Ke’nın dizine sürtüyor yani…
“Lanet olası pislik!” Cheng Ke tutuşunu gevşetti ve birkaç
adım geri sıçradı.
Jiang Yu Duo güldü ve oturdu, sakince bir sigara yaktı ve
bir nefes çekti. “Söylemek istemiyorsan önemli değil. İstersen cep telefonumu
kullanabilirsin.”
Cheng Ke ona baktı.
Jiang Yu Duo, “Bir dahaki sefere birini takip etmeye
çalıştığınızda, biraz daha düşünün ve daha az belirgin bir şeyler bulmaya
çalışın.” dedi. “Seni bir daha yakalarsam, bu kadar şanslı olmayacaksın.”
Cheng Ke, Jiang Yu Duo’nun ne demek istediğini bilmiyordu ve
tek kelime anlamadı.
“Hala telefonu kullanmak istiyor musun?” Jiang Yu Duo
telefonunu çıkardı ve sehpanın üzerine koymadan önce salladı.
Cheng Ke bu cümleyi anlamıştı ve kararlılıkla reddetti.
“Hayır.”
“Bak,” Jiang Yu Duo’nun ağzı bir gülümsemeyle yukarı
kıvrıldı. “telefonu kullanmak istediğini daha önce söyledin. Şimdi sana
verdiğim halde ihtiyacın olmadığını söylüyorsun. Sadece 20 dakika oldu ve
hikayene bile sadık kalamıyorsun.”
Cheng Ke tekrar şok olmuştu.
Üç saniye sonra telefonu sehpanın üzerinden aldı.
Jiang Yu Duo’nun telefonunda şifre yoktu ve WeChat
uygulamasını bulmak kolaydı. Cheng Ke telefonunda şifre olmadığı gibi, WeChat’e
de giriş yapılmamış olduğunu gördü. Rahat bir nefes aldı. Jiang Yu Duo’nun
hesabına girmiş olsaydı, bu beyinsiz salağın onu bilgilerini çalmakla
suçlayacağından hiç şüphesi yoktu.
Hesabın giriş doğrulamasında ses kilidi seçeneğine bastı.
‘Ses kilidini doğrulamanız gerekiyor. Lütfen düğmeyi basılı tutun
ve aşağıdaki sayıları yüksek sesle okuyun.’
Cheng Ke, bu doğrulama yöntemi biraz garip görünse de bugün
nezle ya da boğaz ağrısı olmadığına memnundu… Düğmeğe bastı ve boğazını
temizledi. “Yedi-dört-bir-iki-dokuz-altı beş-sekiz.”
Jiang Yu Duo kıkırdadı.
WeChat’inde birkaç mesaj vardı ama Cheng Ke’nın bunlara tek
tek bakacak zamanı yoktu. Hızlıca Liu Tian Cheng’in ismine tıkladı ve mesaj
yazmaya zahmet etmeden sesli arama düğmesine bastı.
Ancak arama kapanana kadar Liu Tian Cheng telefona cevap
vermedi.
Cheng Ke kaşlarını çattı ve Jiang Yu Duo’nun kanapede ona
ilgiyle sırıttığını gördü. Baktığında rahatsız hissetti.
İtibarını umursadığından değildi ama bu kabul edilemezdi.
Xu Ding’in sohbetine tıkladı ve dün Xu Ding’in ona bir mesaj
bırakmış olduğunu gördü.
[Oynamaya geliyor musun?]
Görünüşe göre Xu Ding dün evden kovulduğunu bilmiyordu.
Muhtemelen genelde birlikte takılmadıkları için, Cheng Yi onu Cheng Ke’nın
arkadaş listesinden ‘temizlemeyi’ unutmuştu.
“Neden doğrudan aramıyorsun?” Xu Ding sesli aramayı açtı.
“Seni Secret’ın önünde bekleyeceğim.” diye yanıtladı Cheng
Ke. “Hemen gel.”
“…Şu an şehirde değilim.” diye yanıtladı Xu Ding. “Daha yeni
ayrıldım, muhtemelen üç gün sonra döneceğim.”
“Peki.” Cheng Ke’nın, Xu Ding ile ne kadar yakın olduğu
konusunda endişelenecek zamanı yoktu. “Roma Bahçeleri’ndeki boş evinde
kalacağım. Yedek anahtarın var mı?”
Xu Ding şaşkınlıkla durakladı. “Evet, kapıcıda var. Ben
onları ararım, sen gidip alabilirsin.”
“Teşekkürler.” Cheng Ke sesli aramayı kapattı, hesabından
çıkış yaptı, tüm verileri sildi ve telefonu tekrar sehpanın üzerine koydu.
Xu Ding’in anahtarını alabileceği için şimdi daha rahatlamış
hissediyordu, yani önümüzdeki birkaç gün boyunca sessizce kalacak bir yeri
olduğu anlamına geliyordu. Banka kartını, telefonunu veya daha önce hiç
düşünmesine gerek kalmadığı belirsiz geleceği gibi düşüneceği çok şey vardı.
“Şimdi gidebilir miyim?” Jiang Yu Duo’ya baktı.
“Böylece gidecek misin?” Jiang Yu Duo’nun ağzındaki
sigarayla konuştu. “Seni bir kez kurtardım, telefonumu kullanmana izin verdim
ve evimde dinlenmene izin verdim…”
Cheng Ke araya girdi, “Tek bilmek istediğim şey şimdi
gidebilir miyim?”
“Git.” dedi Jiang Yu Duo. “Bunları senin için
hatırlayacağım.”
“Zahmet etme.” Cheng Ke saatini bileğinden çıkardı ve Jiang
Yu Duo’ya fırlattı. “Bunu bir süredir izliyordun, değil mi? Bu yeterli mi?”
Jiang Yu Duo ona baktı ve hiçbir şey söylemeden gülümsedi.
Cheng Ke kapıyı açtı ve dışarı çıktı.
Cheng Qing ve diğer iki adam hala oradaydı. Cheng Ke’nın
dışarı çıktığını görür görmez Cheng Qing “San Ge?” diye bağırdı.
“Bırak gitsin.” Jiang Yu Duo evin içinden yanıtladı.
Cheng Qing kenara çekildi.
Jiang Yu Duo saati aldı ve inceledi. Yeni görünüyordu,
muhtemelen çok uzun süredir takılmamıştı.
Cheng Ke saati ona doğru fırlatırken tereddüt bile
etmemişti, sanki sahteymiş gibi…
Jiang Yu Duo gözlerini kıstı ve telefonunu açtı.
“Böyle gitmesine izin mi vereceğiz?” Cheng Qing içeri
girerken söyledi.
“Ya ne yapalım?” dedi Jiang Yu Duo.
“…bu onun saati değil mi?” Cheng Qing yüzünü daha da
yaklaştırdı, “Lanet olsun, bunu ondan mı çaldın?”
Jiang Yu Duo parmaklarını çıtlattı.
“Hayır,” diyerek durumun farkına vardı Cheng Qing, “bunu
sana teşekkür olarak verdi!”
Jiang Yu Duo, saati ters çevirdiğinde Cheng Ke’nın yüzündeki
iğrenme ve öfkeyi düşündü, “Onun gibi bir şey.” dedi.
“Harika.” dedi Cheng Qing.
“Birinin ona bakmasını ve gerçek olup olmadığını söylemesini
isteyeceğim.” Jiang Yu Duo saati ona verdi.
“Ondan sonra?” Cheng Qing sordu.
“Sat.” Dedi Jiang Yu Duo.
“Tamam.” Cheng Qing saati aldı, arkasını döndü ve kapıdan
çıktı.
Jiang Yu Duo kapıyı kapattı ve pencereye doğru yürüdü,
perdelerin bir köşesini kaldırıp dışarı baktı. Dışarıda olağandışı bir şey
yoktu. Mesai saatiydi ve etrafta sadece birkaç yaşlı kadın ve adam yürüyordu.
Bir kutu kedi maması aldı ve parmaklarıyla üzerine vurdu.
Yavru kedi evin bir yerinden fırladı. Dün ona sadece parmak
ucu kadar yiyecek vermişti, kedi şimdiden kutu sesini tanıyordu ve yemeğe karşı
bir tepki vermişti.
Yavru kedi kaşığı tutup mamayı yalarken Cheng Qing seslendi.
“San Ge, bu adam gerçekten de rastgele bir serseri değil.”
“Evet.” Jiang Yu Duo onaylayarak mırıldandı.
“Bu saat bir Jaeger. Çift taraflı, rotasyonel bir şey
falan.” Cheng Qing devam etti. “160.000 ila 170.000 arasında bir değerde
satılıyormuş.”
“Tamam.” Jiang Yu Duo, yavru kedinin kulağıyla oynarken
tekrar mırıldandı.
“Satacak mıyız?” Cheng Qing sordu. “Da Bing, [4]
orijinal kutusu veya faturası olmadığı için yapabileceğinin en fazla on bin
olduğunu söyledi.”
[4] Da (大) : ‘Büyük’ anlamına geliyor,
Çince’de daha çok erkeklere hitap edilirken kullanılıyor.
“Onu geri getir.” dedi Jiang Yu Duo.
“Tabii ki. Kendin takabilirsin.” Cheng Qing onayladı.
“Kesinlikle güzel duruyor.”
“Defol, kendim giymeyeceğim.” Jiang Yu Duo tembelce gerindi.
“Yine gelecek.”
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder