Buradaki bütün efsuncuların beş duyusu da keskin ve hassastı. Aralarındaki mesafe az olsun olmasın, şu anda hepsi Shen Qingqiu’ya dönmüştü: binlerce gözle değişik bakışlar her bir taraftan onu çevreliyordu.
Shen
Qingqiu yelpazesini açarak sessizce yüzünün bir kısmını gizledi.
Luo
Binghe yavaşça ilerliyordu. Siyah cübbesinin eteği meltem esintisiyle
dalgalanıyordu, belindeki kılıç şaşırtıcı bir şekilde Zheng Yang’tı*. Ardında,
solunda başını dik tutan Mobei-Jun’la sağında baştan çıkartıcı bir şekilde
zarif yürüyen Sha Hualing vardı. Uzun zamandır kayıp olan Huan Hua müritleri
yakınlardan takip ediyorlardı. Arkalarından da iblis askerlerinden oluşan siyah
zırhlı küçük bir ordu geliyordu. Shang Qinghua ortaya geçip kuhli balığı gibi
bir ileri bir geri zikzak çiziyor, ileri geri yürüyordu, bu seyretmesi
fazlasıyla uygunsuz bir şeydi. İkisi de karşılaştıklarında birbirlerine dik dik
bakıp ileri geri bakışlarıyla kesici aletler gönderiyorlardı: ne şiddetli ama!
Zheng Yang: Luo Binghe’nın Cang Qiong Dağı Sekti’nin müridiykenki zamandan
kalma kılıcı, İblis’in Kalbi kılıcının aksine ruhanî enerji kullanarak efsun
yapmasını sağlayan kılıç diye düşünebilirsiniz.
Luo
Binghe görkemli bir biçimde karşıya geçerek bu üçlünün üçüncüsü olarak denetimi
eline aldı, herkesin yüzünde oluşan rengârenk ifadeler emoji pakedi yapmaya
yeterdi. Özellikle de Cang Qiong Dağı’nın, ne zaman Huan Hua Sarayı’yla yolları
kesişse savaştıkları bir dönem vardı, şu anda bile hiddetleri eski bir düşmanı
görmenin üzerine özellikle taze hissettiriyordu. Yine de Zhao Hua Tapınağı’nın
açıkça ileri sürdüğüne göre şu anki durumda düşman değil, müttefiklerdi; o
nedenle tek yapabilecekleri şey buna tahammül edip kendilerini
dizginlemeleriydi.
Qi Qingqi
tedbirli bir şekilde, “Ustalar bu konuda sahici mi?” dedi.
Luo
Binghe gülümseyerek, “Tepe Lordu* Qi, Zhao Hua Tapınağı’nın… ah, beyninin
yıkandığını ve benim tarafımdan baskı gördüklerinden mi şüpheleniyor?” dedi.
Lord: Animasyonda lord yerine usta diye geçiyorlar, günümüzde her ne kadar
artık lord ve leydinin cinsiyet belirtmeden de kullanılabileceği düşünülse de
açıkçası genel düzenlemede bunun üzerinde duracağım. Gözünüze takılmasın yani.
Yine
tartışmaya gireceklerini fark ettiğinde Shen Qingqiu çabucak, “Yüce Usta Wu
Chen’in dedikleri şüphesiz gerçektir.” dedi.
Bunu
duymanın üzerine başlangıçta ona bakmayan yüzlerce göz harekete geçerek
tekrardan üzerine yönelmişti. Qi Qingqi ona baktı, Shen Qingqiu’ya bir asiymiş
de ebeveynleri yerine kocasının yanında duran hayırsız bir evlatmış gibi
bakıyordu.
Luo Binghe’nın
gözleri onun üzerinde sabitlendi. Shen Qingqiu’dan başkasını göremiyor gibiydi.
“Shizun, günlerdir sizi görmedikten sonra bu mürit sizi çok özledi.” dedi.
Dün gece
görüşmemişler miydi…
Birisi
“çok özledim” derse oradaki herkesin tüyleri diken diken olurdu. Fakat bu Luo
Binghe’nın somut özelliği ve oluşumu olduğundan “ne derse desin diğerlerinin
keyfini kaçıracak” durumunda olduğundan diğerlerinin ilgisi onun üzerine yönelmemişti.
Shen Qingqiu çevresindekilerin zalim bakışlarını üzerinde hissediyordu, o
nedenle yalnızca münasip bir “mhm.”la karşılık vermişti.
Luo Binghe’nın
dudaklarının kenarları hâlâ tebessümün izlerini taşıyordu. “İblis bölgesinin
kuzey ve güneyi birbirleriyle hiç anlaşamazlar. Kuzey Bölgesi, lideri ben
olduğumdan mütevellit, birleşmeye dahil değil. Düşmanı kovmak için gücünüze
katılıp yardım etmek istiyoruz.”
Ellerini
arkasında tutarken Luo Binghe örnek bir insan gibi görünüyordu. İşin iç yüzünde
şımarık bir çocuk gibi davranıp ağlayıp sızlanarak başkalarına istediğini
yaptırmayı seven genç bir kız gibi olduğunu kim bilebilirdi ki… Kim inanırdı
ki?!
Yue
Qingyuan sakin bir şekilde, “Şüphelendiğim için affınıza sığınıyorum. Zhao Hua
Tapınağı’ndaki son seferde kötü koşullarda ayrılmıştık. Şimdi Saray Ustası Luo
aniden biyolojik babasıyla mücadele etmek için efsun dünyasının gücüne katılmak
isteyince…” dedi.
Luo
Binghe kısa ve öz bir şekilde, “Bunu yalnız bir kişi için yapıyorum. Diğer
hiçbir şey umurumda değil.” dedi.
Bu sefer
kim olduğunu söylememişti ama ne fark ederdi ki? Bir anlamı var mıydı?
Kar
yağarken Shen Qingqiu yelpazesini, hasırdan yelpazesi olan görgülü bir
beyefendi şeklinde tutup sallayarak açtı. Yelpazesini sallarken gökyüzünün
dokuzuncu katından* doğrudan ona bakan kişilerin bakışlarından
kurtulabileceğini umuyordu. Sekt ustalarından birisi sert bir şekilde gülerek,
“Tepe Lordu Shen iyi bir mürit yetiştirmiş. Efsun dünyası için bir büyük bir
nimet olduğu aşikâr.” dedi.
Gökyüzünün Dokuzuncu Katı: Çeviri yaparken az çok araştırma yapsam da
düzenlemeden önce Taoizmle ilgili kitaplar okumak istiyorum açıkçası çünkü ne
olursa olsun küçük küçük araştırmalar içime sinmiyor. Kısacası diyecek olursam
1, 3, 5, 7 ve 9 Yang; 2, 4, 6, 8 de Ying olarak sınıflandırılıyorlarmış. Yang
güçlü, samimi, zinde, canlı ve yaratıcı olurken Yin verimli, sakin, dingin,
karanlık ve imalı diye açıklanmış kısaca baktığım yerde ama tabii bu kadarla
sınırlı değil Yin’le Yang, yalnızca 9. sayı Yang’ın en büyük sayısı olmasından
dolayı olumlu anlamda bütün enleri bunda gibi düşünebilirsiniz, yani hepsinden
daha verimli gibi bir şey. Önemli bir yeri var yani.
“İyi bir mürit yetiştirmiş” dese de tonunun
“iyi bir eşle evlenmiş”ten hiçbir farkı yoktu. Bunu duyduğunda Shen Qingqiu’nun
yelpazesini sallaması gizli gizli öldürücü bir niyet taşımaya başlamıştı. Wu
Wang bu ikisini -toplumun ahlakını bozan kişileri- bastonuyla ölümüne dövmek istiyor
gibi bakıyordu. Yüce Usta Wu Chen çabucak, “Hayırsever Luo yardım etmek
istediğine göre en iyisi bu olacaktır. Sekt Ustası Yue’nin bütün operasyonun
görevini üstlenmesini isteyecektim.” dedi.
Çeşitli
sektlerden herkes kritik anlarda en büyük destekçinin Yue Qingyuan olduğunu
düşünüyordu. Bu sefer de farklı değildi, hâliyle harekete geçerek, “Zhao Hua
Tapınağı, lütfen adamlarınızın kalanını bariyerleri tutmak için yerleştirin.
Maigu Tepesi’nin daha fazla inmemesi için durdurun. Nehrin birleşmesini
önlemelisiniz.” diyerek birçok sekte komut vermeye başladı.
Yüce Usta
Wu Chen tuhaf bir şekilde bakarak, “Elimizden geleni yapacağız. Her ne kadar
Luo Nehri geniş olsa ve iki tarafı da fazlasıyla uzak olsa da oluşumu yerleştirecek
bir yer yok, oluşum sağlam olmayacaktır, burası dizilim kurmamız için uygun
değil.” dedi.
Yue
Qingyuan bir süre düşünüp, “Cang Qiong müritlerini kılıçlarına bindirip
dizilimi havada sürdürmelerine ne dersiniz?” dedi.
Luo
Binghe aniden, “Bu kadar derde girmeye gerek yok.” diye söze girdi.
Başını yana
çevirdi ama hiçbir şey söylemedi. Mobei-Jun öne çıkarak nehre doğru yürüyüp suyun
yüzeyine bastı. Yürüdüğü yerde katı buz hızla yayılmaya başladı. Suyun
yüzeyinin bir metre civarı donması uzun sürmemişti. Yine de suyun içinde yüzen
balıkları buza dönüştürene değin yayılmaya devam ediyordu. Biraz daha vakit
geçtiğinde Luo Nehri’nin bütün orta kısmını tamamıyla dondurabilirdi.
İblislerin
özelliklerinin getirileri insanlara göre irsiydi. Çevrelerinde şaşkınlıkla
bağıranlar olduğu gibi endişelenenler de vardı. Wu Chen teşekkürlerini sundu.
Luo Binghe Shen Qingqiu’ya hiçbir küstahça gurur kırıntısı olmaksızın ışıl
ışıl, parlak gözlerle baktı.
Shen
Qingqiu, Luo Binghe’nın bir sürü artı puan aldığını ve diğerlerinin ona karşı
düşmanlığıyla uyanıklığının eskisi kadar kötü olmadığını fark etmişti.
Memnuniyet duyarak, “Mhm. Aferin.” demeden edemedi.
Luo
Binghe’nın yüzüne geniş bir tebessüm yayıldı. Nedense Shen Qingqiu’nun da
dudakları yukarıya kıvrılmıştı. Shen Qingqiu bunu fark ettiği gibi dudaklarının
kenarını anında aşağıya çekerek kendini toparladı. Bulaşıcı olan şeyin yalnızca
gözyaşları değil, tebessümün de olup olmadığını merak ediyordu.
Yue
Qingyuan görev atamalarına devam ediyordu. Tanrı’nın Gözünden Bakanlar
ayrılarak Luo Nehri’nin yakınlarındaki birleşmenin başladığına dair işaretlerin
olduğu diğer yerlere gidip oradaki sıradan insanları tahliye ederek
koruyacaklardı. Sonraki Cang Qiong Dağı’ydı. Yue Qingyuan bir süre düşünüp,
“Nan Jiang’ın iblislerinin ilk dalgası bariyerden girdikleri gibi Bai Zhan
Tepesi öncülük edecek.” dedi.
Bai Zhan
Tepesi’nde yalnızca kırk kişi vardı, birisi, “Nan Jiang’taki iblislerin
çoğunluğu hayvan, her biri dehşet verici. Kırk kişi gerçekten de saldırının ilk
dalgasına dayanabilir mi?” diye sormadan edemedi.
Savaş
klanının savaş yeteneklerini sorgulamaya nasıl cüret edersin?!
Liu
Qingge taşların üzerinde duruyordu. Rüzgârla birlikte kılıcının püskülü,
beraberinde beyaz kol yenleri ve siyah saçları dalgalanıyordu. Doğrudan cevap
vermek yerine soğuk bir şekilde arkasındaki müritlere, “En az bin tanesini
öldürmeyen kişi def olup An Ding Tepesi’ne gitsin.” dedi.
Kırk kişi
ahenkle, “Emredersiniz!” dedi.
Shang
Qinghua hafifçe mırıldandı: “An Ding Tepesi’ne ayrımcılık yapmayın…” Lojistikçiler masumdu, çok yaşayın
lojistikçiler!
Yue
Qingyuan Qiong Ding Tepesi’ne, Xian Shu Tepesi’ne, Qian Cao Tepesi’ne… görev
vermeye devam etti. Her biri kendi konumlarıyla kendi görevlerindeydi. Shen
Qingqiu Luo Binghe’nın çok rahat olduğunu gördüğünde, “Beraberinde kaç kişiyi
getirdin? Düzen yapman gerekmiyor mu?” sormadan edemedi.
Ağzını
açtığı gibi sayısız kulağın dikilerek soluklanmadan dikkatlice dinlediğini
hissetmişti. Fısıldaşmalar bile aniden dinmişti. Kıvrak Taoist kadın keşiş üçlüsü
kıs kıs güldüler.
Luo
Binghe, “Getirebildiğim herkesi getirdim. Düzen işi kolay.” dedi. Dedikten
sonra arkasında duran Sha Hualing’le Mobei-Jun’u gösterirken sırayla konuştu.
“Jiuzhong-Jun’u ona, çirkin hayvanları da ona emanet ettim.”
…Bu
babasının çukurunu kazan kız değil miydi? Bu kadar basitçe…
Shen
Qingqiu, “Ve?” diye irdeledi.
Luo
Binghe ağırbaşlı bir şekilde başını salladı, “Ve”, yüzündeki tebessüm
genişledi, “Shizun da bana emanet.”
Alan ani
öksürüklerle kaplanmıştı. Shen Qingqiu soğukkanlılığını zar zor koruyabilmişti.
Yelpazesini
şaklatarak kapatıp elinde sıkıca tuttu. İfadesini düzenlerken tüm ciddiyetiyle,
“An Ding Tepesi’nin eski Lordu’na söyleyeceklerim var. Şimdiki şartlara göre
birçok sektin lideriyle düşmanla baş etmek için olan plan hakkında
konuşacağım.” dedi.
Diğerlerinin
tepkisine dikkat etmeksizin konuşması bittiği gibi ilerledi. Shang Qinghua’yı
yakalayıp onu bir ölü yaban domuzu gibi diğerlerinin birazcık uzağındaki bir
ağacın altına sürükledi.
Shen
Qingqiu, “Niçin hayattasın sen hâlâ? Elli sekiz bölüm önce ölmüş olman
gerekiyordu. Niçin Mobei-Jun seni hâlâ öldürmedi?!”
Shang
Qinghua yakasını düzeltti: “Shen Da Da*, senin de benden önce ölmen
gerekiyordu. Şu anda ikimiz de hayattayız ve zindeyiz. Beni kurcalamaya
utanmıyor musun?”
Da Da: Amca ya da baba anlamına geliyormuş.
Shen
Qingqiu alnını tutup derin bir nefes aldı. “Gökyüzüne Ateş Eden Kardeş,
Kahraman, Kahraman Uçak, sevgi eksikliğin mi var? Başlangıçta bahsettiğin Shen
Qingqiu’nun asıl geçmişi çocukluğunda bir sapık tarafından taciz edildiği
miydi? Acı ve trajik geçmişler yazmayı bu kadar çok mu seviyorsun?”
Shang
Qinghua, “Karakter ne kadar trajik olursa popülerliği o kadar yüksek olur.”
diye yanıtladı.
Shen
Qingqiu, “Saçmalık! İki okuyucunun hadım olmam için dövündükleri yorumları
istenmeyen olarak işaretledikten sonra bana popülerliğin bu olduğunu mu
söylüyorsun?”
“O asıl
gidişata uygun değildi çünkü.” Shang Qinghua tartışmadan yola çıkarak,
“Bing-ge; trajik mi, değil mi? Popülerliği; çok mu, az mı?” diye ikna etmeye
çalıştı.
Hâlâ Luo
Binghe’yı örnek olarak kullanmaya cesaret edebiliyordu! Shen Qingqiu
yelpazesini ona geçirip, “Gerçekten de onu bu noktada kullanmayı istiyor
musun?” dedi.
Dizleri
üzerinde yerdeki fincan parçalarını toplayan zavallı Luo Binghe’yı düşündü.
Küçük ve ince bedeni iki kova suyu dağdan yukarı aşağıya taşımakta
zorlanıyordu. Geceleri odunluğun köşesine sinip kontrol edilemez bir şekilde
titriyordu. O kadar şaşkın ve üzgün hissetmişti ki bu anıları birisine vurmak zorundaydı
ve bu kişi Gökyüzüne Ateş Eden Uçak olmalıydı!
Shang
Qinghua ifadesini inceleyip hayret içerisinde, “…Bu nasıl ifade öyle? Onun için
üzüldüğünü söyleme bana sakın? Lanet olsun, senin her zaman inatçı, sert ve
geri adım atmayan birisi olduğunu düşünmüştüm. Her zaman düz olduğunu
sanmıştım!” dedi.
Shen
Qingqiu onu tekmeledi. “Saçmalığın için vaktim yok benim. Söyle bakalım,
Tianlang-Jun’la nasıl savaşacağız?!”
Shang
Qinghua Tianlang-Jun adına üzülüyordu, “Onunla savaşma! Yeterince acı çektiğini
düşünmüyor musun? Ve dürüst olmak gerekirse hâlihazırda ana hatlarıyla detayları
belirlenmediğinden nasıl savaşacağımı düşünmedim de.” dedi.
Shen
Qingqiu, “Onu yenemezsek ıstırabını çekecekler senle benim. Düşünmediysen de
artık düşün. Bu dünyanın temelini kuran kişi sensin, senin düşüncelerin
hikâyenin temeli!” dedi.
Henüz konuşmayı
bitirmemişti ki Luo Binghe’nın sesini duydular. “Shizun, konuşmayı bitirmediniz
mi? Harekete geçme zamanı neredeyse geldi.”
Beş
dakika olmamıştı bile. Shen Qingqiu çabucak arkasını dönüp, “Harekete geçme
mi?” dedi.
Luo
Binghe konuştu: “Sekt Ustası Yue’yle ben kılıca el koymak için on kişinin
gitmesinin en iyisi olacağını düşündük. Shizun, geliyor musun? Geliyorsen ben
de geliyorum.”
Shen
Qingqiu, “Pekâlâ.” dedi.
Bir süre
duraklamanın ardından Shang Qinghua’yı gösterdi: “Onu da al.”
Shang
Qinghua’nın yüzünün rengi çekildi, kaşları seğirdi. Salatalık Kardeş’e hayatını
bağışlaması için yalvarıyordu ama Shen Qingqiu çoktan hava atarak uzaklaşmıştı.
Liu Qingge’yla Bai Zhan Tepesi buz zemini korumak için geride kalmakla
yükümlüydüler. Shen Qingqiu yanından geçti, ardından aniden arkasını dönerek
yarı alayla, “Müritlerinin bin tanesini öldürmesini istiyorsan, Kıdemsiz, senin
de bizzat on bin tanesini öldürerek örnek olman lazım.” dedi.
Liu
Qingge dudaklarını alayla büzerek, “Buraya gelmeye cüret eden herkesi
öldüreceğim.” dedi.
Shen
Qingqiu, “Bu sefer güveniyor musun?” diye sordu.
Liu
Qingge bir süre düşünüp isteksizce, “Kıdemli Sekt Lideri yanınızda.” dedi.
Luo
Binghe Shen Qingqiu’nun cübbesinin kenarını çekiştirerek, “Shizun, beni uçur.”
dedi.
Shen
Qingqiu beline baktı. “…Kılıcın yok mu senin?”
Shen
Qingqiu’yla tek başına kaldığında Luo Binghe’nın otoriter, gururlu bir adam
olmasından eser kalmıyordu. Çekinerek, “Yakın zamanda çok fazla şeytanî enerji
kullanıp pek ruhanî enerji kullanmadım. Nasıl kullanıldığını biraz unutmuş
olabilirim.” dedi.
Yakınlardaki
diğer on kişi onlara bakıyordu. Shen Qingqiu onları oyalamak istemediğinden
üstünkörü, “Çık hadi!” dedi.
Kılıçlarıyla
gökyüzüne yükselip Maigu Tepesi’ne girdikleri gibi indiler. Yani Luo Binghe
gerçekten de çok uzun süre ona sarılmamıştı.
Girintili
çıkıntılı taşların, kurumuş iskeletlerin ve kemiklerin sıkı beyaz taşların
arasındaki çatlaklardan çıkmış olduğu bir yerde iniş yapmışlardı. Yukarıya
baktıklarında üzerlerinde tuhaf, koyu ağaçlar vardı, birbirlerini örtüyorlardı.
Bilinmeyen bir yaratığın tuhaf bağırması kargaların ötmesiyle birleşerek tepede
yankılanmıştı.
Tepede
Xin Mo kılıcını bulana değin arayışları uzun zaman alacaktı. Shen Qingqiu,
“Maigu Tepesi’nde bir sürü yaratık var. Yaşıyor gibi görünen hiçbir şeye
dokunmazsanız iyi dersiniz.” diye uyardı.
Luo
Binghe şeytanî soydandı. Onlara yardımında samimi olduğunu göstermek için bu
sefer o rehberlik ediyorsu. Shen Qingqiu yanından yürüyordu. Yürürlerken Luo
Binghe sessizce elini uzatıp Shen Qingqiu’nun elini tutmuştu.
Wu Chen,
“Amitabha.” derken Wu Wang sesli bir şekilde öksürdü. Yue Qingyuan basitçe ve
soğukkanlılıkla bakışlarını çevirdi.
Shen
Qingqiu nefesini tuttu. Alnı, yanakları, boynu, kulak memeleri… her yeri
yanıyordu. Telaşlanmıştı ve sebepsiz yere günahkâr birisi gibi hissetmişti.
Yavaşça elini çekti.
Avuç içi
boşaldığı esnada Luo Binghe’nın gözleri anında karla donarak üzeri örtülmüş bir
kıra dönüşmüştü.
Kısa bir
süre sonrasında gülerek sesini alçaltıp, “Neyden korkuyorsunuz? Benden
bekledikleri bir destek var, hiçbir şey söyleyemeye tenezzül edemezler.” dedi.
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder