27 Ağustos 2021 Cuma

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 78: ÖNCEKİ HİSLER SONSUZA DEK YİTTİ


Tianlang-Jun’un bedeni çoktan iflas etmişti zaten. Zhuzhi-Lang, Yüce Usta Wu Chen başı kanamakta olan Wu Wang’i desteklerken taş duvara çakılmıştı. Mobei-Jun Shang Qinghua’yı kendine çekiyor, Yue Qingyuan da Shen Qingqiu’nun yanında duruyordu.

Xin Mo kılıcının karşısında doğrudan yalnızca Luo Binghe duruyordu. Başı önüne eğilmiş, sakin sakin kol yenlerini düzeltiyordu.

Shen Qingqiu yumuşak bir sesle, “Luo Binghe, buraya gel.” dedi.

Luo Binghe başını bir kez olumsuz anlamda sallamıştı. Yalnız bir kez fakat fazlasıyla kararlıydı.

Shen Qingqiu hayal kırıklığı içerisinde, “Beni yine kandırdın.” dedi.

Luo Binghe’nın hareketleri durakladı, ona dönerek, “Shizun, size Tianlang-Jun’la mücadele etmende yardım edeceğimi söyledim, onu şu anda görebileceğin şekilde öldürebilirim de, nasıl bana sizi kandırdığımı söyleyebilirsiniz?” diye sordu.

Tianlang-Jun kahkaha attı. “Düşmanını kendi kazancın için kullanmak- bu gerçekten iyi hamle. Pek faydalı olamayacağım kadar kötü durumdayım, o nedenle o yine kendi kendine yapmak zorunda.”

 “Düşmanını kendi kazancın için kullanmak” dediğinde Shen Qingqiu’nun yüreğindeki tedirginlik gittikçe artmıştı.

Luo Binghe Xin Mo kılıcını Tianlang-Jun’a kasten mi vermişti? Sonuçta, Tianlang-Jun Xin Mo kılıcını aldığında Çiy Çiçek Tanesi’nden yapılma bedeni daha da hızlı çürüyecekti. Luo Binghe ona kılıcı verdiyse bile önemli bir tehdit olmayacaktı.

Muhtemelen kafası öyle bir karışmıştı ki düşündüğü her şey yüzüne yansıyordu. Luo Binghe incinmişti: “Shizun, ne düşünüyorsunuz? Xin Mo kılıcını benden çalmış olsa da kılıç beni ustası olarak saymayı sürdürecek elbette, hepsi bu. Artık benim en kötü hâlim yerine en iyi hâlime inanacağınızı söylemiştiniz. Niçin yine bana canıgönülden güvenmiyorsunuz?”

Shen Qingqiu sakin sakin, “Sana bundan önce birçok kez güvendim. Şu birkaç saniye öncesine değin de ben sana her zaman güvenmiştim.” dedi.

Luo Binghe, “Öyle mi dersiniz?” dedi.

Çarpık bir tebessüm takındı. “Fakat ben artık Shizun’a güvenemiyorum.”

Gülümsemesi aşırı tuhaftı. Shen Qingqiu onun aklî dengesinde bir sorun olduğunu fark etmiş, ifadesini ve ses tınısını sakin bir hâle getirmişti. “Sorun nedir?”

Nazikliği bir nebze daha artış göstermişti fakat Luo Binghe aniden gülümsemeyi kesmişti.

Kalbi kırılmış ve mahvolmuş görünüyordu. “Shizun, daha önce söylemiştim. Gerçekten de en mutlu olduğunuz zaman onların yanında olduğunuz zamanlar.”

Başta Shen Qingqiu “onlar” derken kimleri dediğini anlayamamıştı. Luo Binghe sakin sakin Xin Mo kılıcının olduğu duvarın önünde ağır ağır volta atıp duruyordu.  

Kendisiyle dalga geçercesine güldü. “Shizun’a her seferinde gelmesi için yalvardığımda bir kez bile kabul etmediniz. Ettiyseniz bile sizi zorlayabileceğim kadar zorladığım için ettiniz yalnızca. Mecburî etmiştiniz, hiçbir zaman etmek için istekte bulunmadınız. Fakat onlar sizden kalmanızı istediğinde bir gıdım tereddüt yaşamıyorsunuz.”

Shen Qingqiu’ya baktı. “Shizun, çok sık gülmezsiniz siz. Sizi gülerken görmeyi seviyorum. Fakat yalnızca onlarlayken güldüğünüzü hatırladığımda, ben…”

 “… çok ama çok inciniyorum.” dedi.

Shen Qingqiu sonunda anlayabilmişti. “Onlar”dan kastı Cang Qiong Dağı’ydı.

Bambu evindeki o gün Liu Qingge pencereyi ansızın incelemek için açtığında gerçekten de onca zaman dışarıda bekleyen Luo Binghe’yı fark etmişti. Liu Qingge, Luo Binghe’nın çaresiz hiddetiyle birlikte yaymakta olduğu öldürme niyetinin izlerini fark etmişti.





Gitmemişti. Onun yerine bambu evinin dışından Shen Qingqiu’nun sesinin de içinde bulunduğu tüm o hoş goygoy yapılmaları ve kahkaları işitmiş ve bunu aklında tutmuştu.

Shen qingqiu, “Bu yüzden mi kızgınsın?” diye sordu.

 “Kızgın mı?” Luo Binghe hırçın bir şekilde iki kelimeyi tükürürcesine söyleyiverdi: “Nefret ediyorum!”

 “Kendimden nefret ediyorum!”

Adımlarını vahşice hızlandırdı, elleri arkasında kenetlenmişti.

 “İşe yaramaz olduğum için kendimden nefret ediyorum. Kimseyi yanımda tutamadığım için kendimden nefret ediyorum. Hiç kimse… beni seçmek istemedi.”

Mağaradaki diğer insanlar düşüncesizce harekete geçemezlerdi. Şu anda Luo Binghe Xin Mo kılıcının desteğini sağlamaktaydı ve kimse onun aniden patlamasına neden olmak istemiyordu. Fakat Yue Qingyuan, “Bunu yaparak onu taraf seçmeye zorlamıyor musun?” diye sordu.

Luo Binghe adımlamayı bırakıp başını olumsuz anlamda salladı. “Taraf seçmeye mi? Hayır. Bu öyle bir şey değil.”

 “Shizun seçecek olsa beni seçmeyeceğini biliyorum zaten. Bir seçenek olmadıkça problem de olmayacaktır.”

Luo Binghe’nın ölmüş gibi solgun yüzünde hafif bir kızarıklık belirmişti, tuhaf bir coşkuyla doluydu. “Yani, bu sefer, dersimi aldım. Cang Qiong Dağı olmazsa her şey yoluna girmeyecek mi? Böylece Shizun yalnızca bana sahip olacak.”

Yüce Usta Wu Chen bunu dinlemeye artık katlanamıyordu. Eli ilahi Buda adına gitgide birbirlerine kenetleniyordu. “Yardımsever Luo, aklî dengenizi yitirmişsiniz.”

Luo Binghe hâlâ yüksek sesle kahkaha atıyordu. Yüce Usta Wu Chen, “Seçim şansı yoksa, kuşkusuz, sizden vazgeçme olasılığı da yoktur. Nasıl olur da Tepe Lordu Shen’in sizin için yaptığı şeyleri görmezden gelebilirsiniz?” diye devam etti.

Luo Binghe kibar bir şekilde, “Shizun, Qing Jing Tepesi yok olursa, sizin için yenisini yapabilirim. Bana içerleseniz de benden nefret etseniz de sorun değil. Daha fazla mantıksız isteklerde bulunmayacağım. Memnun olmazsanız bana vurabilir hatta beni kesip biçebilirsiniz bile. Her hâlükârda ölmeyeceğim. Beni… beni bırakmadığınız takdirde iyi olacağım.” dedi.

İçtenlikle, “Gerçekten, bu elimde kalan tek umut.” dedi.

Luo Binghe’nın bulanık bilinci ve qi ayrılması görünümüne bakarken Shen Qingqiu’nun ağzının tadı kaçmıştı, hiçbir şey diyemedi.

Luo Binghe’nın gözleri buğulandı, göz bebeğini çevreleyen kan kırmızısı daire arada sırada genişleyip küçülüyordu. Gülümsemesi çarpılıyor, gerçekten de aklını ve akılcılığını tamamıyla yitirmiş birisine benziyordu. Shen Qingqiu Luo Binghe’nın mı kılıcı yoksa kılıcın mı Luo Binghe’yı kontrol ettiğini anlayamıyordu.

Zhuzhi-Lang, “Cang Qiong Dağı bir yana, Usta Shen’in bu dünyada önemsediği binlerce şey var. Ancak onların hepsini yok ettiğinde mi mutlu olacaksın?” dedi.

Luo Binghe gülümsedi. “Evet? İyi olmaz mıydı?!”

Başını yana eğip aniden dönerek acımsızca, “Kapatın şunun çenesini!” dedi.

Mobei-Jun bunu işittiğinde bir süre düşünüp sonrasında Zhuzhi-Lang’ın yüzüne yumruğu geçirdi.

Tianlang-Jun gözlerinde acımanın ışıltılarıyla Luo Binghe’ya baktı. İç çekti. “… Xin Mo kılıcı çoktan zihnini çürütmüş. Aklını yitirmişsin.”

Bu Luo Binghe’nın babasıyla tanıştığı zamandan beri bir nebze onu andıran bir ifadeyi takındığı tek zaman olmuştu. Fakat Luo Binghe bundan tamamıyla bi’haberdi, başını sallayarak hafifçe gülümsemişti. “Haklısın. Aklımı yitirdim.”

Shen Qingqiu onun aklını yitirdiğini mutlak surette kabullendiğini işittiğinde yüreği boğucu bir acıyla çarptı. 

Aheste aheste, “Binghe, önce bir o kılıcı bırak. Ondan biraz uzakta dur.” dedi.

Luo Binghe’yı nazik cümlelerle kandırırken elini gizlice bol kol yeninin altında gizlenen Xiu Ya kılıcının kabzasının üzerine yerleştirdi. Luo Bünghe kahkaha attı. “Nafile. Shizun, böyle olmak zorunda değilsiniz. Siz bana ne kadar iyiyseniz ben de o kadar korkutucu oluyorum.”

Konuşurken sağ eliyle çok hafifçe kaldırma işareti yaptı. Anında Xin Mo kılıcını çevreleyen mor enerji oldukça artış gösterdi. Zhuzhi-Lang ağız dolusu kan tükürdü. Yumruk onu yalnızca bir süreliğine susturabilmişti; sakin bir şekilde, “Acınası.” dedi.

 “Acınası mı?” Luo Binghe, “Haklısın, acınasıyım. Shizun bana yalnız acısa bile önemli değil. Shizun, bir kez bile olsun benim yanımda olamaz mısın?” diye mırıldandı.

Gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı.

Luo Binghe dişlerini sıktı, gözleri al aldı. “Shizun, beni yalnızca tekrar tekrar bırakıyorsunuz.”

 “Her seferinde, her seferinde, herhangi birisi, herhangi bir şey! Beni bırakmak için her şey gerekçeye dönüşebiliyor ve bazen gerekçeye bile nedeniniz olmuyor! Her seferinde şimdiki gibi oluyor!”

Aniden Shang Qinghua düşerek yere yapıştı. Shen Qingqiu da refleks olarak kendini taştan duvara yaslamıştı.

Bütün bir zemin şiddetli bir şekilde sarsılıyordu. Maigu Tepesi’nin düşme hızı daha da artmıştı!

Yue Qingyuan usul usul, “Kıdemsiz, aklını yitirmiş. Nasıl başa çıkmayı düşünüyorsun?” dedi.

Luo Binghe soğuk bir şekilde kıkırdayarak iki adım geriye gidip aniden Xin Mo kılıcının kabzasını kavradı. Yer daha bile fazla güçlü sarsılmaya başlamıştı, mağaranın girişinden bakacak olursanız şöyle bir göz gezdirdiğinizde çeşitli uzunluklarda sayısız dağ tepesini görebilirdiniz. Shen Qingqiu Xiu Ya’yı çekmek üzereydi ki aniden arkasından göz kamaştıran beyaz bir ışık patlayıverdi. Yue Qingyuan kılıcını çekmiş, uğuldayan kılıç fırlayarak kar beyazıyla mor-siyah enerjinin dolu olduğu havayı delip geçmişti.

Xuan Su kınından çıkmıştı!

Mobei-Jun Yue Qingyuan’ın kılıcının Luo Binghe’yı hedef aldığını görüp saldırıyı karşılamak için bir adım öne çıkmıştı. Xuan Su’nun ruhanî enerjisi hızla yükselerek Mobei-Jun’un yalnızca dokunmasına bile fırsat vermeksizin onu doğrudan dışarıya fırlatıverdi.

Anlaşılan o ki Mobei-Jun da bir gün birisi tarafından fırlatılabileceğini hiç beklemiyordu. Tabiri caizse göz açıp kapayıncaya kadar Maigu Tepesi’nden düşüvermişti. Shang Qinghua ödü kopmuş gibi görünerek bir kılıcı kavrayıp atılarak yanından geçti. Shen Qingqiu aceleyle onu tutup, “Ne yapıyorsun?!” dedi.

Shang Qinghua, “S*k*y*m, o uçamıyor!” diye bağırıp o da atlayıverdi.

Shen Qingqiu uçan kılıcın şiddetli hava akımıyla geçtiği delikten aşağıya baktı. Tam o esnada kılıca binmekte olan Shang Qinghua’nın buzdan yüzeye çarpmalarına üç metre kala Mobei-Jun’u yakaladığını görmüştü. Yere yapışıp ölmediğinden emin olduktan sonra Shen Qingqiu’nun rahatlamayla soluklanacak vakti bile olmamıştı ki aniden arkasına bakarak Luo Binghe’yla Yue Qingyuan’ın şimdiden savaşmaya başladıklarını fark etmişti.

Elbette Luo Binghe’nın patlayıcı enerjisi dehşet vericiydi fakat Shen Qingqiu Xuan Su’nun kabzasından çıktıktan sonra gücünün daha da korkunç olacağını tahmin edememişti. Luo Binghe’nınkiyle aynı çılgınlık seviyesindeydi. Shen Qingqiu hissedebiliyordu, havadaki kontrol edilemeyen ruhanî ve şeytanî enerjinin yaptığı basınç kulaklarından boğazına değin uğultu yapıyordu. Mağaranın er ya da geç yıkılacağını fark ettiğinden kayalığın duvarına tırmanarak Xin Mo’yu elleriyle kavradı. Zorlamayla birlikte onu duvardan çekip çıkarmıştı!

Çekmiş olsa bile Maigu Tepesi’nin düşme hızı hâlâ yavaşlamıyordu. Luo Binghe bunu fark ettiğinde kılıcı alıp uzaklaştırmak istemişti ama Yue Qingyuan ona nasıl bu şansı versindi ki? Xuan Su kılıcı görünür bir şekilde havayı yararak göz kamaştırıcılığıyla dikkat çekerken muazzam bir kısıtlayıcılığa sahip karmaşık bir efsunla görünür bir mağara yaratarak Luo Binghe’yı içine hapsetti.

Yue Qingyuan Shen Qingqiu’nun çoktan Xin Mo’yu aldığını fark edince kısık sesle, “Git!” dedi.

Böyle bir durumda nasıl gidebilirdi ki? Shen Qingqiu anında olumsuz anlamda başını salladı, Xin Mo’yu tam ona fırlatacaktı ki ayaklarının altının aniden boşaldığını hissetti.

Hayır, ondan dolayı değildi, yer yok olmuştu. Mağara tamamıyla çökmüştü!

Maigu Tepesi’nin ikinci katına.

Shen Qingqiu enkaz yığınından Yue Qingyuan’ı kazarak çıkarttı. “Sekt Lideri? Kıdemli? Kıdemli Zhangmen!”

Yue Qingyuan’ın yüzü hafifçe solmuştu, dudaklarının kenarından kan damlıyordu. Yutkunmuştu, anlaşılan ağız dolusu sıcak kanı yutmuştu.

Gözlerini açarak Shen Qingqiu’nun üzerinde bakışlarını gezdirdi. “…diğerleri nerede?”      

Maigu Tepesi’nin iç yapısı eşek arılarının kovanının düzensizliğine sahipti, bir mağara diğerine açılıyordu. Shen Qingqiu çevresine baktı. “Yüce Usta Wu Chen’i, Tianlang-Jun’u ya da diğerlerini görmüyorum. Enkaz altında kalmış ya da taşlar çökerken başka bir mağaraya düşmüş olabilirler.” Arkasına baktı. “Kıdemli, ne zaman yaralandınız?”

Yue Qingyuan cevap vermedi. “Xin Mo kılıcı hâlâ sende mi?” diye sordu.

Shen Qingqiu kılıcı gösterdi. “Bende. Ama Maigu Tepesi düşmeye devam ediyor, yani birleşme henüz tamamlanmamış olmalı. Kıdemli, kılıcı etkisiz hâle getirip yok etmelisiniz.”

Yardımıyla Yue Qingyuan yavaşça doğruldu. “…sen ne yapacaksın peki?”

Elbette ki geri dönüp Luo Binghe’yı bulacaktı.

Shen Qingqiu yanıtlamaktan sakınmıştı. “Kıdemli, yaranız normal değil. Tam olarak ne oldu?”

Yue Qingyuan soruyu geçiştirerek, “İlk yapmak istememiştim. Fakat ben… nihayetinde kolayca atılgan birisiyim.” dedi.

Shen Qingqiu sözlerinin tuhaf olduğunu hissetmişti fakat dikkatlice düşünecek zamanı yoktu. Onu destekleyerek yürümeye devam etti. “Kıdemli, yürüyebiliyor musunuz? Aşağıya inip kılıcı yok edin ve yaralarınızla ilgilenmesi için Kıdemsiz Mu’yu bulun. Luo Binghe’yı bana bırakın.”

Yue Qingyuan Shen Qingqiu’nun yardımıyla zar zor ayakta duruyordu. Taze kan yere damladı. Shen Qingqiu onun iyi olduğunu düşünüp bıraktığında Yue Qingyuan kısa bir süre durmasının ardından bıraktığı gibi ansızın yığılıvermişti.

Shen Qingqiu’nun korkudan rengi atmıştı. Apar topar tekrardan onu destekledi. “Kıdemli Zhangmen? Kıdemli Zhangmen?” Bir anlığına nabzını hissettiğinde onun gibi birisi bile, şifadan çok az anlayan birisi olarak, Yue Qingyuan’ın şu anki durumunun berbat olduğunu söyleyebilirdi!

Yue Qingyuan kendinden geçmiş gibi görünüyordu, Shen Qingqiu’nun dediklerini duymuyor gibiydi. “Oysaki… Jinlan Şehri’ndeki o iki seferde ve Luo Binghe tepeyi kuşattığında genele bakacak olursak kendimi kontrol etmiştim… Gel gör ki geriye bakıp düşündüğüm her seferinde yalnızca… daha da atılgan olmuştum.” diye mırıldandı.

Uyku bastırmış ifadesini fark ettiğinde Shen Qingqiu Yue Qingyuan’ın burunla dudak arasındaki kısmı sertçe cimcikleyerek onu kendine getirmek istiyordu ama aynı zamanda böylesine kaba bir şey yapmaya da cüret edemiyordu, o nedenle yalnızca Yue Qingyuan’ın kulağının dibinde yüksek sesle konuşarak kendinden geçmesine izin vermedi. “Kıdemli, uyan! Yaptığın şeyler doğruydu!”

Yue Qingyuan gözlerini kapatarak başını olumsuz anlamda salladı. Soluklandıktan sonra Shen Qingqiu’nun kalbini korkuyla zıplatacak şekilde birkaç kez gürültülü öksürdü.

Öksürürken kan durmaksızın dışarıya süzülüyordu. Zar zor, “Xuan Su’yu… geri koymama yardım et.” dedi.

Shen Qingqiu kenara düşmüş beyaz Xuan Su’ya hızlıca bir bakış atıp kavramıştı. Ancak o zaman Yue Qingyuan’ın yüzü biraz daha iyi olmuş, en güçlükle soluklanışını gerçekleştirmişti.

Xuan Su’yu kaldıran Shen Qingqiu’nun eline boş gözlerle bakıyordu. Kılıcı almamış, onun yerine, “Burada ölürsem… lütfen, Xuan Su’yu Wan Jian Tepesi’ne geri götürerek bana yardım et.” dedi.

Shen Qingqiu sarsılmıştı. “Ne diyorsun sen?”

Ölmek mi? Yue Qingyuan’ın yaralanması yüksek ihtimalle ölebileceği kadar ciddi miydi gerçekten de?!

Yue Qingyuan, “Xuan Su’nun gücü aşırı derece fazla fakat hiçbir zaman düşmanla savaşmak için onu çekmedim. Nedenini tahmin edebiliyor olmalısın.” dedi.

Shen Qingqiu başını olumlu anlamda salladı. Yalnız o değil, birçok kişi öncesinden tahmin etmişti.

Yue Qingyuan, “Xuan Su benim hayatım. Demek istediğimi anladın mı?” dedi.

Kesinlikle hayır. Fakat Shen Qingqiu bunun kılıcını hayatından çok sevdiğini ifade etmek için yapılan bir edebiyat olmadığını bilmiyordu.

Yue Qingyuan’ın demeye çalıştığı şey daha önce kimseye dillendirilmemiş bir sırdı.

Yue Qingyuan gerçekten de, “Xuan Su’yu her çekişim hayatımı kısaltıyor.” dedi.

Bunu söylediği anda Shen Qingqiu’nun elindeki Xuan Su binlerce kilo daha ağırlaşmıştı sanki.

Elbette Xuan Su hiç kınından çıkmazdı.

Elbette gerçekten kılıcını çekmesi gerekmedikçe çekmeye kalkışmazdı.

Shen Qingqiu sarsılmıştı: “Kıdemli, sen… daha önceden qi ayrılması mı yaşadın?”

Ruhanî eneriyi doldurmak için hayatını kullanarak kılıçla hayatını bağlıyordu. Efsun yaparken büyük bir kaza yaşayarak qi ayrılması yaşamadıkça Yue Qingyuan niçin böylesine kötücül yolda efsun yapsındı ki?!

Yue Qingyuan, “Qiong Ding Tepesi’ne on beş yaşımda girmiştim. Ulaşmam gereken hedeflerim vardı ve başarı için sabırsız birisiydim. Kişinin Kılıca Bağlanma Yolunda başarısız olup bu hâle geldim. İstediğimden tamamıyla tezat şekilde ömrümü büyük kederlerle ve vicdan azabıyla geçirdim.” dedi.

Konuşurken yüzünün rengi biraz kendine gelmişti ki öksürdüğü gibi aniden yine soluvermişti. Shen Qingqiu aniden araya girdi. “Daha fazla konuşma. Konuşacak zaman değil. Seni önce Kıdemsiz Mu’ya götürmeme izin ver.”

İkisi güçlükle birkaç adım ilerleyebilmişti. Yue Qingyuan ansızın hafifçe, “…Özür dilerim.” dedi.

Shen Qingqiu niçin özür dilediğini anlamamıştı. Yue Qingyuan’ın ondan özür dilemesi için hiçbir neden yoktu. Aksine, özür dileyen kişi o olmalıydı; bunca zaman ona ağırbaşlı ve kibar davranırken bunca sebep olduğu sıkıntıya rağmen ona hiçbir şey demiyor, Yue Qingyuan’ın onun arkasını toplarken baş ağrısı çekmesine mecbur ediyordu.

Fakat Yue Qingyuan’ın sonraki söylediği şey onu tamamıyla afallatmıştı.

Yue Qingyuan’ın sesi titriyordu. “…gerçekten. Özür dilerim.”

 “Elbette ki daha erken dönebilirdim, elbette ki hemencecik geri dönüp seni almak istemiştim… ama onun yerine her şeyi mahvettim. Haksız değilsin. Ne de olsa, ben çok atılgan birisiyim…”

 “Sonrasında Shizun tüm bedenimi ve ruhanî meridyenlerimi bıraktı, ben de yıllarca ruh mağaralarına kapatıldım. Her şey altüst olmuştu, en baştan başlamam gerekmişti.”

 “Bağırdım, çağırdım ama nafileydi. Bütün bir yıl karanlık inde beni delirmeye bıraktılar. Kimse niçin yalvardığımı dinlemeye yeltenmedi, kimse beni çıkarmaya yeltenmedi…”

 “Tüm enerjimle çabamı kullandım ama döndüğümde Qiu hanesi yok edileli günler olmuştu bile…”

Zihninin derinliklerinde bir şeylerin çatırdama sesi geldi.

Anında Yue Qingyuan’ın geçmişteki tüm o fazla ilgisi ve içten içe koruması dönen bir fener gibi zihnini çevreleyerek beraberinde sayısız olay ve detayları benzersiz bir şekilde açıklığa kavuşmuştu.

“Shen Qingqiu” ne kadar dert açarsa açsın Sekt Lideri onu hiç bunun için cezalandırmamıştı. Ona daima sonsuz sabır göstererek sayısız defa affetmişti.

Shen Jiu gelip de onu kurtaracak kişiyi bekleyemezdi elbette.

Yue Qingyuan, Shen Qingqiu; Yue Qi, Shen Jiu.

Demek olay buymuş!

Yue Qingyuan, “Ben gerçekten… isteyerek dönmemezlik yapmadım. Olan tek şey hayatın seninle benim birbirimizden ayrılmamızı sağlayacak kadar acımasız olduğu gerçeğiydi.” dedi.

Her bir cümleyi dillendirişinde daha da kan akıyordu. Shen Qingqiu onu koluyla desteklerken her bir basamakta duraklamak zorunda kalıyorlardı. İç çekip, “…daha fazla konuşma.” dedi.

Sonrasında olan her şeyi biliyordu zaten.

Fakat Yue Qingyuan devam etti. “Bu sefer bitirmeme izin ver.”

 “Tam da her zaman dediğin gibi; “Üzgünüm”, boş bir cümleden öte bir şey değil, tamamıyla boşuna. Hiçbir zaman sana bunu açıklamamıştım da; o nedenle, bugün dinlemek zorundasın. Anlaman için yalvardığımdan değil, anlayış göstermen için de değil, ondan ziyade… dillendirebilmem için çok geç olacağından korkuyorum.”

Shen Qingqiu’nun kalbi sıkıştı, gözleri yanıyordu.

Çok geçti. Artık çok geçti!

Shen Jiu artık burada değildi.

Muhtemelen ölmüştü ya da muhtemelen Shen Yuan gibi ruhu başka bir yabancı diyara yol almıştı.

Fakat ne olursa olsun Yue Qingyuan’ın söylediklerini bir daha asla duyamayacaktı.

Sistem bildiri dizisi gönderdi:

Gizli Karakter Zhuzhi-Lang, 100% tamamlandı

Gizli Karakter Tianlang-Jun, 100% tamamlandı

Gizli Karakter Su Xiyan, 100% tamamlandı

Olay Örgüsü Doldurma Etkinliği Shen Qingqiu, 100% tamamlandı

Olay Örgüsü Doldurma Etkinliği Yue Qingyuan, 100% tamamlandı

Karakterlerin tamamlanma yüzdeleri en düşük miktarına ulaştı. Sistemin  denetlemesine göre mantıkta bir açıklık olduğuna dair hiçbir belirti yok. Her bir görev için +300 B puanı olaraktan toplamda 1200 puan oldu. “Birçok Önemli Konuyu Açığa Çıkarma”nızdan dolayı tebrik ederiz. “İpe Sapa Gelmez Yazı Artık Okumaya Değer” başarımını elde ettiniz.

Kahramanın Doğru Şeyi Yapma Cesareti puanı sıfırlandı. Bu şartlar altında B puanlarını önemli eşyaları düşürmek için gereksinimleri karşılayacak şekilde para birimi olarak kullanabilirsiniz. Kabul mü ediyorsunuz yoksa red mi ediyorsunuz?

 

Neşeyle dolu uzun bir bip sesi geldi. Fakat Shen Qingqiı neşenin aksine eşi benzeri görülmemiş şekilde dehşete düşmüş hissediyordu.

 “Hiç puan var mı ki?” dedi.

Sistem tabii ki de ona cevap vermeyecekti. Shen Qingqiu kalbinin derinliklerinden gelen içtenlikle iki orta parmağını Sistem’in arayüzüne kaldırdı.

Bu Sistem neyin nesiydi? Amacı neydi ki?

Yalnız bu insanların tam anlamıyla ne kadar şanssız olabileceklerini bilmesi için miydi? Yalnız bu evrenin birçok gaddar şekilde ağzına sıçmasına bizzat tanıklık edebilmesi için miydi?

Yoksa Luo Binghe’yı delirtmesi için miydi?

Herkes Luo Binghe’nın çoktan aklını yitirdiğini söylüyordu. Luo Binghe’nın kendisi bile kahkaha atarak aklını yitirdiğini dillendiriyordu.

Asıl eserde, birkaç milyon kelime sarf edilmesinin ardından Xin Mo kılıcı sonunda Luo Binghe tarafından bastırılsa da burada galip gelerek Luo Binghe’nın mantığını yitirmişti.

Bu bir ya da iki sebepten olmamıştı, yavaş yavaş birçok şeyin birikmesiyle nihayetinde tamamıyla patlak vermişti. Öncesinde bunun birçok belirtisi olmuştu da, fakat Shen Qingqiu bunların hiçbirini fark etmemişti.

Daha doğrusu Luo Binghe’nın içten içe ikinci planda hissedecek kadar bu denli özgüvensiz olduğunu hiç fark etmemişti.

En başta Luo Binghe’nın çok kötü, sonrasında da çok görkemli ve güçlü olduğunu düşünmüştü. Geçmişe baktığında Zhao Hua Tapınağı’ndan itibaren Xin Mo kılıcında Luo Binghe’nın mantığının yitmeye başladığının başlangıç belirtileri vardı.

Kendi geçmişini henüz öğrenmiş olan Luo Binghe büyük bir sarsıntı yaşamıştı. En çok korktuğu an oydu ve Shen Qingqiu’ya uzanıp onunla gitmesi için yalvarmıştı.

Fakat o Luo Binghe’nın ona uzattığı elini tutmamış, onun yerine önce kendisinin gitmesini söylemişti. O esnada Luo Binghe’nın zihninde had safhada gelgitler başlamıştı. İstediği şey selametle ayrılmak değildi, Shen Qingqiu’yla olmaktı. Zhao Hua Tapınağı’nda hapsedilip kaçamasa, hatta oradaki herkes tarafından saldırıya uğrasa bile onun tek başına gitmesini söylemesinden daha iyiydi!

Luo Binghe’nın düşünce yapısına göre bu durum “terk edilme”yle aynıydı.

Önceden Su Xiyan’ın onu öldürmesi için zehri içmesinin tekerrür etmesiydi adeta.

Luo Binghe’nın dediği gibi, birisini taraf seçmek için zorlamıyordu. Çünkü kalbinin derinliklerinde cevabı mutlak surette biliyordu: nihayetinde, Shen Qingqiu’nun onu terk edeceği bir gün gelecekti.

Zihni, tamamıyla, gerçekleşmemiş şeylere paranoyağa yakın bir korkuyla kaygılanmasıyla dolmuştu. Nasıl olur da tamamıyla aklını yitirmezdi ki?

Yue Qingyuan’ın adımları gittikçe güçsüzleşiyordu, artık neredeyse ayakta duramayacaktı.

Shen Qingqiu bu Sekt Liderini daha önce hiç bu kadar güçsüz bir şekilde görmemişti. Yue Qingyuan daima sakin ve güçlüydü. Çok konuşmayıp agresif olmamasına, nazik ve kibar olmasına rağmen aynı zamanda itibarını kaybettirmeyecek şekilde oldukça onurluydu da.

Şimdiyse yalnızca yürümekte zorlanmıyor, karakterine uymayan birçok şey söylüyordu. Gerçekten de daha fazla dayanamayacağını hissediyor gibiydi.

Shen Qingqiu resmen onu sürükleyerek ilerliyordu. Yürürken, “Kıdemli Zhangmen, dayan, uyanık kalmalısın. Çok yakında her şey yoluna girecek.” dedi.

Yue Qingyuan acı acı güldü. “Bunca yıl hiç geçmişten bahsetmedin. Bana hep Kıdemli Zhangmen diye seslendin. Bir daha hiç Qi-ge dememek için yemin mi ettin?”

Shen Qingqiu’nun kılıcı kavrayan elinin kasları gitgide sıkılaşıyordu. Yue Qingyuan Shen Jiu’nun Qi-ge dediğini duymak istiyordu ama o Shen Jiu değildi ki!

 

Asıl Shen Qingqiu’nun soğuk ve kindar enerjisine bürünerek kararlı bir şekilde reddetti. “Demeyeceğim.”

Ölüm bayrağını çekemezdi! Televizyon programlarına ve romanlara dayanaraktan bu karakterler son isteklerinin yerine getirilip son cümlelerini dillendirdikten sonra huzura ermiş şekilde anında yaşamlarını yitiriyorlardı. Shen Qingqiu sert bir şekilde, “Az önce dediğin hiçbir şeyi duymadım. Aşağıya inene kadar dayan!” dedi.

Yue Qingyuan gözlerini kapatıp iç çekti. “Xiao Jiu, ah…”

Söyleme sakın.

Asıl eserde Luo Binghe’nın “Shen Qingqiu’nun” bacaklarını kesip Cang Qiong Dağı Sekti’ne gösterişli bir kutuda gönderdiğinde Yue Qingyuan’ın yüzündeki ifadeyi düşünmeye cesaret edemiyordu. Ne olursa olsun bu anlamsız bir gayretti; her şekilde Luo Binghe’nın tuzağına ardına bakmadan, alnının akıyla on bin ok bedenini delip geçene değin düşmüştü.

Ömür boyu sadakat, beklenmedik bir şekilde birçok şeyle ödenmek durumunda kalmıştı.

Yue Qingyuan’ın, kinle dolup taşan ve Luo Binghe’ya geri kalan ömründe bir anlığına sıyrılabilmek için onun tuzağına çekmesi için yem olarak yardım eden Shen Qingqiu’ya o sene geri dönüp onu kurtaramamasının nedenini dahi söylemeye vakti olmamıştı.

Niçin daha önceden söylememişti?

Luo Binghe’yla kendisi için de aynı şey geçerliydi. Niçin daha önceden söylememişti?

Eğer en başlarda düşünüp varsayımlarda bulunmasaydı Luo Binghe muhtemelen asla kararmayacaktı. Ömrü boyunca Qing Jing Tepesi’nde şirin ve utangaç mürit olarak bile kalabilirdi.

Shen Qingqiu on bin adım geri gitseydi ve Luo Binghe’yı Sonsuz Uçurum’dan itmek harici bir seçeneği olmasaydı görevini tamamıyla farklı bir şekilde yerine getirebilirdi. Düşünmek için vaktini harcamasına bile gerek yoktu. Shen Qingqiu ancak şimdi fark etmişti; Luo Binghe’nın aşağıya inmesini isteseydi tek bir kelimesiyle gayet Luo Binghe’nın itaatkâr bir şekilde aşağıya inmesini sağlayabilirdi.

Shen Qingqiu bu olasılığı hiç düşünmemişti. Luo Binghe’nın bu denli itaatkâr olacak kadar aptal olacağına inanamamıştı.

Fakat gerçekte o gerçekten de o kadar aptal, o kadar itaatkârdı.

Birçok dönüp dolaşmanın, birkaç kez sapıp büyük bir yuvarlak etrafında dönmesinin ardından ne yapacağını bilemez şekilde etrafına bakındı. Nerede olduklarını bilmiyordu, yalnızca pişmanlık ve yoğun bir sızı hissediyor, ‘daha önceden bilseydim eğer’ diye iç çekiyordu.

Fakat bu dünyada böyle şeyler yoktu.

Mağarada dört bucak dolaştıktan sonra aniden önlerinde tozla kaplanmış iki tane kişi beliriverdi.

İki tane yuvarlak, parlak kel kafayı gördüğü anda Shen Qingqiu düşünmeden, “Yüce Usta Wu Chen, Yüce Usta Wu Wang.” deyiverdi.

Küçük ve kısa keşiş iri ve uzun olan keşişi, ki o da Yüce Usta Wu Chen’den başkası değildi, taşıyordu. Sahte tahtadan bacaklarından birisini kaybetmişti ve tek ayakla yürümekte zorlanıyordu. Ne ellerini serbest bırakabiliyor ne de dua etmek için birleştirebiliyordu. Kaba olmamak için birkaç kez ‘Amitabha’yı tekrarladı. “Amitabha, Tepe Lordu Shen, sonunda sizi buldum. Sekt Lideri Yue’ye ne oldu?”

Yue Qingyuan gözlerini kapattıktan sonra Shen Qingqiu’nun bedenine ağırlığını biraz daha vererek yaslanmıştı. Shen Qingqiu, “Kıdemli Zhangmen… başını taşa çarptı. Yüce Usta Wu Wang’e ne oldu?” dedi.

Wu Chen, “Tianlang-Jun’un şeytanî enerjisinden hasar gördü, hâlâ daha uyanmadı. Mağara çöktü ve iblis ırkından şu birkaç kişi tamamıyla ortalıklardan kayboldu.” dedi.

Shen Qingqiu Xiu Ya’yı çekip ona uzattı. “Yüce Usta, sizden kıdemlimi ve Yüce Usta Wu Wang’i alıp Maigu Tepesi’ni uçan kılıçla terk etmenizi isteyebilir miyim?”

Wu Chen, “Tepe Lordu Shen’e ne olacak?” dedi.

Shen Qingqiu kısa ve öz bir şekilde, “Müridim, onunla ilgileneceğim.” dedi.

Yüce Usta Wu Chen ağır başlı bir şekilde, “Tepe Lordu Shen onunla sakin bir şekilde görüşmeyi istiyorsa mükemmel olur.” dedi.

Shen Qingqiu, “Mahcubum. Fakat umuyorum ki geri dönülemez bir sonuca varılmadan önce bu durumu düzeltebilirim. Öyleyse Kıdemli Zhangmen’le Yüce Usta’yı size emanet ediyorum. Yapabilirseniz lütfen onu indiğiniz gibi Qian Cao Tepesi’nde Kıdemsiz Mu’ya teslim edin. Son derece müteşekkirim.” dedi.

Wu Chen Wu Wang’i yere bırakıp Xiu Ya’yı aldı. Uslüne uygun bir şekilde reverans yapıp ardından aniden, “Xin Mo’nun kuvvetlenmesinin tek sebebi bir takıntı.” dedi.

Shen Qingqiu irkildi. “Yüce Usta’nın demeye çalıştığı şey; Xin Mo’dan kurtulmak istiyorsam takıntıyı bitirmek mi zorundayım?”

Fakat Wu Chen başını olumsuz anlamda salladı. “Bitebilse takıntı olmazdı zaten.”

 “Ben de öyle düşünmüştüm.” Shen Qingqiu reverans yapıp arkasını döndü.

Ona Luo Binghe’nın takıntısı olmasını kim söylemişti ki?


*****

Sonraki bölümde iki farklı alternatif olduğundan romanın ana bölümüne gönderiliyorsunuz, lütfen oradan 79'un istediğiniz versiyonunu seçiniz.


Önceki Bölüm  ― Sonraki Bölüm

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder