Düşünceli
bir şekilde başını öne eğdi fakat Liu Qingge azar işittiğinden dolayı mahcup
olduğunu sanmıştı. İfadesi yumuşayıp sesi daha az sert hâle gelmişti.
“Arkadaşlarımızın hiçbiri ona niçin bu kadar iyi olmakla ısrar ettiğini
anlamlandıramıyor.”
Liu Qingge
hafifçe ona doğru eğildi, mum ışığı kar beyazı yüzünü sıcak tonlarla boyayarak
aydınlatıyordu. Zar zor, “Yoksa şu dedikodular doğru mu?” diye sordu.
Liu-Juju’nun
konuyu dedikoduya çevirmeyeceğine inanarak gerçekten çok saf ve masum
davranmıştı. Shen Qingqiu yelpazesini sıkıca tuttu. “Yani Kıdemsiz çırak kardeş
Liu bile bu abuk sabuk dedikodulara inanabiliyor.”
Liu
Qingge tekrardan duruşunu dikleştirdi. “İnanmıyorum ama o nankör alçak herifi
korumayı canı gönülden istiyorsun.”
Shen
Qingqiu çaresizce, “Onu korumuyorum. Sadece onu tekrardan yanlış anlamak
istemiyorum.” dedi.
Liu
Qingge soğuk bir şekilde, “İkinizin arasındaki şeyleri anlayamıyorum. Dağla
nehri yerinden oynatmak birisinin öz benliğini değiştirmekten daha kolaydır.
Luo Binghe kesinlikle iyi birisi değil, ona dikkat etmen gerekir.” dedi.
Bitirdikten
sonra ayağa kalkıp kapıya yöneldi. Hâliyle, Shen Qingqiu da Luo Binghe’nın
kesinlikle iyi birisi olmadığını biliyordu. Fakat şu ana kadar nasıl kötü
birisi olursa olsun belli etmemişti- hâlâ baş ağrısıydı. Liu Qingge neredeyse
kapıdan çıkıyordu ki yanından geçtiği küçük masaya bir göz attığında
inanamayacağı bir şeyi görmüş gibi adımını havada kesiverdi.
Shen
Qingqiu başını kaldırdığında Liu Qingge’nın hâlâ odadan çıkmadığını fark etti.
Bir şeyin duraklattığını anlamıştı. “Ne oldu?”
Liu
Qingge sertçe başını ona çevirip baştan aşağıya sanki daha önce görmediği bir
şeye bakıyormuş gibi karışık bir ifadeyle baktı. Bir süre sonra başını sallayıp
nihayetinde kapıdan dışarıya çıktı. Birkaç küçük adımının ardından kapının
eşiğine takılıp düşmüş gibi göründü.
O da ne?!
Shen
Qingqiu o gece mışıl mışıl uyudu.
Ertesi
günün sabahının erken saatlerinde hâlâ yarı uyur vaziyetteyken birisinin odaya
girdiğini hissetti.
Bu kişi
sessiz ve hafif adımlara sahipti, odanın köşesinden ilerliyor gibiydi. Shen
Qingqiu göz kapağını kaldırıp baktığında belli bir yere odaklanarak kalakaldı.
Sabahleyin
odasına girmekle ilgilenebilecek tek kişi elbette ki Luo Binghe’ydı.
Fakat bu
daha farklı bir Luo Binghe’ydı.
Kıyafetlerini
beyaz olanlarla değiştirmiş, siyah saçlarını usulüne uygun şekilde açık renkli
bir kurdeleyle bağlamıştı. Odanın içerisinde rahat ve hâlinden memnun bir
ifadeyle koşuşturuyordu.
Kıyafeti
ve görünüşü tamamıyla Ölümsüz İttifak Ligi’nden önceki Luo Binghe’yla aynıydı.
Büyük sektten(artık değil), masum ve
meşgul bir mürit görünümüyle birlikte hamarat ve genç, çekici bakir (artık
değil) imajıyla o gerçekten… gerçekten…
Luo
Binghe başını çevirdi. Tek eliyle kendini desteklediğini gördüğünde elini
uzatarak çok mutlu bir şekilde, “Shizun uyandı mı? Kahvaltınız masada.” dedi.
Shen
Qingqiu bir elini alnına yasladı fakat bedeni kendiliğinden Luo Binghe’nın
elini tutaraktan kendisini yataktan çıkarttırtı.
Tuhaf
olan şuydu, bu sabah rutini tam olarak yıllar önce Qing Jing Tepesi’ndekiyle
aynıydı. Uyan, üzerini değiştir, yıkan, otur, kahvaltını yap- tüm bu yapılan
şeyler aslında Luo Binghe’nın özenli hizmeti altında gerçekleşiyordu.
Ortam Qing
Jing Tepesi’ndeki bambu ev olsaydı bu gerçekten de maziyi yaşatacak ürkütücü
bir düş olabilirdi!
Luo
Binghe, “Bu hanın kahvaltısı gerçekten de tatsız. Mağdur edildim Shizun.” dedi.
Konuyu
Luo Binghe’nın becerileriyle karşılaştırırsak bu değerlendirme fazlasıyla
nazikti. Shen Qingqiu derin bir iç çekip, “Amcan nerede?” diye sordu.
Luo Binghe
gülümseyerek, “Bilmiyorum.” dedi.
İkisinden
birisi başka birisinden bahsettiğinde daima bu basit ve kabataslak kelimeyi
söylüyordu. Shen Qingqiu sorguda inebileceği kadarına indiğini anlamıştı, ona
soru sormak boşa sarf edilen cümlelerden ibaret olacaktı. Yaşam dolu
ışıltılarla Luo Binghe yatağı yapmaya gitmişti.
Bu
iblisin vücut bulmuş hâli yatağı topluyordu! Bu sahne fazlasıyla tatmin
ediciydi fakat Shen Qingqiu bakmaya cesaret edemedi. Aniden, Luo Binghe’nın
sesi yeniden yükseldi. “Fakat, Shizun Liu Qingge’yı Amca diye saymamı istiyorsa
hâlâ Qing Jing Tepesi’nin müridi olduğumu kabul ediyorsunuz demektir.”
Şakasın?
Kaç defa
Shizun şöyle Shizun böyle diye peşimden koştun sen?
Shen
Qingqiu, “Bu usta ne zaman sana müridim değilsin dedi?” diye sordu.
Luo
Binghe kısık bir sesle, “Her zaman Shizun’un üstü kapalı olarak beni kapı
dışarı ettiğini düşünmüştüm. Daima Shizun diye diye peşinizden koştum ama hep
tek taraflı bir istek olmasından fazlasıyla korkuyordum.” dedi.
…
Katlanamayacaktı.
Shen Qingqiu
avuç içini yüzüne yapıştırdı. Biraz yüreğin olsun, tamam mı? Bing-ge!
Haremenin
önünde durup “Bu kadar kadınım var ve olacak tek şey gittikçe daha da artacak
olmaları- katlanırsınız ya da def olup gidersiniz.” diyen sendin. Bu tarz
gaddar ve duygusuzlaşmış ifadeler eşsiz aygır kahramanına aitti.
Bu saf
kalpli genç adam arkasını dönmüş mahcup bir şekilde konuşurken çayını
getiriyor, su getiriyor, kıyafetlerini yıkıyor, yatağını yapıyor- tam olarak
kimsin sen?
Ha?
Bedenini
kim ele geçirdi?
Shen
Qingqiu sonunda tekrardan müridini görevlendirmek için bir fırsata sahipti.
Ağzını dolduracak şekilde çayı yudumlayıp, “Böyle düşünmen fazlasıyla güzel.
Hâlâ Qing Jing Tepesi’nin müridi olduğunu bildiğine göre şu andan itibaren
kıdemlilerine ve amcalarına kaba davranamazsın. Özellikle bugün Cang Qiong
Dağı’na döndüğümüzde geçen sefer dağı kuşatıp salonu yıktığın için uslu uslu
özür dilemen gerekiyor.” dedi. Elbette özür sözden ibaret olmayacaktı. Her bir
yıktığın yapının bedelini gerçek maliyetleriyle ödemek zorunda. Paranın
yettiğince yapabileceğin en küçük iyi söz bu.
Kahvaltı
bulaşıklarını hızlı bir şekilde kenara yerleştirirken Luo Binghe umursamadan,
“Cang Qiong Dağı’na bugün dönmemize gerek yok.” dedi.
Shen
Qingqiu: “Hm. Ha? Neden bahsediyorsun?”
Luo
Binghe, “Diyorum ki, Shizun gerçekten onları görmek istiyorsa, kıdemlilerimle amcalarımı
yani, Cang Qiong Dağı’na gitmemize gerek yok. Dönüp doğrudan Zhao Hua
Tapınağı’na gidebiliriz.” dedi.
“Zhao Hua Tapınağı”, bu üç kelime ağzından
çıkar çıkmaz Sistem bir bildiri gönderdi:
【”Zhao Hua Tapınağı”
görevi resmî olarak atanmıştır! Atayan: Luo Binghe. Lütfen kabul edip
etmediğinizi seçin! 】
【Memnuniyetle kabul】【İsteksizce kabul】【Red】
Bizzat
Luo Binghe bu görevi başlatmıştı. Shen Qingqiu gözlerini kıstı. “Nereden biliyorsun?”
Luo
Binghe, “Shizun gittiğinde öğrenmeyecek mi? Liu…Liu Amca dönmeden gidelim.”
dedi.
Sözleri
havada süzülemeden Liu Qingge dönmüş, kapıyı bam sesiyle tekmeleyerek açmıştı.
Kapı tekmeyle devrildiğinden Shen Qingqiu bu tarzın Liu Qingge’nın normal yöntemleriyle
giriş olduğunu düşünmüştü, o nedenle ifadesi değişmemişti bile. Liu Qingge Luo
Binghe’ya bir bakış bile atmadan Shen Qingqiu’ya, “Planlar değişti. Bugün Cang
Qiong Dağı’na gitmiyoruz, Zhao Hua Tapınağı’na gidiyoruz.” dedi.
Shen
Qingqiu ayağa kalktı. “Bir şey mi oldu?”
Liu
Qingge ciddiyetle, “Bir şey oldu. Haberler gece yarısı geldi. Bugün, birçok
sekt Zhao Hua Tapınağı’na liderlerinin çağrısı üzerine görüşmeye gidiyorlar.
Cang Qiong Dağı da buna dahil. Bu şehrin efsun klanları çoktan yola çıktılar
bile.”
Zhao Hua
Tapınağı’na giderlerken Jinlan Şehri’nden geçtiler.
Birkaç
yıl içerisinde geçmişte ticaretin başkenti olan yer bilinmeyen faciaların
gelişmesiyle günümüzdeki hâline gelmişti. Acil bir yolculuk sebebiyle aceleleri
olmasaydı Shen Qingqiu kesinlikle bulut tabakalarından uçarak oraya bir göz
atardı.
Jinlang
Şehri’nden geçtikten bir süre sonra Zhao Hua Tapınağı’na varmışlardı.
Bu
kıymetli tapınak asil ve heybetliydi, kadim yeşil bir dağın orta kısmına
yerleştirilmişti. Genelde sessiz ve gözlerden uzak bir tapınaktı fakat şu anda
bir kazan dolusu sesle kaynıyordu, aşağı yukarı silüetler atılıyor, uçan
kılıçlarında bitmek bilmeyen sürüler sırayla dağın ortasına giriyorlardı.
Üçlü,
Yüce Gücün Salonu’nun taştan basamaklarının dibinde durmuştu. Liu Qingge Shen
Qingqiu’ya, “Benimle Kıdemli Zhangmen’i görmeye gel.” dedi.
Shen
Qingqiu tam başını sallayacaktı ki Luo Binghe ardından ilerlemeye koyuldu. Luo
Binghe’nın prestiji tuhaftı ve görünüşü bu durumda hassas bir duruma neden
oluyordu. Shen Qingqiu, “Sen öncelikle bir saklan, sekt liderlerinin sana
mızrak uzatmalarına mani ol.” dedi.
Luo
Binghe kayıtsızca, “İsterlerse uzatsınlar. Elbette Shizun’la gitmek
zorundayım.”
Bu
gerçekten de nasihat dinlemiyordu. Gerçekten takip eder de birisi onu tanırsa
birçok gereksiz sıkıntı daha eklenecekti. Shen Qingqiu, “Kıdemsiz Liu, sen git.
Ben sonra geleceğim.” dedi.
Liu
Qingge onlara soğuk bir bakış atıp basamaklardan uçarak Cang Qiong Dağı’yla
buluşmaya gitti.
Aurasını
özenle dizginleyip ifadesini ayarladığı müddetçe Luo Binghe kendisini masum bir
karakter gibi gösterip kalabalığa karışabilecekti. Gerçekten de normal bir
sektten hoş bir genç gibi görünüyordu- bu sadece yüzünün fazlasıyla iyi
görünmesinden dolayıydı, insanların ilgisini çekmekten uzaktı. Shen Qingqiu içinse Jinlan Şehri’nden beridir
yüzünü pek mükemmel olmayacak şekilde göstermesi bir yana toprakta gömülüp
yıllarca göstermemişti bile. Fark edilme olasılığı daha bile azdı.
Sıraya
dizilmiş seyirciler tapınağının salonunu ve merhamet duvarını çevrelemişlerdi.
Geçmişte sayısız denilecek kadar en fazla ve en iddialı olanlar kesinlikle Huan
Hua Sarayı’nın müritleri oluyordu. Fakat şimdi Huan Hua Sarayı şeytanî bir
tarikat hâline gelmişti, hâliyle buraya dahil değillerdi. Davetiye bile
almamışlardı ki oradan birilerini görebilsinlerdi.
Birkaç
Zhao Hua Tapınağı baş keşişi Yüce Gücün Salonu’nun ortasında toplantıya
başkanlık ediyordu. Yüce Usta Wu Chen bile aralarında bulunuyordu. Shen Qingqiu
ancak daha dikkatli baktıktan sonra iki baldırının da tahtadan protez
olduklarını fark edebilmişti. Onlarla normal bir şekilde kalkıp
yürüyebiliyordu.
Yue
Qingyuan’ın başkanlığıyla Cang Qiong Dağı salonun kenarında oturuyor, heybetli
ve hürmetkâr görünüyorlardı. Liu Qingge da yanlarına varmış, kısa sürede birkaç
şey mırıldanıvermişti. Yue Qingyuan’ın ifadesi hareketlenmişti. Başını hafifçe
eğip etrafa göz gezdirmeye başladı.
Yüce Usta
Wu Chen’in yanında Zhao Hua Tapınağı’nın ev sahibi başkeşişi Wu Wang vardı. Kır
saçlı yaşlı keşiş ellerini kavuşturmuş, derin ve kalın sesiyle büyük salonu
gayet gür ve net bir şekilde çınlatıyordu.
“Bu yaşlı
keşiş size direkt soracak.”
“Kaçınız dün gece aynı rüyayı gördü?”
Rüya mı?
Konuşmaya
gerek yoktu, bunu Luo Binghe yapmıştı!
Shen
Qingqiu’nun kulağının dibinde hafif hafif son buldu: “Shizun, ‘kanıtın’
olmadığı için dert mi ediyorsun? Bu şekilde başına dert açmaz mısın?”
Bir
süredir Xiu Ya’yla uyumasına şaşmamalı. Shen Qingqiu onun güçten yittiğini
düşünmüştü fakat anlaşılan o ki o esnada rüya güçlerini etkinleştiriyormuş.
Luo
Binghe’nın bakışı “Beni öv!” , “Başımı patpatla!”yla taşıyordu fakat başı
ağrımaya başlamıştı. Luo Binghe onlar için nasıl bir rüya âlemi yapmıştı ki bu
kadar kişi durumu bu kadar ciddiye alarak apar topar Zhao Hua Tapınağı’nda
önemli bir görüşme için toplansınlardı…
Sormaya
kalkışamadan birisi sinirli bir şekilde “Bu rüyanın nasıl bir şey olduğu
konusunda birisi bir şey söyledi mi?” diye sordu.
Bu kişi
pek aşina geliyordu. Bir süre düşündükten sonra Shen Qingqiu sonunda
tanıyabilmişti. O… Hua Yue Şehri’nden değil miydi, hangi sektti- ah, Ba Qi
Sekti, Ba Qi Sekti’nin baş müridi!
Yüce Usta
Wu Chen nazikçe, “Sekt ustasına efsun seviyesinin ne düzeyde olduğunu sorabilir
miyim?” dedi.
O da, “Öz
oluşumunda son seviye!” diye yanıtladı.
İki
başkeşiş birbirlerine bakarken diğerleri hafifçe öksürmeye başladı.
Gizemli
bir şekilde Yüce Usta Wu Chen küçük bir aydınlanma yaşamış gibi görünüyordu.
“Bu… bu fazlasıyla tuhaf. Bu tapınakta ancak öz oluşumunun üzerindeki seviyedekiler
aynı rüyaları görmüşlerdi…”
Bu
sözlerin ardındaki anlam gerçekten de öz oluşumda son seviyedeyse onun da
rüyayı görmüş olmasıydı gerektiğiydi…
İnsanlar
kısık seslerle birbirlerini onayladılar. “Doğru, öz oluşumunun altındaki bizler
için dün gece gayet güzeldi.”
Herkesin
gözleri önünde birisinin efsun seviyesi hakkında yalan söylemesi ve bunun
anında ortaya çıkması gerçekten de kurşunu ayağınıza sıkmanız gibiydi. Shen
Qingqiu içinden biraz bile gelişim gösteremeyen değerli arkadaşı için mum
yaktı.
Bu
Kıdemlinin efsununun yıllar içerisinde çok gelişmemiş olması daha da
yüzsüzleşmesine neden olmuştu. Hâlâ utanmaz davranarak yüksek sesle, “Her şey
için istisna vardır! Konuşulacak daha önemli şeyler var-ne tür bir rüyaydı?”
dedi.
Ba Qi
Sekti, adıyla baskın bir ruhla nam salsa da tek bir efsuncusu bile öz oluşumunu
başaramamıştı. Ya da insanla dolu alanda sorgu sualin peşinde koşuşturmak
istemiyordu. Anlaşılan bu kişi görüşme için davetiye almamıştı ama sırf gelip
harekete geçmek için aşina bir simayla içeriye sızmıştı.
Wu Wang
kaşlarını çattı. Yine de Yüce Usta Wu Chen iyi huylu birisiydi ve sabırlı bir
şekilde özetledi: “Rüya Bailu Dağı’nda hapsedilmiş Tianlang-Jun’un bir beden
kazanıp kirli rüzgârlarla kan yağmurları oluşturacağıyla ilgiliydi…”
Yüce Usta
Wu Chen’in cümlesi zarif ve gizli anlamlarla dolu olmasına rağmen içeriği
kısaydı. Luo Binghe’nın zevkine göre “kirli rüzgârlarla kanlı yağmur” kesinlike
basitçe öldürüp dövmekten ziyade daha beterleri anlamına geliyordu…
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder