13 Nisan 2021 Salı

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 64: DÜŞMANIN KAMPINDA BULUŞMA

 Bu, bütün boyutların sıkıştırılarak dev, tek bir kütleye dönüştürülmesi demek değil miydi?

Shen Qingqiu bunun hiç de imkânsız olduğunu düşünmemişti. Aksine, İblis’in Kalbi kılıcını tuttuğu sürece bu absürt görünen fikri gayet olanaklı görüyordu. Çünkü bu asıl eserin belkemiğiydi!

Nihayetinde Luo Binghe’nın tam olarak yaptığı gibi iki âlemi de birleştirmek iblislerin âlemini birleştirmenin ve kendi çılgın planını işletmenin yoluydu. Öncesinde Shen Qingqiu, daima bu asıl “Luo Binghe”nın en çok aşina olduğu kişi olduğuna inanmıştı.

Fakat şimdi üzerinde düşündüğünde nasıl olduysa kişiliği fazlasıyla tuhaf ve alakasız geliyordu. O “Luo Binghe” yükselişinde böylesine harap edici şeylerle ilgilenmezdi. Bundaki tek nedeni iki âlemin de rejimine oldukça ters düşmesiydi. Ayrıca imkanlar daha çok eşit olmayacak şekilde dağıtılmıştı, ki bu iblis eşleriyle çocuklarının her gün hengame içerisinde olmasına, onun da sonu gelmeksizin sinir edilmesine neden olmuştu. Sonunda bundan bıktığına karar vererek daha pratik olmasını sağlamak için her şeyi birleştirmişti.

Shen Qingqiu’nun sesi alçaldı. “Sunmak istediğin ‘hediye’ bu mu yani? Kendi açından biraz fazla kötücül değil mi?”

Tianlang-Jun derin düşünceler içerisinde çenesini ovuşturdu, ardından kültürünün getirmiş olduğu aksanla konuştu. “Onlara kesinlikle kin gütmüyorum- İnsan âlemini fazlasıyla seviyorum ve bu iki ırk arasında uzun süreli devam ettirilecek derin bir bağlantı olarak epeydir arzuladığım bir şeydi.”

Shen Qingqiu kaşını kaldırdı. “Tianlang-Jun gerçekten de sonuçlarını düşündü mü? Ya da, daha basitçe, umursuyor mu? İblisler insan âlemine uyum sağlayabilseler bile kaç tane efsun yapmayan insanın iblislerle yaşamaya uyum sağlayabileceğini düşünüyorsun? Ya da, diğer bir deyişle” sonraki cümlelerini dikkatle seçti, “insanoğlunu ‘sevsen’ bile her bir iblisin de aynı fikirde olacağına kefil olabilir misin? İki âlem de kadim zamanlardan beridir ayrılar ama yine de sayısız davalarımız oldu. Aniden bir birleşme olursa korkarım ki ileride bizi tek bir gün bile huzur beklemeyecektir.”

Tianlang-Jun gönülsüzce cevap verdi: “Tepe Lordu Shen gerçekten de Dört Büyük Sekt’ten birisi- hepiniz aynı telden çalıyorsunuz. Bu biraz gözü kara olabilir ama yalnızca benim gayem de değil. Mağlubiyet bu kadar kapıdayken sonuna kadar görmem gerekiyor. Öncelikle birleşip yavaşça beraberinde gelen akıbetiyle baş edeceğiz. Değişmez durumlar karşısında uyum sağlayamasan bile nihayetinde kabullenmeyi öğrenirsin.”

Her BOSS’un kötü bir chuunibyou sendromu* vakası olması gibi bir yasa vardı gerçekten. Fakat Tianlang-Jun biraz özel bir durumdu. Muhtemelen gençken alın yazısında iki ırka da barışı ve sevgiyi işleyerek dünyayı kurtaran yegâne kişi olduğunun yazdığını hayâl eden toy bir chuuni’ydi fakat bunca sene Bailu Tepesi’nin altına hapsedilmesinin ardından yüreğinde derin, solmayan bir kin barındıran bir chuuni’ye dönüşmüştü. Yalnızca “gözü kara” dediği eylemleri yerle göğü ayırabilecek şeylerdi.

Chuunibyo Sendromu: Ergenliğinin başlarında kendini olduğundan farklı göstermeye çalışma durumuna denilen şeymiş. Bu tarz gençler kendilerinin özel güçleri olduğuna, yani bir nevi kurgusal ana karakter olduklarına inanırlar.

Son kısım tam olarak tecavüzcülerin kullandığı mantıktı: partnerinin sonunda pes edeceğini düşünerek kendini ona dayatıp istediğini alarak sonuçlarıyla sonradan uğraşmak.

Shen Qingqiu, “Senle Su Xiyan… ikiniz ‘ırklar arası derin bağlantının bir parçası olabilir misiniz?” diye sormadan edemedi.

Tianlang-Jun bu ismi duyduğunda yüzündeki yumuşak, hafif tebessüm yok olmaya başlamıştı.

Arkasını döndü, hâliyle Shen Qingqiu artık ifadesini göremiyordu. Yalnızca hafifçe iç çektiğini duyabilmişti. “Ah Xiyan, o gerçekten…”

O gerçekten… ne?

Shen Qingqiu tonlamasındaki detayın üzerinde durdu. Mülayim ve kibar mıydı, yoksa saf ve nazik miydi?

Tianlang-Jun, “Soğuk ve acımasızdı. Onda sevdiğim şey de buydu.” diye sürdürdü.

Shen Qingqiu kahkaha atarak yerlerde yuvarlanmak üzereydi. Tianlang-Jun elini havada sallayarak “Fakat artık önemi yok- çoktan öldü.” dedi.

Yani bir nebze bile olsun onu özlememiş miydi?

Ne yazık ki iblislerin “aşkı” daha çok sığ ve antipatik gibi görünüyordu.

Shen Qingqiu sessizliğini bir süre korumuş, ardından “Luo Binghe’ya sahici olarak ne hissediyorsun?” diye sordu.

Tianlang-Jun onu hızlıca bir süzdü. “Doğrusu… onun için üzülmeli miyim?”

Shen Qingqiu yalnızca boş bir şekilde tebessüm edebilmiş, yanıtlayamamıştı.

Luo Binghe hiç dillendirmemiş olsaydı bile Shen Qingqiu derinlerde bir yerde öz ebeveynlerinin nasıl göründüğü hakkında sık sık hayâl kurduğunu biliyordu. Seçkin bir genç kadın ve güçlü bir iblis soylusundan peydahlandığını biliyordu fakat onlara hiçbir zaman ne isim ne de sima yerleştirebilmişti. O nedenle daima gizliden gizliye hâlâ burada olsalardı nasıl olurdu diye düşünürdü… onların nasıl şefkatli ve sevgi dolu olabileceklerini, ona yukarıdan bakan kişilerden nasıl koruyabileceklerini.

Luo Binghe öz babasının böyle birisi olduğunu, insan kanı için kaynak olarak görmese göz gezdirmeye bile tenezzül etmeyeceğini, bilseydi… o zaman kurduğu düşler gerçekten gülünç hayal ürünlerinden ibaret olurdu.

Gece çöktüğünde sürü onları çevreleyen duman dalgalarıyla birlikte mola verdi. Engin çayırda kamp kurmaya koyuldular.

Gerçekten kamp kurması gerekenler yalnız birkaç insansı iblislerdi, hayvansı olanlar doğada gayet rahat geçinebilirlerdi. Hendekte, ağacın tepesinde, çimende… her yerde uyuyabilirlerdi.

Shen Qingqiu gayet ferah, rahat bir beyaz çadıra sahipti. Dışarıdan gayet basit gözükse de içeride her şeyi barındırıyordu. Zhuzhi-Lang her şeyin yolunda olduğundan emin olmak için bizzat gelmiş ve dolasıyıla Shen Qingqiu’yu da çadıra sürüklemişti. Tüm zaman peşlerinden gelen iblis kız gittiği gibi Shen Qingqiu anında rahatlayarak kendini yatağa bırakmıştı. Gözlerini kapatıp rüya âleminin bastırmasını bekledi.

Ay ışığının titreşimlerini hissedene değin ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Shen Qingqiu gözlerini açtığında Luo Binghe’yı yatağın yanında yarı dizlerinin üstünde bulmuştu.

 “Luo Binghe, beni dinle, önemli bir şey var—“ Shen Qingqiu konuşmaya başlamıştı ki Luo Binghe anında onu engelledi.

Kendisini yatağa geri düşen Shen Qingqiu’nun üzerine attı, dudakları onun sıcak dokunuşlarıyla kapatılmıştı. En ufak bir ses çıkartamıyordu ve an itibariyle yüzündeki kırmızılık cayır cayır yoğunlaşırken aciz bir şekilde bakmaya zorlanmıştı. Luo Binghe’nın dizginlenmeye niyeti yoktu, öpücükler zayıf bir hayvanın avı tarafından yiyip bitirildiği gibi yoğunlaştıkça yoğunlaşıyordu.

Shen Qingqiu sonunda soluklanmayı başarabilmiş ve “Luo Binghe, derhal düzgünce dizlerinin üzerine çök!” diye emir verebilmişti.

Luo Binghe cübbesinin kenarlarını kaldırıp anında mükemmel bir diz çökme pozisyonuna giriverdi.

Shen Qingqiu, “Şu anda neden diz çöktüğünü biliyor musun?” diye sordu.

Luo Binghe’nın sırtı cevaplarken bir tahta kadar düzdü. “Bu kişi düşük rütbeli müritten ibaret olmasına rağmen Shizun’una tecavüz etmeye kalkıştığı için…”

Shen Qingqiu onu azarladı. “Onu demeni kim söyledi sana?! Bu usta bununla daha sonradan ilgilenecek. Tianlang-Jun sana İblis’in Kalbi kılıcını vermeni söyledi ve sen de direkt gidip ona verdin mi?! Seni hiç de böyle yetiştirdiğimi hatırlamıyorum…” Saf bir kız gibi!

Luo Binghe, “Başka seçeneğim yoktu. Ayrıca, özel bir şeye de sahip değildi, niçin vermeyecektim ki?” diye cevap verdi.

Önemli bir şeye sahip değildi mi? O çoğu kişinin ağlayıp sızlandığı ama bir göz bile atamadığı mutlak güce sahip bir hazine! Dağ kadar serveti olanlar bile bu savurgan çocuğa kafa tutamazlar.

Shen Qingqiu, “İblis’in Kalbi kılıcını isterken neyi yapabileceği hakkında düşünmekten kendini alı mı koydun? Bölgenin kuzeyinden güney sınırlarına kadar, Cang Qiong Dağı’yla Huan Hua Sarayı gibi, yaratabileceği tehdidin nasıl bir şey olabileceğini hesaba kattın mı sen?” dedi.

Luo Binghe, “Shizun diğer yerler adına kaygılandığından mı İblis’in Kalbi kılıcını verdiğimden kızgın, yoksa sebebi Cang Qiong Tepesi’nin de dahil olmasından korkman mı?” diye yanıt verdi.

Tonlaması eşini daima “Beni gerçekten seviyor musun? Kariyerini mi daha çok seviyorsun yoksa beni mi?” diye darlayan hırçın, genç bir kadın gibiydi. Shen Qingqiu onu hâlihazırdaki tehlikenin düzeyi yüzünden tekrardan azarlayacaktı ki kendisini ana konuya dönmeye zorladı, fakat çabucak sözlerini yutuverdi.

Örtüden devriye gezen iblis muhafızlarının meşalelerindeki alevlerin titreşimlerini görebiliyorlardı. Ayrıca kurtların ulumasını, sığırların hışırtılarını ve kısık, sinirli homurtu seslerini de işitebiliyorlardı.

Her nedense bu biraz… rüya değil gibiydi?

Bu demek oluyor ki… Luo Binghe çadırdaydı, rüya âleminde değil.

Önündeki, adamın ta kendisiydi!

Artık herhangi bir yerde geçit açabileceği İblis’in Kalbi kılıcına sahip değildi. Bütün bir kuzey topraklarından rahat binlerce kilometreyi aşarak buraya gelmişti. Shen Qingqiu yelpazesiyle kafasına güzelce bir geçirmek istese bile yalnız buraya gelene kadarki yolculuğunu düşünmek bile tereddüt etmesini sağlıyordu.

Luo Binghe duraklamasını fırsat bilip bir bacağını yatağın yanına bastırdı. Shen Qingqiu ağzına yükselmekte olan kanın neredeyse tadını alacaktı ama Shizun olarak asaletini sürdürmesi gerekiyordu. “Luo Binghe, ah Luo Binghe… Çok küstah olduğunu, cesaretinde gururun gereğinden fazla barındığını düşünmüyor musun? Kendini gümüş tepside sunuyorsun. Şu anda en az güneyin yüzde yirmisi burada, soyundan gelen iki güçlü kıdemliyi demiyorum bile. Fark edilirsen ölmüş kadar olursun!”

Luo Binghe, “Shizun, götürülmene seyirciyi kalmaya katlanamazdım. İçindeki iblis kanını etkinleştireceğinden korktum. Yalnızca oturup bekle diyemezsin bana. Shizun, lütfen beni bunun için azarlamayı bırak; daha fazla gerçekten zapt edemezdim.” diye yanıt verdi.

Shen Qingqiu onun başını itip duruyor, ciddi sakinliğini korumak için elinden geleni yapıyordu. “Ne zaman geldin, biri seni gördü mü?”

Luo Binghe yanıt verdi: “Bu nasıl mümkün olabilir? İçeriye girmek istediğim takdirde kimse beni göremez. Endişelendiğim şey yalnızca…”

Kastettiği şeyi tam olarak dillendirememişti ki aniden çadırın dışarısından bir öksürük sesi geldi.

Zhuzhi-Lang’in sesi içeriye gelmişti. “Usta Shen? Şimdiden yattınız mı?”

Duyduğu gibi Luo Binghe’nın gözleri, buz gibi bakışları sesin kaynağına doğru dönerken anında ölüm saçan bir ışıltı takınmıştı. Shen Qingqiu onu zapt etmekle meşguldü, atak olmamasını söyleyen sert bir bakış takınmıştı.

Ne olduğunu bilmiyordu fakat Luo Binghe’nın yüzü o bakışla birlikte oldukça kızarmış, içini ürpertmişti. Çadırın dışında devriye gezen iblis ordusu vardı, çadırın içindeyse saklanacak hiçbir yer yoktu. Başka, küçük bir seçenekle yatak örtüsünü kaldırmış, Luo Binghe da kolaylıkla içine sokulmuştu.

Dışarıda Zhuzhi-Lang kendi kendine mırıldandı: “Bu kadar erkenden uyumak mı?”

Dışarıdaki anlık sessizlike birlikte Shen Qingqiu onun gittiğini düşünüp rahatça bir soluk verecekti ki Zhuzhi-Lang ardından “Öyleyse… bu hizmetli istirahatınızı bozmak durumunda.” dedi.

Yani uyuyor olsam da olmasam da ona bakmayarak her şekilde gireceksin?

O zaman niçin sormakla uğraşıyorsun?!

Luo Binghe örtüden dışarıyı gözetleyerek şüpheyle, “Bu yılan neden Shizun uyurken içeriye giriyor?” diye sordu.

Sen kendini saklasana, küçük velet! Shen Qingqiu onun başını örtünün altına sokuşturup yataktan fırlayarak “İçeriye girme!” diye seslendi.

Zhuzhi-Lang gerçekten de içeriye girmeden duraklamıştı, sesi gerçekten afallamış geliyordu. “Yani uyumuyordunuz? Usta Shen niçin daha önceden cevap vermedi?”

Shen Qingqiu, “Uykuluydum, yanıt vermek istemedim. Xizhi-Lang, artık gitmelisin.” diye yanıt verdi.

Zhuzhi-Lang’in kafası karışmıştı. “Gün içerisinde kararlaştırmamış mıydık?”

Sıçayım. Sıçayım, sıçayım, sıçayım. Erken saatlerde gerçekten de Zhuzhi-Lang’in akşam ona QingSi’nin geriye kalan izlerini yakmada yardım etmesi için anlaşmışlardı!

Luo Binghe tekrardan başını dışarıya çıkartıp “Neyi kararlaştırmıştınız?” diye sessizce sordu.

Shen Qingqiu ikinci örtüyü üzerine yığıp sinekliğin yatağın çevresinden dökülmesini sağlamıştı ki Zhuzhi-Lang çadıra adım attı. “Gecenin bu saatinde rahatsız ettiğim için affınıza sığınıyorum fakat lütfen anlayışla karşılayın. Bu QingSiler çıkartılmazlarsa korkarım ki ileride yalnızca daha büyük sorunlara sebep olacaklardır.”

Ona izin vermek de geçiştirmek de ayrı bir belalıydı. Ayrıca, bir sebepten dolayı, Zhuzhi-Lang gözlerinin içine uzun süreli bakmaya yeltenemiyordu, o nedenle yalnızca dikkatlice ilerleyebilirdi. Shen Qingqiu sinekliğin önüne bir adım atarak görüşünü engellemiş, ardından gülümsemişti. “Pekâlâ, öyleyse korkarım ki sana dert olacağım.”

Zhuzhi-Lang nazikçe cevap verdi: “Hakkınızdır. Usta Shen, niçiz yatağı kullanmıyoruz…” Henüz bir adım dahi atamamıştı ki Shen Qingqiu önüne doğru hareketlenip elini yakalayarak onu döndürmüştü.

Ancak Zhuzhi-Lang’in sırtı sinekliğe döndükten sonra Shen Qingqiu nihayet konuşmuştu. “Yatakta değil. Burası uygundur.”

Ortada bir şey yokken elle döndürülmesinden dolayı Zhuzhi-Lang nedenini sormasa daha iyi olacağını düşündü. Algılarını toparladığında iyi huylu bir şekilde, “Ayakta mı?” diye sordu.

Shen Qingqiu kararlı bir şekilde, “Ayakta duracağım.” diye yanıtladı.

Zhuzhi-Lang, “Usta Shen, iyi olacak mısınız?” diye sordu.

Arkasında, Luo Binghe aniden örtüleri kaldırmıştı, bütün yüzü öfkeyle kaplanmıştı. Shen Qingqiu yüzünde en ufak bir ifade değişikliği göstermedi. “Alışkınım.”

Zhuzhi-Lang başını salladı, ardından dönerek yanlarındaki küçük masaya altın ocağı yerleştirdi. Fırsattan istifade Shen Qingqiu elini sallayarak Luo Binghe’yı örtünün altında girmeye zorlayıp anında onu örttü. Zhuzhi-Lang arkasını döndüğünde çoktan normal bir şekilde durduğu yere gelmişti, tek bir teli bile kıpırdamıyordu. Zhuzhi-Lang kordan bir tanesini alıp “Usta Shen, lütfen üzerinizdeki kıyafetleri çıkartın.” dedi.

Shen Qingqiu başını öne eğip yavaşça bel kuşağını çözmeye başladı. Fazla hızlı hareket etmeye çekiniyordu. Gerçekten hepsini çıkartacak olursa Luo Binghe büyük ihtimalle yatağı da Zhuzhi-Lang’i de beraberinde parçalardı. En sabırlı insanı bile sinirlendirecek yavaşlıkta hareket ediyordu. Uzun bir süre beklemenin ardından Zhuzhi-Lang nihayet ona bakmadan edememişti. “Belki de Usta Shen’in parmaklarında sıkıntı vardır? Bu kişi yardım edebilir mi?”

Shen Qingqiu ona bakışlarını fark ettiğinde çabucak cübbesinin yaka kısmını çekiştirerek en dıştaki giysisini omzundan rahatlıkla süzdürttü.

Böyle çektiğinden giysisi ayaklarına kadar süzülmüştü. Ardından kollarını Zhuzhi-Lang’in bakışları altında hareket ettirmişti, adam anında bütün odağını ona vermiş, üzerinde dikkatlice çalışmaya başlamıştı. QingSi’yi çıkarmak için uğraştırdıkları bütün bir günün ardından sonunda azalma belirtileri gösteriyordu. Kalın yapraklar artık sabah ilk uyandığındaki gibi göğsünün yarısını ve kolunu kaplamıyorlardı, yalnızca birkaç küçük filiz kalmıştı.

Luo Binghe sessizce avcunu öne fırlatarak büyük çapta siyah Qi dalgasını Zhuzhi-Lang’in sırtına gönderdi. Shen Qingqiu anında elini sallayıp Zhuzhi-Lang’in sıkı sıkıya tuttuğu kömür parçasını tokatlamıştı.

Kömür yerde yuvarlanarak çadırdan çıkmıştı. Kesinlikle hiçbir sebebi yokken tokatlanan Zhuzhi-Lang öylece kalakalmıştı. Shen Qingqiu mahcubiyetle, “Elim kaydı.” diye açıkladı.

Zhuzhi-Lang biraz içsel çalkantıyla birlikte açıklamasını kabul edip kömürü almak için çadırdan çıktı. Bir süre “Nereye yuvarlandı?” diye düşünürken dolaştı.

Shen Qingqiu anında yatağa fırladı. Luo Binghe, “Shizun, onların yanında nasıl bir hayat yaşıyorsun?!” diye fısıldadı.

Çaresizce ölene kadar beklemekten başka bir şeyin olmadığı tarzda bir hayat!

Shen Qingqiu, “Müdahale etme. Keşfedilirsen ikimiz de ayvayı yeriz.” Bunu demesinin ardından eli kalkıp inerek Luo Binghe’yı örtünün altına geri iteledi.

Luo Binghe o kadar sakinleşmemişti, asık suratlı bir şekilde kaynamaktaydı. Şu anda muhtemelen Tianlang-Jun’la mücadele edebileceğini düşündü ama bir gün iblis kanı Shizun’un içinde sakince varlığını sürdürürken başka bir gün zaptedilmesi için uğraştırıyordu. Parmağıyla düşen giysisiyle elini işaret etip onu Shen Qingqiu’nun omuzlarına attı. “Giyin!”

Dışarıda, anlaşılan o ki, çadırın yanından başka bir düşük rütbeli devriye gezen iblis geçiyordu ki Zhuzhi-Lang’i selamladı. “Komutan!”

Zhuzhi-Lang teşekkür ederek mırıldandıktan sonra “Tam zamanında. Bir şeyi bulmamda yardım et.” dedi. Tonu ve ayarı Tianlang-Jun’la Shen Qingqiu’nun önünde sahip olduğuna kıyasla tamamıyla farklıydı. Gerçekten de ordu komutanına uygundu.

Shen Qingqiu, “Niye? Her hâlükârda çıkartmam gerekecek.” dedi.

Luo Binghe sinirle, “…Niçin Shizun kıyafetlerini çıkartıp ona bakmasına izin veriyor?” diye yanıtladı.

Ne kadar bastırırsa bastırsın ya da azarlarsa azarlasın, boyun eğmiyordu. Shen Qingqiu için israf edilen boşa enerjiydi. Tam o esnada, Zhuzhi-Lang aniden geri döndü. Yerine dönmek için çok geçti, o nedenle anında dönüp yatağın ortasında doğrularak oturdu. Zhuzhi-Lang, “Usta Shen, ‘yatakta olmasın’ dememiş miydiniz?” diye sordu.

Shen Qingqiu hafifçe gülümsedi. “Ah, öyle mi? Öyle mi demiştim?”

Aceleyle örtmesi gerektiğinden yanlışlıkla Luo Binghe’nın üstüne oturmuştu…

Fakat böyle oturması kötü değildi de aslında- Luo Binghe sonunda itaatkâr bir şekilde hareket etmeyi bırakmıştı. Zhuzhi-Lang oraya yaklaşarak örtü karışıklığını gördüğünde gelişigüzel, "Usta Shen’e sıcak basmıyor mu?” diye sordu.

Shen Qingqiu olabildiğince bunu savmak istiyordu. Zhuzhi-Lang’in elinden tutup koru doğrudan göğsüne bastırttı. Tıslama sesinin ortasında sakince “O kadar da sıcak değil.” diye belirtti.

Zhuzhi-Lang, “Öyleyse, Usta Shen, bu… acıtmıyor mu?” diye yanıtladı.

Shen Qingqiu, “Acıtmıyor.” diye cevap verdi.

Zhuzhi-Lang’in sesi hoşnuttu. “Birkaç sefer önce Usta Shen daima son derece isteksizdi. Bu gece sonunda girişkensiniz, olması gerektiği gibi.”

Shen Qingqiu dediğini gerçekten de pek dinlemiyordu, aklı yalnız bunu olabildiğince çabuk atlatıp onu kovalamaya odaklıydı. “Yeterli değil mi?” diye sordu.

Zhuzhi-Lang parça koru geri alarak, “Evet, yeterli.” diye yanıtladı.

Shen Qingqiu’nun ağzı kulaklarına varmıştı. Luo Binghe da muhtemelen sınırına gelmişti. Fakat Zhuzhi-Lang’ın konuşmayı kesmeyeceğini kim bilebilirdi ki?

“Junshang az önce söyledi, bu akşam o da uğramak is…”

Cümlesini henüz bitirmemişti ki Luo Binghe daha fazla kaldıramayıp şiddetle doğrulmuştu.

 

*****


Önceki Bölüm  ― Sonraki Bölüm 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder