Tianlang-Jun’un
bedeni çoktan iflas etmişti zaten. Zhuzhi-Lang, Yüce Usta Wu Chen başı
kanamakta olan Wu Wang’i desteklerken taş duvara çakılmıştı. Mobei-Jun Shang
Qinghua’yı kendine çekiyor, Yue Qingyuan da Shen Qingqiu’nun yanında duruyordu.
Xin Mo kılıcının
karşısında doğrudan yalnızca Luo Binghe duruyordu. Başı önüne eğilmiş, sakin
sakin kol yenlerini düzeltiyordu.
Shen
Qingqiu yumuşak bir sesle, “Luo Binghe, buraya gel.” dedi.
Luo
Binghe başını bir kez olumsuz anlamda sallamıştı. Yalnız bir kez fakat
fazlasıyla kararlıydı.
Shen
Qingqiu hayal kırıklığı içerisinde, “Beni yine kandırdın.” dedi.
Luo
Binghe’nın hareketleri durakladı, ona dönerek, “Shizun, size Tianlang-Jun’la
mücadele etmende yardım edeceğimi söyledim, onu şu anda görebileceğin şekilde öldürebilirim
de, nasıl bana sizi kandırdığımı söyleyebilirsiniz?” diye sordu.
Tianlang-Jun
kahkaha attı. “Düşmanını kendi kazancın için kullanmak- bu gerçekten iyi hamle.
Pek faydalı olamayacağım kadar kötü durumdayım, o nedenle o yine kendi kendine
yapmak zorunda.”
“Düşmanını kendi kazancın için kullanmak”
dediğinde Shen Qingqiu’nun yüreğindeki tedirginlik gittikçe artmıştı.
Luo
Binghe Xin Mo kılıcını Tianlang-Jun’a kasten mi vermişti? Sonuçta, Tianlang-Jun
Xin Mo kılıcını aldığında Çiy Çiçek Tanesi’nden yapılma bedeni daha da hızlı
çürüyecekti. Luo Binghe ona kılıcı verdiyse bile önemli bir tehdit olmayacaktı.
Muhtemelen
kafası öyle bir karışmıştı ki düşündüğü her şey yüzüne yansıyordu. Luo Binghe
incinmişti: “Shizun, ne düşünüyorsunuz? Xin Mo kılıcını benden çalmış olsa da
kılıç beni ustası olarak saymayı sürdürecek elbette, hepsi bu. Artık benim en
kötü hâlim yerine en iyi hâlime inanacağınızı söylemiştiniz. Niçin yine bana
canıgönülden güvenmiyorsunuz?”
Shen
Qingqiu sakin sakin, “Sana bundan önce birçok kez güvendim. Şu birkaç saniye
öncesine değin de ben sana her zaman güvenmiştim.” dedi.
Luo
Binghe, “Öyle mi dersiniz?” dedi.
Çarpık
bir tebessüm takındı. “Fakat ben artık Shizun’a güvenemiyorum.”
Gülümsemesi
aşırı tuhaftı. Shen Qingqiu onun aklî dengesinde bir sorun olduğunu fark etmiş,
ifadesini ve ses tınısını sakin bir hâle getirmişti. “Sorun nedir?”
Nazikliği
bir nebze daha artış göstermişti fakat Luo Binghe aniden gülümsemeyi kesmişti.
Kalbi
kırılmış ve mahvolmuş görünüyordu. “Shizun, daha önce söylemiştim. Gerçekten de
en mutlu olduğunuz zaman onların yanında olduğunuz zamanlar.”
Başta
Shen Qingqiu “onlar” derken kimleri dediğini anlayamamıştı. Luo Binghe sakin
sakin Xin Mo kılıcının olduğu duvarın önünde ağır ağır volta atıp duruyordu.
Kendisiyle
dalga geçercesine güldü. “Shizun’a her seferinde gelmesi için yalvardığımda bir
kez bile kabul etmediniz. Ettiyseniz bile sizi zorlayabileceğim kadar
zorladığım için ettiniz yalnızca. Mecburî etmiştiniz, hiçbir zaman etmek için
istekte bulunmadınız. Fakat onlar sizden kalmanızı istediğinde bir gıdım
tereddüt yaşamıyorsunuz.”
Shen
Qingqiu’ya baktı. “Shizun, çok sık gülmezsiniz siz. Sizi gülerken görmeyi
seviyorum. Fakat yalnızca onlarlayken güldüğünüzü hatırladığımda, ben…”
“… çok ama çok inciniyorum.” dedi.
Shen
Qingqiu sonunda anlayabilmişti. “Onlar”dan kastı Cang Qiong Dağı’ydı.
Bambu
evindeki o gün Liu Qingge pencereyi ansızın incelemek için açtığında gerçekten
de onca zaman dışarıda bekleyen Luo Binghe’yı fark etmişti. Liu Qingge, Luo
Binghe’nın çaresiz hiddetiyle birlikte yaymakta olduğu öldürme niyetinin
izlerini fark etmişti.
Gitmemişti.
Onun yerine bambu evinin dışından Shen Qingqiu’nun sesinin de içinde bulunduğu
tüm o hoş goygoy yapılmaları ve kahkaları işitmiş ve bunu aklında tutmuştu.
Shen qingqiu,
“Bu yüzden mi kızgınsın?” diye sordu.
“Kızgın mı?” Luo Binghe hırçın bir şekilde iki
kelimeyi tükürürcesine söyleyiverdi: “Nefret ediyorum!”
“Kendimden nefret ediyorum!”
Adımlarını
vahşice hızlandırdı, elleri arkasında kenetlenmişti.
“İşe yaramaz olduğum için kendimden nefret
ediyorum. Kimseyi yanımda tutamadığım için kendimden nefret ediyorum. Hiç
kimse… beni seçmek istemedi.”
Mağaradaki
diğer insanlar düşüncesizce harekete geçemezlerdi. Şu anda Luo Binghe Xin Mo
kılıcının desteğini sağlamaktaydı ve kimse onun aniden patlamasına neden olmak
istemiyordu. Fakat Yue Qingyuan, “Bunu yaparak onu taraf seçmeye zorlamıyor
musun?” diye sordu.
Luo
Binghe adımlamayı bırakıp başını olumsuz anlamda salladı. “Taraf seçmeye mi?
Hayır. Bu öyle bir şey değil.”
“Shizun seçecek olsa beni seçmeyeceğini
biliyorum zaten. Bir seçenek olmadıkça problem de olmayacaktır.”
Luo
Binghe’nın ölmüş gibi solgun yüzünde hafif bir kızarıklık belirmişti, tuhaf bir
coşkuyla doluydu. “Yani, bu sefer, dersimi aldım. Cang Qiong Dağı olmazsa her
şey yoluna girmeyecek mi? Böylece Shizun yalnızca bana sahip olacak.”
Yüce Usta
Wu Chen bunu dinlemeye artık katlanamıyordu. Eli ilahi Buda adına gitgide
birbirlerine kenetleniyordu. “Yardımsever Luo, aklî dengenizi yitirmişsiniz.”
Luo
Binghe hâlâ yüksek sesle kahkaha atıyordu. Yüce Usta Wu Chen, “Seçim şansı
yoksa, kuşkusuz, sizden vazgeçme olasılığı da yoktur. Nasıl olur da Tepe Lordu
Shen’in sizin için yaptığı şeyleri görmezden gelebilirsiniz?” diye devam etti.
Luo
Binghe kibar bir şekilde, “Shizun, Qing Jing Tepesi yok olursa, sizin için
yenisini yapabilirim. Bana içerleseniz de benden nefret etseniz de sorun değil.
Daha fazla mantıksız isteklerde bulunmayacağım. Memnun olmazsanız bana
vurabilir hatta beni kesip biçebilirsiniz bile. Her hâlükârda ölmeyeceğim.
Beni… beni bırakmadığınız takdirde iyi olacağım.” dedi.
İçtenlikle,
“Gerçekten, bu elimde kalan tek umut.” dedi.
Luo
Binghe’nın bulanık bilinci ve qi ayrılması görünümüne bakarken Shen Qingqiu’nun
ağzının tadı kaçmıştı, hiçbir şey diyemedi.
Luo
Binghe’nın gözleri buğulandı, göz bebeğini çevreleyen kan kırmızısı daire arada
sırada genişleyip küçülüyordu. Gülümsemesi çarpılıyor, gerçekten de aklını ve
akılcılığını tamamıyla yitirmiş birisine benziyordu. Shen Qingqiu Luo Binghe’nın
mı kılıcı yoksa kılıcın mı Luo Binghe’yı kontrol ettiğini anlayamıyordu.
Zhuzhi-Lang,
“Cang Qiong Dağı bir yana, Usta Shen’in bu dünyada önemsediği binlerce şey var.
Ancak onların hepsini yok ettiğinde mi mutlu olacaksın?” dedi.
Luo
Binghe gülümsedi. “Evet? İyi olmaz mıydı?!”
Başını
yana eğip aniden dönerek acımsızca, “Kapatın şunun çenesini!” dedi.
Mobei-Jun
bunu işittiğinde bir süre düşünüp sonrasında Zhuzhi-Lang’ın yüzüne yumruğu
geçirdi.
Tianlang-Jun
gözlerinde acımanın ışıltılarıyla Luo Binghe’ya baktı. İç çekti. “… Xin Mo
kılıcı çoktan zihnini çürütmüş. Aklını yitirmişsin.”
Bu Luo
Binghe’nın babasıyla tanıştığı zamandan beri bir nebze onu andıran bir ifadeyi
takındığı tek zaman olmuştu. Fakat Luo Binghe bundan tamamıyla bi’haberdi,
başını sallayarak hafifçe gülümsemişti. “Haklısın. Aklımı yitirdim.”
Shen
Qingqiu onun aklını yitirdiğini mutlak surette kabullendiğini işittiğinde
yüreği boğucu bir acıyla çarptı.
Aheste
aheste, “Binghe, önce bir o kılıcı bırak. Ondan biraz uzakta dur.” dedi.
Luo
Binghe’yı nazik cümlelerle kandırırken elini gizlice bol kol yeninin altında
gizlenen Xiu Ya kılıcının kabzasının üzerine yerleştirdi. Luo Bünghe kahkaha
attı. “Nafile. Shizun, böyle olmak zorunda değilsiniz. Siz bana ne kadar
iyiyseniz ben de o kadar korkutucu oluyorum.”
Konuşurken
sağ eliyle çok hafifçe kaldırma işareti yaptı. Anında Xin Mo kılıcını
çevreleyen mor enerji oldukça artış gösterdi. Zhuzhi-Lang ağız dolusu kan
tükürdü. Yumruk onu yalnızca bir süreliğine susturabilmişti; sakin bir şekilde,
“Acınası.” dedi.
“Acınası mı?” Luo Binghe, “Haklısın,
acınasıyım. Shizun bana yalnız acısa bile önemli değil. Shizun, bir kez bile
olsun benim yanımda olamaz mısın?” diye mırıldandı.
Gözyaşları
yanaklarından süzülmeye başladı.
Luo
Binghe dişlerini sıktı, gözleri al aldı. “Shizun, beni yalnızca tekrar tekrar
bırakıyorsunuz.”
“Her seferinde, her seferinde, herhangi birisi,
herhangi bir şey! Beni bırakmak için her şey gerekçeye dönüşebiliyor ve bazen
gerekçeye bile nedeniniz olmuyor! Her seferinde şimdiki gibi oluyor!”
Aniden
Shang Qinghua düşerek yere yapıştı. Shen Qingqiu da refleks olarak kendini
taştan duvara yaslamıştı.
Bütün bir
zemin şiddetli bir şekilde sarsılıyordu. Maigu Tepesi’nin düşme hızı daha da
artmıştı!
Yue
Qingyuan usul usul, “Kıdemsiz, aklını yitirmiş. Nasıl başa çıkmayı
düşünüyorsun?” dedi.
Luo
Binghe soğuk bir şekilde kıkırdayarak iki adım geriye gidip aniden Xin Mo
kılıcının kabzasını kavradı. Yer daha bile fazla güçlü sarsılmaya başlamıştı,
mağaranın girişinden bakacak olursanız şöyle bir göz gezdirdiğinizde çeşitli
uzunluklarda sayısız dağ tepesini görebilirdiniz. Shen Qingqiu Xiu Ya’yı çekmek
üzereydi ki aniden arkasından göz kamaştıran beyaz bir ışık patlayıverdi. Yue
Qingyuan kılıcını çekmiş, uğuldayan kılıç fırlayarak kar beyazıyla mor-siyah
enerjinin dolu olduğu havayı delip geçmişti.
Xuan Su
kınından çıkmıştı!
Mobei-Jun
Yue Qingyuan’ın kılıcının Luo Binghe’yı hedef aldığını görüp saldırıyı
karşılamak için bir adım öne çıkmıştı. Xuan Su’nun ruhanî enerjisi hızla
yükselerek Mobei-Jun’un yalnızca dokunmasına bile fırsat vermeksizin onu
doğrudan dışarıya fırlatıverdi.
Anlaşılan
o ki Mobei-Jun da bir gün birisi tarafından fırlatılabileceğini hiç
beklemiyordu. Tabiri caizse göz açıp kapayıncaya kadar Maigu Tepesi’nden
düşüvermişti. Shang Qinghua ödü kopmuş gibi görünerek bir kılıcı kavrayıp
atılarak yanından geçti. Shen Qingqiu aceleyle onu tutup, “Ne yapıyorsun?!”
dedi.
Shang
Qinghua, “S*k*y*m, o uçamıyor!” diye bağırıp o da atlayıverdi.
Shen
Qingqiu uçan kılıcın şiddetli hava akımıyla geçtiği delikten aşağıya baktı. Tam
o esnada kılıca binmekte olan Shang Qinghua’nın buzdan yüzeye çarpmalarına üç
metre kala Mobei-Jun’u yakaladığını görmüştü. Yere yapışıp ölmediğinden emin
olduktan sonra Shen Qingqiu’nun rahatlamayla soluklanacak vakti bile olmamıştı
ki aniden arkasına bakarak Luo Binghe’yla Yue Qingyuan’ın şimdiden savaşmaya
başladıklarını fark etmişti.
Elbette
Luo Binghe’nın patlayıcı enerjisi dehşet vericiydi fakat Shen Qingqiu Xuan
Su’nun kabzasından çıktıktan sonra gücünün daha da korkunç olacağını tahmin
edememişti. Luo Binghe’nınkiyle aynı çılgınlık seviyesindeydi. Shen Qingqiu
hissedebiliyordu, havadaki kontrol edilemeyen ruhanî ve şeytanî enerjinin
yaptığı basınç kulaklarından boğazına değin uğultu yapıyordu. Mağaranın er ya
da geç yıkılacağını fark ettiğinden kayalığın duvarına tırmanarak Xin Mo’yu
elleriyle kavradı. Zorlamayla birlikte onu duvardan çekip çıkarmıştı!
Çekmiş
olsa bile Maigu Tepesi’nin düşme hızı hâlâ yavaşlamıyordu. Luo Binghe bunu fark
ettiğinde kılıcı alıp uzaklaştırmak istemişti ama Yue Qingyuan ona nasıl bu
şansı versindi ki? Xuan Su kılıcı görünür bir şekilde havayı yararak göz kamaştırıcılığıyla
dikkat çekerken muazzam bir kısıtlayıcılığa sahip karmaşık bir efsunla görünür
bir mağara yaratarak Luo Binghe’yı içine hapsetti.
Yue
Qingyuan Shen Qingqiu’nun çoktan Xin Mo’yu aldığını fark edince kısık sesle,
“Git!” dedi.
Böyle bir
durumda nasıl gidebilirdi ki? Shen Qingqiu anında olumsuz anlamda başını
salladı, Xin Mo’yu tam ona fırlatacaktı ki ayaklarının altının aniden
boşaldığını hissetti.
Hayır,
ondan dolayı değildi, yer yok olmuştu. Mağara tamamıyla çökmüştü!
Maigu
Tepesi’nin ikinci katına.
Shen
Qingqiu enkaz yığınından Yue Qingyuan’ı kazarak çıkarttı. “Sekt Lideri?
Kıdemli? Kıdemli Zhangmen!”
Yue
Qingyuan’ın yüzü hafifçe solmuştu, dudaklarının kenarından kan damlıyordu.
Yutkunmuştu, anlaşılan ağız dolusu sıcak kanı yutmuştu.
Gözlerini
açarak Shen Qingqiu’nun üzerinde bakışlarını gezdirdi. “…diğerleri nerede?”
Maigu
Tepesi’nin iç yapısı eşek arılarının kovanının düzensizliğine sahipti, bir
mağara diğerine açılıyordu. Shen Qingqiu çevresine baktı. “Yüce Usta Wu Chen’i,
Tianlang-Jun’u ya da diğerlerini görmüyorum. Enkaz altında kalmış ya da taşlar
çökerken başka bir mağaraya düşmüş olabilirler.” Arkasına baktı. “Kıdemli, ne
zaman yaralandınız?”
Yue
Qingyuan cevap vermedi. “Xin Mo kılıcı hâlâ sende mi?” diye sordu.
Shen
Qingqiu kılıcı gösterdi. “Bende. Ama Maigu Tepesi düşmeye devam ediyor, yani
birleşme henüz tamamlanmamış olmalı. Kıdemli, kılıcı etkisiz hâle getirip yok
etmelisiniz.”
Yardımıyla
Yue Qingyuan yavaşça doğruldu. “…sen ne yapacaksın peki?”
Elbette
ki geri dönüp Luo Binghe’yı bulacaktı.
Shen
Qingqiu yanıtlamaktan sakınmıştı. “Kıdemli, yaranız normal değil. Tam olarak ne
oldu?”
Yue
Qingyuan soruyu geçiştirerek, “İlk yapmak istememiştim. Fakat ben… nihayetinde
kolayca atılgan birisiyim.” dedi.
Shen
Qingqiu sözlerinin tuhaf olduğunu hissetmişti fakat dikkatlice düşünecek zamanı
yoktu. Onu destekleyerek yürümeye devam etti. “Kıdemli, yürüyebiliyor musunuz?
Aşağıya inip kılıcı yok edin ve yaralarınızla ilgilenmesi için Kıdemsiz Mu’yu
bulun. Luo Binghe’yı bana bırakın.”
Yue
Qingyuan Shen Qingqiu’nun yardımıyla zar zor ayakta duruyordu. Taze kan yere
damladı. Shen Qingqiu onun iyi olduğunu düşünüp bıraktığında Yue Qingyuan kısa
bir süre durmasının ardından bıraktığı gibi ansızın yığılıvermişti.
Shen
Qingqiu’nun korkudan rengi atmıştı. Apar topar tekrardan onu destekledi.
“Kıdemli Zhangmen? Kıdemli Zhangmen?” Bir anlığına nabzını hissettiğinde onun
gibi birisi bile, şifadan çok az anlayan birisi olarak, Yue Qingyuan’ın şu anki
durumunun berbat olduğunu söyleyebilirdi!
Yue
Qingyuan kendinden geçmiş gibi görünüyordu, Shen Qingqiu’nun dediklerini
duymuyor gibiydi. “Oysaki… Jinlan Şehri’ndeki o iki seferde ve Luo Binghe
tepeyi kuşattığında genele bakacak olursak kendimi kontrol etmiştim… Gel gör ki
geriye bakıp düşündüğüm her seferinde yalnızca… daha da atılgan olmuştum.” diye
mırıldandı.
Uyku
bastırmış ifadesini fark ettiğinde Shen Qingqiu Yue Qingyuan’ın burunla dudak
arasındaki kısmı sertçe cimcikleyerek onu kendine getirmek istiyordu ama aynı
zamanda böylesine kaba bir şey yapmaya da cüret edemiyordu, o nedenle yalnızca
Yue Qingyuan’ın kulağının dibinde yüksek sesle konuşarak kendinden geçmesine
izin vermedi. “Kıdemli, uyan! Yaptığın şeyler doğruydu!”
Yue
Qingyuan gözlerini kapatarak başını olumsuz anlamda salladı. Soluklandıktan
sonra Shen Qingqiu’nun kalbini korkuyla zıplatacak şekilde birkaç kez gürültülü
öksürdü.
Öksürürken
kan durmaksızın dışarıya süzülüyordu. Zar zor, “Xuan Su’yu… geri koymama yardım
et.” dedi.
Shen
Qingqiu kenara düşmüş beyaz Xuan Su’ya hızlıca bir bakış atıp kavramıştı. Ancak
o zaman Yue Qingyuan’ın yüzü biraz daha iyi olmuş, en güçlükle soluklanışını
gerçekleştirmişti.
Xuan
Su’yu kaldıran Shen Qingqiu’nun eline boş gözlerle bakıyordu. Kılıcı almamış,
onun yerine, “Burada ölürsem… lütfen, Xuan Su’yu Wan Jian Tepesi’ne geri
götürerek bana yardım et.” dedi.
Shen
Qingqiu sarsılmıştı. “Ne diyorsun sen?”
Ölmek mi?
Yue Qingyuan’ın yaralanması yüksek ihtimalle ölebileceği kadar ciddi miydi
gerçekten de?!
Yue
Qingyuan, “Xuan Su’nun gücü aşırı derece fazla fakat hiçbir zaman düşmanla
savaşmak için onu çekmedim. Nedenini tahmin edebiliyor olmalısın.” dedi.
Shen
Qingqiu başını olumlu anlamda salladı. Yalnız o değil, birçok kişi öncesinden
tahmin etmişti.
Yue
Qingyuan, “Xuan Su benim hayatım. Demek istediğimi anladın mı?” dedi.
Kesinlikle
hayır. Fakat Shen Qingqiu bunun kılıcını hayatından çok sevdiğini ifade etmek
için yapılan bir edebiyat olmadığını bilmiyordu.
Yue
Qingyuan’ın demeye çalıştığı şey daha önce kimseye dillendirilmemiş bir sırdı.
Yue Qingyuan
gerçekten de, “Xuan Su’yu her çekişim hayatımı kısaltıyor.” dedi.
Bunu
söylediği anda Shen Qingqiu’nun elindeki Xuan Su binlerce kilo daha
ağırlaşmıştı sanki.
Elbette
Xuan Su hiç kınından çıkmazdı.
Elbette
gerçekten kılıcını çekmesi gerekmedikçe çekmeye kalkışmazdı.
Shen
Qingqiu sarsılmıştı: “Kıdemli, sen… daha önceden qi ayrılması mı yaşadın?”
Ruhanî
eneriyi doldurmak için hayatını kullanarak kılıçla hayatını bağlıyordu. Efsun
yaparken büyük bir kaza yaşayarak qi ayrılması yaşamadıkça Yue Qingyuan niçin
böylesine kötücül yolda efsun yapsındı ki?!
Yue
Qingyuan, “Qiong Ding Tepesi’ne on beş yaşımda girmiştim. Ulaşmam gereken
hedeflerim vardı ve başarı için sabırsız birisiydim. Kişinin Kılıca Bağlanma
Yolunda başarısız olup bu hâle geldim. İstediğimden tamamıyla tezat şekilde
ömrümü büyük kederlerle ve vicdan azabıyla geçirdim.” dedi.
Konuşurken
yüzünün rengi biraz kendine gelmişti ki öksürdüğü gibi aniden yine
soluvermişti. Shen Qingqiu aniden araya girdi. “Daha fazla konuşma. Konuşacak
zaman değil. Seni önce Kıdemsiz Mu’ya götürmeme izin ver.”
İkisi
güçlükle birkaç adım ilerleyebilmişti. Yue Qingyuan ansızın hafifçe, “…Özür
dilerim.” dedi.
Shen
Qingqiu niçin özür dilediğini anlamamıştı. Yue Qingyuan’ın ondan özür dilemesi
için hiçbir neden yoktu. Aksine, özür dileyen kişi o olmalıydı; bunca zaman ona
ağırbaşlı ve kibar davranırken bunca sebep olduğu sıkıntıya rağmen ona hiçbir
şey demiyor, Yue Qingyuan’ın onun arkasını toplarken baş ağrısı çekmesine
mecbur ediyordu.
Fakat Yue
Qingyuan’ın sonraki söylediği şey onu tamamıyla afallatmıştı.
Yue
Qingyuan’ın sesi titriyordu. “…gerçekten. Özür dilerim.”
“Elbette ki daha erken dönebilirdim, elbette
ki hemencecik geri dönüp seni almak istemiştim… ama onun yerine her şeyi
mahvettim. Haksız değilsin. Ne de olsa, ben çok atılgan birisiyim…”
“Sonrasında Shizun tüm bedenimi ve ruhanî
meridyenlerimi bıraktı, ben de yıllarca ruh mağaralarına kapatıldım. Her şey
altüst olmuştu, en baştan başlamam gerekmişti.”
“Bağırdım, çağırdım ama nafileydi. Bütün bir
yıl karanlık inde beni delirmeye bıraktılar. Kimse niçin yalvardığımı dinlemeye
yeltenmedi, kimse beni çıkarmaya yeltenmedi…”
“Tüm enerjimle çabamı kullandım ama döndüğümde
Qiu hanesi yok edileli günler olmuştu bile…”
Zihninin
derinliklerinde bir şeylerin çatırdama sesi geldi.
Anında
Yue Qingyuan’ın geçmişteki tüm o fazla ilgisi ve içten içe koruması dönen bir
fener gibi zihnini çevreleyerek beraberinde sayısız olay ve detayları benzersiz
bir şekilde açıklığa kavuşmuştu.
“Shen
Qingqiu” ne kadar dert açarsa açsın Sekt Lideri onu hiç bunun için
cezalandırmamıştı. Ona daima sonsuz sabır göstererek sayısız defa affetmişti.
Shen Jiu
gelip de onu kurtaracak kişiyi bekleyemezdi elbette.
Yue
Qingyuan, Shen Qingqiu; Yue Qi, Shen Jiu.
Demek
olay buymuş!
Yue
Qingyuan, “Ben gerçekten… isteyerek dönmemezlik yapmadım. Olan tek şey hayatın
seninle benim birbirimizden ayrılmamızı sağlayacak kadar acımasız olduğu gerçeğiydi.”
dedi.
Her bir
cümleyi dillendirişinde daha da kan akıyordu. Shen Qingqiu onu koluyla
desteklerken her bir basamakta duraklamak zorunda kalıyorlardı. İç çekip,
“…daha fazla konuşma.” dedi.
Sonrasında
olan her şeyi biliyordu zaten.
Fakat Yue
Qingyuan devam etti. “Bu sefer bitirmeme izin ver.”
“Tam da her zaman dediğin gibi; “Üzgünüm”, boş
bir cümleden öte bir şey değil, tamamıyla boşuna. Hiçbir zaman sana bunu
açıklamamıştım da; o nedenle, bugün dinlemek zorundasın. Anlaman için
yalvardığımdan değil, anlayış göstermen için de değil, ondan ziyade…
dillendirebilmem için çok geç olacağından korkuyorum.”
Shen
Qingqiu’nun kalbi sıkıştı, gözleri yanıyordu.
Çok
geçti. Artık çok geçti!
Shen Jiu
artık burada değildi.
Muhtemelen
ölmüştü ya da muhtemelen Shen Yuan gibi ruhu başka bir yabancı diyara yol
almıştı.
Fakat ne
olursa olsun Yue Qingyuan’ın söylediklerini bir daha asla duyamayacaktı.
Sistem bildiri dizisi gönderdi:
【Gizli Karakter ① Zhuzhi-Lang, 100% tamamlandı】
【Gizli Karakter ② Tianlang-Jun, 100% tamamlandı】
【Gizli Karakter③ Su Xiyan, 100% tamamlandı】
【Olay Örgüsü Doldurma Etkinliği ① Shen Qingqiu, 100% tamamlandı】
【Olay Örgüsü Doldurma Etkinliği② Yue Qingyuan, 100% tamamlandı】
【Karakterlerin
tamamlanma yüzdeleri en düşük miktarına ulaştı. Sistemin denetlemesine göre mantıkta bir açıklık
olduğuna dair hiçbir belirti yok. Her bir görev için +300 B puanı olaraktan
toplamda 1200 puan oldu. “Birçok Önemli Konuyu Açığa Çıkarma”nızdan dolayı
tebrik ederiz. “İpe Sapa Gelmez Yazı Artık Okumaya Değer” başarımını elde
ettiniz.】
【Kahramanın Doğru
Şeyi Yapma Cesareti puanı sıfırlandı. Bu şartlar altında B puanlarını önemli
eşyaları düşürmek için gereksinimleri karşılayacak şekilde para birimi olarak
kullanabilirsiniz. Kabul mü ediyorsunuz yoksa red mi ediyorsunuz?】
Neşeyle
dolu uzun bir bip sesi geldi. Fakat Shen Qingqiı neşenin aksine eşi benzeri
görülmemiş şekilde dehşete düşmüş hissediyordu.
“Hiç puan var mı ki?” dedi.
Sistem tabii
ki de ona cevap vermeyecekti. Shen Qingqiu kalbinin derinliklerinden gelen
içtenlikle iki orta parmağını Sistem’in arayüzüne kaldırdı.
Bu Sistem
neyin nesiydi? Amacı neydi ki?
Yalnız bu
insanların tam anlamıyla ne kadar şanssız olabileceklerini bilmesi için miydi?
Yalnız bu evrenin birçok gaddar şekilde ağzına sıçmasına bizzat tanıklık
edebilmesi için miydi?
Yoksa Luo
Binghe’yı delirtmesi için miydi?
Herkes
Luo Binghe’nın çoktan aklını yitirdiğini söylüyordu. Luo Binghe’nın kendisi
bile kahkaha atarak aklını yitirdiğini dillendiriyordu.
Asıl
eserde, birkaç milyon kelime sarf edilmesinin ardından Xin Mo kılıcı sonunda
Luo Binghe tarafından bastırılsa da burada galip gelerek Luo Binghe’nın mantığını
yitirmişti.
Bu bir ya
da iki sebepten olmamıştı, yavaş yavaş birçok şeyin birikmesiyle nihayetinde
tamamıyla patlak vermişti. Öncesinde bunun birçok belirtisi olmuştu da, fakat
Shen Qingqiu bunların hiçbirini fark etmemişti.
Daha
doğrusu Luo Binghe’nın içten içe ikinci planda hissedecek kadar bu denli
özgüvensiz olduğunu hiç fark etmemişti.
En başta
Luo Binghe’nın çok kötü, sonrasında da çok görkemli ve güçlü olduğunu
düşünmüştü. Geçmişe baktığında Zhao Hua Tapınağı’ndan itibaren Xin Mo kılıcında
Luo Binghe’nın mantığının yitmeye başladığının başlangıç belirtileri vardı.
Kendi geçmişini
henüz öğrenmiş olan Luo Binghe büyük bir sarsıntı yaşamıştı. En çok korktuğu an
oydu ve Shen Qingqiu’ya uzanıp onunla gitmesi için yalvarmıştı.
Fakat o
Luo Binghe’nın ona uzattığı elini tutmamış, onun yerine önce kendisinin
gitmesini söylemişti. O esnada Luo Binghe’nın zihninde had safhada gelgitler
başlamıştı. İstediği şey selametle ayrılmak değildi, Shen Qingqiu’yla olmaktı.
Zhao Hua Tapınağı’nda hapsedilip kaçamasa, hatta oradaki herkes tarafından
saldırıya uğrasa bile onun tek başına gitmesini söylemesinden daha iyiydi!
Luo
Binghe’nın düşünce yapısına göre bu durum “terk edilme”yle aynıydı.
Önceden
Su Xiyan’ın onu öldürmesi için zehri içmesinin tekerrür etmesiydi adeta.
Luo
Binghe’nın dediği gibi, birisini taraf seçmek için zorlamıyordu. Çünkü kalbinin
derinliklerinde cevabı mutlak surette biliyordu: nihayetinde, Shen Qingqiu’nun
onu terk edeceği bir gün gelecekti.
Zihni,
tamamıyla, gerçekleşmemiş şeylere paranoyağa yakın bir korkuyla kaygılanmasıyla
dolmuştu. Nasıl olur da tamamıyla aklını yitirmezdi ki?
Yue
Qingyuan’ın adımları gittikçe güçsüzleşiyordu, artık neredeyse ayakta
duramayacaktı.
Shen
Qingqiu bu Sekt Liderini daha önce hiç bu kadar güçsüz bir şekilde görmemişti.
Yue Qingyuan daima sakin ve güçlüydü. Çok konuşmayıp agresif olmamasına, nazik
ve kibar olmasına rağmen aynı zamanda itibarını kaybettirmeyecek şekilde oldukça
onurluydu da.
Şimdiyse
yalnızca yürümekte zorlanmıyor, karakterine uymayan birçok şey söylüyordu.
Gerçekten de daha fazla dayanamayacağını hissediyor gibiydi.
Shen
Qingqiu resmen onu sürükleyerek ilerliyordu. Yürürken, “Kıdemli Zhangmen,
dayan, uyanık kalmalısın. Çok yakında her şey yoluna girecek.” dedi.
Yue Qingyuan acı acı güldü. “Bunca yıl hiç geçmişten
bahsetmedin. Bana hep Kıdemli Zhangmen diye seslendin. Bir daha hiç Qi-ge
dememek için yemin mi ettin?”
Shen Qingqiu’nun kılıcı kavrayan elinin kasları gitgide
sıkılaşıyordu. Yue Qingyuan Shen Jiu’nun Qi-ge dediğini duymak istiyordu ama o
Shen Jiu değildi ki!
Asıl Shen
Qingqiu’nun soğuk ve kindar enerjisine bürünerek kararlı bir şekilde reddetti.
“Demeyeceğim.”
Ölüm
bayrağını çekemezdi! Televizyon programlarına ve romanlara dayanaraktan bu
karakterler son isteklerinin yerine getirilip son cümlelerini dillendirdikten
sonra huzura ermiş şekilde anında yaşamlarını yitiriyorlardı. Shen Qingqiu sert
bir şekilde, “Az önce dediğin hiçbir şeyi duymadım. Aşağıya inene kadar dayan!”
dedi.
Yue
Qingyuan gözlerini kapatıp iç çekti. “Xiao Jiu, ah…”
Söyleme
sakın.
Asıl
eserde Luo Binghe’nın “Shen Qingqiu’nun” bacaklarını kesip Cang Qiong Dağı
Sekti’ne gösterişli bir kutuda gönderdiğinde Yue Qingyuan’ın yüzündeki ifadeyi
düşünmeye cesaret edemiyordu. Ne olursa olsun bu anlamsız bir gayretti; her şekilde
Luo Binghe’nın tuzağına ardına bakmadan, alnının akıyla on bin ok bedenini
delip geçene değin düşmüştü.
Ömür boyu
sadakat, beklenmedik bir şekilde birçok şeyle ödenmek durumunda kalmıştı.
Yue
Qingyuan’ın, kinle dolup taşan ve Luo Binghe’ya geri kalan ömründe bir anlığına
sıyrılabilmek için onun tuzağına çekmesi için yem olarak yardım eden Shen
Qingqiu’ya o sene geri dönüp onu kurtaramamasının nedenini dahi söylemeye vakti
olmamıştı.
Niçin
daha önceden söylememişti?
Luo
Binghe’yla kendisi için de aynı şey geçerliydi. Niçin daha önceden
söylememişti?
Eğer en
başlarda düşünüp varsayımlarda bulunmasaydı Luo Binghe muhtemelen asla kararmayacaktı.
Ömrü boyunca Qing Jing Tepesi’nde şirin ve utangaç mürit olarak bile
kalabilirdi.
Shen
Qingqiu on bin adım geri gitseydi ve Luo Binghe’yı Sonsuz Uçurum’dan itmek
harici bir seçeneği olmasaydı görevini tamamıyla farklı bir şekilde yerine getirebilirdi.
Düşünmek için vaktini harcamasına bile gerek yoktu. Shen Qingqiu ancak şimdi
fark etmişti; Luo Binghe’nın aşağıya inmesini isteseydi tek bir kelimesiyle
gayet Luo Binghe’nın itaatkâr bir şekilde aşağıya inmesini sağlayabilirdi.
Shen
Qingqiu bu olasılığı hiç düşünmemişti. Luo Binghe’nın bu denli itaatkâr olacak
kadar aptal olacağına inanamamıştı.
Fakat
gerçekte o gerçekten de o kadar aptal, o kadar itaatkârdı.
Birçok
dönüp dolaşmanın, birkaç kez sapıp büyük bir yuvarlak etrafında dönmesinin
ardından ne yapacağını bilemez şekilde etrafına bakındı. Nerede olduklarını
bilmiyordu, yalnızca pişmanlık ve yoğun bir sızı hissediyor, ‘daha önceden
bilseydim eğer’ diye iç çekiyordu.
Fakat bu
dünyada böyle şeyler yoktu.
Mağarada
dört bucak dolaştıktan sonra aniden önlerinde tozla kaplanmış iki tane kişi
beliriverdi.
İki tane
yuvarlak, parlak kel kafayı gördüğü anda Shen Qingqiu düşünmeden, “Yüce Usta Wu
Chen, Yüce Usta Wu Wang.” deyiverdi.
Küçük ve
kısa keşiş iri ve uzun olan keşişi, ki o da Yüce Usta Wu Chen’den başkası
değildi, taşıyordu. Sahte tahtadan bacaklarından birisini kaybetmişti ve tek
ayakla yürümekte zorlanıyordu. Ne ellerini serbest bırakabiliyor ne de dua
etmek için birleştirebiliyordu. Kaba olmamak için birkaç kez ‘Amitabha’yı
tekrarladı. “Amitabha, Tepe Lordu Shen, sonunda sizi buldum. Sekt Lideri Yue’ye
ne oldu?”
Yue
Qingyuan gözlerini kapattıktan sonra Shen Qingqiu’nun bedenine ağırlığını biraz
daha vererek yaslanmıştı. Shen Qingqiu, “Kıdemli Zhangmen… başını taşa çarptı.
Yüce Usta Wu Wang’e ne oldu?” dedi.
Wu Chen,
“Tianlang-Jun’un şeytanî enerjisinden hasar gördü, hâlâ daha uyanmadı. Mağara
çöktü ve iblis ırkından şu birkaç kişi tamamıyla ortalıklardan kayboldu.” dedi.
Shen
Qingqiu Xiu Ya’yı çekip ona uzattı. “Yüce Usta, sizden kıdemlimi ve Yüce Usta
Wu Wang’i alıp Maigu Tepesi’ni uçan kılıçla terk etmenizi isteyebilir miyim?”
Wu Chen,
“Tepe Lordu Shen’e ne olacak?” dedi.
Shen
Qingqiu kısa ve öz bir şekilde, “Müridim, onunla ilgileneceğim.” dedi.
Yüce Usta
Wu Chen ağır başlı bir şekilde, “Tepe Lordu Shen onunla sakin bir şekilde
görüşmeyi istiyorsa mükemmel olur.” dedi.
Shen
Qingqiu, “Mahcubum. Fakat umuyorum ki geri dönülemez bir sonuca varılmadan önce
bu durumu düzeltebilirim. Öyleyse Kıdemli Zhangmen’le Yüce Usta’yı size emanet
ediyorum. Yapabilirseniz lütfen onu indiğiniz gibi Qian Cao Tepesi’nde Kıdemsiz
Mu’ya teslim edin. Son derece müteşekkirim.” dedi.
Wu Chen
Wu Wang’i yere bırakıp Xiu Ya’yı aldı. Uslüne uygun bir şekilde reverans yapıp
ardından aniden, “Xin Mo’nun kuvvetlenmesinin tek sebebi bir takıntı.” dedi.
Shen
Qingqiu irkildi. “Yüce Usta’nın demeye çalıştığı şey; Xin Mo’dan kurtulmak
istiyorsam takıntıyı bitirmek mi zorundayım?”
Fakat Wu
Chen başını olumsuz anlamda salladı. “Bitebilse takıntı olmazdı zaten.”
“Ben de öyle düşünmüştüm.” Shen Qingqiu
reverans yapıp arkasını döndü.
Ona Luo
Binghe’nın takıntısı olmasını kim söylemişti ki?
*****
Sonraki bölümde iki farklı alternatif olduğundan romanın ana bölümüne gönderiliyorsunuz, lütfen oradan 79'un istediğiniz versiyonunu seçiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder