Luo
Binghe’nın anlayıp anlamadığını bilmiyordu fakat ilerlediğinde yüzü karanlığa
bürünmüştü.
Bu boşluk
savaş meydanının ortasındaki hayvan sürüsü anında üç taraflı savaşa girişmişti.
Tianlang-Jun ikisiyle, Liu Qingge da ikisiyle savaşırken Luo Binghe her
ikisinin de güçlü saldırılarını tutarken birisiyle savaşıp diğerini dikkate
almıyordu. Siyah enerjiyle beyaz ışık olay yeri boyunca patlayarak kılıçların
feryatlarıyla hayvanların tıslamaları gökyüzünde akın ediyordu.
Liu
Qingge Shen Qingqiu’yu kurtarmaya gelmişti ama onu çevreleyen halka
kalabalıklaştıkça kalabalıklaşıyordu. Cheng Luan küçük bir kasırga gibi dönerek
kalabalığa karışmış bir düzine kanlı hayvanı binlerce damla kana çevirmişti.
Shen Qingqiu, “Ağzını kapat! Sakın yutma onları!” diye bağırdı.
Liu
Qingge’nın hiç de ağzını kapatmasına gerek yoktu- damlalar kol yenini bile
ıslatamamıştı. Tianlang-Jun yine de gülümsüyordu. “Tepe Lordu Shen’in hâlâ
burada olduğunu unutmuşum.”
Unutulmuş
olmayı dilemişti… Tianlang-Jun onun orada olduğunu hatırladığında hayat onun
için gittikçe daha da zor bir hâle geliyordu. Karnından sancılı bir acı sıkı
sıkıya yükselmeye başlamıştı. En başta Luo Binghe üç savaşçıya karşı
merhametsiz davranıyordu, her bir saldırısı doğrudan açık bir şekilde
Tianlang-Jun’a doğruydu fakat saldırısı anlık yavaşladığı esnada kalbi
parçalanıverdi. Shen Qingqiu, “Savaşmaya devam et. Benim için endişelenme!”
diye bağırdı.
Ne
bağırıyordu ne de feryat ediyordu, hiçbir şey hissetmiyor gibi davranıyordu.
Çadıra döndüğünde Zhuzhi-Lang’e uzandı, gülümsemesi alayla bükülüyordu. “Bu
sefer kılıcımın önüne kendini atamayacaksın, değil mi?”
Zhuzhi-Lang
aciz bir şekilde, “Tepe Lordu Shen’e de lorduma da fazlasıyla iyilik borçluyum.
Niçin her zaman her şeyi benim için zorlaştırmak zorundasınız?”
Shen
Qingqiu’nun sızlayan sırtından soğuk terler akıyordu. Kendi dikkatini dağıtmak
için boş boş karşılık verdi. “Gerçekten de şükranlarını ve hasetlerini kayıt
altına alıyorsun.”
İblis
ırkının görevlileri gerçekten de mesleklerinde kendilerini adamış kişilerdi,
Sha Hualing gibi, her fırsatta asıl vazifeleri için vaaz veriyorlardı.
Zhuzhi-Lang, kılıcın sivri yeri ona doğrultulmuş bir hâldeyken, nasihatlarını
sürdürdü. “Kesinlikle. Yani, dört büyük sektin yıllar önce adi numaralarla
lorduma boyun eğdirmesini bir gün ödeyecekler. Cang Qiong Dağı, Zhao Hua
Tapınağı, Huan Hua Sarayı, Tanrı’nın Gözünden Bakanlar- lordum tek bir
tanesinin bile kalmayacağını söyledi, o nedenle hiçbirinin kalmayacağı
kesinleşmiş oluyor.”
Huan Hua Sarayı’ndan
bahsettiğini duyduğunda Shen Qingqiu’nun güçlü duyguları yoğunlaşmıştı.
Huan Hua
Sarayı’nın su hapishanesinden Hua Yue Şehri’ne kaçtıktan sonra su hapishanesini
koruyan müritlerin hepsinin öldürüldüğünü öğrenmişti. Gongyi Xiao’nun dahi
kaçabilme şansı olmamıştı. Bu siyah çanak ta o zaman üstüne atılmış, o da Luo
Binghe’nın üstüne atmıştı. Fakat, bu zamana kadar koşuştururken hiçbir zaman
gerçekten de onları kimin öldürdüğünü tespit edebilecek bir şansı olmamıştı, ta
ki bugüne kadar.
Zhuzhi-Lang
ona iyi davranıyordu çünkü o zaman Gongyi Xiao’nun onu öldürmesini
engellemişti, gözünde yardımsever olmuştu. Öyleyse bundan dolayı, Gongyi Xiao
da düşman olmalıydı. Shen Qingqiu, “Gongyi Xiao’yu hatırlıyor musun?” dedi.
Zhuzhi-Lang
bir süre düşünüp, “Huan Hua Sarayı’ndaki mürit mi?” dedi.
Elbette
ki hatırlıyordu.
“Usta Shen’le görüşmek için su hapishanesine
gittiğimde onu Luo Binghe’yla karıştırdım.”
Shen
Qingqiu anlayabiliyordu. Gongyi Xiao arkadan gerçekten de Luo Binghe’ya
benziyordu. Birisi anlık baktığında yüz hatlarının da bazı incelikleri
benziyordu. Yani bir süre, özellikle Gongyi Xiao’ya yapışmıştı.
Zhuzhi-Lang,
“Sonrasında tam da Bai Lu Ormanı’nda nemli mağaraya Usta Shen’le gelen kıdemli
Huan Hua Sarayı müridi olduğunu fark ettim. Hâliyle geçerken de onu öldürdüm.
Geçerken
öldürdüm.
Zhuzhi-Lang
gerçekten de sıradan bir iblisten ibaretti. Amcasının dediği gibi, “küçük bir
aptal”dı. Tianlang-Jun onu desteklemek zorundaydı ki ölene değin onun izinden
gidecekti. Shen Qingqiu onu yanlışlıkla kurtarmıştı, o nedenle de o da bunca
zaman kendince karşılığını veriyordu.
Aynı
sebeplerden mütevellit her bir küçük sorundan intikam almalıydı. Gongyi
Xiao’nun ölümü gerçekten son derece adaletsizdi. Öldürmeye kalkışmıştı,
gerçekten öldürmemişti ki!
Shen
Qingqiu Gongyi Xiao’nun, “Tekrardan karşılaşırsak Usta Shen Qing Jing Tepesi’ni
ziyaret etmem için beni götüreceğine dair söz vermeli. Daima bekliyor
olacağım…” dediği kısımları sanki kulağının dibindeymiş gibi işitmişti. Shen
Qingqiu tek kelimeyle ne diyeceğini bilemiyordu.
Zhuzhi-Lang’in
bakışlarının gitgide daha da güç hâle gelişini izledi fakat eski gayretsiz
rahatlığı çoktan gitmişti. Sonrasında, bu değişikliği fark ettiğinde, Shen
Qingqiu ayağa kalkarak ilerledi.
Zhuzhi-Lang
atıldı. “Nereye gidiyorsunuz?”
Shen
Qingqiu, “Buradan uzak olduğu müddetçe herhangi bir yere.”
Bu Kutsal
İblislerin topu akıl hastası. Bir tane akıl hastasıyla gitmek diğer ikisiyle
gitmekten daha iyiydi. En kötü ihtimalle o onu dinlerdi!
Zhuzhi-Lang
fazlasıya kırılmış gibi görünüyordu. Anında, “Yalnızca bana yardım eden
kişilere iyi olmak istemiştim. Bunun neresi yanlış?” dedi.
Shen
Qingqiu, “Problem şu, benim için yaptığın şeylerin doğru olduğunu düşünüyorsun
ama ben aynı fikirde değilim.”
Her bir
adımda binlerce kurt kıvranarak içini çiğniyorlar gibi damarlarının
düğümlendiğini hissediyordu. Luo Binghe ona bakmak için defalarca başını
çevirdiği pek çok anda saldırıları güçbela engellemişti.
Zhuzhi-Lang
anlayamıyordu. “Usta Shen barışçıl bir sona ulaşamasanız bile niçin onunla
kalmaya diretiyorsunuz?”
Shen
Qingqiu cevap vermeden yürümeye devam etti.
Zhuzhi-Lang
kısık bir sesle, “Anlıyorum.” dedi.
Sözleri
havada süzülmeden hemen öncesinde Shen Qingqiu’nun bedenindeki mıymıntı acı
tamamıyla yok oluverdi. Tianlang-Jun’un sesi hafif bir öfke tonlamasıyla
birlikte olay yerine giriş yaptı. “Ne yapıyorsun sen?”
Olay
yerindeki insanlara göre yalnızca Kutsal İblis soyundan gelenler ne olduğunu
biliyorlardı. En başta Shen Qingqiu’nun bedeninde üç grup kan paraziti vardı.
Luo Binghe ikisiyle bir olarak savaşmıştı, o nedenle biraz dezavantajlıydı.
Fakat şu anda Zhuzhi-Lang kan parazitlerinin Luo Binghe’nınkileri üstelemesini
bırakıp Tianlang-Jun’un kanını bastırması için Luo Binghe’nın tarafına
geçmişti.
Acı yoksa
korku ne arardı? Shen Qingqiu Xiu Ya’yı çekerek kılıcına atladı. “Kıdemsiz
çırak kardeş Liu, gidelim!”
Liu
Qingge onun kılıcıyla yükseldiğini gördüğünde kendisi de Cheng Luan’a atladı.
Tianlang-Jun sonunda kanıyla uğraşmayı bırakıp bir avuç dolusu şeytanî enerjiyi
yayarak saldırdı fakat Luo Binghe tarafından engellendi. Shen Qingqiu geçerken
eğilerek Luo Binghe’nın koluna uzandı. Hareketleri kusursuz kadim bir kumaş
gibi birbiri arkasına diziliyordu, iki el de hedefe kitlenmişti. Çekmesiyle Luo
Binghe’yı Xiu Ya’nın üzerine aldı. İki kılıç ışık hızında parıldayarak
gökyüzünde kayboldu.
Boşluğun
üzerini kaplayan gökyüzü uğuldamalarla doluydu. Tianglang-Jun parmaklarını
şaklatarak gücünü yitirse de sağlam kalan bir düzine kanlı hayvanı kürkleri ve
dişleriyle birlikte hızla eritti. Kısa bir sürede kan damlalarından çamura dönüşerek
çabucak yerde eridiler.
Zhuzhi-Lang’e
baktı. “Öylece gitmelerine izin mi verdin?”
Zhuzhi-Lang
karşılık olarak bir şey demeden tek dizinin üstüne eğildi.
Tianlang-Jun
kendine mükemmel bir şekilde hakim olabiliyordu. Hiddeti yalnızca bir anlığına
sürmüş, ardından “Sen var ya sen… Biraz dikkatli düşün. İyiliğinin hiç de
değerini bilmiyor, yalnızca gayreti felaket yolundan dönmek. Zhuzhi-Lang,
yeterince olgunluğa sahipsin. Boyun eğdiğini nasıl oldu da fark edemedin?”
diyecek kadar yok olmuştu.
Zhuzhi-Lang’in
kalkması için el hareketi yapıp düşüncesizce, “Yine de üzgün olmana gerek yok.
Tepe Lordu Shen elbet bir gün onun iyiliği için böyle yaptığını anlayacaktır. O
günler çok uzak da değil.” dedi.
Zhuzhi-Lang
o günün dört büyük sektin de yok edildiği gün olacağını çok iyi biliyordu.
Tianlang-Jun
gökyüzüne tekrardan bir bakıp, “Yalnız, gerçekten de bunu düşünmemiştim. Tepe
Lordu Shen birden fazla kişiyi seviyormuş. Her seferinde en az üç kişi olmak zorunda
mı?” diye mırıldandı.
“…”
Zhuzhi-Lang’in
zihninde değişen kısım boşken birdenbire fırtına kopuverdi.
Lordu
muhtemelen yine insan âleminden gelen şu tuhaf resimli kitapçıkları okuyordu.
Üçlü
birkaç kilometreyi kılıçlarıyla uçarak sınıra gelmişlerdi.
Liu
Qingge Shen Qingqiu’nun Luo Binghe’yı beraberinde getireceğini düşünmemişti.
“Niçin onu da yanında getiriyorsun? Niçin berabersiniz?!”
Liu
Qingge’yla Luo Binghe birbirlerine yoğun kökleşmiş kin beslemekteydiler ve Shen
Qingqiu şu anda nedenini açıklayamazdı. Belli belirsiz, “Bunun için bir sebebim
var…” dedi.
“Birlikte” kelimesini yalanlamadığını fark
ettiğinde Luo Binghe’nın gözleri kısılıp dudaklarının kenarları yukarıya doğru
kıvrıldı. Liu Qingge onun sebepsiz olarak tebessüm takındığını gördüğünde
elinde mühür şekillendirip “Shen Qingqiu, buraya gel.” diye uyardı.
Luo
Binghe’nın ifadesi kitabın sayfasını çevirircesine hızla değişmişti. Bir
anlığına içten ve şefkatliyken sonrasında alayla dolu oluverdi, Shen
Qingqiu’nun belini daha da sıkı bir şekilde tuttu. Zaten sıkı tuttuğundan daha
da zorlamasıyla Shen Qingqiu neredeyse nefes alamayacaktı. Elini vurarak
uzaklaştırıp “Kıdemsiz çırak kardeş Liu, açıklaması fazlasıyla karmaşık. Önce
bir kaçalım, sonrasında sana yavaş yavaş anlatacağım. Şu anlık bana güven
yeter.” dedi.
Liu
Qingge, “Sana güveniyorum ama ona güvenmiyorum.” dedi.
Shen
Qingqiu düşünmeden, “Ben ona güveniyorum.” dedi.
Liu
Qingge’nın ifadesi katılaştı. Ciddi bir şekilde, “Ona önceden de güveniyordun,
sonucu ne oldu?” dedi.
Luo
Binghe’nın gülümsemesi ipek tele takılmış iğne gibiydi. Tonlaması ne
düşmancaydı ne de arkadaş canlısıydı: “Shizun çoktan bana güvendiğini söyledi.
Niçin hâlâ boşuna cümle sarf ediyorsun?”
Kavganız
bitmedi mi?!
Shen
Qingqiu, “Kıdemlinle nasıl konuşuyorsun sen öyle?” dedi.
Liu
Qingge zaten fazlasıyla öz konuşuyordu, neresinde boşuna sarf edilen cümleler
vardı? Aslında, bombayı ortaya attığından daha bir şey demesine gerek yoktu.
Yüksek
rakımda seyahat ediyoruz- kılıca binerken kavga etmek eğlenceli mi?! Dikkatli
olun, öncelik güvenlik!
Shen
Qingqiu biraz rotasını değiştirdi. Saldırıyı engellemesi gerekiyordu fakat
arkasından Luo Binghe’nın boğuk bir inilti çıkarttığını duydu.
Shen
Qingqiu sormak için başını çevirdi. “O da ne?”
Gerçekten
vurmuş muydu?
Luo
Binghe başını sallayıp “Önemli değil. Acıtmadı.” dedi.
Genelde
ona vurulduğunda sorun olmuyordu, değil mi? Shen Qingqiu ona dikkatlice
baktığında kaşlarının arasında bir tutam karanlık enerji fark etti. “Yüzün pek
de iyi gözükmüyor.” diye mırıldandı.
Luo
Binghe’nın sesi yumuşadı, samimi bir şekilde “O yaşlı iblisle savaşırken başım
birazcık döndü. Fakat şu anda daha da dönüyor. Ama önemli değil, sadece patlama
saldırısıydı, hepsi bu.” dedi.
Liu
Qingge’nın onunla olan kanlı saldırısı önceden daha şiddetliydi. Kaç defa
savaşmışlardı acaba? Şimdiyse tek bir patlayıcı saldırıdan dolayı sersemliyor
mu?
“Shen Qingqiu, yoldan çekil.” dedi.
Shen
Qingqiu apar topar mahcup bir tebessüm takındı. “Kıdemli Liu, daha önceden
yaralanmış ve henüz toparlanıyor. Yani seviyeni onunkine düşürme. Aklı başında
değil, seni gücendirdiyse de onun yerine ben özür dilerim.”
Liu
Qingge’nın ifadesi değişmemişti, Shen Qingqiu da devam etti. “Önceden birçok
hata yaptı fakat artık yapmayacak. Seni temin ederim ki onu güzelce yola
getireceğim…”
Liu
Qingge’nın ifadesi sonunda sakinleşti. “Ona gerçekten güveniyor musun?”
Shen
Qingqiu kulağa geldiği kadar inançlı değildi. Luo Binghe hâlâ belini tutuyordu,
tekrardan yüzündeki endişeli beklentiyi gördüğünde cevabını bekliyor gibi
görünüyordu. Doğruyu söylemek gerekirse daha önceden Luo Binghe’ya hiç
güvenmiyordu ve bunca zaman bilmeden onu incitmişti. İşler farklı bir boyuta
varmıştı…
Shen
Qingqiu kendini gülümsemeye zorladı. “İnanmamaktan iyidir.” Evde çocuklar
mantıklı değillerse yetişkinler alttan almazlar. Shen Qingqiu özrünü bitirip
nazik sözler ekledi. “Birbirimizi son göreli uzun zaman oldu, Kıdemli Liu’nun
efsunu daha da gelişmiş.”
Liu
Qingge çenesini kaldırdı. “İnzivaya çekilmiştim.”
Luo
Binghe Cang Qiong Dağı’nı kuşattığında Liu Qingge’ya “Dur!” demişti. Meğerse
gerçekten efsun için inzivaya çekilmişti. İnzivadan çıkar çıkmaz onu kurtarmak
için gelmişti, Shen Qingqiu basitçe teşekkür etmenin yeterli olmayacağını
hissetti. Burnunu ovuşturup doğaçlama olarak, “Beni güney sınırlarında
bulacağını nasıl bilebildin?” dedi.
Liu
Qingge inzivadan çıkar çıkmaz aceleyle son hızda Luo Binghe’nın kuzey
sınırlarındaki bölgesine gitmiş, neredeyse bütün bir bölgeyi altına üstüne
getirerek oraya saldırmıştı. Fakat, nihayetinde, Shen Qingqiu orada değildi.
Luo Binghe da orada değildi ve söylentilere göre itiraf etmek için koşarak geri
dönmüştü. İlk olarak iblis kadını Sha’yı yakalayıp her türlü onu sorgulamıştı.
Yine de Bai Zhan Tepesi’nin tercih ettiği sorgu şekli şüpheliyi döverekti.
Nihayetinde şüpheliyi farklı şiddet seviyelerinde dövüyorlardı. Liu-Juju*
elbette bir kadını dövemezdi, Sha Hualing de uğraşılması zor birisi olduğundan
ondan bir şey öğrenememişti.
Juju: Shen Qingqiu ona Japoncadaki “-sama” gibi olan şekilde sesleniyordu.
Şansına
bütün gün şişene kadar tıkınıp hiçbir şey yapmadan boş boş gezen Shang
Qinghua’ya rast gelmişti.
Liu Qingge bu tarz mallara asla katlanamıyordu. Ama elini kaldırdığı anda Shang Qinghua Shen Qingqiu’nun iblis âleminde yemeğindeki öğünlerden kendisini eğlendirmek için yaptığı günlük işlere, vakti geçirtip güney sınırına nasıl götürüldüğü hakkındaki önemli haberlere kadar her şeyi bitmek bilmeyen dırdır seliyle itiraf etmişti.
Ondan
bilgileri aldıktan sonra Liu Qingge bu haini olay yerinde infaz etmeye
niyetlenmiş fakat Shang Qinghua uyluğuna kapanıp ölüyü diriltecek kadar sesli
bir şekilde hüngür hüngür ağlamaya başlayarak tekrar tekrar bir şey yapmak
istemediğini ve yeni bir sayfa açacağına dair sözler vermiş. Ulumaları
Mobei-Jun’u oraya çekmiş. İkisi savaşıp Luo Binghe’nın yer altı sarayının büyük
bir kısmını yıkmışlar ki bu fazlasıyla zaman gecikmesine sebep olmuş.
Bu ritmik
iniş çıkışlar ve şiddet dolu sahneler tam olarak Liu-Juju’nun geçtiğimiz birkaç
günlük yolculuğunun hikâyesiydi.
Yüreğine
böylesine dert etme ve böylesine güçle… Liu Qingge gerçekten de güvenilir kan
kardeşinden* öteydi!
Kan Kardeşi: Qingge kan kardeşi anlamına da geliyormuş.
Samimiyetsiz
şükran gözyaşlarının ardından konuyu değiştirip kesin olarak, “Kıdemli çırak
kardeş Liu, seninle konuşmam gereken önemli bir şey var.” dedi.
Liu
Qingge, “Devam et.” dedi.
Shen
Qingqiu, “Tianlang-Jun’u biliyor musun?” dedi.
Efsun
dünyasındaki ünlü kişilerden birisiydi, bu isim efsanevi olarak anlatılıyordu.
Yıllar
önce Tianlang-Jun’un Bai Lu Dağı’na hapsedildiği savaşta dört büyük sekt tek
kuvvet olmuşlardı. Cang Qiong Dağı asıl güç olmalarına rağmen savaşça ilk
nesilden Tepe Lordlarının hepsi savaşmıştı. Şu anki Cang Qiong Dağı’nın Tepe
Lordlarından yalnızca Yue Qingyuan Qiong Ding Tepesi’nin baş müridi olarak
savaşa katılmıştı. Üstelik Xian Su’yu kullanarak ihtişamını gösterip çok önemli
bir rol üstlenmişti. Liu Qingge doğal olarak bu tarz şeylerden bi’haberdi.
“İblis ırkının son iblis azizi mi? Maddi bedeni yıllar önce yok edilmişti.”
Shen
Qingqiu, “Maddi bedeninin yok edilmesi illa öldü anlamına gelmiyor. Kabuğundan
çıkmış olabilir.”
Liu
Qingge tek kaşını kaldırdı. “Senin gibi mi?”
Shen
Qingqiu utançla iç çekti. “Aynen öyle.”
Liu
Qingge konuşmanın gidişatını öngöremiyordu. “Kaçtıysa ne olacak?”
Shen
Qingqiu, “Tianlang-Jun’un iblis âlemiyle insan âlemini birleştirme planları
var.” dedi.
“Bu insan
âlemine saldırmayı planlıyor anlamına mı geliyor?”
Shen
Qingqiu normal bir insan için bu iki kavramdan kafalarının karışmasını çok
normal buluyordu. Bu “birleştirme” dediği şey birçok insan için “bütünleşme”den
ibaretti. Aslında hiç de öyle değildi. Tianlang-Jun’un planladığı şey İblis’in
Kalbi kılıcıyla gerçekten de, kelimenin tam anlamıyla “birleştirmek”ti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder