27 Nisan 2021 Salı

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 68: ZHAO HUA TAPINAĞI'NDA


Düşünceli bir şekilde başını öne eğdi fakat Liu Qingge azar işittiğinden dolayı mahcup olduğunu sanmıştı. İfadesi yumuşayıp sesi daha az sert hâle gelmişti. “Arkadaşlarımızın hiçbiri ona niçin bu kadar iyi olmakla ısrar ettiğini anlamlandıramıyor.”

Liu Qingge hafifçe ona doğru eğildi, mum ışığı kar beyazı yüzünü sıcak tonlarla boyayarak aydınlatıyordu. Zar zor, “Yoksa şu dedikodular doğru mu?” diye sordu.

Liu-Juju’nun konuyu dedikoduya çevirmeyeceğine inanarak gerçekten çok saf ve masum davranmıştı. Shen Qingqiu yelpazesini sıkıca tuttu. “Yani Kıdemsiz çırak kardeş Liu bile bu abuk sabuk dedikodulara inanabiliyor.”

Liu Qingge tekrardan duruşunu dikleştirdi. “İnanmıyorum ama o nankör alçak herifi korumayı canı gönülden istiyorsun.”

Shen Qingqiu çaresizce, “Onu korumuyorum. Sadece onu tekrardan yanlış anlamak istemiyorum.” dedi.

Liu Qingge soğuk bir şekilde, “İkinizin arasındaki şeyleri anlayamıyorum. Dağla nehri yerinden oynatmak birisinin öz benliğini değiştirmekten daha kolaydır. Luo Binghe kesinlikle iyi birisi değil, ona dikkat etmen gerekir.” dedi.

Bitirdikten sonra ayağa kalkıp kapıya yöneldi. Hâliyle, Shen Qingqiu da Luo Binghe’nın kesinlikle iyi birisi olmadığını biliyordu. Fakat şu ana kadar nasıl kötü birisi olursa olsun belli etmemişti- hâlâ baş ağrısıydı. Liu Qingge neredeyse kapıdan çıkıyordu ki yanından geçtiği küçük masaya bir göz attığında inanamayacağı bir şeyi görmüş gibi adımını havada kesiverdi.

Shen Qingqiu başını kaldırdığında Liu Qingge’nın hâlâ odadan çıkmadığını fark etti. Bir şeyin duraklattığını anlamıştı. “Ne oldu?”

Liu Qingge sertçe başını ona çevirip baştan aşağıya sanki daha önce görmediği bir şeye bakıyormuş gibi karışık bir ifadeyle baktı. Bir süre sonra başını sallayıp nihayetinde kapıdan dışarıya çıktı. Birkaç küçük adımının ardından kapının eşiğine takılıp düşmüş gibi göründü.

O da ne?!

Shen Qingqiu o gece mışıl mışıl uyudu.

Ertesi günün sabahının erken saatlerinde hâlâ yarı uyur vaziyetteyken birisinin odaya girdiğini hissetti.

Bu kişi sessiz ve hafif adımlara sahipti, odanın köşesinden ilerliyor gibiydi. Shen Qingqiu göz kapağını kaldırıp baktığında belli bir yere odaklanarak kalakaldı.

Sabahleyin odasına girmekle ilgilenebilecek tek kişi elbette ki Luo Binghe’ydı.

Fakat bu daha farklı bir Luo Binghe’ydı.

Kıyafetlerini beyaz olanlarla değiştirmiş, siyah saçlarını usulüne uygun şekilde açık renkli bir kurdeleyle bağlamıştı. Odanın içerisinde rahat ve hâlinden memnun bir ifadeyle koşuşturuyordu.

Kıyafeti ve görünüşü tamamıyla Ölümsüz İttifak Ligi’nden önceki Luo Binghe’yla aynıydı. Büyük sektten(artık değil),  masum ve meşgul bir mürit görünümüyle birlikte hamarat ve genç, çekici bakir (artık değil) imajıyla o gerçekten… gerçekten…

Luo Binghe başını çevirdi. Tek eliyle kendini desteklediğini gördüğünde elini uzatarak çok mutlu bir şekilde, “Shizun uyandı mı? Kahvaltınız masada.” dedi.

Shen Qingqiu bir elini alnına yasladı fakat bedeni kendiliğinden Luo Binghe’nın elini tutaraktan kendisini yataktan çıkarttırtı.

Tuhaf olan şuydu, bu sabah rutini tam olarak yıllar önce Qing Jing Tepesi’ndekiyle aynıydı. Uyan, üzerini değiştir, yıkan, otur, kahvaltını yap- tüm bu yapılan şeyler aslında Luo Binghe’nın özenli hizmeti altında gerçekleşiyordu.

Ortam Qing Jing Tepesi’ndeki bambu ev olsaydı bu gerçekten de maziyi yaşatacak ürkütücü bir düş olabilirdi!

Luo Binghe, “Bu hanın kahvaltısı gerçekten de tatsız. Mağdur edildim Shizun.” dedi.

Konuyu Luo Binghe’nın becerileriyle karşılaştırırsak bu değerlendirme fazlasıyla nazikti. Shen Qingqiu derin bir iç çekip, “Amcan nerede?” diye sordu.

Luo Binghe gülümseyerek, “Bilmiyorum.” dedi.

İkisinden birisi başka birisinden bahsettiğinde daima bu basit ve kabataslak kelimeyi söylüyordu. Shen Qingqiu sorguda inebileceği kadarına indiğini anlamıştı, ona soru sormak boşa sarf edilen cümlelerden ibaret olacaktı. Yaşam dolu ışıltılarla Luo Binghe yatağı yapmaya gitmişti.

Bu iblisin vücut bulmuş hâli yatağı topluyordu! Bu sahne fazlasıyla tatmin ediciydi fakat Shen Qingqiu bakmaya cesaret edemedi. Aniden, Luo Binghe’nın sesi yeniden yükseldi. “Fakat, Shizun Liu Qingge’yı Amca diye saymamı istiyorsa hâlâ Qing Jing Tepesi’nin müridi olduğumu kabul ediyorsunuz demektir.”

Şakasın?

Kaç defa Shizun şöyle Shizun böyle diye peşimden koştun sen?

Shen Qingqiu, “Bu usta ne zaman sana müridim değilsin dedi?” diye sordu.

Luo Binghe kısık bir sesle, “Her zaman Shizun’un üstü kapalı olarak beni kapı dışarı ettiğini düşünmüştüm. Daima Shizun diye diye peşinizden koştum ama hep tek taraflı bir istek olmasından fazlasıyla korkuyordum.” dedi.

… Katlanamayacaktı.

Shen Qingqiu avuç içini yüzüne yapıştırdı. Biraz yüreğin olsun, tamam mı? Bing-ge!

Haremenin önünde durup “Bu kadar kadınım var ve olacak tek şey gittikçe daha da artacak olmaları- katlanırsınız ya da def olup gidersiniz.” diyen sendin. Bu tarz gaddar ve duygusuzlaşmış ifadeler eşsiz aygır kahramanına aitti.

Bu saf kalpli genç adam arkasını dönmüş mahcup bir şekilde konuşurken çayını getiriyor, su getiriyor, kıyafetlerini yıkıyor, yatağını yapıyor- tam olarak kimsin sen?

Ha?

Bedenini kim ele geçirdi?

Shen Qingqiu sonunda tekrardan müridini görevlendirmek için bir fırsata sahipti. Ağzını dolduracak şekilde çayı yudumlayıp, “Böyle düşünmen fazlasıyla güzel. Hâlâ Qing Jing Tepesi’nin müridi olduğunu bildiğine göre şu andan itibaren kıdemlilerine ve amcalarına kaba davranamazsın. Özellikle bugün Cang Qiong Dağı’na döndüğümüzde geçen sefer dağı kuşatıp salonu yıktığın için uslu uslu özür dilemen gerekiyor.” dedi. Elbette özür sözden ibaret olmayacaktı. Her bir yıktığın yapının bedelini gerçek maliyetleriyle ödemek zorunda. Paranın yettiğince yapabileceğin en küçük iyi söz bu.

Kahvaltı bulaşıklarını hızlı bir şekilde kenara yerleştirirken Luo Binghe umursamadan, “Cang Qiong Dağı’na bugün dönmemize gerek yok.” dedi.

Shen Qingqiu: “Hm. Ha? Neden bahsediyorsun?”

Luo Binghe, “Diyorum ki, Shizun gerçekten onları görmek istiyorsa, kıdemlilerimle amcalarımı yani, Cang Qiong Dağı’na gitmemize gerek yok. Dönüp doğrudan Zhao Hua Tapınağı’na gidebiliriz.” dedi.

 “Zhao Hua Tapınağı”, bu üç kelime ağzından çıkar çıkmaz Sistem bir bildiri gönderdi:

”Zhao Hua Tapınağı” görevi resmî olarak atanmıştır! Atayan: Luo Binghe. Lütfen kabul edip etmediğinizi seçin!

Memnuniyetle kabul】【İsteksizce kabul】【Red

Bizzat Luo Binghe bu görevi başlatmıştı. Shen Qingqiu gözlerini kıstı. “Nereden biliyorsun?”

Luo Binghe, “Shizun gittiğinde öğrenmeyecek mi? Liu…Liu Amca dönmeden gidelim.” dedi.

Sözleri havada süzülemeden Liu Qingge dönmüş, kapıyı bam sesiyle tekmeleyerek açmıştı. Kapı tekmeyle devrildiğinden Shen Qingqiu bu tarzın Liu Qingge’nın normal yöntemleriyle giriş olduğunu düşünmüştü, o nedenle ifadesi değişmemişti bile. Liu Qingge Luo Binghe’ya bir bakış bile atmadan Shen Qingqiu’ya, “Planlar değişti. Bugün Cang Qiong Dağı’na gitmiyoruz, Zhao Hua Tapınağı’na gidiyoruz.” dedi.

Shen Qingqiu ayağa kalktı. “Bir şey mi oldu?”

Liu Qingge ciddiyetle, “Bir şey oldu. Haberler gece yarısı geldi. Bugün, birçok sekt Zhao Hua Tapınağı’na liderlerinin çağrısı üzerine görüşmeye gidiyorlar. Cang Qiong Dağı da buna dahil. Bu şehrin efsun klanları çoktan yola çıktılar bile.”

Zhao Hua Tapınağı’na giderlerken Jinlan Şehri’nden geçtiler.

Birkaç yıl içerisinde geçmişte ticaretin başkenti olan yer bilinmeyen faciaların gelişmesiyle günümüzdeki hâline gelmişti. Acil bir yolculuk sebebiyle aceleleri olmasaydı Shen Qingqiu kesinlikle bulut tabakalarından uçarak oraya bir göz atardı.

Jinlang Şehri’nden geçtikten bir süre sonra Zhao Hua Tapınağı’na varmışlardı.

Bu kıymetli tapınak asil ve heybetliydi, kadim yeşil bir dağın orta kısmına yerleştirilmişti. Genelde sessiz ve gözlerden uzak bir tapınaktı fakat şu anda bir kazan dolusu sesle kaynıyordu, aşağı yukarı silüetler atılıyor, uçan kılıçlarında bitmek bilmeyen sürüler sırayla dağın ortasına giriyorlardı.

Üçlü, Yüce Gücün Salonu’nun taştan basamaklarının dibinde durmuştu. Liu Qingge Shen Qingqiu’ya, “Benimle Kıdemli Zhangmen’i görmeye gel.” dedi.

Shen Qingqiu tam başını sallayacaktı ki Luo Binghe ardından ilerlemeye koyuldu. Luo Binghe’nın prestiji tuhaftı ve görünüşü bu durumda hassas bir duruma neden oluyordu. Shen Qingqiu, “Sen öncelikle bir saklan, sekt liderlerinin sana mızrak uzatmalarına mani ol.” dedi.

Luo Binghe kayıtsızca, “İsterlerse uzatsınlar. Elbette Shizun’la gitmek zorundayım.”

Bu gerçekten de nasihat dinlemiyordu. Gerçekten takip eder de birisi onu tanırsa birçok gereksiz sıkıntı daha eklenecekti. Shen Qingqiu, “Kıdemsiz Liu, sen git. Ben sonra geleceğim.” dedi.

Liu Qingge onlara soğuk bir bakış atıp basamaklardan uçarak Cang Qiong Dağı’yla buluşmaya gitti.

Aurasını özenle dizginleyip ifadesini ayarladığı müddetçe Luo Binghe kendisini masum bir karakter gibi gösterip kalabalığa karışabilecekti. Gerçekten de normal bir sektten hoş bir genç gibi görünüyordu- bu sadece yüzünün fazlasıyla iyi görünmesinden dolayıydı, insanların ilgisini çekmekten uzaktı.  Shen Qingqiu içinse Jinlan Şehri’nden beridir yüzünü pek mükemmel olmayacak şekilde göstermesi bir yana toprakta gömülüp yıllarca göstermemişti bile. Fark edilme olasılığı daha bile azdı.

Sıraya dizilmiş seyirciler tapınağının salonunu ve merhamet duvarını çevrelemişlerdi. Geçmişte sayısız denilecek kadar en fazla ve en iddialı olanlar kesinlikle Huan Hua Sarayı’nın müritleri oluyordu. Fakat şimdi Huan Hua Sarayı şeytanî bir tarikat hâline gelmişti, hâliyle buraya dahil değillerdi. Davetiye bile almamışlardı ki oradan birilerini görebilsinlerdi.

Birkaç Zhao Hua Tapınağı baş keşişi Yüce Gücün Salonu’nun ortasında toplantıya başkanlık ediyordu. Yüce Usta Wu Chen bile aralarında bulunuyordu. Shen Qingqiu ancak daha dikkatli baktıktan sonra iki baldırının da tahtadan protez olduklarını fark edebilmişti. Onlarla normal bir şekilde kalkıp yürüyebiliyordu.

Yue Qingyuan’ın başkanlığıyla Cang Qiong Dağı salonun kenarında oturuyor, heybetli ve hürmetkâr görünüyorlardı. Liu Qingge da yanlarına varmış, kısa sürede birkaç şey mırıldanıvermişti. Yue Qingyuan’ın ifadesi hareketlenmişti. Başını hafifçe eğip etrafa göz gezdirmeye başladı.

Yüce Usta Wu Chen’in yanında Zhao Hua Tapınağı’nın ev sahibi başkeşişi Wu Wang vardı. Kır saçlı yaşlı keşiş ellerini kavuşturmuş, derin ve kalın sesiyle büyük salonu gayet gür ve net bir şekilde çınlatıyordu.

“Bu yaşlı keşiş size direkt soracak.”

 “Kaçınız dün gece aynı rüyayı gördü?”

Rüya mı?

Konuşmaya gerek yoktu, bunu Luo Binghe yapmıştı!

Shen Qingqiu’nun kulağının dibinde hafif hafif son buldu: “Shizun, ‘kanıtın’ olmadığı için dert mi ediyorsun? Bu şekilde başına dert açmaz mısın?”

Bir süredir Xiu Ya’yla uyumasına şaşmamalı. Shen Qingqiu onun güçten yittiğini düşünmüştü fakat anlaşılan o ki o esnada rüya güçlerini etkinleştiriyormuş.

Luo Binghe’nın bakışı “Beni öv!” , “Başımı patpatla!”yla taşıyordu fakat başı ağrımaya başlamıştı. Luo Binghe onlar için nasıl bir rüya âlemi yapmıştı ki bu kadar kişi durumu bu kadar ciddiye alarak apar topar Zhao Hua Tapınağı’nda önemli bir görüşme için toplansınlardı…

Sormaya kalkışamadan birisi sinirli bir şekilde “Bu rüyanın nasıl bir şey olduğu konusunda birisi bir şey söyledi mi?” diye sordu.

Bu kişi pek aşina geliyordu. Bir süre düşündükten sonra Shen Qingqiu sonunda tanıyabilmişti. O… Hua Yue Şehri’nden değil miydi, hangi sektti- ah, Ba Qi Sekti, Ba Qi Sekti’nin baş müridi!

Yüce Usta Wu Chen nazikçe, “Sekt ustasına efsun seviyesinin ne düzeyde olduğunu sorabilir miyim?” dedi.

O da, “Öz oluşumunda son seviye!” diye yanıtladı.

İki başkeşiş birbirlerine bakarken diğerleri hafifçe öksürmeye başladı.

Gizemli bir şekilde Yüce Usta Wu Chen küçük bir aydınlanma yaşamış gibi görünüyordu. “Bu… bu fazlasıyla tuhaf. Bu tapınakta ancak öz oluşumunun üzerindeki seviyedekiler aynı rüyaları görmüşlerdi…”

Bu sözlerin ardındaki anlam gerçekten de öz oluşumda son seviyedeyse onun da rüyayı görmüş olmasıydı gerektiğiydi…

İnsanlar kısık seslerle birbirlerini onayladılar. “Doğru, öz oluşumunun altındaki bizler için dün gece gayet güzeldi.”

Herkesin gözleri önünde birisinin efsun seviyesi hakkında yalan söylemesi ve bunun anında ortaya çıkması gerçekten de kurşunu ayağınıza sıkmanız gibiydi. Shen Qingqiu içinden biraz bile gelişim gösteremeyen değerli arkadaşı için mum yaktı.

Bu Kıdemlinin efsununun yıllar içerisinde çok gelişmemiş olması daha da yüzsüzleşmesine neden olmuştu. Hâlâ utanmaz davranarak yüksek sesle, “Her şey için istisna vardır! Konuşulacak daha önemli şeyler var-ne tür bir rüyaydı?” dedi.

Ba Qi Sekti, adıyla baskın bir ruhla nam salsa da tek bir efsuncusu bile öz oluşumunu başaramamıştı. Ya da insanla dolu alanda sorgu sualin peşinde koşuşturmak istemiyordu. Anlaşılan bu kişi görüşme için davetiye almamıştı ama sırf gelip harekete geçmek için aşina bir simayla içeriye sızmıştı.

Wu Wang kaşlarını çattı. Yine de Yüce Usta Wu Chen iyi huylu birisiydi ve sabırlı bir şekilde özetledi: “Rüya Bailu Dağı’nda hapsedilmiş Tianlang-Jun’un bir beden kazanıp kirli rüzgârlarla kan yağmurları oluşturacağıyla ilgiliydi…”

Yüce Usta Wu Chen’in cümlesi zarif ve gizli anlamlarla dolu olmasına rağmen içeriği kısaydı. Luo Binghe’nın zevkine göre “kirli rüzgârlarla kanlı yağmur” kesinlike basitçe öldürüp dövmekten ziyade daha beterleri anlamına geliyordu…

 

*****


Önceki Bölüm  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder