6 Mayıs 2021 Perşembe

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 70: ZHAO HUA TAPINAĞI'NDA 3

 

Herkes afallamış, kendi aralarında fısıldaşmaya başlamışlardı: “Su Xiyan’ın gerçekten de ondan bir çocuğu mu olmuş?”

 “Kimdi peki?”

 “Tianlang-Jun’u kandırmak için gönderilmemiş miydi o? Nasıl oluyor da…”

Bazıları üremenin uygunluğu açısından daha ilgiliydi: “İnsanlarla iblisler gerçekten de çocuk yapabiliyorlar mı?”

“Fiziken çok da büyük bir farklılık yok. Muhtemelen olabilir.”

Wu Wang konuştu: “Su Xiyan, Tianlang-Jun’a ustasının emirleriyle yaklaşmış olabilirdi fakat başta aklı çelinmeseydi nasıl ona yönelmiş olabilirdi ki? Naçizane ben en başta kendisini dizginlediğini fakat iblislerin daima aldatmada üstün olduklarını düşünmekteyim. Sürekli tetikte olmazsan tek bir yanlış adım bile iblisin oyununa dahil olup hayatın boyunca pişmanlığa neden olabilir. Kuşatma civarında hâlihazırda hamileydi. İkisinden peydahlanacak çocuğa gelirsek hepiniz onu tanıyorsunuz. Sözünü ettiğiniz kişiden başkası değil- zorla Huan Hua Sarayı’nın yönetimini alan Luo Binghe!”

Söz ağzından çıktığı gibi tapınaktaki sessiz fısıldaşmalar aniden kükremeye yükseldi.

Shen Qingqiu Luo Binghe’ya hafifçe göz atmadan edemedi.

Başlangıçta Luo Binghe yalnızca dinliyordu, hatta kıkırdayacak kadar keyfi yerindeydi. Fakat işittikçe ciddiliği arttıkça arttı. Şu anda gülümsemesi tamamıyla silinmiş, betibenzi atmış bir yüze sahipti. Yalnızca gözleri siyah ve kasvetliydi.

Yue Qingyuan konuşurken parmak boğumlarını Xuan Su kılıcının kabzasının üzerinde gezdirdi: “Kıdemli Su Xiyan’la yıllar önce Ölümsüz İttifak Ligi’nde karşılaşmıştım. Luo Binghe elbette annesine karşı güçlü bir kin besliyordur. İlk başta sadece bir tesadüf deyip geçmiştim. Ne de olsa bu engin dünyada bir sürü benzer simada kişiler vardı. Fakat yarı iblis kanını taşımasıyla birlikte bu artık rastlantıdan ibaret değildi.”

BaQi Sekti’ndeki adam tekrardan araya girdi: “Buna zorlandıysa onun suçu değildir. Fakat niçin iblisin çocuğunu taşıdığının bilincindeyken onu doğurdu ki?”

Birisi anında onayladı: “Kesinlikle, doğurmuş olmasaydı bu Luo Binghe başımızın belası olmayacaktı. Niçin Su Xiyan hamileliğine son vermedi?”

 “Bu bir utançtır, gerçek bir utanç! Su Xiyan denen kişiyi duymamama şaşmamalı. Böylesine bir rezaleti saklarsın tabii ki. İçinde hain barındırmak- kendileri konuyla ilgilenmedilerse sekt ustalarının yüzüne nasıl bakabildiler?”

Yüce Usta Wu Chen bunu duyduğunda bir şey söyleyecek gibi görünmüş fakat duraklamıştı. Hafifçe başını sallayıp nihayetinde konuştu: “Aslında, bu olay kadının ününe yol açmıştı: hatta hayırsever* Su vefat etmişti. Yine de bu o kadar basit bir mesele değildi. Gizli kalması gerekiyordu, aksi takdirde sorun çözümlenmeyecekti. İblis ırkının kanı güçlüydü, annenin taşıdığı bebeğin hayatı ona bağlıydı. O zamanlar bebeği düşürmeye kalkışmak çok riskliydi…

Hayırsever: Usta Wu Chen’in profesyonel olarak ya da direkt dinî açıdan aynı yoldan gitmediği kişileri belirtmek amaçlı kibar bir söylemi gibi bir şey.

Hayırsever Su gururlu bir yüreğe sahipti, bu onun için kabul edilemezdi. Onun durumunda yabancıların bakışlarına katlanamazdı. Yaşlı Saray Ustası ona iblis ırkına zararlı olan bir ilaç verdi. Onu aldıktan sonra Huan Hua Sarayı’nı terk edip ortalıklardan kayboldu. Buda merhametlidir. Bu sözü unutmayınız.”

Luo Binghe ifadesizliğini sürdürse de parmakları bilinçsizce bükülüp kasılmıştı.

Durdukları yerin yakınında birkaç kişi gizlice fısıldaştı: “Doğumdan önce kendi annesi tarafından bile reddedilmiş bir çocuk- doğasında bir parça merhamet yokmuş. Kadınların bu denli acımasız olabilmesi inanılmaz.”

 “Öyle, Tianlang-Jun’un oyununa düşecek kadar talihsiz olmasaydı geleceği son derece parlak olup günümüzde şanlı şöhretli birisi olurdu.”

 “Bana vadedilen inanılmaz ödüller umurumda değil- bir iblisle ilişki yaşayıp canavar bir çocuğa gebe kalmak sadece iğrenç. Böyle bir hak gümüş tepside bile servis edilse kabul etmezdim.”

“Muhtemelen Su Xiyan bunu sürdürmekten fazlasıyla utandığından dolayı sekt ustasından kaçmıştır.”

BaQi Sekti’nden olan adam aniden konuştu: “Yani baştan itibaren Tianlang-Jun’la ilgili bir kanıt ya da hakikat yokken geri kalan her şey Yaşlı Saray Ustası’nın hakkında dediklerine mi bağlı?”

Salon sessizliğe büründü.

Adam farkında olmadan devam etti: “Yalnızca düşüncelerimi dillendiriyorum; dinlemeniz yeterli. Fakat yalnızca Yaşlı Saray Ustası’nın tarafından dinlenmiş bir hikâyeyle saldırı başlatacak mısınız gerçekten de? Baştan sona niçin reddedilmiş bir aşığın hikâyesi hissine kapıldım ben? Kaldı ki kızın tehlikeli bir iblise yaklaşması, ona hilekârlığı öğretip bebeği düşürmesi için zehir vererek sonunda sorunlardan ötürü gitmesine neden olması- bence bu daha aşağılık. Biz, Ba Qi Sekti, asla böyle bir şey yapmayız.”

Sözleri Shen Qingqiu’yu bir nebze şaşırtmıştı. Anlaşılan sürekli KY* olan bu sevgili yoldaş, KY olmayı sürdürse bile bazen gerçekten de mantıklı konuşabileceğini bilemezdi. Anlaşılan IQ’su sıradan yardımcı karakterlerle aynı seviyede değildi.

KY: Kuuki Yomenai, yanlış hatırlamıyorsam daha önce geçmişti ama uzun zaman olduğundan yine not geçme gereği duydum. Atmosferi okuyamayan, olaylardan bi’haber, bir belirti fark edemeyen kişilere deniyor.

Eninde sonunda sessizliği bozan Wu Wang olmuştu. Azar çekerken beyaz kaşları onaylamadığını belirtir şekilde dikleşmişti: “Aptallık! Kadim zamanlardan beri iblisler insan âlemine saldırıyorlar. Tianlang-Jun dünyayı kan banyosuna çevirdikten sonra öncesinde harekete geçmediğimiz için pişmanlık duymamızı mı istiyorsun? Ayrıca, büyük sektlerden birisinin başı olarak, Huan Hua Sarayı’nın Yaşlı Saray Ustası’nın diğer herkesi böylesine art niyetle kandırarak nasıl bir çıkarı olabilir ki? İblisle yasak ilişkisinden peydahlanan piçe gelince onun yaşamasına kesinlikle müsaade edemeyiz! O iblisin zehirden hayatta kalıp ana karnındayken düşürülememesi ayıptır!”

Bu sözler çok yoğun bir şekilde doğruculuk hissi veriyordu, anında alkış ve tezahüratlarla karşılanmıştı. Yüce Usta Wu Chen dua okurken ellerini birbirine kenetleyip kınadığını belirten bir ifade takındı.

Özellikle zalim olan şey hiç kimsenin biraz bile gaddar davrandığını hissetmemiş olması değil, Wu Wang’in coşkulu konuşmasını dinlemeleriyle birlikte bir yürek olmanın hissi eklenince düşüncelerinin değişmesiydi. Sonuçta Luo Binghe ana karnındaki bir bebekti- niçin ona herhangi bir şekilde sempatiyle yaklaşıp öldürmesinlerdi ki? Bu nedenle hepsi de tezahürat etmişlerdi.

Luo Binghe’nın göz kapakları düşmüş, bakışları örtülmüştü. Hâlâ dinliyor gibi görünse de aklı çoktan başka bir yere gitmişti. Görünüşü, geçtiğimiz günlerde fazlasıyla yumuşamasına rağmen şu anda yine buza dönmüştü.

Yüce Gücün Salonu’nda toplanan herkes şimdi ölümden kurtulmak için dişlerini sıkıyorlar, rahimdeyken ölseydi her şeyin nasıl güzel olacağını haykırıyorlardı. Bunların hepsine kulaklarını tıkıyordu.

Senaryonun kusursuz gidişatına göre burada hikâye çizgisinin böyle ilerlemesi gerekiyordu: liderler önemli bir iş için toplanıp bir kuvvet olup Tianlang-Jun’la nasıl baş edeceklerini konuşurlar aniden yıkımla öç almaya çalışan iblisler ortaya çıkıverirLuo Binghe tek başına iblisleri pusuya düşürüp yenerek kendisine olan saygınlıklarını yeniler. Fakat Luo Binghe’nın geçmişini dedikodu eden geveze kadınlar yüzünden odak değişivermişti.

Shen Qingqiu sessiz kalmayı sürdüren Luo Binghe’yı süzerken aniden kararından pişman oldu.

Zhao Hua Tapınağı görevini kabul etmemeliydi.

Yüce Usta Wu Chen iç çekti: “Fazla söze gerek var mı? Hayırsever Su, ah, hayırsever Su dışarıda bir başına yaşayan yalnız bir kadındı. Yaşlı Saray Ustası onu aramak için adamlar gönderse de beyhudeydi- ölmeden önce ne kadar acılar çekmişti kim bilir? Luo Binghe’nın damarlarından akan kan yarı bir iblise ait olsa da Luo Binghe’nın hiçbir zaman ağır zararı dokunmadı…”

Wu Wang onu azarladı: “Kıdemli merhametli konuşurken çok düşüncesiz olmamalı. Neredeyse Jinlan Şehri’ndeki hayatını unutuyorsun. İblislerin günahkâr yüreğini senin daha iyi biliyor olman lazım. Onlara karşılık daima engelleyici önlemler almamız en iyisi. Baba-oğul ikilisi uzun zamandır plan yapıyorlar-           birlik olup bizi yok ederek intikam almak için dönecekler. Varoluşlarına müsamaha etmek merhametli değil, kadınsı bir zayıflık göstergesidir. Nihai sonuç hayal edebileceğinden daha kötü olacaktır!”

Bu keşiş Wu Wang’in efsunu iyi olsa da fazlasıyla huysuz birisiydi. Saçı olmaması dışında Budist ahlakında tecrübeli birisi olarak okuyup ettiğini gösteren hiçbir şeyi yoktu. Başrahip kadrosundan birisine göre mizacına balta daha çok uyardı. Wu Chen onun aksine yetenekleri ortalama fakat nazik ve barışçıl bir kalbe sahipti, “Yüce Usta” unvanını taşımaya daha çok yaraşırdı. Böylesine sert bir eleştiri karşısında bile sakin kalmış, sözünden dönmemişti: “Görüşlerimize aykırı şekilde birlik olmak, bu… salt varsayımın, değil mi?”

Zhao Hua Tapınağı’ndaki bu iki başkeşişin kavgayı daha ne kadar sürdüreceği muallaktaydı. Yue Qingyuan aniden sesini yükselterek konuştu: “Bize katılsalar da tartışsalar da bir şey kesin: Luo Binghe iyi birisi değil.”

Sesini yükseltti. “Qingqiu, hâlâ ortaya çıkmayacak mısın?”

Shen Qingqiu’nun tüyleri diken diken oldu. Bir süre aylaklık edip sonrasında yavaşça ayağa kalktı.

Sınıf öğretmeninden azar işitmiş bir ilkokul öğrencisinin duygularını taşıyordu. Yüzüne sıcak basmıştı fakat neyse ki sakin ve telaşsız görünecek kadar vurdumduymazdı. Selamlamak üzere eğildi: “Kıdemli Zhangmen.”

Yüksek sesle konuşurken ilgi yanındaki kişiye de çekilmişti. Beklenildiği gibi birisi anında feryat ediverdi: “Luo Binghe! O Luo Binghe!”

“Sahiden de o! Ne zaman içeriye girdi?!”

 “Shen Qingqiu da orada. Ölmüş olması gerekmiyor muydu?!”

“Hâlbuki intihar edişini Huayue Şehri’nde bizzat kendi gözlerimle görmüştüm…”

Kıyamet kopar gibi bir gürültü vardı fakat içlerinde kadının yumuşak ve hassas sesi de karışmıştı. Onlar Tanrı’nın Gözünden Bakanlar’dan
üç güzel Taoist kadın keşişlerdi. Üç kadın birbirlerinin koluna girmiş, yüzleri tuhaf bir şekilde kızarmıştı. Yabancılar hâlâ genç kız çekingenliğiyle doğrudan Shen Qingqiu’ya bakıyorlardı…

Yue Qingyuan oturmayı sürdürürken ona bakıp açık açık sordu: “Soytarılığın bitti mi?”

Yue Qingyuan onunla daha önce hiç böyle merhametsizce konuşmamıştı. Onun için “soytarılık” kelimesini kullanmak eşek sudan gelinceye kadar dövmekle aynıydı. Anlaşılan Liu Qingge onu kötülerken fazlasıyla coşmuştu.

Shen Qingqiu bir gün Cheng Luan’ı çalıp On İki Tepe’nin mutfağındaki bütün domuzların bacağını kılıcın şaşaalı ışıltısı et yağıyla bastırılana değin kesmeye ant içti.

Senaryoyu takip et, senaryoyu takip et, tamam mı? Yalvarıyorum, lütfen tüm ilginizi çoktan tapınağa dalan iblislere çevirin, tamam mı?! Saygınlık seviyesini tam olarak nasıl arttırmam bekleniyor?!

Tam ilgilerini çeşitli seviyedeki sektlerden müritler gibi gizlenmiş şüpheli görünen kişilere çekmeye yeltenecekti ki Wu Wang bastonuyla yere vurdu, alayla dudaklarını büzdü: “Luo Binghe, bizzat kapımıza kadar gelerek bizi büyük bir uğraştan kurtardın. Niçin Tianlang-Jun’un bu sefer bizim için planlarının ne olduğunu bize anlatmıyorsun?”

Luo Binghe buz gibi cevap verdi: “O, onun işi, benim değil.”

Birisi konuştu: “O senin baban- senin işinin olmadığını nasıl söyleyebiliyorsun?”

Luo Binghe kayıtsızlığını sürdürüyordu: “O benim babam değil.”

Wu Wang konuştu: “Kahredici hakikata rağmen hâlâ sıyrılmaya çalışıyorsun. Hepimizi saf birer çocuk mu sanıyorsun?”

Luo Binghe inatla tekrarlarken başını olumsuz anlamda salladı: “O benim babam değil.”

Wu Wang burnundan homurdandı: “Gerçekten de yüzyılın belasısın. Su Xiyan o zaman senden kurtulmuş olsaydı hepimizi büyük bir kederden kurtarmış olacaktı!”

Sert sözleri damarına basmıştı. Luo Binghe soluğunu bir anlığına boğazında tuttu, gözleri kızarmıştı. Shen Qingqiu ikinci bir kez düşünmeden elini tutuverdi.

Liu Qingge Yue Qingyuan’ın arkasında kollarını kavuşturmuş şekilde duruyordu. Herkesin gözleri üzerindeyken Luo Binghe’ya açıkça yeltendiğini görünce alnındaki damar atıverdi: “Hey!”

Liu Qingge daha fazla bir şey diyemeyecek kadar öfkelenmişti, yalnızca bir kez keskince bağırabildi. Yine de kasten onu görmezden gelen Shen Qingqiu’yu vazgeçirememişti. Luo Binghe’nın şu an burada kendini kaybetmesi kesinlikle eğlenceli olmayacaktı. Saygınlığın yükselip yükselmeyeceğinden de değildi. Asıl sorun romanın Zhao Hua Tapınağı bölümünde dikkatlice ilerlemeleri gerektiğiydi. Ruhanî enerjilerini kullanırlarsa yüzlerce insan toplu bir saldırıyla onların pestilini çıkartırlardı; şeytanî enerji kullanırlarsa Zhao Hua Tapınağı’nda şeytanî efsunu bozmakta fazlasıyla yetenekli olan tılsım dizilişlerinde ustalaşmış sayısız usta vardı. Ayrıca, diğer efsuncuları zorla bastırmak da imkânsızdı. Sha Hualing’le babasının IQ seviyesine düşmeyecekti.

Luo Binghe çok soğuk bir şekilde konuştu: “Su Xiyan da kim? Benim annem sıradan çamaşırdı bir kadındı.”

Shen Qingqiu aheste aheste konuştu: “Wu Wang’in sözlerinin dayanağı yok. Şimdiye dek Yaşlı Saray Ustası denen kişinin nasıl birisi olduğunu biliyor olmalısın. Geçmişte ne olduğunu anlatan insanların hikâyelerinin güvenirliliği tartışılır. Boş ver gitsin!”

Müridini eğiten usta tonunu kullanmıştı, sakin ve nesnel konuşmak için çaba harcıyordu. Luo Binghe kanıt veya doğruluk arıyor gibi onun kolunu çekiştirdi: “Shizun, Tianlang-Jun benim babam değil. Bir babaya ihtiyacım yok.”

Shen Qingqiu ne diyeceğini bilemiyordu. Yalnızca onun elini tutup öncelikle sakinleşmesi için el hareketi yaptı.

Asıl eserde Luo Binghe’nın geçmişi bu kadar detaylı şekilde işlenmemişti. Shen Qingqiu gerçekten de Luo Binghe’ya ne kadar büyük bir etkisi olabileceğini tahmin edememişti ve bu birkaç rahatlatıcı söz ve başını patpatlamakla çözümlenemeyecek bir şeydi.

Uzun zamandır ayıla bayıla düşleyip hayal ettiği ettiği şey acımasızca ezilerek toz hâline getirilmişti. Baba-oğul birbirini tanımayı reddediyorlardı. Saf iblis kanından bir iblis olan Tianlang-Jun ailevî bağlara dair hiçbir görüşe sahip değildi. İnsanların ve Su Xiyan’ın elinden çektikleri de eklenince hiddeti Luo Binghe’ya sıçramıştı. Kutsal Anıt Mezar’da ikisinin arasındaki şeyin ve şefkatlikten yoksun olmalarının başka bir açıklaması olamazdı. Bu baba-oğul ikilisine karşılık Su Xiyan da hareketleri süresince kararlarını net tutmuştu: aldatmış, kullanmış, nefret etmiş, reddetmiş; onları yüz kızartıcı bir şey gibi görerek terk etmişti.

Luo Binghe istenilen bir çocuk değildi.

Wu Wang kaşlarını çattı: “İblisten beklenildiği gibi, sözlerini böyle bastırabiliyor.”

Luo Binghe ona kulaklarını tıkadı: “Şayet babamsa niçin bana bunu söylemedi?”

Nihayetinde Luo Binghe’ya saldırırken yalnızca “Aynı annesi.” dedi. Ee? Yani?

Başka bir şey dememişti.

Shen Qingqiu sessizdi. Şahsen bunun daha çok şeyden dolayı olduğunu düşündü… Tianlang-Jun’un gerçekten deli olmasından?

Hepsi yanlıştı. Shen Qingqiu aniden arkasını dönüp konuştu: “Millet, lütfen aceleci olmayın. Luo Binghe bugün buraya, Zhao Hua Tapınağı’na, ne sıkıntı çıkartmak için ne de kötü bir niyetle geldi…”

Yüce Usta Wu Chen’in sesi yankılandı: “Doğru; Kıdemli, Tepe Lordu Shen’i dinlemeli.”

Shen Qingqiu ona minnettar bir şekilde bakmıştı fakat Wu Wang alayla gülümsedi: “Kötü niyetle değil mi? Öyle değilse nasıl açıklayacaksın peki?”

Sesi son kelimelerinde yükselerek bağırmaya dönmüştü. Düzinelerce kırmızı altın cübbeli savaşçı keşiş kalabalık arasından birdenbire ortaya çıkarak yerdeki birkaç kişiyi tutup büküverdi. Yerde sıkıştırılmış olanlardan birisinden siyah qi yavaşça dışarıya çıkmaya başladı. Doğal olarak olay yeri şöyleydi:

 “İçeriye üşüşen iblisler var!”

 “Luo Binghe, gerçekten de güzel hazırlanarak gelmişsin!”

Bu gelişme BERBATTI!

Jiuzhong-Jun’un dağınık uşaklarının aslında Luo Binghe’ya saygınlık kazandırması gerekiyordu fakat şu anda onun yerine Luo Binghe’yı tuzağın beyni gibi göstermişti!

Güçlü önsezilerle yelpazesini çıkarıverdi, beklenildiği gibi karşılık olarak Wu Wang’in bastonu güçlü bir saldırıyla inivermişti. Shen Qingqiu yelpazesini hafifçe kaldırıp inatçı bir şekilde bastonu havada tutuyordu.

 

*****


Önceki Bölüm  ― Sonraki Bölüm 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder