4 Ekim 2021 Pazartesi

ANTIDOTE - BÖLÜM 3:

 

Jiang Yu Duo kahvaltıdan sonra, zengin gibi davranan Sıska Maymun’u yenmemiş bütün yiyecekleri eve götürmeye zorladı.

“Bütün bu yiyecekleri almak…” Sıska Maymun karşı çıktı “Dışarıda biraz dolaşacaktım. San Ge neden sen…”

“Bana bakma. Diyetteyim.” Jiang Yu Duo ellerini salladı. “Dilencilere, başıboş kedilere ve hatta farelere verebilirsin.”

“Peki.” Sıska Maymun iç çekti. “O zaman gitsem iyi olur, San Ge.”

“Git hadi.” dedi Jiang Yu Duo.

Sıska Maymun yemeklerle birlikte oradan ayrıldı. Jiang Yu Duo, insanlarla kavga eden çetenin durumuna bakmak için gidecekti. Birkaç adım sonra telefonu çaldı.

Cheng Qing iyi bir adamdı, sınırlı bir zeka seviyesi vardı ve her zaman büyük bir yeraltı çetesine hakim olma hayalini kuruyordu. Jiang Yu Duo telefonunu çıkardı ve onu, kendisinin endişelenmesi gereken bir şey kalmayacak kadar dövmek istiyordu.

“Şimdilik onu takip et, seni sonra ararım.” telefonu açar açmaz dedi.

“…San Ge, bana emirler yağdırmaya cesaretin var demek.” Telefonun diğer ucundaki ses Chen Qing’ e ait değildi.

Jiang Yu Duo telefonu yüzünden uzaklaştırdı. Arayan kimliğindeki isim Zhang Daqi’ydi.

“Naber?” sordu.

“Bana rol yapma. Neler olduğunu nasıl bilmezsin?” Zhang Daqi hattın diğer ucundan bağırarak söylemişti.

“Hafızamı kaybettim.” Jiang Yu Duo yanıtladı.

“Sana söylüyorum San Ge,” diye bağırmaya devam etti Zhang Daqi, “lanet ördek yavrularını kontrol et ve onları bir daha alanımda görmeme izin verme. Sırf sana biraz saygı gösteriyorum diye önemli biri olduğunu düşünme!”

Jiang Yu Duo bağırarak karşılık verdi. “Daha kaç kere söylemem gerekiyor. Saygını kendine sakla, buna ihtiyacım yok!”

“Seni pislik…” Zhang Daqi onu azarlamak üzereydi.

“Daqi Amca, barınızın bugünlerde oldukça iyi durumda olduğunu duydum,” Jiang Yu Duo adamın küfür etmeye başladığı an keserek araya girdi. “3000 yuanlık borcunu iki aydır ödemeye tenezzül bile etmedin. Hala bana bağırmaya cesaretin var ha?”

“Lanet olası bu senin işin mi? Annem misin babam mısın?! Yoksa kahrolası bir yetimhane mi işletiyorsun?!” dedi Zhang Daqi. “Sana söylüyorum, yarın burada senin salaklardan birini daha görürsem, onları döverim!”

“Tamam, yarın gitmelerine izin vermeyeceğim.” Jiang Yu Duo bir sigara yaktı. “Kendim geleceğim.”

Zhang Daqi’nin cevap vermesine izin vermeden telefonu kapattı.

--------------------------------

“Efendim, hesabınızı açtığınız bankaya gitmeli ve orada kayıp olan kartınız için bir banka kartı başvurusunda bulunmalısınız.” Müdür gülümseyerek Cheng Ke’ya bilgilendirme yaptı.

“Hesabı açtığım banka mı?” Cheng Ke yaklaşık beş saniye kadar düşündü. “Ama hesabı nerede açtığımı hatırlamıyorum…”

Müdür, “Kart numaranızı kullanarak bunu kontrol edebiliriz.” diye yanıtladı.

“Ama kart numarasını bilmiyorum.” Cheng Ke hayal kırıklığına uğradı. “Buna bakmak için kimlik kartımı kullanamaz mısınız?”

“Korkarım ki hayır.” dedi müdür. “Ama kesinlikle bizde açılmış bir hesap değil. Sık kullandığınız bir bankada deneyebilirsiniz.”

Cheng Ke bir şey söylemek istiyormuş gibi ağzını açtı ama sonunda “Teşekkür ederim.” diye mırıldandı ve tek kelime etmeden bankadan ayrıldı.

Müdür, Cheng Ke uzaklaşırken konuşmaya devam etti, “Ayrıca mobil bankacılık uygulamanıza giriş yapmayı da deneyebilirsiniz.”

Sanki Cheng Ke’nın bir telefonu varmış gibi. Ancak telefonu olsa bile mobil bankacılığı olmayacaktı.

Cheng Ke bankanın hemen dışındaki bir ağacın altında oturdu. Yapılması basit olan bir şey, ona geldiğinde imkansız gibi görünüyordu.

Bir telefona ihtiyacı vardı. Ne aradığı veya nereye gittiğinin bir önemi yoktu, en azından uyuyacak bir yere ihtiyacı vardı. Daha sonra hesabını açan lanet şubeyi bulmak için evinin yakınındaki bankalara gidebilir ve kimliğini kullanabilirdi. Ancak, şimdi bir taksi tutacak kadar bile parası yoktu.

Cebini karıştırdı, sigara paketini ve çakmağı çıkardı. Sigarayı çıkarırken, sigara paketine yapıştırılmış bir karton parçası yere düştü.

Eline aldığında tükenmez kalem ile yazılmış kelimeleri gördü.

Jiang Yu Duo.

‘Eğer bir şeye ihtiyacın olursa, bana gel.’

Cheng Ke ambalajın üzerindeki sayılara baktı.

Bunu o kadar uzun süre yaptı ki, etrafına bakmak için başını kaldırırken ezberlemiş gibi hissetti.

Bu çağda, insanlar ankesörlü telefonun ne olduğunu biliyorlar mıydı? Cep telefonu olmadığı için Cheng Ke bu numarayla ne yapabileceğini bilmiyordu.

Bakışlarını çevresinde gezdirirken, birkaç adım ötedeki bir ağaçtan gelen bir figür gözüne çarptı.

Cheng Ke daha yakından baktığında, bakışlarıyla karşılaştığı bu garip adamın Jiang Yu Duo’nun dün geceki yavru kediyi çıkarmasına yardım eden şoförden başkası olmadığını fark etti.

“Sen!” Cheng Ke adamı işaret ederek haykırdı.

Adam hızla, ‘Ben sadece yoldan geçen biriyim.’ der gibi bakarak Cheng Ke’nın işaret ettiği yöne bakmak için arkasını döndü.

“Senden bahsediyorum.” dedi Cheng Ke adama doğru yürürken, “Sen Jiang Yu Duo’nun şoförüsün, değil mi?”

“Onur muhafızı.” adam hemen düzelterek cevap verdi.

“…Ah, soldaki mi, sağdaki mi?” Cheng Ke sordu.

“H-hepsi.” adam kendini işaret etti. “Yukarı, aşağı, sol ve sağ hepsi benim.”

“Ah,” Cheng Ke ona baktı ve bu adamın gerçekten de Jiang Yu Duo kadar deli olduğuna emindi.

“Ödünç alabileceğim bir telefonun var mı?”

“Evet.” Onur muhafızı dostça bir tavırla telefonunu çıkardı ve ona verdi. “Kimi arayacaksın?”

“Aramayacağım.” Cheng Ke telefonu aldı, “Bir süre WeChat’te [1] hesabıma giriş yapacağım, bir arkadaşımla iletişime geçmem gerekiyor.”

[1] Çin’de kullanılan mesajlaşma uygulaması.

“Ah,” onur muhafızı yanıtladı, “ama telefonumda hiç internet yok.”

“Ne?” Cheng Ke şaşkınlıkla ona baktı.

“Neden seni San Ge’ya götürmüyorum? Onun telefonunda internet vardır.” Onur muhafızı elini salladı, “Gidelim.”

“Nereye?” Cheng Ke tedbirli davranıyordu.

“San Ge’ya,” dedi onur muhafızı, “bu gökdelenin hemen arkasında yaşıyor. Günün bu saatinde buralarda bir yerlerde olmalı.”

“Gerek yok.” Cheng Ke yaşananlardan sonra cadde olmayan hiçbir yere gitmeyi reddetti. Telefondaki arama tuşuna dokundu ve onur muhafızının yaklaşık beş dakika önce San Ge’yı aradığını gördü. Cheng Ke tekrar ara tuşuna bastı, “Onu arayacağım.”

“Tanrı aşkına, bu sefer ne var?” Jiang Yu Duo hattın diğer ucundan yanıtladı.

“Merhaba,” diye yanıtladı Cheng Ke. “Jiang Yu Duo mu?”

“Sen kimsin?” Jiang Yu Duo’nun sesi aniden soğuk bir hale geldi.

“Ben Cheng Ke.” Cheng Ke aniden çok tuhaf hissetti. “Ben sadece…”

“Ve ben de lanet olası şoförüm.” [2] diye araya girdi Jiang Yu Duo, “Cheng Qing nerede?”

[2] Cheng Ke’nın isminin seslendirilişi, Mandarin’de ‘yolcu’ kelimesi ile aynı. Yazılışları farklı ama adı ‘yolcu’ gibi duyulduğu için Jiang Yu Duo gönderme yapıyor.

Cheng Ke konuşmaya nasıl devam edeceğini bilmeden kaşlarını çattı ve telefonu onur muhafızına geri verdi. “Cheng Qing diye birini soruyor.”

“Bu benim.” Onur muhafızı başını salladı ve telefonu aldı. “San Ge, ben buradayım, az önce konuşan Bay Jaeger’dı.”

Cheng Ke afalladı ve ona baktı.

“Sen…” Jiang Yu Duo dilini ısırdı. Eğer Cheng Qing önünde duruyor olsaydı kıçına bir tekme atardı. Yavaşça nefes verdi ve sakince “Ona, önünde Bay Jaeger diye seslenme.” demeye çalıştı.

Cheng Qing sessizce “Ama adının ne olduğunu bilmiyorum.” dedi.

“Az önce adının lanet olasıca Cheng Ke olduğunu söylemedi mi?” Jiang Yu Duo sonuna “Telefonu ona ver!” diye bağırdı.

“Merhaba” Cheng Ke tekrar yanıtladı.

“Soyadın Cheng, değil mi?” Jiang Yu Duo sordu.

“Evet, Cheng Ke. Keshou’daki gibi Ke veya titiz olmak.” Cheng Ke yanıtladı.

“Neden beni aradın?” Jiang Yu Duo tekrar sordu.

“Ben… telefonunu ödünç almak istiyorum.” Biraz güçlükle dedi Cheng Ke. “Onur muhafızın telefonunda internet olmadığını söylüyor.”

Jiang Yu Duo sessiz kaldı.

‘Telefonu ödünç almak mı?’

‘Bu ne tür aptalca bir bahane?’

‘Bu adam kesinlikle şüpheli’

Jiang Yu Duo dudaklarını yukarı kaldırdı, “Orada olacağım, Cheng Qing seni yol ayrımına getirsin.”

“Bankanın girişine gelebilir misin?” Cheng Ke sordu.

“Hayır.” Bunu dedikten sonra Jiang Yu Duo telefonu kapattı.

Cheng Ke, Cheng Qing’i yol ayrımına doğru takip etti ve kendini gülünç hissetti. Kavşakta beklerken, zaman geçtikçe daha belirsiz hissediyordu.

Sadece birkaç arkadaşını aramak için bir telefon istiyordu ve bunun nasıl oluyor da insanların sahte kimlik almak için bir araya gelmesi gibi bir şüpheli duruma dönüştüğüne dair hiçbir fikri yoktu.

Nereden bakarsa baksın şüpheli bir durumdu.

Jiang Yu Duo ve iki kişi yandaki sokaktan çıktığında Cheng Ke’nın kalbi sıkıştı. Gitmek için bir girişimde bulundu ama artık çok geçti.

Cheng Qing hemen onu engelledi ve Cheng Ke onu itemeden Jiang Yu Duo’nun getirdiği iki adam onu her iki taraftan tuttu.

Cheng Ke o kadar şaşırdı ve şok oldu ki endişelenemedi bile. Jiang Yu Duo’ya bakmak için döndü ve “Bunun anlamı ne?” diye sordu.

“Beni takip et.” Jiang Yu Duo ona baktı. “Kaçmaya çalışırsan seni tam burada, sokakta bıçaklarım.”

“Devam et.” diye yanıtladı Cheng Ke.

Jiang Yu Duo ellerini ceplerinden çıkardı ve Cheng Ke, Jiang Yu Duo’nun elinde bir bıçak olduğunu gördüğünde, bıçak çoktan kıyafetlerini delmiş ve belinin sağ tarafını kesmişti.

Bıçağın ucu ceketini ve altındaki tişörtü deldi ve derisinin üzerinde kaydı.

Jiang Yu Duo bıçağı çıkardığında, Cheng Ke o bölgeden gelen acıyı açıkça hissedebiliyordu.

Dünkü kavga sırasında Jiang Yu Duo’nun solak olduğunu fark etmemişti.

Cheng Ke, hayatı boyunca böyle bir şeyi hiç yaşamamıştı. Arkadaşlarıyla sorun yaşarken bile, genellikle birlikte kavga ederlerdi ama nadiren birebir bir kavga olurdu.

Tam önünde duran biri tarafından bıçaklanmak gerçek dışı hissettiriyordu.

Ya Jiang Yu Duo ıskaladı ya da bu adam insanları hassas bir şekilde bıçaklama konusunda inanılmaz derece iyiydi. Jiang Yu Duo’nun gözlerindeki bakışı gördükten sonra, Cheng Ke ikincisinde eğildi.

“Hadi gel,” dedi Jiang Yu Duo tekrar, “beni kızdırma ve sana bir şey yapmayayım.”

Cheng Ke sessiz kaldı, ceketindeki deliğe baktı ve az önce çıktıkları ara sokağa doğru Jiang Yu Duo’yu takip etti.

Kısa bir sokaktı ve birkaç adım sonra eski binalardan oluşan bir bloğun önüne çıktılar. Cheng Ke daha önce buralara içmeye gelmişti ama gökdelenlerin arkasında bu kadar çok bina olduğunu bilmiyordu.

Binaların arasında yürürken Cheng Ke etrafına bakındı ve binaların çoğunun kiraya verildiğini fark etti. Pencerelerinde afişler ve ışıklar asılıydı: güzellik salonları, satranç ve kart salonları, sağlık merkezleri…

Jiang Yu Duo başka bir sokağa girdi, Cheng Qing ve diğer iki adam orada durdu.

“Gel.” Jiang Yu Duo döndü ve başını Cheng Ke’yı davet edercesine eğdi.

Cheng Ke içeri girmeden önce iki tarafa da baktı.

Dürüst olmak gerekirse, burası biraz eski püskü görünse de temiz ve düzenliydi. Birinin öldürülebileceği bir yer gibi görünmüyordu.

Jiang Yu Duo birinci kattaki bir kapıyı açtı.

Cheng Ke içeri baktı ve oldukça sıradan bir ev olduğunu gördü. Süslü bir dekorasyonu yoktu; sadece beyaz bir koridor, karo kaplı bir zemin ve birbirinden farklı mobilyalar vardı. Çok realistti.

Ama temiz görünüyordu ve Cheng Ke bir tutam çiçek kokusu bile almıştı.

“Gir.” Jiang Yu Duo kapıyı açık bıraktı.

Cheng Ke içeri girdi ve odanın düzenini inceledi. İki odalı bir daireydi ve odalardan birinin kapısı diğer taraftaki avluyu görebilmek için açıktı.

“Fena değil.” diye haykırmaktan kendini alamadı. “Bu tarafta bir avlu bile var.”

“Etrafa bakmak ister misin?” Jiang Yu Duo sordu.

“Tabii” Cheng Ke başıyla onayladı.

Jiang Yu Duo onu arkadaki avluya götürdü.

On metrekareden büyük olmayan küçük bir avluydu. Onu çevreleyen duvarlar yüksekti ve avlunun diğer tarafını görünmüyordu. Bazı bitkiler duvarı kaplamıştı ama kurumuşlardı ve biraz üzücü görünüyordu.

Cheng Ke çevreye bakınırken pantolonuna bir şey çarptı.

Fare!

Cheng Ke refleks olarak şaşkınlıkla sıçradı.

Cheng Ke hayvana basmak için sağ bacağını kaldırmadan önce, Jiang Yu Duo ayağını tekmeledi ve havada durdurdu.

“Kedim,” Jiang Yu Duo, “üzerine basarsan ölürsün.”

Cheng Ke aşağı baktı ve avuç içi büyüklüğünde bir kedi yavrusunun yanında merdivenlerden avluya doğru yürüdüğünü gördü.

Yavru kedi Cheng Ke’ya, Jiang Yu Duo ile arasında nasıl bir ilişki olduğunu ve onu buraya getiren sebebi sihirli bir şekilde hatırlattı.

Birkaç saniye sonra belinin sağ tarafında bir sızı hissetti.

Bu şartlar altında nasıl burada durup Jiang Yu Duo ile evinin avlusuna bakabiliyordu.

Jiang Yu Duo’nun kafasında da aynı düşüncelerin dönüp dönmediğini bilmiyordu ama birkaç saniyelik sessizlikten sonra bacağını indirdi ve eve girdi.

“Konuş.” Jiang Yu Duo oturma odasındaki koltuğa oturdu ve kollarını koltuğa dayadı.

Cheng Ke odanın ortasında durdu ve Jiang Yu Duo’yu çevreleyen ‘San Ge’ atmosferini ilk elden deneyimledi.

“Ne söyleyeyim?” sordu Cheng Ke.

“Neden buradasın?” Jiang Yu Duo yanıtladı.

“Çöp toplamak için buradayım.” dedi Cheng Ke.

Jiang Yu Duo tek kelime etmedi ve ona bakmak için başını kaldırdı.

“San Ge.” Cheng Ke konuşmayı kolaylaştırmak için bir bacağını sandalyeye uzattı ve üzerine oturmak için sürükledi. Bunu bir saygı ifadesi olarak söylemişti ve devam etti, “Dürüst olalım, burada olmak istemiyorum. Beni buraya sürüklediğinde sadece oradan geçiyordum. Tek istediğim bir cep telefonu ödünç almak. Eğer verirsen iyi olur, vermezsen de sorun değil. Bunu neden yapıyorsun?”

“Telefonun nereye gitti?” Jiang Yu Duo sordu.

“Evde bıraktım.” diye yanıtladı Cheng Ke.

“Ah,” alay eder bir tavırla söyledi Jiang Yu Duo, “neden evine gidip onu almıyorsun?”

Cheng Ke’nın cevabı “Taksi ücreti için param yok” oldu.

“Yüz yuan gitmen seni gitmen yere kadar götüremez mi?” Jiang Yu Duo soru sormaya devam etti.

“Hepsini harcadım.” Cheng Ke cevapladı.

Jiang Yu Duo sessiz kaldı.

“Yüz yuan” Cheng Ke parmağını kaldırdı “bin değil.”

“Üzerinde sadece lanet yüz yuan vardı ve hemen eve gitmedin mi?” Jiang Yu Duo aniden koltuktan fırladı ve Cheng Ke’nın önüne geçti. Kollarını Cheng Ke’nın arkasındaki duvara yasladı ve burnunun ucu neredeyse Cheng Ke’nın yüzüne değecek şekilde eğildi.

Cheng Ke, Jiang Yu Duo’yla arasına biraz mesafe koymak için arkasına yaslandı.

Sandalyenin arkası, Cheng Ke’nın daha fazla geri çekilmesini engelledi. Tek yapabildiği bakışlarını başka yöne çevirmek oldu, ardından bakışları Jiang Yu Duo’nun köprücük kemiğinden gömleğinin gizlediği bir yere kadar uzanan uzun yara izine düştü.

Kaşlarını çattı.

Jiang Yu Duo ona baktı ve sormaya devam etti. “Para olmadan, önce eve gitmek için bir taksi tutar ve sonra parayı şoföre veremez miydin?”

Cheng Ke ona bakmak için kafasını kaldırdı.

Son iki gün gerçekten bir rüya gibiydi. Kalacak bir yeri yoktu ve bir şekilde önündeki tuhaf adam gibi serseri birine bulaşmıştı.

 Bu noktada, Jiang Yu Duo’nun bir dizi sorusunu yanıtladıktan ve o bu kadar yaklaştıktan sonra, Cheng Ke rüya gibi bir histen uyanmaya başladı.

“Söyle!” Jiang Yu Duo kulağının yanında bağırdı. “Seni kim gönderdi?!”

Cheng Ke, bağırışları yüzünden kalbinin neredeyse göğsünden fırladığını düşündü. Eğer ağzı açık olsaydı, kalbi gerçekten dışarı fırlayabilirdi.

Hiç düşünmeden dirseğini kaldırdı ve Jiang Yu Duo’nun kaburgalarına vurdu.

Jiang Yu Duo acı yüzünden eğildiğinde, şiddetli bir şekilde Jiang Yu Duo’nun çenesine dirseğiyle vurdu.

“…Kahretsin.” Jiang Yu Duo bir eliyle çenesini diğer eliyle kaburgalarını tuttu. Birkaç adım geriledi ve koltuğa düştü.

Cheng Ke öne atıldı, Jiang Yu Duo’nun omuzlarını kanepeye çarptı ve dizini büküp Jiang Yu Duo’nun bacaklarının arasına yerleştirdi.

“Hareket etmeye çalışırsan sana bir tane geçiririm!” Cheng Ke, Jiang Yu Duo’yu işaret ederek söyledi.

“Üç saniye içinde beni bırak,” Jiang Yu Duo ona baktı, “ya da bu kapıdan dışarı adım atmayı düşünme.”

“Bir, iki, üç.” Cheng Ke saydı.

Jiang Yu Duo ona baktı, sonra Cheng Ke’nın dizinin durduğu kasıklarına baktı.

“Çekil yoksa sertleşeceğim.”

“Az önce ne dedin?” Cheng Ke şok olmuştu.

“Bir, iki, üç.” Ardından Jiang Yu Duo kendini öne doğru itti. [3]

[3] Kendini Cheng Ke’nın dizine sürtüyor yani…

“Lanet olası pislik!” Cheng Ke tutuşunu gevşetti ve birkaç adım geri sıçradı.

Jiang Yu Duo güldü ve oturdu, sakince bir sigara yaktı ve bir nefes çekti. “Söylemek istemiyorsan önemli değil. İstersen cep telefonumu kullanabilirsin.”

Cheng Ke ona baktı.

Jiang Yu Duo, “Bir dahaki sefere birini takip etmeye çalıştığınızda, biraz daha düşünün ve daha az belirgin bir şeyler bulmaya çalışın.” dedi. “Seni bir daha yakalarsam, bu kadar şanslı olmayacaksın.”

Cheng Ke, Jiang Yu Duo’nun ne demek istediğini bilmiyordu ve tek kelime anlamadı.

“Hala telefonu kullanmak istiyor musun?” Jiang Yu Duo telefonunu çıkardı ve sehpanın üzerine koymadan önce salladı.

Cheng Ke bu cümleyi anlamıştı ve kararlılıkla reddetti. “Hayır.”

“Bak,” Jiang Yu Duo’nun ağzı bir gülümsemeyle yukarı kıvrıldı. “telefonu kullanmak istediğini daha önce söyledin. Şimdi sana verdiğim halde ihtiyacın olmadığını söylüyorsun. Sadece 20 dakika oldu ve hikayene bile sadık kalamıyorsun.”

Cheng Ke tekrar şok olmuştu.

Üç saniye sonra telefonu sehpanın üzerinden aldı.

Jiang Yu Duo’nun telefonunda şifre yoktu ve WeChat uygulamasını bulmak kolaydı. Cheng Ke telefonunda şifre olmadığı gibi, WeChat’e de giriş yapılmamış olduğunu gördü. Rahat bir nefes aldı. Jiang Yu Duo’nun hesabına girmiş olsaydı, bu beyinsiz salağın onu bilgilerini çalmakla suçlayacağından hiç şüphesi yoktu.

Hesabın giriş doğrulamasında ses kilidi seçeneğine bastı.

‘Ses kilidini doğrulamanız gerekiyor. Lütfen düğmeyi basılı tutun ve aşağıdaki sayıları yüksek sesle okuyun.’

Cheng Ke, bu doğrulama yöntemi biraz garip görünse de bugün nezle ya da boğaz ağrısı olmadığına memnundu… Düğmeğe bastı ve boğazını temizledi. “Yedi-dört-bir-iki-dokuz-altı beş-sekiz.”

Jiang Yu Duo kıkırdadı.

WeChat’inde birkaç mesaj vardı ama Cheng Ke’nın bunlara tek tek bakacak zamanı yoktu. Hızlıca Liu Tian Cheng’in ismine tıkladı ve mesaj yazmaya zahmet etmeden sesli arama düğmesine bastı.

Ancak arama kapanana kadar Liu Tian Cheng telefona cevap vermedi.

Cheng Ke kaşlarını çattı ve Jiang Yu Duo’nun kanapede ona ilgiyle sırıttığını gördü. Baktığında rahatsız hissetti.

İtibarını umursadığından değildi ama bu kabul edilemezdi.

Xu Ding’in sohbetine tıkladı ve dün Xu Ding’in ona bir mesaj bırakmış olduğunu gördü.

[Oynamaya geliyor musun?]

Görünüşe göre Xu Ding dün evden kovulduğunu bilmiyordu. Muhtemelen genelde birlikte takılmadıkları için, Cheng Yi onu Cheng Ke’nın arkadaş listesinden ‘temizlemeyi’ unutmuştu.

“Neden doğrudan aramıyorsun?” Xu Ding sesli aramayı açtı.

“Seni Secret’ın önünde bekleyeceğim.” diye yanıtladı Cheng Ke. “Hemen gel.”

“…Şu an şehirde değilim.” diye yanıtladı Xu Ding. “Daha yeni ayrıldım, muhtemelen üç gün sonra döneceğim.”

“Peki.” Cheng Ke’nın, Xu Ding ile ne kadar yakın olduğu konusunda endişelenecek zamanı yoktu. “Roma Bahçeleri’ndeki boş evinde kalacağım. Yedek anahtarın var mı?”

Xu Ding şaşkınlıkla durakladı. “Evet, kapıcıda var. Ben onları ararım, sen gidip alabilirsin.”

“Teşekkürler.” Cheng Ke sesli aramayı kapattı, hesabından çıkış yaptı, tüm verileri sildi ve telefonu tekrar sehpanın üzerine koydu.

Xu Ding’in anahtarını alabileceği için şimdi daha rahatlamış hissediyordu, yani önümüzdeki birkaç gün boyunca sessizce kalacak bir yeri olduğu anlamına geliyordu. Banka kartını, telefonunu veya daha önce hiç düşünmesine gerek kalmadığı belirsiz geleceği gibi düşüneceği çok şey vardı.

“Şimdi gidebilir miyim?” Jiang Yu Duo’ya baktı.

“Böylece gidecek misin?” Jiang Yu Duo’nun ağzındaki sigarayla konuştu. “Seni bir kez kurtardım, telefonumu kullanmana izin verdim ve evimde dinlenmene izin verdim…”

Cheng Ke araya girdi, “Tek bilmek istediğim şey şimdi gidebilir miyim?”

“Git.” dedi Jiang Yu Duo. “Bunları senin için hatırlayacağım.”

“Zahmet etme.” Cheng Ke saatini bileğinden çıkardı ve Jiang Yu Duo’ya fırlattı. “Bunu bir süredir izliyordun, değil mi? Bu yeterli mi?”

Jiang Yu Duo ona baktı ve hiçbir şey söylemeden gülümsedi.

Cheng Ke kapıyı açtı ve dışarı çıktı.

Cheng Qing ve diğer iki adam hala oradaydı. Cheng Ke’nın dışarı çıktığını görür görmez Cheng Qing “San Ge?” diye bağırdı.

“Bırak gitsin.” Jiang Yu Duo evin içinden yanıtladı.

Cheng Qing kenara çekildi.

Jiang Yu Duo saati aldı ve inceledi. Yeni görünüyordu, muhtemelen çok uzun süredir takılmamıştı.

Cheng Ke saati ona doğru fırlatırken tereddüt bile etmemişti, sanki sahteymiş gibi…

Jiang Yu Duo gözlerini kıstı ve telefonunu açtı.

“Böyle gitmesine izin mi vereceğiz?” Cheng Qing içeri girerken söyledi.

“Ya ne yapalım?” dedi Jiang Yu Duo.

“…bu onun saati değil mi?” Cheng Qing yüzünü daha da yaklaştırdı, “Lanet olsun, bunu ondan mı çaldın?”

Jiang Yu Duo parmaklarını çıtlattı.

“Hayır,” diyerek durumun farkına vardı Cheng Qing, “bunu sana teşekkür olarak verdi!”

Jiang Yu Duo, saati ters çevirdiğinde Cheng Ke’nın yüzündeki iğrenme ve öfkeyi düşündü, “Onun gibi bir şey.” dedi.

“Harika.” dedi Cheng Qing.

“Birinin ona bakmasını ve gerçek olup olmadığını söylemesini isteyeceğim.” Jiang Yu Duo saati ona verdi.

“Ondan sonra?” Cheng Qing sordu.

“Sat.” Dedi Jiang Yu Duo.

“Tamam.” Cheng Qing saati aldı, arkasını döndü ve kapıdan çıktı.

Jiang Yu Duo kapıyı kapattı ve pencereye doğru yürüdü, perdelerin bir köşesini kaldırıp dışarı baktı. Dışarıda olağandışı bir şey yoktu. Mesai saatiydi ve etrafta sadece birkaç yaşlı kadın ve adam yürüyordu.

Bir kutu kedi maması aldı ve parmaklarıyla üzerine vurdu.

Yavru kedi evin bir yerinden fırladı. Dün ona sadece parmak ucu kadar yiyecek vermişti, kedi şimdiden kutu sesini tanıyordu ve yemeğe karşı bir tepki vermişti.

Yavru kedi kaşığı tutup mamayı yalarken Cheng Qing seslendi. “San Ge, bu adam gerçekten de rastgele bir serseri değil.”

“Evet.” Jiang Yu Duo onaylayarak mırıldandı.

“Bu saat bir Jaeger. Çift taraflı, rotasyonel bir şey falan.” Cheng Qing devam etti. “160.000 ila 170.000 arasında bir değerde satılıyormuş.”

“Tamam.” Jiang Yu Duo, yavru kedinin kulağıyla oynarken tekrar mırıldandı.

“Satacak mıyız?” Cheng Qing sordu. “Da Bing, [4] orijinal kutusu veya faturası olmadığı için yapabileceğinin en fazla on bin olduğunu söyledi.”

[4] Da () : ‘Büyük’ anlamına geliyor, Çince’de daha çok erkeklere hitap edilirken kullanılıyor.

“Onu geri getir.” dedi Jiang Yu Duo.

“Tabii ki. Kendin takabilirsin.” Cheng Qing onayladı. “Kesinlikle güzel duruyor.”

“Defol, kendim giymeyeceğim.” Jiang Yu Duo tembelce gerindi. “Yine gelecek.”


 *****


Önceki Bölüm  ― Sonraki Bölüm 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder