27 Ağustos 2021 Cuma

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 76: MAIGU ŞEYTANÎ TEPE

 Buradaki bütün efsuncuların beş duyusu da keskin ve hassastı. Aralarındaki mesafe az olsun olmasın, şu anda hepsi Shen Qingqiu’ya dönmüştü: binlerce gözle değişik bakışlar her bir taraftan onu çevreliyordu.

Shen Qingqiu yelpazesini açarak sessizce yüzünün bir kısmını gizledi.

Luo Binghe yavaşça ilerliyordu. Siyah cübbesinin eteği meltem esintisiyle dalgalanıyordu, belindeki kılıç şaşırtıcı bir şekilde Zheng Yang’tı*. Ardında, solunda başını dik tutan Mobei-Jun’la sağında baştan çıkartıcı bir şekilde zarif yürüyen Sha Hualing vardı. Uzun zamandır kayıp olan Huan Hua müritleri yakınlardan takip ediyorlardı. Arkalarından da iblis askerlerinden oluşan siyah zırhlı küçük bir ordu geliyordu. Shang Qinghua ortaya geçip kuhli balığı gibi bir ileri bir geri zikzak çiziyor, ileri geri yürüyordu, bu seyretmesi fazlasıyla uygunsuz bir şeydi. İkisi de karşılaştıklarında birbirlerine dik dik bakıp ileri geri bakışlarıyla kesici aletler gönderiyorlardı: ne şiddetli ama!

Zheng Yang: Luo Binghe’nın Cang Qiong Dağı Sekti’nin müridiykenki zamandan kalma kılıcı, İblis’in Kalbi kılıcının aksine ruhanî enerji kullanarak efsun yapmasını sağlayan kılıç diye düşünebilirsiniz.

Luo Binghe görkemli bir biçimde karşıya geçerek bu üçlünün üçüncüsü olarak denetimi eline aldı, herkesin yüzünde oluşan rengârenk ifadeler emoji pakedi yapmaya yeterdi. Özellikle de Cang Qiong Dağı’nın, ne zaman Huan Hua Sarayı’yla yolları kesişse savaştıkları bir dönem vardı, şu anda bile hiddetleri eski bir düşmanı görmenin üzerine özellikle taze hissettiriyordu. Yine de Zhao Hua Tapınağı’nın açıkça ileri sürdüğüne göre şu anki durumda düşman değil, müttefiklerdi; o nedenle tek yapabilecekleri şey buna tahammül edip kendilerini dizginlemeleriydi. 

Qi Qingqi tedbirli bir şekilde, “Ustalar bu konuda sahici mi?” dedi.

Luo Binghe gülümseyerek, “Tepe Lordu* Qi, Zhao Hua Tapınağı’nın… ah, beyninin yıkandığını ve benim tarafımdan baskı gördüklerinden mi şüpheleniyor?” dedi.

Lord: Animasyonda lord yerine usta diye geçiyorlar, günümüzde her ne kadar artık lord ve leydinin cinsiyet belirtmeden de kullanılabileceği düşünülse de açıkçası genel düzenlemede bunun üzerinde duracağım. Gözünüze takılmasın yani.

Yine tartışmaya gireceklerini fark ettiğinde Shen Qingqiu çabucak, “Yüce Usta Wu Chen’in dedikleri şüphesiz gerçektir.” dedi.

Bunu duymanın üzerine başlangıçta ona bakmayan yüzlerce göz harekete geçerek tekrardan üzerine yönelmişti. Qi Qingqi ona baktı, Shen Qingqiu’ya bir asiymiş de ebeveynleri yerine kocasının yanında duran hayırsız bir evlatmış gibi bakıyordu.

Luo Binghe’nın gözleri onun üzerinde sabitlendi. Shen Qingqiu’dan başkasını göremiyor gibiydi. “Shizun, günlerdir sizi görmedikten sonra bu mürit sizi çok özledi.” dedi.

Dün gece görüşmemişler miydi…

Birisi “çok özledim” derse oradaki herkesin tüyleri diken diken olurdu. Fakat bu Luo Binghe’nın somut özelliği ve oluşumu olduğundan “ne derse desin diğerlerinin keyfini kaçıracak” durumunda olduğundan diğerlerinin ilgisi onun üzerine yönelmemişti. Shen Qingqiu çevresindekilerin zalim bakışlarını üzerinde hissediyordu, o nedenle yalnızca münasip bir “mhm.”la karşılık vermişti.

Luo Binghe’nın dudaklarının kenarları hâlâ tebessümün izlerini taşıyordu. “İblis bölgesinin kuzey ve güneyi birbirleriyle hiç anlaşamazlar. Kuzey Bölgesi, lideri ben olduğumdan mütevellit, birleşmeye dahil değil. Düşmanı kovmak için gücünüze katılıp yardım etmek istiyoruz.”

Ellerini arkasında tutarken Luo Binghe örnek bir insan gibi görünüyordu. İşin iç yüzünde şımarık bir çocuk gibi davranıp ağlayıp sızlanarak başkalarına istediğini yaptırmayı seven genç bir kız gibi olduğunu kim bilebilirdi ki… Kim inanırdı ki?!

Yue Qingyuan sakin bir şekilde, “Şüphelendiğim için affınıza sığınıyorum. Zhao Hua Tapınağı’ndaki son seferde kötü koşullarda ayrılmıştık. Şimdi Saray Ustası Luo aniden biyolojik babasıyla mücadele etmek için efsun dünyasının gücüne katılmak isteyince…” dedi.

Luo Binghe kısa ve öz bir şekilde, “Bunu yalnız bir kişi için yapıyorum. Diğer hiçbir şey umurumda değil.” dedi.

Bu sefer kim olduğunu söylememişti ama ne fark ederdi ki? Bir anlamı var mıydı?

Kar yağarken Shen Qingqiu yelpazesini, hasırdan yelpazesi olan görgülü bir beyefendi şeklinde tutup sallayarak açtı. Yelpazesini sallarken gökyüzünün dokuzuncu katından* doğrudan ona bakan kişilerin bakışlarından kurtulabileceğini umuyordu. Sekt ustalarından birisi sert bir şekilde gülerek, “Tepe Lordu Shen iyi bir mürit yetiştirmiş. Efsun dünyası için bir büyük bir nimet olduğu aşikâr.” dedi.

Gökyüzünün Dokuzuncu Katı: Çeviri yaparken az çok araştırma yapsam da düzenlemeden önce Taoizmle ilgili kitaplar okumak istiyorum açıkçası çünkü ne olursa olsun küçük küçük araştırmalar içime sinmiyor. Kısacası diyecek olursam 1, 3, 5, 7 ve 9 Yang; 2, 4, 6, 8 de Ying olarak sınıflandırılıyorlarmış. Yang güçlü, samimi, zinde, canlı ve yaratıcı olurken Yin verimli, sakin, dingin, karanlık ve imalı diye açıklanmış kısaca baktığım yerde ama tabii bu kadarla sınırlı değil Yin’le Yang, yalnızca 9. sayı Yang’ın en büyük sayısı olmasından dolayı olumlu anlamda bütün enleri bunda gibi düşünebilirsiniz, yani hepsinden daha verimli gibi bir şey. Önemli bir yeri var yani.

 “İyi bir mürit yetiştirmiş” dese de tonunun “iyi bir eşle evlenmiş”ten hiçbir farkı yoktu. Bunu duyduğunda Shen Qingqiu’nun yelpazesini sallaması gizli gizli öldürücü bir niyet taşımaya başlamıştı. Wu Wang bu ikisini -toplumun ahlakını bozan kişileri- bastonuyla ölümüne dövmek istiyor gibi bakıyordu. Yüce Usta Wu Chen çabucak, “Hayırsever Luo yardım etmek istediğine göre en iyisi bu olacaktır. Sekt Ustası Yue’nin bütün operasyonun görevini üstlenmesini isteyecektim.” dedi.

Çeşitli sektlerden herkes kritik anlarda en büyük destekçinin Yue Qingyuan olduğunu düşünüyordu. Bu sefer de farklı değildi, hâliyle harekete geçerek, “Zhao Hua Tapınağı, lütfen adamlarınızın kalanını bariyerleri tutmak için yerleştirin. Maigu Tepesi’nin daha fazla inmemesi için durdurun. Nehrin birleşmesini önlemelisiniz.” diyerek birçok sekte komut vermeye başladı.

Yüce Usta Wu Chen tuhaf bir şekilde bakarak, “Elimizden geleni yapacağız. Her ne kadar Luo Nehri geniş olsa ve iki tarafı da fazlasıyla uzak olsa da oluşumu yerleştirecek bir yer yok, oluşum sağlam olmayacaktır, burası dizilim kurmamız için uygun değil.” dedi.

Yue Qingyuan bir süre düşünüp, “Cang Qiong müritlerini kılıçlarına bindirip dizilimi havada sürdürmelerine ne dersiniz?” dedi.

Luo Binghe aniden, “Bu kadar derde girmeye gerek yok.” diye söze girdi.

Başını yana çevirdi ama hiçbir şey söylemedi. Mobei-Jun öne çıkarak nehre doğru yürüyüp suyun yüzeyine bastı. Yürüdüğü yerde katı buz hızla yayılmaya başladı. Suyun yüzeyinin bir metre civarı donması uzun sürmemişti. Yine de suyun içinde yüzen balıkları buza dönüştürene değin yayılmaya devam ediyordu. Biraz daha vakit geçtiğinde Luo Nehri’nin bütün orta kısmını tamamıyla dondurabilirdi.

İblislerin özelliklerinin getirileri insanlara göre irsiydi. Çevrelerinde şaşkınlıkla bağıranlar olduğu gibi endişelenenler de vardı. Wu Chen teşekkürlerini sundu. Luo Binghe Shen Qingqiu’ya hiçbir küstahça gurur kırıntısı olmaksızın ışıl ışıl, parlak gözlerle baktı.

Shen Qingqiu, Luo Binghe’nın bir sürü artı puan aldığını ve diğerlerinin ona karşı düşmanlığıyla uyanıklığının eskisi kadar kötü olmadığını fark etmişti. Memnuniyet duyarak, “Mhm. Aferin.” demeden edemedi.

Luo Binghe’nın yüzüne geniş bir tebessüm yayıldı. Nedense Shen Qingqiu’nun da dudakları yukarıya kıvrılmıştı. Shen Qingqiu bunu fark ettiği gibi dudaklarının kenarını anında aşağıya çekerek kendini toparladı. Bulaşıcı olan şeyin yalnızca gözyaşları değil, tebessümün de olup olmadığını merak ediyordu.

Yue Qingyuan görev atamalarına devam ediyordu. Tanrı’nın Gözünden Bakanlar ayrılarak Luo Nehri’nin yakınlarındaki birleşmenin başladığına dair işaretlerin olduğu diğer yerlere gidip oradaki sıradan insanları tahliye ederek koruyacaklardı. Sonraki Cang Qiong Dağı’ydı. Yue Qingyuan bir süre düşünüp, “Nan Jiang’ın iblislerinin ilk dalgası bariyerden girdikleri gibi Bai Zhan Tepesi öncülük edecek.” dedi.

Bai Zhan Tepesi’nde yalnızca kırk kişi vardı, birisi, “Nan Jiang’taki iblislerin çoğunluğu hayvan, her biri dehşet verici. Kırk kişi gerçekten de saldırının ilk dalgasına dayanabilir mi?” diye sormadan edemedi.

Savaş klanının savaş yeteneklerini sorgulamaya nasıl cüret edersin?!

Liu Qingge taşların üzerinde duruyordu. Rüzgârla birlikte kılıcının püskülü, beraberinde beyaz kol yenleri ve siyah saçları dalgalanıyordu. Doğrudan cevap vermek yerine soğuk bir şekilde arkasındaki müritlere, “En az bin tanesini öldürmeyen kişi def olup An Ding Tepesi’ne gitsin.” dedi.

Kırk kişi ahenkle, “Emredersiniz!” dedi.

Shang Qinghua hafifçe mırıldandı: “An Ding Tepesi’ne ayrımcılık yapmayın…”  Lojistikçiler masumdu, çok yaşayın lojistikçiler!

Yue Qingyuan Qiong Ding Tepesi’ne, Xian Shu Tepesi’ne, Qian Cao Tepesi’ne… görev vermeye devam etti. Her biri kendi konumlarıyla kendi görevlerindeydi. Shen Qingqiu Luo Binghe’nın çok rahat olduğunu gördüğünde, “Beraberinde kaç kişiyi getirdin? Düzen yapman gerekmiyor mu?” sormadan edemedi.

Ağzını açtığı gibi sayısız kulağın dikilerek soluklanmadan dikkatlice dinlediğini hissetmişti. Fısıldaşmalar bile aniden dinmişti. Kıvrak Taoist kadın keşiş üçlüsü kıs kıs güldüler.

Luo Binghe, “Getirebildiğim herkesi getirdim. Düzen işi kolay.” dedi. Dedikten sonra arkasında duran Sha Hualing’le Mobei-Jun’u gösterirken sırayla konuştu. “Jiuzhong-Jun’u ona, çirkin hayvanları da ona emanet ettim.”

…Bu babasının çukurunu kazan kız değil miydi? Bu kadar basitçe…

Shen Qingqiu, “Ve?” diye irdeledi.

Luo Binghe ağırbaşlı bir şekilde başını salladı, “Ve”, yüzündeki tebessüm genişledi, “Shizun da bana emanet.”

Alan ani öksürüklerle kaplanmıştı. Shen Qingqiu soğukkanlılığını zar zor koruyabilmişti.

Yelpazesini şaklatarak kapatıp elinde sıkıca tuttu. İfadesini düzenlerken tüm ciddiyetiyle, “An Ding Tepesi’nin eski Lordu’na söyleyeceklerim var. Şimdiki şartlara göre birçok sektin lideriyle düşmanla baş etmek için olan plan hakkında konuşacağım.” dedi.

Diğerlerinin tepkisine dikkat etmeksizin konuşması bittiği gibi ilerledi. Shang Qinghua’yı yakalayıp onu bir ölü yaban domuzu gibi diğerlerinin birazcık uzağındaki bir ağacın altına sürükledi.

Shen Qingqiu, “Niçin hayattasın sen hâlâ? Elli sekiz bölüm önce ölmüş olman gerekiyordu. Niçin Mobei-Jun seni hâlâ öldürmedi?!”

Shang Qinghua yakasını düzeltti: “Shen Da Da*, senin de benden önce ölmen gerekiyordu. Şu anda ikimiz de hayattayız ve zindeyiz. Beni kurcalamaya utanmıyor musun?”

Da Da: Amca ya da baba anlamına geliyormuş.

Shen Qingqiu alnını tutup derin bir nefes aldı. “Gökyüzüne Ateş Eden Kardeş, Kahraman, Kahraman Uçak, sevgi eksikliğin mi var? Başlangıçta bahsettiğin Shen Qingqiu’nun asıl geçmişi çocukluğunda bir sapık tarafından taciz edildiği miydi? Acı ve trajik geçmişler yazmayı bu kadar çok mu seviyorsun?”

Shang Qinghua, “Karakter ne kadar trajik olursa popülerliği o kadar yüksek olur.” diye yanıtladı.

Shen Qingqiu, “Saçmalık! İki okuyucunun hadım olmam için dövündükleri yorumları istenmeyen olarak işaretledikten sonra bana popülerliğin bu olduğunu mu söylüyorsun?”

 

“O asıl gidişata uygun değildi çünkü.” Shang Qinghua tartışmadan yola çıkarak, “Bing-ge; trajik mi, değil mi? Popülerliği; çok mu, az mı?” diye ikna etmeye çalıştı.

Hâlâ Luo Binghe’yı örnek olarak kullanmaya cesaret edebiliyordu! Shen Qingqiu yelpazesini ona geçirip, “Gerçekten de onu bu noktada kullanmayı istiyor musun?” dedi.

Dizleri üzerinde yerdeki fincan parçalarını toplayan zavallı Luo Binghe’yı düşündü. Küçük ve ince bedeni iki kova suyu dağdan yukarı aşağıya taşımakta zorlanıyordu. Geceleri odunluğun köşesine sinip kontrol edilemez bir şekilde titriyordu. O kadar şaşkın ve üzgün hissetmişti ki bu anıları birisine vurmak zorundaydı ve bu kişi Gökyüzüne Ateş Eden Uçak olmalıydı!

Shang Qinghua ifadesini inceleyip hayret içerisinde, “…Bu nasıl ifade öyle? Onun için üzüldüğünü söyleme bana sakın? Lanet olsun, senin her zaman inatçı, sert ve geri adım atmayan birisi olduğunu düşünmüştüm. Her zaman düz olduğunu sanmıştım!” dedi.

Shen Qingqiu onu tekmeledi. “Saçmalığın için vaktim yok benim. Söyle bakalım, Tianlang-Jun’la nasıl savaşacağız?!”

Shang Qinghua Tianlang-Jun adına üzülüyordu, “Onunla savaşma! Yeterince acı çektiğini düşünmüyor musun? Ve dürüst olmak gerekirse hâlihazırda ana hatlarıyla detayları belirlenmediğinden nasıl savaşacağımı düşünmedim de.” dedi.

Shen Qingqiu, “Onu yenemezsek ıstırabını çekecekler senle benim. Düşünmediysen de artık düşün. Bu dünyanın temelini kuran kişi sensin, senin düşüncelerin hikâyenin temeli!” dedi.

Henüz konuşmayı bitirmemişti ki Luo Binghe’nın sesini duydular. “Shizun, konuşmayı bitirmediniz mi? Harekete geçme zamanı neredeyse geldi.”

Beş dakika olmamıştı bile. Shen Qingqiu çabucak arkasını dönüp, “Harekete geçme mi?” dedi.

Luo Binghe konuştu: “Sekt Ustası Yue’yle ben kılıca el koymak için on kişinin gitmesinin en iyisi olacağını düşündük. Shizun, geliyor musun? Geliyorsen ben de geliyorum.”

Shen Qingqiu, “Pekâlâ.” dedi.

Bir süre duraklamanın ardından Shang Qinghua’yı gösterdi: “Onu da al.”

Shang Qinghua’nın yüzünün rengi çekildi, kaşları seğirdi. Salatalık Kardeş’e hayatını bağışlaması için yalvarıyordu ama Shen Qingqiu çoktan hava atarak uzaklaşmıştı. Liu Qingge’yla Bai Zhan Tepesi buz zemini korumak için geride kalmakla yükümlüydüler. Shen Qingqiu yanından geçti, ardından aniden arkasını dönerek yarı alayla, “Müritlerinin bin tanesini öldürmesini istiyorsan, Kıdemsiz, senin de bizzat on bin tanesini öldürerek örnek olman lazım.” dedi.

Liu Qingge dudaklarını alayla büzerek, “Buraya gelmeye cüret eden herkesi öldüreceğim.” dedi.

Shen Qingqiu, “Bu sefer güveniyor musun?” diye sordu.

Liu Qingge bir süre düşünüp isteksizce, “Kıdemli Sekt Lideri yanınızda.” dedi.

Luo Binghe Shen Qingqiu’nun cübbesinin kenarını çekiştirerek, “Shizun, beni uçur.” dedi.

Shen Qingqiu beline baktı. “…Kılıcın yok mu senin?”

Shen Qingqiu’yla tek başına kaldığında Luo Binghe’nın otoriter, gururlu bir adam olmasından eser kalmıyordu. Çekinerek, “Yakın zamanda çok fazla şeytanî enerji kullanıp pek ruhanî enerji kullanmadım. Nasıl kullanıldığını biraz unutmuş olabilirim.” dedi.

Yakınlardaki diğer on kişi onlara bakıyordu. Shen Qingqiu onları oyalamak istemediğinden üstünkörü, “Çık hadi!” dedi.

Kılıçlarıyla gökyüzüne yükselip Maigu Tepesi’ne girdikleri gibi indiler. Yani Luo Binghe gerçekten de çok uzun süre ona sarılmamıştı.

Girintili çıkıntılı taşların, kurumuş iskeletlerin ve kemiklerin sıkı beyaz taşların arasındaki çatlaklardan çıkmış olduğu bir yerde iniş yapmışlardı. Yukarıya baktıklarında üzerlerinde tuhaf, koyu ağaçlar vardı, birbirlerini örtüyorlardı. Bilinmeyen bir yaratığın tuhaf bağırması kargaların ötmesiyle birleşerek tepede yankılanmıştı.

Tepede Xin Mo kılıcını bulana değin arayışları uzun zaman alacaktı. Shen Qingqiu, “Maigu Tepesi’nde bir sürü yaratık var. Yaşıyor gibi görünen hiçbir şeye dokunmazsanız iyi dersiniz.” diye uyardı.

Luo Binghe şeytanî soydandı. Onlara yardımında samimi olduğunu göstermek için bu sefer o rehberlik ediyorsu. Shen Qingqiu yanından yürüyordu. Yürürlerken Luo Binghe sessizce elini uzatıp Shen Qingqiu’nun elini tutmuştu.

Wu Chen, “Amitabha.” derken Wu Wang sesli bir şekilde öksürdü. Yue Qingyuan basitçe ve soğukkanlılıkla bakışlarını çevirdi.

Shen Qingqiu nefesini tuttu. Alnı, yanakları, boynu, kulak memeleri… her yeri yanıyordu. Telaşlanmıştı ve sebepsiz yere günahkâr birisi gibi hissetmişti. Yavaşça elini çekti.

Avuç içi boşaldığı esnada Luo Binghe’nın gözleri anında karla donarak üzeri örtülmüş bir kıra dönüşmüştü.

Kısa bir süre sonrasında gülerek sesini alçaltıp, “Neyden korkuyorsunuz? Benden bekledikleri bir destek var, hiçbir şey söyleyemeye tenezzül edemezler.” dedi.


*****


Önceki Bölüm  ― Sonraki Bölüm

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder