Herkes
afallamış, kendi aralarında fısıldaşmaya başlamışlardı: “Su Xiyan’ın gerçekten
de ondan bir çocuğu mu olmuş?”
“Kimdi peki?”
“Tianlang-Jun’u kandırmak için gönderilmemiş
miydi o? Nasıl oluyor da…”
Bazıları
üremenin uygunluğu açısından daha ilgiliydi: “İnsanlarla iblisler gerçekten de
çocuk yapabiliyorlar mı?”
“Fiziken
çok da büyük bir farklılık yok. Muhtemelen olabilir.”
Wu Wang
konuştu: “Su Xiyan, Tianlang-Jun’a ustasının emirleriyle yaklaşmış olabilirdi
fakat başta aklı çelinmeseydi nasıl ona yönelmiş olabilirdi ki? Naçizane ben en
başta kendisini dizginlediğini fakat iblislerin daima aldatmada üstün
olduklarını düşünmekteyim. Sürekli tetikte olmazsan tek bir yanlış adım bile
iblisin oyununa dahil olup hayatın boyunca pişmanlığa neden olabilir. Kuşatma
civarında hâlihazırda hamileydi. İkisinden peydahlanacak çocuğa gelirsek
hepiniz onu tanıyorsunuz. Sözünü ettiğiniz kişiden başkası değil- zorla Huan
Hua Sarayı’nın yönetimini alan Luo Binghe!”
Söz ağzından
çıktığı gibi tapınaktaki sessiz fısıldaşmalar aniden kükremeye yükseldi.
Shen
Qingqiu Luo Binghe’ya hafifçe göz atmadan edemedi.
Başlangıçta
Luo Binghe yalnızca dinliyordu, hatta kıkırdayacak kadar keyfi yerindeydi.
Fakat işittikçe ciddiliği arttıkça arttı. Şu anda gülümsemesi tamamıyla
silinmiş, betibenzi atmış bir yüze sahipti. Yalnızca gözleri siyah ve
kasvetliydi.
Yue
Qingyuan konuşurken parmak boğumlarını Xuan Su kılıcının kabzasının üzerinde
gezdirdi: “Kıdemli Su Xiyan’la yıllar önce Ölümsüz İttifak Ligi’nde
karşılaşmıştım. Luo Binghe elbette annesine karşı güçlü bir kin besliyordur.
İlk başta sadece bir tesadüf deyip geçmiştim. Ne de olsa bu engin dünyada bir
sürü benzer simada kişiler vardı. Fakat yarı iblis kanını taşımasıyla birlikte bu
artık rastlantıdan ibaret değildi.”
BaQi
Sekti’ndeki adam tekrardan araya girdi: “Buna zorlandıysa onun suçu değildir.
Fakat niçin iblisin çocuğunu taşıdığının bilincindeyken onu doğurdu ki?”
Birisi
anında onayladı: “Kesinlikle, doğurmuş olmasaydı bu Luo Binghe başımızın belası
olmayacaktı. Niçin Su Xiyan hamileliğine son vermedi?”
“Bu bir utançtır, gerçek bir utanç! Su Xiyan
denen kişiyi duymamama şaşmamalı. Böylesine bir rezaleti saklarsın tabii ki.
İçinde hain barındırmak- kendileri konuyla ilgilenmedilerse sekt ustalarının
yüzüne nasıl bakabildiler?”
Yüce Usta
Wu Chen bunu duyduğunda bir şey söyleyecek gibi görünmüş fakat duraklamıştı.
Hafifçe başını sallayıp nihayetinde konuştu: “Aslında, bu olay kadının ününe
yol açmıştı: hatta hayırsever* Su vefat etmişti. Yine de bu o kadar basit bir
mesele değildi. Gizli kalması gerekiyordu, aksi takdirde sorun
çözümlenmeyecekti. İblis ırkının kanı güçlüydü, annenin taşıdığı bebeğin hayatı
ona bağlıydı. O zamanlar bebeği düşürmeye kalkışmak çok riskliydi…
Hayırsever: Usta Wu Chen’in profesyonel olarak ya da direkt dinî açıdan
aynı yoldan gitmediği kişileri belirtmek amaçlı kibar bir söylemi gibi bir şey.
Hayırsever
Su gururlu bir yüreğe sahipti, bu onun için kabul edilemezdi. Onun durumunda
yabancıların bakışlarına katlanamazdı. Yaşlı Saray Ustası ona iblis ırkına
zararlı olan bir ilaç verdi. Onu aldıktan sonra Huan Hua Sarayı’nı terk edip
ortalıklardan kayboldu. Buda merhametlidir. Bu sözü unutmayınız.”
Luo
Binghe ifadesizliğini sürdürse de parmakları bilinçsizce bükülüp kasılmıştı.
Durdukları
yerin yakınında birkaç kişi gizlice fısıldaştı: “Doğumdan önce kendi annesi
tarafından bile reddedilmiş bir çocuk- doğasında bir parça merhamet yokmuş.
Kadınların bu denli acımasız olabilmesi inanılmaz.”
“Öyle, Tianlang-Jun’un oyununa düşecek kadar
talihsiz olmasaydı geleceği son derece parlak olup günümüzde şanlı şöhretli
birisi olurdu.”
“Bana vadedilen inanılmaz ödüller umurumda
değil- bir iblisle ilişki yaşayıp canavar bir çocuğa gebe kalmak sadece iğrenç.
Böyle bir hak gümüş tepside bile servis edilse kabul etmezdim.”
“Muhtemelen
Su Xiyan bunu sürdürmekten fazlasıyla utandığından dolayı sekt ustasından
kaçmıştır.”
BaQi
Sekti’nden olan adam aniden konuştu: “Yani baştan itibaren Tianlang-Jun’la
ilgili bir kanıt ya da hakikat yokken geri kalan her şey Yaşlı Saray Ustası’nın
hakkında dediklerine mi bağlı?”
Salon
sessizliğe büründü.
Adam
farkında olmadan devam etti: “Yalnızca düşüncelerimi dillendiriyorum;
dinlemeniz yeterli. Fakat yalnızca Yaşlı Saray Ustası’nın tarafından dinlenmiş
bir hikâyeyle saldırı başlatacak mısınız gerçekten de? Baştan sona niçin
reddedilmiş bir aşığın hikâyesi hissine kapıldım ben? Kaldı ki kızın tehlikeli
bir iblise yaklaşması, ona hilekârlığı öğretip bebeği düşürmesi için zehir
vererek sonunda sorunlardan ötürü gitmesine neden olması- bence bu daha
aşağılık. Biz, Ba Qi Sekti, asla böyle bir şey yapmayız.”
Sözleri
Shen Qingqiu’yu bir nebze şaşırtmıştı. Anlaşılan sürekli KY* olan bu sevgili
yoldaş, KY olmayı sürdürse bile bazen gerçekten de mantıklı konuşabileceğini
bilemezdi. Anlaşılan IQ’su sıradan yardımcı karakterlerle aynı seviyede
değildi.
KY: Kuuki Yomenai, yanlış hatırlamıyorsam daha önce geçmişti ama uzun
zaman olduğundan yine not geçme gereği duydum. Atmosferi okuyamayan, olaylardan
bi’haber, bir belirti fark edemeyen kişilere deniyor.
Eninde
sonunda sessizliği bozan Wu Wang olmuştu. Azar çekerken beyaz kaşları
onaylamadığını belirtir şekilde dikleşmişti: “Aptallık! Kadim zamanlardan beri
iblisler insan âlemine saldırıyorlar. Tianlang-Jun dünyayı kan banyosuna
çevirdikten sonra öncesinde harekete geçmediğimiz için pişmanlık duymamızı mı
istiyorsun? Ayrıca, büyük sektlerden birisinin başı olarak, Huan Hua Sarayı’nın
Yaşlı Saray Ustası’nın diğer herkesi böylesine art niyetle kandırarak nasıl bir
çıkarı olabilir ki? İblisle yasak ilişkisinden peydahlanan piçe gelince onun
yaşamasına kesinlikle müsaade edemeyiz! O iblisin zehirden hayatta kalıp ana
karnındayken düşürülememesi ayıptır!”
Bu sözler
çok yoğun bir şekilde doğruculuk hissi veriyordu, anında alkış ve
tezahüratlarla karşılanmıştı. Yüce Usta Wu Chen dua okurken ellerini birbirine
kenetleyip kınadığını belirten bir ifade takındı.
Özellikle
zalim olan şey hiç kimsenin biraz bile gaddar davrandığını hissetmemiş olması
değil, Wu Wang’in coşkulu konuşmasını dinlemeleriyle birlikte bir yürek olmanın
hissi eklenince düşüncelerinin değişmesiydi. Sonuçta Luo Binghe ana karnındaki
bir bebekti- niçin ona herhangi bir şekilde sempatiyle yaklaşıp öldürmesinlerdi
ki? Bu nedenle hepsi de tezahürat etmişlerdi.
Luo
Binghe’nın göz kapakları düşmüş, bakışları örtülmüştü. Hâlâ dinliyor gibi
görünse de aklı çoktan başka bir yere gitmişti. Görünüşü, geçtiğimiz günlerde
fazlasıyla yumuşamasına rağmen şu anda yine buza dönmüştü.
Yüce
Gücün Salonu’nda toplanan herkes şimdi ölümden kurtulmak için dişlerini
sıkıyorlar, rahimdeyken ölseydi her şeyin nasıl güzel olacağını
haykırıyorlardı. Bunların hepsine kulaklarını tıkıyordu.
Senaryonun
kusursuz gidişatına göre burada hikâye çizgisinin böyle ilerlemesi gerekiyordu:
liderler önemli bir iş için toplanıp bir kuvvet olup Tianlang-Jun’la nasıl baş
edeceklerini konuşurlar → aniden
yıkımla öç almaya çalışan iblisler ortaya çıkıverir → Luo Binghe tek başına iblisleri
pusuya düşürüp yenerek kendisine olan saygınlıklarını yeniler. Fakat Luo
Binghe’nın geçmişini dedikodu eden geveze kadınlar yüzünden odak
değişivermişti.
Shen
Qingqiu sessiz kalmayı sürdüren Luo Binghe’yı süzerken aniden kararından pişman
oldu.
Zhao Hua
Tapınağı görevini kabul etmemeliydi.
Yüce Usta
Wu Chen iç çekti: “Fazla söze gerek var mı? Hayırsever Su, ah, hayırsever Su
dışarıda bir başına yaşayan yalnız bir kadındı. Yaşlı Saray Ustası onu aramak
için adamlar gönderse de beyhudeydi- ölmeden önce ne kadar acılar çekmişti kim
bilir? Luo Binghe’nın damarlarından akan kan yarı bir iblise ait olsa da Luo
Binghe’nın hiçbir zaman ağır zararı dokunmadı…”
Wu Wang
onu azarladı: “Kıdemli merhametli konuşurken çok düşüncesiz olmamalı. Neredeyse
Jinlan Şehri’ndeki hayatını unutuyorsun. İblislerin günahkâr yüreğini senin
daha iyi biliyor olman lazım. Onlara karşılık daima engelleyici önlemler
almamız en iyisi. Baba-oğul ikilisi uzun zamandır plan yapıyorlar- birlik olup bizi yok ederek intikam
almak için dönecekler. Varoluşlarına müsamaha etmek merhametli değil, kadınsı
bir zayıflık göstergesidir. Nihai sonuç hayal edebileceğinden daha kötü
olacaktır!”
Bu keşiş
Wu Wang’in efsunu iyi olsa da fazlasıyla huysuz birisiydi. Saçı olmaması
dışında Budist ahlakında tecrübeli birisi olarak okuyup ettiğini gösteren
hiçbir şeyi yoktu. Başrahip kadrosundan birisine göre mizacına balta daha çok
uyardı. Wu Chen onun aksine yetenekleri ortalama fakat nazik ve barışçıl bir
kalbe sahipti, “Yüce Usta” unvanını taşımaya daha çok yaraşırdı. Böylesine sert
bir eleştiri karşısında bile sakin kalmış, sözünden dönmemişti: “Görüşlerimize
aykırı şekilde birlik olmak, bu… salt varsayımın, değil mi?”
Zhao Hua
Tapınağı’ndaki bu iki başkeşişin kavgayı daha ne kadar sürdüreceği
muallaktaydı. Yue Qingyuan aniden sesini yükselterek konuştu: “Bize katılsalar
da tartışsalar da bir şey kesin: Luo Binghe iyi birisi değil.”
Sesini
yükseltti. “Qingqiu, hâlâ ortaya çıkmayacak mısın?”
Shen
Qingqiu’nun tüyleri diken diken oldu. Bir süre aylaklık edip sonrasında yavaşça
ayağa kalktı.
Sınıf
öğretmeninden azar işitmiş bir ilkokul öğrencisinin duygularını taşıyordu.
Yüzüne sıcak basmıştı fakat neyse ki sakin ve telaşsız görünecek kadar
vurdumduymazdı. Selamlamak üzere eğildi: “Kıdemli Zhangmen.”
Yüksek
sesle konuşurken ilgi yanındaki kişiye de çekilmişti. Beklenildiği gibi birisi
anında feryat ediverdi: “Luo Binghe! O Luo Binghe!”
“Sahiden
de o! Ne zaman içeriye girdi?!”
“Shen Qingqiu da orada. Ölmüş olması
gerekmiyor muydu?!”
“Hâlbuki
intihar edişini Huayue Şehri’nde bizzat kendi gözlerimle görmüştüm…”
Kıyamet kopar
gibi bir gürültü vardı fakat içlerinde kadının yumuşak ve hassas sesi de
karışmıştı. Onlar Tanrı’nın Gözünden Bakanlar’dan
üç güzel Taoist kadın keşişlerdi. Üç kadın birbirlerinin koluna girmiş, yüzleri
tuhaf bir şekilde kızarmıştı. Yabancılar hâlâ genç kız çekingenliğiyle doğrudan
Shen Qingqiu’ya bakıyorlardı…
Yue
Qingyuan oturmayı sürdürürken ona bakıp açık açık sordu: “Soytarılığın bitti
mi?”
Yue
Qingyuan onunla daha önce hiç böyle merhametsizce konuşmamıştı. Onun için
“soytarılık” kelimesini kullanmak eşek sudan gelinceye kadar dövmekle aynıydı.
Anlaşılan Liu Qingge onu kötülerken fazlasıyla coşmuştu.
Shen
Qingqiu bir gün Cheng Luan’ı çalıp On İki Tepe’nin mutfağındaki bütün
domuzların bacağını kılıcın şaşaalı ışıltısı et yağıyla bastırılana değin kesmeye
ant içti.
Senaryoyu
takip et, senaryoyu takip et, tamam mı? Yalvarıyorum, lütfen tüm ilginizi
çoktan tapınağa dalan iblislere çevirin, tamam mı?! Saygınlık seviyesini tam
olarak nasıl arttırmam bekleniyor?!
Tam
ilgilerini çeşitli seviyedeki sektlerden müritler gibi gizlenmiş şüpheli
görünen kişilere çekmeye yeltenecekti ki Wu Wang bastonuyla yere vurdu, alayla
dudaklarını büzdü: “Luo Binghe, bizzat kapımıza kadar gelerek bizi büyük bir
uğraştan kurtardın. Niçin Tianlang-Jun’un bu sefer bizim için planlarının ne
olduğunu bize anlatmıyorsun?”
Luo
Binghe buz gibi cevap verdi: “O, onun işi, benim değil.”
Birisi
konuştu: “O senin baban- senin işinin olmadığını nasıl söyleyebiliyorsun?”
Luo
Binghe kayıtsızlığını sürdürüyordu: “O benim babam değil.”
Wu Wang
konuştu: “Kahredici hakikata rağmen hâlâ sıyrılmaya çalışıyorsun. Hepimizi saf
birer çocuk mu sanıyorsun?”
Luo
Binghe inatla tekrarlarken başını olumsuz anlamda salladı: “O benim babam
değil.”
Wu Wang
burnundan homurdandı: “Gerçekten de yüzyılın belasısın. Su Xiyan o zaman senden
kurtulmuş olsaydı hepimizi büyük bir kederden kurtarmış olacaktı!”
Sert
sözleri damarına basmıştı. Luo Binghe soluğunu bir anlığına boğazında tuttu,
gözleri kızarmıştı. Shen Qingqiu ikinci bir kez düşünmeden elini tutuverdi.
Liu
Qingge Yue Qingyuan’ın arkasında kollarını kavuşturmuş şekilde duruyordu.
Herkesin gözleri üzerindeyken Luo Binghe’ya açıkça yeltendiğini görünce
alnındaki damar atıverdi: “Hey!”
Liu
Qingge daha fazla bir şey diyemeyecek kadar öfkelenmişti, yalnızca bir kez
keskince bağırabildi. Yine de kasten onu görmezden gelen Shen Qingqiu’yu
vazgeçirememişti. Luo Binghe’nın şu an burada kendini kaybetmesi kesinlikle
eğlenceli olmayacaktı. Saygınlığın yükselip yükselmeyeceğinden de değildi. Asıl
sorun romanın Zhao Hua Tapınağı bölümünde dikkatlice ilerlemeleri gerektiğiydi.
Ruhanî enerjilerini kullanırlarsa yüzlerce insan toplu bir saldırıyla onların
pestilini çıkartırlardı; şeytanî enerji kullanırlarsa Zhao Hua Tapınağı’nda
şeytanî efsunu bozmakta fazlasıyla yetenekli olan tılsım dizilişlerinde ustalaşmış
sayısız usta vardı. Ayrıca, diğer efsuncuları zorla bastırmak da imkânsızdı.
Sha Hualing’le babasının IQ seviyesine düşmeyecekti.
Luo
Binghe çok soğuk bir şekilde konuştu: “Su Xiyan da kim? Benim annem sıradan
çamaşırdı bir kadındı.”
Shen
Qingqiu aheste aheste konuştu: “Wu Wang’in sözlerinin dayanağı yok. Şimdiye dek
Yaşlı Saray Ustası denen kişinin nasıl birisi olduğunu biliyor olmalısın. Geçmişte
ne olduğunu anlatan insanların hikâyelerinin güvenirliliği tartışılır. Boş ver
gitsin!”
Müridini
eğiten usta tonunu kullanmıştı, sakin ve nesnel konuşmak için çaba harcıyordu.
Luo Binghe kanıt veya doğruluk arıyor gibi onun kolunu çekiştirdi: “Shizun,
Tianlang-Jun benim babam değil. Bir babaya ihtiyacım yok.”
Shen
Qingqiu ne diyeceğini bilemiyordu. Yalnızca onun elini tutup öncelikle
sakinleşmesi için el hareketi yaptı.
Asıl
eserde Luo Binghe’nın geçmişi bu kadar detaylı şekilde işlenmemişti. Shen
Qingqiu gerçekten de Luo Binghe’ya ne kadar büyük bir etkisi olabileceğini
tahmin edememişti ve bu birkaç rahatlatıcı söz ve başını patpatlamakla
çözümlenemeyecek bir şeydi.
Uzun
zamandır ayıla bayıla düşleyip hayal ettiği ettiği şey acımasızca ezilerek toz
hâline getirilmişti. Baba-oğul birbirini tanımayı reddediyorlardı. Saf iblis
kanından bir iblis olan Tianlang-Jun ailevî bağlara dair hiçbir görüşe sahip
değildi. İnsanların ve Su Xiyan’ın elinden çektikleri de eklenince hiddeti Luo
Binghe’ya sıçramıştı. Kutsal Anıt Mezar’da ikisinin arasındaki şeyin ve
şefkatlikten yoksun olmalarının başka bir açıklaması olamazdı. Bu baba-oğul
ikilisine karşılık Su Xiyan da hareketleri süresince kararlarını net tutmuştu:
aldatmış, kullanmış, nefret etmiş, reddetmiş; onları yüz kızartıcı bir şey gibi
görerek terk etmişti.
Luo
Binghe istenilen bir çocuk değildi.
Wu Wang
kaşlarını çattı: “İblisten beklenildiği gibi, sözlerini böyle bastırabiliyor.”
Luo
Binghe ona kulaklarını tıkadı: “Şayet babamsa niçin bana bunu söylemedi?”
Nihayetinde
Luo Binghe’ya saldırırken yalnızca “Aynı annesi.” dedi. Ee? Yani?
Başka bir
şey dememişti.
Shen
Qingqiu sessizdi. Şahsen bunun daha çok şeyden dolayı olduğunu düşündü…
Tianlang-Jun’un gerçekten deli olmasından?
Hepsi
yanlıştı. Shen Qingqiu aniden arkasını dönüp konuştu: “Millet, lütfen aceleci
olmayın. Luo Binghe bugün buraya, Zhao Hua Tapınağı’na, ne sıkıntı çıkartmak için
ne de kötü bir niyetle geldi…”
Yüce Usta
Wu Chen’in sesi yankılandı: “Doğru; Kıdemli, Tepe Lordu Shen’i dinlemeli.”
Shen
Qingqiu ona minnettar bir şekilde bakmıştı fakat Wu Wang alayla gülümsedi:
“Kötü niyetle değil mi? Öyle değilse nasıl açıklayacaksın peki?”
Sesi son
kelimelerinde yükselerek bağırmaya dönmüştü. Düzinelerce kırmızı altın cübbeli
savaşçı keşiş kalabalık arasından birdenbire ortaya çıkarak yerdeki birkaç
kişiyi tutup büküverdi. Yerde sıkıştırılmış olanlardan birisinden siyah qi
yavaşça dışarıya çıkmaya başladı. Doğal olarak olay yeri şöyleydi:
“İçeriye üşüşen iblisler var!”
“Luo Binghe, gerçekten de güzel hazırlanarak
gelmişsin!”
Bu
gelişme BERBATTI!
Jiuzhong-Jun’un
dağınık uşaklarının aslında Luo Binghe’ya saygınlık kazandırması gerekiyordu
fakat şu anda onun yerine Luo Binghe’yı tuzağın beyni gibi göstermişti!
Güçlü
önsezilerle yelpazesini çıkarıverdi, beklenildiği gibi karşılık olarak Wu Wang’in
bastonu güçlü bir saldırıyla inivermişti. Shen Qingqiu yelpazesini hafifçe
kaldırıp inatçı bir şekilde bastonu havada tutuyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder