20 Nisan 2021 Salı

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 66: ASİLLERİN KUŞATMASI, KONTROLSÜZ KARGAŞA


Luo Binghe’nın anlayıp anlamadığını bilmiyordu fakat ilerlediğinde yüzü karanlığa bürünmüştü.

Bu boşluk savaş meydanının ortasındaki hayvan sürüsü anında üç taraflı savaşa girişmişti. Tianlang-Jun ikisiyle, Liu Qingge da ikisiyle savaşırken Luo Binghe her ikisinin de güçlü saldırılarını tutarken birisiyle savaşıp diğerini dikkate almıyordu. Siyah enerjiyle beyaz ışık olay yeri boyunca patlayarak kılıçların feryatlarıyla hayvanların tıslamaları gökyüzünde akın ediyordu.

Liu Qingge Shen Qingqiu’yu kurtarmaya gelmişti ama onu çevreleyen halka kalabalıklaştıkça kalabalıklaşıyordu. Cheng Luan küçük bir kasırga gibi dönerek kalabalığa karışmış bir düzine kanlı hayvanı binlerce damla kana çevirmişti. Shen Qingqiu, “Ağzını kapat! Sakın yutma onları!” diye bağırdı.

Liu Qingge’nın hiç de ağzını kapatmasına gerek yoktu- damlalar kol yenini bile ıslatamamıştı. Tianlang-Jun yine de gülümsüyordu. “Tepe Lordu Shen’in hâlâ burada olduğunu unutmuşum.”

Unutulmuş olmayı dilemişti… Tianlang-Jun onun orada olduğunu hatırladığında hayat onun için gittikçe daha da zor bir hâle geliyordu. Karnından sancılı bir acı sıkı sıkıya yükselmeye başlamıştı. En başta Luo Binghe üç savaşçıya karşı merhametsiz davranıyordu, her bir saldırısı doğrudan açık bir şekilde Tianlang-Jun’a doğruydu fakat saldırısı anlık yavaşladığı esnada kalbi parçalanıverdi. Shen Qingqiu, “Savaşmaya devam et. Benim için endişelenme!” diye bağırdı.

Ne bağırıyordu ne de feryat ediyordu, hiçbir şey hissetmiyor gibi davranıyordu. Çadıra döndüğünde Zhuzhi-Lang’e uzandı, gülümsemesi alayla bükülüyordu. “Bu sefer kılıcımın önüne kendini atamayacaksın, değil mi?”

Zhuzhi-Lang aciz bir şekilde, “Tepe Lordu Shen’e de lorduma da fazlasıyla iyilik borçluyum. Niçin her zaman her şeyi benim için zorlaştırmak zorundasınız?”

Shen Qingqiu’nun sızlayan sırtından soğuk terler akıyordu. Kendi dikkatini dağıtmak için boş boş karşılık verdi. “Gerçekten de şükranlarını ve hasetlerini kayıt altına alıyorsun.”

İblis ırkının görevlileri gerçekten de mesleklerinde kendilerini adamış kişilerdi, Sha Hualing gibi, her fırsatta asıl vazifeleri için vaaz veriyorlardı. Zhuzhi-Lang, kılıcın sivri yeri ona doğrultulmuş bir hâldeyken, nasihatlarını sürdürdü. “Kesinlikle. Yani, dört büyük sektin yıllar önce adi numaralarla lorduma boyun eğdirmesini bir gün ödeyecekler. Cang Qiong Dağı, Zhao Hua Tapınağı, Huan Hua Sarayı, Tanrı’nın Gözünden Bakanlar- lordum tek bir tanesinin bile kalmayacağını söyledi, o nedenle hiçbirinin kalmayacağı kesinleşmiş oluyor.”

Huan Hua Sarayı’ndan bahsettiğini duyduğunda Shen Qingqiu’nun güçlü duyguları yoğunlaşmıştı.

Huan Hua Sarayı’nın su hapishanesinden Hua Yue Şehri’ne kaçtıktan sonra su hapishanesini koruyan müritlerin hepsinin öldürüldüğünü öğrenmişti. Gongyi Xiao’nun dahi kaçabilme şansı olmamıştı. Bu siyah çanak ta o zaman üstüne atılmış, o da Luo Binghe’nın üstüne atmıştı. Fakat, bu zamana kadar koşuştururken hiçbir zaman gerçekten de onları kimin öldürdüğünü tespit edebilecek bir şansı olmamıştı, ta ki bugüne kadar.

Zhuzhi-Lang ona iyi davranıyordu çünkü o zaman Gongyi Xiao’nun onu öldürmesini engellemişti, gözünde yardımsever olmuştu. Öyleyse bundan dolayı, Gongyi Xiao da düşman olmalıydı. Shen Qingqiu, “Gongyi Xiao’yu hatırlıyor musun?” dedi.

Zhuzhi-Lang bir süre düşünüp, “Huan Hua Sarayı’ndaki mürit mi?” dedi.

Elbette ki hatırlıyordu.

 “Usta Shen’le görüşmek için su hapishanesine gittiğimde onu Luo Binghe’yla karıştırdım.”

Shen Qingqiu anlayabiliyordu. Gongyi Xiao arkadan gerçekten de Luo Binghe’ya benziyordu. Birisi anlık baktığında yüz hatlarının da bazı incelikleri benziyordu. Yani bir süre, özellikle Gongyi Xiao’ya yapışmıştı.

Zhuzhi-Lang, “Sonrasında tam da Bai Lu Ormanı’nda nemli mağaraya Usta Shen’le gelen kıdemli Huan Hua Sarayı müridi olduğunu fark ettim. Hâliyle geçerken de onu öldürdüm.

Geçerken öldürdüm.

Zhuzhi-Lang gerçekten de sıradan bir iblisten ibaretti. Amcasının dediği gibi, “küçük bir aptal”dı. Tianlang-Jun onu desteklemek zorundaydı ki ölene değin onun izinden gidecekti. Shen Qingqiu onu yanlışlıkla kurtarmıştı, o nedenle de o da bunca zaman kendince karşılığını veriyordu.

Aynı sebeplerden mütevellit her bir küçük sorundan intikam almalıydı. Gongyi Xiao’nun ölümü gerçekten son derece adaletsizdi. Öldürmeye kalkışmıştı, gerçekten öldürmemişti ki!

Shen Qingqiu Gongyi Xiao’nun, “Tekrardan karşılaşırsak Usta Shen Qing Jing Tepesi’ni ziyaret etmem için beni götüreceğine dair söz vermeli. Daima bekliyor olacağım…” dediği kısımları sanki kulağının dibindeymiş gibi işitmişti. Shen Qingqiu tek kelimeyle ne diyeceğini bilemiyordu.

Zhuzhi-Lang’in bakışlarının gitgide daha da güç hâle gelişini izledi fakat eski gayretsiz rahatlığı çoktan gitmişti. Sonrasında, bu değişikliği fark ettiğinde, Shen Qingqiu ayağa kalkarak ilerledi.

Zhuzhi-Lang atıldı. “Nereye gidiyorsunuz?”

Shen Qingqiu, “Buradan uzak olduğu müddetçe herhangi bir yere.”

Bu Kutsal İblislerin topu akıl hastası. Bir tane akıl hastasıyla gitmek diğer ikisiyle gitmekten daha iyiydi. En kötü ihtimalle o onu dinlerdi!

Zhuzhi-Lang fazlasıya kırılmış gibi görünüyordu. Anında, “Yalnızca bana yardım eden kişilere iyi olmak istemiştim. Bunun neresi yanlış?” dedi.

Shen Qingqiu, “Problem şu, benim için yaptığın şeylerin doğru olduğunu düşünüyorsun ama ben aynı fikirde değilim.”

Her bir adımda binlerce kurt kıvranarak içini çiğniyorlar gibi damarlarının düğümlendiğini hissediyordu. Luo Binghe ona bakmak için defalarca başını çevirdiği pek çok anda saldırıları güçbela engellemişti.

Zhuzhi-Lang anlayamıyordu. “Usta Shen barışçıl bir sona ulaşamasanız bile niçin onunla kalmaya diretiyorsunuz?”

Shen Qingqiu cevap vermeden yürümeye devam etti.

Zhuzhi-Lang kısık bir sesle, “Anlıyorum.” dedi.

Sözleri havada süzülmeden hemen öncesinde Shen Qingqiu’nun bedenindeki mıymıntı acı tamamıyla yok oluverdi. Tianlang-Jun’un sesi hafif bir öfke tonlamasıyla birlikte olay yerine giriş yaptı. “Ne yapıyorsun sen?”

Olay yerindeki insanlara göre yalnızca Kutsal İblis soyundan gelenler ne olduğunu biliyorlardı. En başta Shen Qingqiu’nun bedeninde üç grup kan paraziti vardı. Luo Binghe ikisiyle bir olarak savaşmıştı, o nedenle biraz dezavantajlıydı. Fakat şu anda Zhuzhi-Lang kan parazitlerinin Luo Binghe’nınkileri üstelemesini bırakıp Tianlang-Jun’un kanını bastırması için Luo Binghe’nın tarafına geçmişti.

Acı yoksa korku ne arardı? Shen Qingqiu Xiu Ya’yı çekerek kılıcına atladı. “Kıdemsiz çırak kardeş Liu, gidelim!”

Liu Qingge onun kılıcıyla yükseldiğini gördüğünde kendisi de Cheng Luan’a atladı. Tianlang-Jun sonunda kanıyla uğraşmayı bırakıp bir avuç dolusu şeytanî enerjiyi yayarak saldırdı fakat Luo Binghe tarafından engellendi. Shen Qingqiu geçerken eğilerek Luo Binghe’nın koluna uzandı. Hareketleri kusursuz kadim bir kumaş gibi birbiri arkasına diziliyordu, iki el de hedefe kitlenmişti. Çekmesiyle Luo Binghe’yı Xiu Ya’nın üzerine aldı. İki kılıç ışık hızında parıldayarak gökyüzünde kayboldu.

Boşluğun üzerini kaplayan gökyüzü uğuldamalarla doluydu. Tianglang-Jun parmaklarını şaklatarak gücünü yitirse de sağlam kalan bir düzine kanlı hayvanı kürkleri ve dişleriyle birlikte hızla eritti. Kısa bir sürede kan damlalarından çamura dönüşerek çabucak yerde eridiler.

Zhuzhi-Lang’e baktı. “Öylece gitmelerine izin mi verdin?”

Zhuzhi-Lang karşılık olarak bir şey demeden tek dizinin üstüne eğildi.

Tianlang-Jun kendine mükemmel bir şekilde hakim olabiliyordu. Hiddeti yalnızca bir anlığına sürmüş, ardından “Sen var ya sen… Biraz dikkatli düşün. İyiliğinin hiç de değerini bilmiyor, yalnızca gayreti felaket yolundan dönmek. Zhuzhi-Lang, yeterince olgunluğa sahipsin. Boyun eğdiğini nasıl oldu da fark edemedin?” diyecek kadar yok olmuştu.

Zhuzhi-Lang’in kalkması için el hareketi yapıp düşüncesizce, “Yine de üzgün olmana gerek yok. Tepe Lordu Shen elbet bir gün onun iyiliği için böyle yaptığını anlayacaktır. O günler çok uzak da değil.” dedi.

Zhuzhi-Lang o günün dört büyük sektin de yok edildiği gün olacağını çok iyi biliyordu.

Tianlang-Jun gökyüzüne tekrardan bir bakıp, “Yalnız, gerçekten de bunu düşünmemiştim. Tepe Lordu Shen birden fazla kişiyi seviyormuş. Her seferinde en az üç kişi olmak zorunda mı?” diye mırıldandı.

“…”

Zhuzhi-Lang’in zihninde değişen kısım boşken birdenbire fırtına kopuverdi.

Lordu muhtemelen yine insan âleminden gelen şu tuhaf resimli kitapçıkları okuyordu.

Üçlü birkaç kilometreyi kılıçlarıyla uçarak sınıra gelmişlerdi.

Liu Qingge Shen Qingqiu’nun Luo Binghe’yı beraberinde getireceğini düşünmemişti. “Niçin onu da yanında getiriyorsun? Niçin berabersiniz?!”

Liu Qingge’yla Luo Binghe birbirlerine yoğun kökleşmiş kin beslemekteydiler ve Shen Qingqiu şu anda nedenini açıklayamazdı. Belli belirsiz, “Bunun için bir sebebim var…” dedi.

 “Birlikte” kelimesini yalanlamadığını fark ettiğinde Luo Binghe’nın gözleri kısılıp dudaklarının kenarları yukarıya doğru kıvrıldı. Liu Qingge onun sebepsiz olarak tebessüm takındığını gördüğünde elinde mühür şekillendirip “Shen Qingqiu, buraya gel.” diye uyardı.

Luo Binghe’nın ifadesi kitabın sayfasını çevirircesine hızla değişmişti. Bir anlığına içten ve şefkatliyken sonrasında alayla dolu oluverdi, Shen Qingqiu’nun belini daha da sıkı bir şekilde tuttu. Zaten sıkı tuttuğundan daha da zorlamasıyla Shen Qingqiu neredeyse nefes alamayacaktı. Elini vurarak uzaklaştırıp “Kıdemsiz çırak kardeş Liu, açıklaması fazlasıyla karmaşık. Önce bir kaçalım, sonrasında sana yavaş yavaş anlatacağım. Şu anlık bana güven yeter.” dedi.

Liu Qingge, “Sana güveniyorum ama ona güvenmiyorum.” dedi.

Shen Qingqiu düşünmeden, “Ben ona güveniyorum.” dedi.

Liu Qingge’nın ifadesi katılaştı. Ciddi bir şekilde, “Ona önceden de güveniyordun, sonucu ne oldu?” dedi.

Luo Binghe’nın gülümsemesi ipek tele takılmış iğne gibiydi. Tonlaması ne düşmancaydı ne de arkadaş canlısıydı: “Shizun çoktan bana güvendiğini söyledi. Niçin hâlâ boşuna cümle sarf ediyorsun?”

Kavganız bitmedi mi?!

Shen Qingqiu, “Kıdemlinle nasıl konuşuyorsun sen öyle?” dedi.

Liu Qingge zaten fazlasıyla öz konuşuyordu, neresinde boşuna sarf edilen cümleler vardı? Aslında, bombayı ortaya attığından daha bir şey demesine gerek yoktu.

Yüksek rakımda seyahat ediyoruz- kılıca binerken kavga etmek eğlenceli mi?! Dikkatli olun, öncelik güvenlik!

Shen Qingqiu biraz rotasını değiştirdi. Saldırıyı engellemesi gerekiyordu fakat arkasından Luo Binghe’nın boğuk bir inilti çıkarttığını duydu.

Shen Qingqiu sormak için başını çevirdi. “O da ne?”

Gerçekten vurmuş muydu?

Luo Binghe başını sallayıp “Önemli değil. Acıtmadı.” dedi.

Genelde ona vurulduğunda sorun olmuyordu, değil mi? Shen Qingqiu ona dikkatlice baktığında kaşlarının arasında bir tutam karanlık enerji fark etti. “Yüzün pek de iyi gözükmüyor.” diye mırıldandı.

Luo Binghe’nın sesi yumuşadı, samimi bir şekilde “O yaşlı iblisle savaşırken başım birazcık döndü. Fakat şu anda daha da dönüyor. Ama önemli değil, sadece patlama saldırısıydı, hepsi bu.” dedi.

Liu Qingge’nın onunla olan kanlı saldırısı önceden daha şiddetliydi. Kaç defa savaşmışlardı acaba? Şimdiyse tek bir patlayıcı saldırıdan dolayı sersemliyor mu?

 “Shen Qingqiu, yoldan çekil.” dedi.

Shen Qingqiu apar topar mahcup bir tebessüm takındı. “Kıdemli Liu, daha önceden yaralanmış ve henüz toparlanıyor. Yani seviyeni onunkine düşürme. Aklı başında değil, seni gücendirdiyse de onun yerine ben özür dilerim.”

Liu Qingge’nın ifadesi değişmemişti, Shen Qingqiu da devam etti. “Önceden birçok hata yaptı fakat artık yapmayacak. Seni temin ederim ki onu güzelce yola getireceğim…”

Liu Qingge’nın ifadesi sonunda sakinleşti. “Ona gerçekten güveniyor musun?”

Shen Qingqiu kulağa geldiği kadar inançlı değildi. Luo Binghe hâlâ belini tutuyordu, tekrardan yüzündeki endişeli beklentiyi gördüğünde cevabını bekliyor gibi görünüyordu. Doğruyu söylemek gerekirse daha önceden Luo Binghe’ya hiç güvenmiyordu ve bunca zaman bilmeden onu incitmişti. İşler farklı bir boyuta varmıştı…

Shen Qingqiu kendini gülümsemeye zorladı. “İnanmamaktan iyidir.” Evde çocuklar mantıklı değillerse yetişkinler alttan almazlar. Shen Qingqiu özrünü bitirip nazik sözler ekledi. “Birbirimizi son göreli uzun zaman oldu, Kıdemli Liu’nun efsunu daha da gelişmiş.”

Liu Qingge çenesini kaldırdı. “İnzivaya çekilmiştim.”

Luo Binghe Cang Qiong Dağı’nı kuşattığında Liu Qingge’ya “Dur!” demişti. Meğerse gerçekten efsun için inzivaya çekilmişti. İnzivadan çıkar çıkmaz onu kurtarmak için gelmişti, Shen Qingqiu basitçe teşekkür etmenin yeterli olmayacağını hissetti. Burnunu ovuşturup doğaçlama olarak, “Beni güney sınırlarında bulacağını nasıl bilebildin?” dedi.

Liu Qingge inzivadan çıkar çıkmaz aceleyle son hızda Luo Binghe’nın kuzey sınırlarındaki bölgesine gitmiş, neredeyse bütün bir bölgeyi altına üstüne getirerek oraya saldırmıştı. Fakat, nihayetinde, Shen Qingqiu orada değildi. Luo Binghe da orada değildi ve söylentilere göre itiraf etmek için koşarak geri dönmüştü. İlk olarak iblis kadını Sha’yı yakalayıp her türlü onu sorgulamıştı. Yine de Bai Zhan Tepesi’nin tercih ettiği sorgu şekli şüpheliyi döverekti. Nihayetinde şüpheliyi farklı şiddet seviyelerinde dövüyorlardı. Liu-Juju* elbette bir kadını dövemezdi, Sha Hualing de uğraşılması zor birisi olduğundan ondan bir şey öğrenememişti.

Juju: Shen Qingqiu ona Japoncadaki “-sama” gibi olan şekilde sesleniyordu.

Şansına bütün gün şişene kadar tıkınıp hiçbir şey yapmadan boş boş gezen Shang Qinghua’ya rast gelmişti.

Liu Qingge bu tarz mallara asla katlanamıyordu. Ama elini kaldırdığı anda Shang Qinghua Shen Qingqiu’nun iblis âleminde yemeğindeki öğünlerden kendisini eğlendirmek için yaptığı günlük işlere, vakti geçirtip güney sınırına nasıl götürüldüğü hakkındaki önemli haberlere kadar her şeyi bitmek bilmeyen dırdır seliyle itiraf etmişti.

Ondan bilgileri aldıktan sonra Liu Qingge bu haini olay yerinde infaz etmeye niyetlenmiş fakat Shang Qinghua uyluğuna kapanıp ölüyü diriltecek kadar sesli bir şekilde hüngür hüngür ağlamaya başlayarak tekrar tekrar bir şey yapmak istemediğini ve yeni bir sayfa açacağına dair sözler vermiş. Ulumaları Mobei-Jun’u oraya çekmiş. İkisi savaşıp Luo Binghe’nın yer altı sarayının büyük bir kısmını yıkmışlar ki bu fazlasıyla zaman gecikmesine sebep olmuş.

Bu ritmik iniş çıkışlar ve şiddet dolu sahneler tam olarak Liu-Juju’nun geçtiğimiz birkaç günlük yolculuğunun hikâyesiydi.


Yüreğine böylesine dert etme ve böylesine güçle… Liu Qingge gerçekten de güvenilir kan kardeşinden* öteydi!

Kan Kardeşi: Qingge kan kardeşi anlamına da geliyormuş.

Samimiyetsiz şükran gözyaşlarının ardından konuyu değiştirip kesin olarak, “Kıdemli çırak kardeş Liu, seninle konuşmam gereken önemli bir şey var.” dedi.

Liu Qingge, “Devam et.” dedi.

Shen Qingqiu, “Tianlang-Jun’u biliyor musun?” dedi.

Efsun dünyasındaki ünlü kişilerden birisiydi, bu isim efsanevi olarak anlatılıyordu.

Yıllar önce Tianlang-Jun’un Bai Lu Dağı’na hapsedildiği savaşta dört büyük sekt tek kuvvet olmuşlardı. Cang Qiong Dağı asıl güç olmalarına rağmen savaşça ilk nesilden Tepe Lordlarının hepsi savaşmıştı. Şu anki Cang Qiong Dağı’nın Tepe Lordlarından yalnızca Yue Qingyuan Qiong Ding Tepesi’nin baş müridi olarak savaşa katılmıştı. Üstelik Xian Su’yu kullanarak ihtişamını gösterip çok önemli bir rol üstlenmişti. Liu Qingge doğal olarak bu tarz şeylerden bi’haberdi. “İblis ırkının son iblis azizi mi? Maddi bedeni yıllar önce yok edilmişti.”

Shen Qingqiu, “Maddi bedeninin yok edilmesi illa öldü anlamına gelmiyor. Kabuğundan çıkmış olabilir.”

Liu Qingge tek kaşını kaldırdı. “Senin gibi mi?”

Shen Qingqiu utançla iç çekti. “Aynen öyle.”

Liu Qingge konuşmanın gidişatını öngöremiyordu. “Kaçtıysa ne olacak?”

Shen Qingqiu, “Tianlang-Jun’un iblis âlemiyle insan âlemini birleştirme planları var.” dedi.

“Bu insan âlemine saldırmayı planlıyor anlamına mı geliyor?”

Shen Qingqiu normal bir insan için bu iki kavramdan kafalarının karışmasını çok normal buluyordu. Bu “birleştirme” dediği şey birçok insan için “bütünleşme”den ibaretti. Aslında hiç de öyle değildi. Tianlang-Jun’un planladığı şey İblis’in Kalbi kılıcıyla gerçekten de, kelimenin tam anlamıyla “birleştirmek”ti.

 

*****


Önceki Bölüm  ― Sonraki Bölüm 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder