Wu Wang,
“Bir ya da iki kişi aynı rüyayı gördüğünde bile tuhaftır. Kaldı ki birkaç yüz
insan aynı rüyayı aynı anda görüyorlarsa “olağanüstü” kelimesi bile olayı
açıklamak için yeterli değildir. Ki, bu rüya tamamıyla sıradanlıktan uzaktı.
Fazlasıyla gerçekçiydi. Uyandığında gerçekliğin rüyadaki kadar canlı olmadığını
hissettirdi.” dedi.
Öz
oluşumu seviyesindeki efsuncuların hepsi rüyayı deneyimlediklerini
onaylamışlardı; her biri allak bullak, yürekleri dehşet içerisinde başlarını
salladı. Birisi, “Bu Tianlang-Jun tam olarak niçin kapatılmıştı? Gerçekten bu
kadar korkutucuysa geçmişte nasıl kapatılmıştı?” diye sordu.
Usta Wu
Chen iç çekti. “Bu başka bir günahın karşılığıydı. Huan Hua Sarayı’nın Saray Ustası
şu anda burada olsaydı ne kadar acıyla iç çekerdi kim bilir.”
Hayretler
içerisinde bir kadın sesi işitildi. “Huan Hua Sarayı’nın Saray Ustası mı? Luo
Binghe’nın bununla ne ilgisi var?”
Ses,
bayağı sarıasmanın ezgisi gibi tatlı ve berraktı. Shen Qingqiu’nun bakışları
sesin sahibine yöneldi.
Konuşan
kişi Tian Yi Sekti’nden ince, güzel bir kadın keşişti.
Shen
Qingqiu hangisinin konuştuğunu söyleyememişti çünkü üçü de aynı kalıptan çıkmış
gibi aynı yüze ve kıyafetlere sahipti. Yan yana durduklarında hayret edilecek
kadar güzel üç mavi çiçek gibi görünüyorlardı. Yaydıkları his bile
anlatılamayacak kadar kendilerine öz bir… heyecan hissiydi. Evet, gerçekten de
heyecan hissiydi.
Onlar Luo
Binghe’nın Gizli Sarayı’ndaki üçüz kardeşlerdi. Yüzünüzü gören cennetlik, Gizli
Saray!
Geçmişte
olsaydı Shen Qingqiu muhtemelen neşeyle dolup taşardı. Ardından bir yandan mutlu
mesut kahramanı kadınlardan birisinin peşine düşmesi için ittirirken diğer bir
yandan Gökyüzüne Ateş Eden Uçak’a yönelik ağız dolusu sitemlerini
dillendirirdi. Fakat şu anda…
Luo
Binghe’nın sesi fazlasıyla derin ve sessiz geliyordu fakat ceviz kokusu çoktan
kilometrelerce öteden hissedilebiliyordu. “Shizun, güzeller mi?”
Ay,
tamam, onları abartmalarına gerek yoktu. Shen Qingqiu bakışlarını çekti. Hikâye
çizgisi çorbaya dönmüştü ve üç kadın keşiş Luo Binghe’nın taşıyıcıları
olmamışlardı, o nedenle Luo Binghe’ya yakın olmalarına gerek yoktu. Yine de
onunla ilgili bir şey geçtiğinde hâlâ ilgilerini belli ediyorlardı. Shen
Qingqiu doğal olarak yüzlerindeki heyecanı genç bir kadının açmakta olan
hisleri olarak algılamıştı. Luo Binghe’nın aygır gücü gerçekten de çok
kuvvetliydi!
Usta Wu
Wang, “Amitabha. Saray Ustası derken eski neslin Yaşlı Saray Ustası’ndan
bahsediyoruz. Luo Binghe denen kişi unvanı günahkâr işlerde kullandı. Saray
Ustası olacak kabiliyetlere nasıl sahip olabilir?” dedi.
Luo
Binghe kaşlarını kaldırıp dudaklarını nahoş bir şekilde büktü. Usta Wu Wang
konuşmaya devam etti.
“Hoş, bu olay
Huan Hua Sarayı’yla ilgili. Birkaç dekat önce Yaşlı Saray Ustası’nın Su Xiyan
isimli baş müridi vardı.”
Shen
Qingqiu’nun ruhu heyecanla titriyordu. Bu gelişmeleri takip ederek Luo
Binghe’nın doğumundaki gizemi çözeceklerdi.
“O kadın şok edici bir şekilde yetenekliydi;
kararlar verirken mantıklı ve duyarlı davranıyordu, katı otoriteci havasına da
sahipti. Yaşlı Saray Ustası onu sevip özel müridi olarak ilgilenmişti. Onu
avcunun içinde koruması gerektiği bir inci olarak görmüş ve bir sonraki Huan
Hua Sarayı’nın Saray Ustası olacak şekilde eğitmişti. Nereye giderse gitsin
beraberinde Su Xiyan’ı götürüyordu. Ona verdiği önem olağanüstüydü.”
Shen
Qingqiu geriye giderek Kutsal Anıt Mezar’da Yaşlı Saray Ustası’nın cansız
gözlerini ve çenesinden akan salyasını düşündü.
Yaşlı Saray Ustası’nın Su Xiyan’ı korunması gereken bir inci gibi
gördüğünü düşünmemişti, daha çok yiyip bitirebilmesi için ona özel ayrılmış bir
etti.
Büyük
Salon’da çıt çıkmıyor, yalnızca Usta Wu Wang’ın sesi işitiliyordu.
“Bir sefer Yaşlı Saray Ustası’yla Su Xiyan
köyün ricasını dinleyip şeytanî yaratıkları yok etmeye gitmişlerdi. Saray’a geri
dönerlerken Luo Chuan’ın bitiminde eski bir şehre denk geldiler. O şehirde
iblisler ve diğer kötü canlılar kol geziyordu. Şehrin asıl sakinlerinden geriye
pek kalan yoktu. Yine de Su Xiyan çay evinde yalnız bir şekilde duran genç bir
adamla tanışabilmişti.”
“Genç
adamın asil görünüşüyle birlikte olağanüstü bir havası vardı. Ağlayan söğütün
altında oturup müzik eşliğinde şiirler söylerdi. Böyle birisi böyle bir yerde
böylesine bir zamanda bulunmamalıydı. Ancak o zaman Su Xiyan bunun tuhaf
olduğunu düşünmüştü. Yabancıyla kısa ve öz bir konuşma yapıp anında o kişinin
amacını anlamıştı; ki, kesinlikle normal de değildi.”
Shen
Qingqiu şevkle dinliyordu.
Tianlang-Jun
gerçekten de küçüklüğünden beri insanların edebi sanatlarına bayılan, sanatçı
ruha sahip bir gençmiş. Böylesine sanatçı ruha sahip bir genç nasıl olur da
ürkütücü olabilirdi? Özellikle zeki ve yakışıklı olan birisiyken. Şarkı söylerken
insanların kulaklarını tırmalamadığı takdirde kesinlikle ilk görüşte aşk
potansiyeli de taşıyordu.
Hikâye
çizgisinin bu kadar keskin bir şekilde en kötüye hâle döneceğini kim
bilebilirdi ki?
Su Xiyan
anında shifusuna haber vermek için geri dönmüştü. Yaşlı Saray Ustası konu
üzerinde düşündükçe daha çok temkinli hâle geliyordu. Genç adamın Su Xiyan’a
olan şefkatini ve eğlenceli bir sohbet içerisine girecekleri kadar samimileştiklerini
fark ettiğinde Yaşlı Saray Ustası bunu kullanmaya karar vermişti. Ona bilgi
için daha çok yakınlaşmasını emretti. Su Xiyan’ın birtakım yetenekleri vardı-
genç adamın kolaylıkla sıradan birisi olmadığını anlamıştı. O, kuzeyle
güneydeki asil iblislerin şu anki hükümdarı, Tianlang-Jun’du.
Aslında
birçok kişi buluşmalarda kadının niyeti adamın da hisleri olduğunu düşünse de
aslında aralarındaki şey doğrucu ve iblis sektleri arasındaki iç işlere yaraşırdı.
Bu,
şeytanî sektin kötü Kutsal Hükümdar’ıyla saf bir beyaz çiçeğin birleştiği
sıradan dramatik bir hikâye değildi. Onun yerine insan kalbinin kötü niyetlerle
dolu olduğunu bilmeden zalim bir çiçekle buluşan, her ikisinin de yüreğinin
soğuk ve karanlık olduğu, masum bir kralın hikâyesiydi.
Shen
Qingqiu sonunda Tianlang-Jun’un Su Xiyan’dan bahsederkenki tuhaf tonlamasıyla
birlikte gülümsemesine rağmen içten gülümsemeyerek verdiği “soğuk ve acımasız”
izleniminin arkasındaki anlamı kavrayabilmişti.
“Yaşlı
Saray Ustası diğerlerini gizliden gizleye durumu gölgelerden izlemeleri için
gönderirken Su Xiyan’a Tianlang-Jun’a daha da yakın davranması için izin vermeyi
sürdürmüştü. Gönderdiği müritlerinin hepsinin kaçacağını kim bilebilirdi ki?
Yaşlı Saray Ustası’nın bizzat kendisinin yola çıkması gerekmişti. Sonunda,
bütün çabaları boşa gitmemiş, Tianlang-Jun’un İnsan Âlemi’nde kalmasının asıl
sebebini öğrenebilmişlerdi. Bir gün Su Xiyan’la Tianlang-Jun Bailu Ormanı’nda
buluştular. Birlikte devasa yeşil bir yılanın başına oturmuş güzel güzel sohbet
ediyorlardı.”
O devasa
yeşil yılan, tahmini yanlış değilse, muhtemelen Zhuzhi-Lang’ti. Nasıl düşünürse
düşünsün aklına yalnız Zhuzhi-Lang geliyordu. Yeğen de olsa ast da olsa
buluşmaya minder olarak oturulması için getirmek- nasıl duyarsanız duyun
Zhuzhi-Lang adına fazlasıyla acınasıydı!
“Yaşlı
Saray Ustası, Tianlang-Jun’un keşfedilme korkusundan dolayı, fazla yakına
gitmeye cesaret edemeden yakınlarda saklanıp konuşmayı bizzat işitti. Su Xiyan
sabırla konuşmayı yönlendirerek dolaylı olarak yaklaşıp tatlı dille
Tianlang-Jun’un bir anlığına kendisini İnsan Âlemi’ne gizlice gelmesinin
ardındaki gerçeği açıklayacak kadar kaybettirecek şekilde kandırmıştı: her bir
sekti katledip hazinelerini iblis ırkını güçlendirmek için yağmalamaktı!”
Son
cümlede Shen Qingqiu iç çekerken kalabalığın geri kalanının nefesi kesilmişti.
Dürüst
olmak gerekirse bu tarzdaki tipik, klişe BOSS tarzındaki düşünceler
Tianlang-Jun’un tarzı değildi. Öyle görkemli bir planla çıkagelecek birisi
değildi o. Ayrıca Yüce Hükümdar olarak Tianlang-Jun istediği zaman bitmek
bilmeyen hazine kaynağı için iblis ırkının Anıt Mezarı’na girebilirdi de. O
daha çok yapacak bir şeyi olmadığında yığılmış hazineleriyle oynayacak
birisiydi. Dört sektin azıcık hazinesi için zahmet edecek birisi miydi
gerçekten?
Shen
Qingqiu’nun bu hikâyeyle ilgili birçok şüphesi vardı fakat Yüce Usta Wu Wang
devam ediyordu: “Yaşlı Saray Ustası bu konuda dört büyük sektin de sekt ustalarını
anında bilgilendirdi. Tianlang-Jun Su Xiyan’la Bailu Dağı’nda ayda iki kez
buluşuyordu. Bütün sektler bir karara vardılar: sonraki buluşmalarında
sektlerin tüm birlikleriyle katılıp kuşatarak Tianlang-Jun’u hapsedeceklerdi.”
“Sonrasında
olanlara gelince, o gün Bailu Dağı’ndaki savaşta olanları orada bulunan Sekt
Ustası Yue’nin anlatması daha iyi olur.”
Yue
Qinyuan konuştu: “Savaş alanındaki olan şeyler konusunda denilecek pek bir şey
yok. Tianlang-Jun Su Xiyan harici birisini beklemiyordu, her taraftan
saldırıyla karşılaşmıştı. Kuşatılarak yakalandığında yanında yalnızca tek bir
iblis komutanı, Zhuzhi-Lang, vardı. Böylelikle, dediklerim bir yana, onların
savaşı kazandığı söylenebilir. Sakince konuştu ama hakikatı örtbas etmek için
en ufak bir çabaya girişmedi. Bailu Dağı Savaşı hakkında küçüklüklerinden beri
kıdemlilerinin böbürlendiklerini dinleyen birçok kişi vardır. Savaşın asıl
hikâyesini ilk kez duyduklarında birazcık da olsa utanacaklar.”
“Zhuzhi-Lang
ustasını korumak için ustamın Tanrı’nın Gazabı tekniğini doğrudan karşıladı.
Efsun onu çevreleyerek asıl, yarı yılan hâline çevirdi. Ardından kaçtı. Tianlang-Jun
da Bailu Dağı’na hapsedildi.”
Yani
Zhuzhi-Lang’in Luzhi Mağarası’nda yarı yılan hâlde olmasının sebebi önceki
Qiong Ding Tepesi’nin ustasının tanrısal yıldırımlarından dolayıymış.
Zhuzhi-Lang’in mantığını esas alırsak şükran ve kinler bariz fark gösterirken
en ufak haksızlığın öcü alınmalıydı… Shen Qingqiu üzerinde düşünecek zaman
bulamamıştı ki Sistem’in bildiri sesi zihninde yüksek sesle çınlayıverdi:
【Görev Verildi: Lütfen
“Luo Binghe”ya Zhao Hua Tapınağı’nın ikinci hikâye kısmını bitirmesinde yardım
edin. Hedef: Yükselen ün puanları 200 puandan az olmamalı! 】
Ün puanı
mı?
Shen
Qingqiu aniden Zhao Hua Tapınağı’ndaki ikinci hikâye kısmının ne olduğunu
hatırladı.
Gelinen
bu noktada Shen Qingqiu Sha Hualing’in babasını, Jiuzhong-Jun’u hatırlayıverdi.
Bu şanssız asil iblis neyin yanlış neyin doğru olduğunu bilmeyen ve ailesini
zedeleyen bencil kızı yüzünden kötü zamanlardan geçmişti. Güney bölgesinde
gezip çeşit çeşit ekipler toplayarak zamanının büyük bir kısmını geçirirken geri
dönüp Luo Binghe’dan intikam almayı umuyordu. Yine de, kahramanın kırılmaz
halesiyle(hikâye çizgisi zırhıyla) karşı karşıya geldiğinde her iki şanlı dileğini
de gerçeğe dönüştürememişti…
Jiuzhong-Jun’un
planları mütemadiyen bozulurken yüreğinde birçok kin biriktiriyordu. Bu konuda
ne yapabilirdi ki?
Elbette
ki gidip hiddetini birisinden çıkartabilirdi!
Ve o
“birisi” Zhao Hua Tapınağı’ndan başkası değildi…
Bu
davranış Sha Hualing’in Qiong Ding Tepesi’ne saldırmasına benziyordu. Yerle
göğün enginliğini bilmeden birinin abartılmış görüşlerine sahip olmak
ölümlerini arattırıyordu. Shen Yuan romanın bu kısmını okuduğunda, beyin
devreleri aynı triplere girmiş ve bir çalışan baba-kızla içinden alay etmişti.
Asıl
eserde, Jiuzhong-Jun’un buradaki insanları ve keşişleri rahatsız etmek için
alacalı iblis askerlerinden oluşan grubunu Zhao Hua Tapınağı’nın yakınlarına
yollaması sağ olsun, Zhao Hua Tapınağı toplantı düzenleyip Tianlang-Jun
sorununu değil de bu başkalarına varlıklarını fark ettirmeyi uman sorunlu ve
bunalımlı bir grup iblisi konuşuyorlardı.
Yine de
bu buluşmanın tam amacı önemli değildi. Asıl önemli olan şey, bu ikinci hikâye
kısmının gerçekten de Luo Binghe’nın ününü düzeltme yöntemi olacağıydı.
Jiuzhong-Jun’un
karışık iblis grubu kalabalığa karışmış (asıl eserdeki cümlelerle) “Budist
keşişlere derslerini göstermeyi” bekliyorlardı. Saldırdıktan henüz birkaç
saniye sonra Luo Binghe’nın hükmeden baskıcılığıyla güzelce bastırılmışlardı.
Böylece ünü nasıl olduysa “mutlak kötü”den “ne iyi ne de kötüye” yükselmişti.
Shen
Qingqiu sessizliğini koruyarak etrafına bakındı. Gerçekten de insan
kalabalığının arasından bazı “insanlar” günahkâr görünüyorlardı. Pekâlâ, sahne
başlasın bakalım!
Üç güzel
Taoist kadın keşişler asıl eserdeki bu kısımda önemli bir rol üstleniyorlardı.
Bu harem üyelerinin birlikte hareket etmeleri gerekiyordu ki ün puanının
artışını yeterince hızlandırsınlardı ama şimdiyse seyirci rolüne
düşürülmüşlerdi.
Sonuç:
Baş kadın kahramanın rolü yine ona verilmişti, değil mi?
Wu Wang
ciddi bir şekilde konuştu: “Rüyada Tianlang-Jun bedenini onarıp İnsan Âlemi’nde
insanlar berbat bir duruma gelene değin kanla yıkanıyordu. Bu yaşlı keşiş,
bunun onun gücünü bir gösteriş şekli olduğunu ve Bailu Dağı’ndaki savaşın
intikamının önceden ikazı olduğunu düşünüyor.”
Birisi
sordu: “Tianlang-Jun’un asıl bedeni zarar gördüğüne göre intikam almak istese
bile korkmamıza gerek yok, değil mi?”
Wu Wang
konuştu: “Tianlang-Jun’u hafife almamalısın. O, hanedanı yöneten geçmiş kişiler
içerisinde eşi benzeri olmayan, Kadim İblis ırkı’nın en güçlü varisi olarak
bilinmekte. Hatta, bununla birlikte, eski durumuna kavuşan sadık ve yetenekli
komutan Zhuzhi-Lang ve kendi çocuğu da öyle.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder