14 Eylül 2021 Salı

SOCIAL OUTCAST - BÖLÜM 22:

 Andrew uzun bir süre dondu, Fang Zhaomu onun ciddiye düşündüğünü hissetti. 


Fang Zhaomu'nun etrafındaki kollarını sanki o hazinesiymiş gibi sıkılaştırdı. Bir süre sonra "Işıkları açmalısın." dedi. 


"Açmayacağım." Fang Zhaomu üşengeççe dedi. "Eğer istiyorsan kendin aç." 


Fang Zhaomu, Andrew'in omuzlarına bastırdı ve Andrew'in üstüne çıkarak pozisyonunu değiştirdi. Eli aşağıya kaydı ama daha hiçbir şeye dokunamadan Andrew tarafından yakalandı.

(Ç/N: Aşkım sana ne oldu niye bu kadar azdın😿) 


"Neden bu kadar utangaçsın?" Fang Zhaomu, Andrew elini yakaladığında bile utanmamıştı. "Senin için buraya kadar geldim ama sen beni itiyorsun hep. İstemiyor musun?" 


"Fang Zhaomu." Andrew birden ona tüm adıyla seslendi. 


Fang Zhaomu birden bire huzursuz hissetti. Ne olduğunu anlamadı ama sonra düşünmeye zamanı da olmadı. 


Seslendikten sonra Andrew devam etmedi. İkisi bir süre durakladılar sonra Fang Zhaomu, Andrew'in omuzlarına sarılıp onu yeniden öpmeye başladı. 


Fang Zhaomu, Andrew'in dudağını ısırırken vücuduna yayılarak oturdu. O kadar sıcaktı ki kaldıramadı ve Andrew'in tişörtünü de çıkarmadan önce kendi bluzunu çıkardı. 


Andrew ağır nefeslerini afrodizağı gibi Fang Zhaomu'nun kulağına verdi. Başka şeyler hakkında düşünecek daha fazla zihinsel kapasiteye sahip değildi ve tüm vücudu onun için çığlık atıyordu. 


Bu sefer Fang Zhaomu, Andrew'in sertleşmiş yerine dokunduğunda Andrew onu durdurmadı. Fang Zhaomu, Andrew'in kemerini çözerken, kumaşa dayalı kemer tokası aşırı ses çıkartarak Fang Zhaomu'nun kalbinin titremesine ve vücudunun beklenti içince karıncalanmasına neden oldu. 


Andrew'in eli Fang Zhaomu'nun belindeydi ve yavaşça sıkılaştı. Fang Zhaomu kemeri çözüp, kollarını Andrew'in boynuna doladı. "Tüm ismimi söylemeye iznin yok." 


Andrew sonra yumuşacık bir şekilde seslendi, "Xiaomu." 


Fang Zhaomu, Andrew'in iç çamaşırını çekip bir elini etrafına sardı. Sert ve sıcak et avucuna değdiğinde; Fang Zhaomu, Andrew tarafından kaldırıldı ve yatağa bastırıldı. 


Andrew, Fang Zhaomu'yu yatağa iterek oradan devam etti. Andrew'in elleri büyüktü, baş parmağı göbek deliğinin yanındaydı ve parmakları Fang Zhaomu'nun belinin etrafındaydı. Çok güçlüydü, sertçe ama dikkatlice; boynundan, göğsü, göbeği ve kalçalarına kadar Fang Zhaomu'yu okşadı.


Fang Zhaomu aklına hakim olma yetisini çoktan kaybetmişti ve Andrew'in istediğini yapmasına izin verdi. 


Son anda Andrew birden durdu. 


"Ne oldu?" Fang Zhaomu nefesi biraz sakinleştikten sonra sordu.


Andrew bir şey demedi. Sadece Fang Zhaomu'yu bıraktı ve oturdu.


Fang Zhaomu şaşkındı ve yatakta uzanmaya devam etti. Andrew ile sessiz oldu ve çılgınca atan kalbi sakinleşti. 


"Xiaomu, bunun hakkında emin misin?" Andrew birden sordu. 


Fang Zhaomu, Andrew'in ne demek istediğini anlamadı. Sormadan önce duraksadı, "Ne hakkında ciddi?" 


"Seks mi?" Fang Zhaomu bunun hakkında düşündü ve Andrew'in cevabı için beklemedi. "Yapmak istemiyor musun?" 


"Hayır, ondan değil." Andrew karanlıkta yokladı ve Fang Zhaomu'nun bluzunu buldu. Fang Zhaomu'nun elini çekerek, oturmasına yardım etti ve bluzunu giydirdi. 


Andrew, Fang Zhaomu'nun bluzunu düzelttikten sonra elini saçını okşamak için kaldırdı. 3-5 saniyeden sonra, ayrılmadan önce uzanıp Fang Zhaomu'nun yanağını öptü. 


"Işıkları açacağım." Andrew dedi. 


Song Yuanxun ışıkları açtı. 


Otelin ışıkları loştu. Fang Zhaomu refleks olarak gözünü kapattı ve geri açtığında, Song Yuanxun, Fang Zhaomu'nun yüzünün solduğunu gördü. 


Fang Zhaomu'nun ifadesinde çok bir değişim yoktu. Sadece bir gülümseme eksikti ve sıcaklığı soğuğa dönmüştü. 


Direkt tepki vermedi, sadece Song Yuanxun'un yüzüne sakince baktı ve onu uzun bir süre duygusuzca izledi. Dudağı birkaç kere oynadı ve Song Yuanxun onun söylemek istediği bir şey olduğunu hissetti ama Fang Zhaomu hiç sesli bir şekilde demedi. 

(Ç/N: küfür ediyordur içinden Jahsksha) 


Song Yuanxun, Fang Zhaomu'nun yanında otururken sakin ama endişeli bir şekilde onun kararını bekliyordu. 


Fang Zhaomu aniden kalktı. Sağdaki banyoya baktı, yürüdü ve kapıyı arkasından örttü. Ancak, kapı tamamen kapanmamıştı. 


Çok olmadan, Song Yuanxun, Fang Zhaomu'nun içeriden öğürmesini duydu.


Sabahki uçuşta Song Yuanxun aklında birsürü Fang Zhaomu'nun verebileceği tepkileri düşünmüştü. 


En kötü senaryoyu çoktan bulduğunu düşündü ama yine de bu kadar korkunç değildi. 


Bir süre sonra, Fang Zhaomu kapıya yürüdü ve tamamen kapattı. Suyun sesi belli belirsiz geliyordu, Fang Zhaomu duş alıyordu. 


Çok uzun süre duş aldı, Song Yuanxun'a bakarken geçirdiği zamandan bile uzun. 


Fang Zhaomu saat 6'da çıktı ve kıyafetleri düzgündü. Kapıyı açtığında, içerideki nemli hava dışarıya çıktı. Fang Zhaomu'nun dudakları çok kırmızıydı. Ağlamış gibi gözükmüyordu ve belli ki gözlerinin kırmızı olmasının nedeni kusmasıydı. 


Song Yuanxun, Fang Zhaomu'yu izliyordu ama Fang Zhaomu ona bakmadı. Fang Zhaomu, tutkularını paylaşırken yere atılmış olan paltosunu aldı ve sıkıca düğmelerini bağlayarak  giydi. 


Fang Zhaomu "İlk ben gidiyorum." deyip kafasını eğdi ve bir şey sormadı. 


Bu sefer, ondan hiçbir şey anlaşılmıyordu. 


Song Yuanxun, Fang Zhaomu'ya baktı. Fang Zhaomu'nun görünen cildi yıkamasıyla kırmızı olmuştu ve parmakları çizilmiş gibiydi. 


"Bilet aldın mı?" Song Yuanxun sordu. 


"Yolda alacağım." 


"Xiaomu—" Song Yuanxun tam ismini söyleyecekken Fang Zhaomu sözünü kesti. 


"— Beni tüm adımla çağırmalısın." Fang Zhaomu, Song Yuanxun'a bir kelime bile söylemek istemiyor gibiydi. Ayakkabılarını giydi ve hızlıca kapıya yürüdü. 


Kapının yanında bırakılmış bavulu aldı ve Andrew ile birlikte Seattle'da cidden birkaç gün geçirmeye hazırlanmış gibiydi. Gelmeden önce, bavulunu toplarken 3 saat harcadı ama Seattle'da 3 saat bile geçirmeden geri dönüyordu. 


Song Yuanxun yardım edemedi ama koşup Fang Zhaomu'yu çekti. Fang Zhaomu titredi ve Song Yuanxun'u itti. Bavulun tutma yerini sıkıca kavramıştı ve Song Yuanxun, Fang Zhaomu'nun elinin titrediğini fark etti. 


Fang Zhaomu'nun tüm vücudu titriyordu.


Song Yuanxun, Fang Zhaomu'nun bu şekilde tek başına geri dönemeyeceğini düşündü. Uzanıp Fang Zhaomu'nun bileğine parmaklarını doladı. "Ben seni gönderirim." 


"Gerek yok, bırak" Fang Zhaomu, Song Yuanxun'u birkaç kez itmeyi denedi ama başarısız oldu ve o yüzden kafasını kaldırdı. 


Fang Zhaomu'nun gözleri sonunda yaşlarla doluydu ve sesi çok boğuktu. Görünüşe göre artık duygularını baskılamak baskılayamıyordu ve baskılamak da istemiyordu artık. 


Song Yuanxun bırakmadı. Fang Zhaomu gözünden ayrılmamalıydı. Ona bir şey olacağından endişeliydi. 


"Beni yalnız bırak." Fang Zhaomu duvara yaslandı ve çırpınmaktan vazgeçti, yumuşakça Song Yuanxun'a yalvarıyordu. 


Tekrar etti. "Beni yalnız bırak." 


Gözyaşları Song Yuanxun'un eline düştü ve kaydı. 


Song Yuanxun daha önce insanları ağlarlarken görmüştü. O kadar yıl yaşayınca, nasıl ağlayan insan görmesin ki? 

(Ç/N: aha başladı bunun edebiyatı) 


Ancak, Song Yuanxun insanlar neden ağlar bilmiyordu. Ağlamanın en gereksiz şey olduğunu düşünürdü. Eğer bir sorun varsa, çözümlerini düşünebilirlerdi. Ağlamak zayıf ve güçsüzdü, gereksiz ve boş. 


Ama meğersem değilmiş. 


Fang Zhaomu ağladı çünkü üzgündü, çünkü pişmandı. 


Arkadaş olmanın binlerce metotlarından, Song Yuanxun en kötüsünü kullanmıştı; Fang Zhaomu ile arkadaş olmak isteyen binlerce kişiden, Song Yuanxun en kötüsüydü. 


Az önce, Fang Zhaomu, Song Yuanxun'un ışığı açmak sanki onları sonsuza ayıracakmış gibi davrandığını söylemişti. Song Yuanxun sonsuza kadar ayrılmanın bile bundan daha iyi olacağını hissetti. 


Ölümden dönmenin yolu yoktu ve kim o durumla karşılaşsa sadece kabul edebilirdi. 


Ancak ışıklar açılmadan, Song Yuanxun hala kendi aleminde yaşıyordu, hala hayal etmeye devam edebilir. 


Fang Zhaomu'nun gözyaşları ve direnişi çığın ardından düşen kayalar gibiydi. Song Yuanxun'un tüm şansını ve gerçekçi olmayan umutlarını dümdüz ettikten sonra Fang Zhaomu gidecekti. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder