8 Mart 2021 Pazartesi

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 63: GÜNEYE YOLCULUK


Üç farklı tipteki kadim iblis kanının saldırıları Shen Qingqiu’nun bedeninin içinde çarpışıyor, birbirlerine geçerek ayrılması imkânsız karmakarışık bir örümcek ağına dönüşüyorlardı. Aralarında, Luo Binghe’nın kanı Shen Qingqiu’nun beş organını bir arada tutuyor, damarlarına girerek onları koruyordu. Zhuzhi-Lang’ın kanını zapt ederken Tianlang-Jun’unkiyle zar zor uğraşıyordu. Tek başına üç görevi üstlenmeye çalışarak iki düşmanıyla yüzleşiyordu. Tüm bunlar kaçınılmaz olarak büyük resmi oluşturuyordu. Tianlang-Jun’un zehirli kanını dert etmemek en iyisi olacaktı, yapacak bir şeyi yoktu sonuçta.

 

Luo Binghe’ya doğru dönüp konuştu. “Dikkatli düşün, böyle devam ederse ilk kimin kaybedeceğini düşünüyorsun?”

Luo Binghe’nın gözlerindeki ışıltı derinlerde endişeyle donatılmıştı, acziyet hissi de gittikçe artıyordu. Sonunda, geriye çekilip “İlk sen kaybediyorsun!” diye cevapladı.

Tianlang-Jun yanında durmakta olduğu yerden genç adamın yanına çekilmek için bir gıdım bile iyi niyet göstermiyordu, onun yerine “İlk sen gideceksin.” dedi.

Luo Binghe anında “Tamam.” diyerek yanıtladı.

Tianlang-Jun konuşurken yüzünde gizemli bir tebessüm takındı: “Elbette…” Zhuzhi-Lang’a doğru dönüp “Yapılacak şey… Onları ne zaman görürsem göreyim, nedenini bilmiyorum ama, daima yüreğimi son derece nahoş bir his dolduruyor.” dedi.

Zhuzhi-Lang sessizce başıyla onayladı.

Shen Qingqiu bunun sonunun onun adına iyi bitmeyeceğini biliyordu fakat onunla birlikte başkalarını da buna sürüklemek de istemiyordu. Bütün ömrü boyunca başkalarıyla fiş alışverişi yapan karakter tiplerinden nefret etmişti. Oynamak için zorlanan narin, zayıf bir karakter olacağına ölmeyi yeğlerdi.

Ellerini yüreğinin üzerinde birleştirip yüzünü normal bir şey söylüyormuşçasına sabit tutmaya zorladı. “Ekselansları bana ne yapmayı isterlerse, rica ediyorum, çekinmeyin. Dediğiniz gibi, birçok kez içtikten sonra alışmış olmalıyım. Fakat Luo Binghe’nın leşini istemeyi düşünmeyin bile. Luo Binghe, eğer razıysan, seni Tanrı’nın gücüyle bizzat kendim öldüreceğim.”

Luo Binghe karşı çıktı, kızgındı ama çaresizdi. “Shizun…”

Shen Qingqiu, “Kapa çeneni.” dedi.

Tianlang-Jun tuhaf bir şekilde ona baktı. “Leşini istediğimi de kim söyledi?”

Shen Qingqiu’nun nutku tutulmuştu.

Tianlang-Jun devam etti. “Kendi asil, yakışıklı şahsiyetimle karşılaştırılamaz o, neden leşini isteyeyim ki?”
  
……
……
  

Ondan yakışıklı olduğunu da kim sana söyledi?

Buna onay mührünü kim koydu?

Bizzat Gökyüzüne Ateş Eden Uçak tarafından kaleme alınana göre, Cennet’ten Cehennem’e kadar, her yaştaki erkek alındığında bile kimse Luo Binghe’yla kıyaslanamazdı. Ha genç ha yaşlı, evrensel olarak en yakışıklı erkek olduğu herkes tarafından onaylandı tamam mı?!

Shen Qingqiu’nun hiddeti yüzünü çevrelemişti. “Öyleyse arzunuz nedir?”

Zhuzhi-Lang, “Junshang’ın arzusu o kılıç.” diye cevapladı.

Tianlang-Jun, “Bu doğru. Onu İnsan Âlemi’ne armağan etmeyi isterim, lakin kılıç olmadan yapamam.”

Hah, yani kahramanın altın parmağını istiyorsun? Shen Qingqiu’nun zihni “hayâl etmeye devam et”, “güçlerini gözünde çok büyütüyorsun” düşünceleriyle dolmuştu. Yalnızca Luo Binghe elini kaldırırken Zhuzhi-Lang’ın da karşılık olarak kolunu kaldırdığına dikkat edebilmişti. O esnada, değiştokuş tamamlanmıştı. Bir fırtına gibi hızlı ve kesin bir şekilde gelip geçmişti, en ufak bir duraklama olmamıştı bile!

Luo Binghe, “Şimdi onu teslim edin!” diye talepte bulundu.

Zhuzhi-Lang anında yılana dönüşerek muazzam ağzıyla Shen Qingqiu’yu yakaladı. Tianlang-Jun incelikle sıçrayarak yükselirken kahkahayı basıverdi. “Gerçekten buna inandın mı? Hahahahahaha.”

Şu anki davranışı gerçekten edepsizceydi. Çocukla takas yapmayı kabul edip oyuncağını alarak arkasını dönüp hiçbir şey olmamış gibi davranan bir yetişkin gibiydi. Shen Qingqiu, bariz bir şekilde zorbalık edilmekte olan Luo Binghe adına aniden aşırı derece sinirlenmişti. Hemen dibindeki keskin dişlerin tehditkârlığına rağmen açıkça “Buradaki yetişkinin sen olduğunun farkındasın, değil mi?” diye sorguladı.

Tianlang-Jun Zhuzhi-Lang’ın başına dik bir şekilde oturup zarif bir tınıyla yanıtladı. “Ben iblis olduğumu biliyorum. Korkarım ki Tepe Lordu Shen’in müridi İnsan Âlemi’nde o kadar çok oyalanmış ki biz iblislerin sözlerimizi asla tutmadığımızı unutmuş. Elbette, sizler zamanınızın büyük bir kısmında riyakârlığın da cezasını çekmekten fazlasını yapamıyorsunuz.

Son cümlesiyle birlikte Tianlang-Jun’nun tebessümü dudaklarından silinip Shen Qingqiu’nun görüşü karardı. Sıcak ve kırmızı bir şey küçük bir cebe sıkışmış gibi onu her taraftan bastırıyordu.

Zhuzhi-Lang tarafından yutulmuştu.

Uyandığında çevresindeki hava kuruydu ve boğazı kurumuş hissettiriyordu.

Shen Qingqiu toparlanıp doğrulduğunda yanında koyu tenli bir iblis kızının olduğunu gördü. Kız onun uyandığını fark ettiğinde fazlasıyla aksanlı bir şekilde “Uyandı!” diye yüksek sesle bağırdı.

Tianlang-Jun perdeyi bir eliyle kaldırıp içeriye baktı, kaşlarını kaldırdı. “Tepe Lordu Shen şüphesiz yeterli olacak kadar uzun zaman uyudu.”

Shen Qingqiu yüzünü ovuştururken ifadesiz kalmayı sürdürmüştü, yılanın mide özünden üzerinde bir şeyin kalmadığından emin olmak istiyordu. Dışarıdaki kuru rüzgâr perdelerin çılgınlar gibi dalgalanmasına neden oluyor, dışarıdaki manzaranın anlık olarak görülmesine izin veriyordu.

Şimdi de devasa, siyah pullu bir yılanın üzerindeydi. Bu devasa yılan yerde hafifçe sürünürken çardağı sırtında taşıyordu. Etraflarında bir sürü küçükten büyüğe hayvanlar vardı, çoğu iblis gibi yarı hayvan gibi görünüyorlardı. Hep birlikte bu yaratıklar birleşerek ilerlerken kaotik fakat büyük ölçekli bir ordu oluşturuyorlardı.

Shen Qingqiu onların daha çok İblis Âlemi’nin güneyinin bir parçası olduklarında karar kılmıştı.

Kuzey eskiden Mobei-Jun’a aitken şimdi Luo Binghe’nın bölgesiydi. Oradaki iblislerin çoğu insana benzeyen şekillerdeydi; hayvan krallığı denilebilecek şekilde, daha çok hayvana benzeyen, yarı hayvan melezi şeklindeki iblisler genelde güneyde olurdu. Tianlang-Jun’un bu iblis grubunu nereye götürdüğü ya da bu grupla ne yapmayı planladığı hakkında bir fikri yoktu.

Çevresindeki incelemeyi bitirdikten sonra Shen Qingqiu göğsünün sağından itibaren bütün kolunun acıyla zonkladığını hissetti, yavaşça hareket etmeyi tercih etmesi en iyisi görünüyordu.

Derin bir nefes aldı ki göreceği şeye kendini zihnen %120 hazırlamış olsundu, ardından aşağıya baktı.

… Sorun düşündüğünden de ciddiydi.

Yaprakla dallardan yapılma prostetik uzuv gibi sağ kolunun her bir yeri yeşil, taze dal ve yapraklarla kaplanmış, her bir hareketinde yavaş yavaş titreyerek ilerliyordu. Parmakları çoktan uyuşmuştu, kıvıramıyordu bile.

Anlık bir göz atışın ardından daha fazla bakmaya katlanamayacak hâle gelmişti. Xiu Ya kılıcı hemen yanındaydı, ona uzanıp kolunu kökünden kesmek öyle aklını çelmişti ki… Tam o esnada Zhuzhi-Lang elinde küçük, kızgın bir altın ocakla içeriye girdi. Shen Qingqiu aşırı tetikte olduğundan hayalet görmüşçesine fırlayıverdi. “Ne yapıyorsun sen?!”

Zhuzhi-Lang olduğu yerde donuverdi. “Bu ast Usta Shen’e yardım etmek istemişti….”

Shen Qingqiu anında onun ağzını işaret etti. Bu, Zhuzhi-Lang’ten duyabileceğiniz en korkunç şeylerden birisiydi. Çoktan bir yılanın minnettarlığını tecrübelemişti- sonunda onu yuttuğu için fazlasıyla müteşekkirdi. Zhuzhi-Lang kol yenlerini yüzüne doğru sarkıtarak ağzını kapatmaya çalışır gibi utanmış bir hâl takındı.

Ardından çabucak yenleri aşağıya sarkıtıp Shen Qinqiu’yu en içten şekilde ikna etmeye çalıştı. “Usta Shen, bana inanmalısınız. QingSi günde yedi kez çıkarılmazsa kökler bedeninizin derinliklerine gömülecek. Fakat bugün sadece üç kez yolundu, şu anda çok kritik bir andayız. Şu anda çıkartmazsak korkarım ki Usta Shen’in kolunu kurtaramayız.”

Uzvunu kaybetme riskini işittiğinde Shen Qingqiu yüreğinin derinliklerinde gizlenmiş tereddütleri ne olursa olsun duraklayamazdı. Anında kolunu dışarıya uzattı. Zhuzhi-Lang çıplak elleriyle sobadan kızgın, kırmızı kömür parçasını alıp Shen Qingqiu’nun göğsünün sağına bastırdı.

 “…” Shen Qingqiu sessizdi.

Zhuzhi-Lang’ın “yardım”ının normal ya da hassas bir şey olmasını beklememesi gerektiğini biliyordu.

Göğsündeki QingSi filizlerine bastırılan kömür parçaları onların solup köklerine kadar yanarken kıvrılmalarına neden oldu. O kadar ürkütücüydü ki Shen Qingqiu gördükleri karşısında yüzünü ekşitme dürtüsüne direnmek zorunda kalmıştı. Zhuzhi-Lang ancak bütün otları teker teker yaktıktan sonra koluna tekrardan bakabilmişti.

Zhuzhi-Lang kömür parçasını çekip, “Öğleden sonra ve akşam üç kez daha yakılmaları gerekiyor.” dedi.

Shen Qingqiu cübbesini omzundan sıyırdı. Zhuzhi-Lang bilinçsizce bakıp hemen ardından bakışlarını kaçırdı. Dışarıdan, Tianlang-Jun kahkaha attı. “Şapşal çocuk, neden utanıyorsun?”

Haklıydı, Shen Qingqiu da kendi adına bunu düşünmüştü. Utanılacak ne vardı ki? Her tarafı özlü filizlerle kaplanmış göğüsten mi utanacaktı? Bir bütün olarak yutulmaktan mı utanacaktı? Utanılacak bir şey kalmış mıydı ki?

Zhuzhi-Lang tüm ciddiyetiyle yanıt verdi. “Lordum, lütfen bu astla dalga geçmeyin. Usta Shen’e karşı en ufak bir niyetim yok.”

Shen Qingqiu’ya bakıp tekrardan vurguladı. “Kesinlikle Luo Binghe’nın niyetlerinden yok.”

Bana niye tekrardan vurguluyorsun?!

Zhuzhi-Lang çabucak ocağı alıp yılanın sırtından atlayarak grubun ilerlemekte olduğu yere geri döndü. Shen Qingqiu’nun zihni çorba olmuştu; gözleri çabucak, umutsuzca aramaya başlamıştı. İblis’in Kalbı kılıcı… neredeydi… İblis’in Kalbi Kılıcı neredeydi?

Ah; dışarıda, Tianlang-Jun’un oturduğu yerin hemen yanındaydı. Hemen ayağının yanına atılmıştı.

Shen Qingqiu neredeyse yerlerde yuvarlanarak gülecekti.

Bu “Proud Immortal Demon’s Way”in bir numaralı, en ünlü kılıcıydı; yer ve gökteki nihai koz olan silahtı, böyle bir şey nasıl olurdu da böylesine dikkatsizce atılabilirdi?!

Tianlang-Jun ileriyi izlerken ellerini çenesine yaslamış dinleniyordu. Shen Qingqiu’nun ifadesini fark ettiğinde, “Tepe Lordu Shen, neye bakıyorsunuz?” diye sordu. Bakışlarını aşağıya doğru takip etti. “Kılıcıma mı?”

Shen Qingqiu sakince, “O Luo Binghe’nın kılıcı.” diye yanıtladı.

Tianlang-Jun gülerek dediğini bir kenara atıp, “Tepe Lordu Shen, size daima sormak istediğim bir şey vardı.” dedi.

Shen Qingqiu, “Buyrun.” diye yanıtladı.

Ne istersen sorabilirsin, ben de sana rastgele yanıt veririm.

Tianlang-Jun, “Oğlumla siz, efsun eşi* misiniz?”

Efsun Eşi: Bu tarz romanlarda aralarında mahrem şeylerin geçtiği çiftlere deniliyormuş.

Shen Qingqiu yanlış duyduğundan emindi. “Nasıl?”

Tianlang-Jun sabırla tekrarladı: “Tepe Lordu Shen’le Luo Binghe’nın bir şey yapıp yapmadığını soruyorum…”

Shen Qingqiu’nun yüzü birçok kez seğirdi, anında elini “dur” şeklinde kaldırdı. Tianlang-Jun devam etti. “Yoksa Tepe Lordu Shen efsun eşi olmanın ne demek olduğunu bilmiyor mu? Şöyle…”

Shen Qingqiu araya girdi. “Bu kadarı yeterli.”

En azından biraz utanman olamaz mı?!

Shen Qingqiu sakin kalmak için kendini zorladı. “Onunla benim neden… birlikte efsun yaptığımı düşünüyorsunuz?”

Tianlang-Jun, “Dürüst olmak gerekirse, hep İnsan Âlemi’nin örf ve adetlerini daha fazla öğrenmek istemişimdir.” diye yanıtladı.

 “Yani?”

Bu soruyla insan kültürünü nasıl öğrenmeyi bekliyorsun?

Tianlang-Jun parmağını kaldırıp onu susturmak amacıyla birkaç kez salladı. Ardından yumuşak, hafif çekici bir melodiyi mırıldandı.

Shen Qingqiu has bir centilmen olarak kendini durdurabildiğinden gurur duyuyordu, daima ifadelerini tutarlı bir şekilde kontrol edebiliyordu. Fakat Tianlang-Jun mırıldanmayı sürdürdükçe soğuk, asil mizacını koruması gittikçe zorlanıyordu.

İlkbahar! Zamanında! Dağdaki! Kırgınlığı’na! Lanet! Olsun!

İblis Âlemi’nde bile nasıl bu kadar popüler oldu bu?!!

Tianlang-Jun tamamıyla memnun olana değin iki şeklini de mırıldanmıştı fakat hâlâ devam etmek istiyor gibi görünüyordu. “Yalnız İnsan Âlemi’ndeki meşhur ruhlar böylesine çarpıcı bir başyapıtı ortaya koyabilirler. Olay örgüsündeki cesaretle cüretkârlık, her bir dizedeki yoğun romantizm… bunlar gerçekten en büyük övgüleri hak ediyor. Özellikle de bütün versiyonlarının bitimi- can sıkıcı bir şekilde bırakıyor seni, oturup hevesle devamını beklemeni imkânsız kılıyor.”

Vay canına, bu lanet şey serileştirilmiş de!

Shen Qingqiu aniden farkına vardı: “…Dur. Kutsal Türbe’de ilk karşılaşmamızda, ‘Uzun zamandır sizinle tanışma onurunu bekliyordum.’ demiştin. ‘Uzun zaman beklenen onur’ derken bunu mu ima ediyordun? Açık saçık aşk şarkısının iması mıydı?”

Tianlang-Jun neşeyle yanıtladı: “Kesinlikle, harfi harfine onu ima ediyordum.”

Sistem: [ BOSS’la ilgi ve âlâkaları hakkında konuşmak kötü adamın karakter derinliğini arttırdı, +150 B Puanı! ]

Bu ilgi ve âlâka için en absürt bahaneydi lan!

İkisi birbirine bakmaya devam ederken genç, Shen Qingqiu’ya göz kulak olan koyu tenli iblis kız ceylan gibi neşeyle fırlayıverdi. Shen Qingqiu ona doğru döndüğünde gerçekten de bir çift ceylan bacağına sahip olduğunu fark etti. Kız zıplayıp yukarıdan bakarken neşeyle bağırdı. “Lordum! Gittiğimiz yeni yer gerçekten hoş mu?”

Tianlang-Jun gülümseyip elini salladı. “Elbette, en iyi yer olacak.”

Genç kız oldukça masum bir şekilde, “Orada çokça su da olacak mı?” diye sordu.

Tianlang-Jun, “Nehirler her bir ovada ve dağda özgür bir şekilde akarak açık gökyüzünün altındaki bütün karaları kaplarlar.” diye yanıtladı.

Kız sevinçle bağırarak atlayıp uzaklaştı. Shen Qingqiu gidene kadar onu izleyip edindiği hissin oldukça kaygı verici olduğunu düşündü. “Onları nereye götürüyorsun?”

Tianlang-Jun sakin bir edâyla, “Tepe Lordu Shen çoktan kendi sonuca vardı, değil mi? Niçin çoktan bildiğin bir şeyi soruyorsun?”

Ovadan ve dağdan akan nehirler… bunlar bariz bir şekilde İblis Âlemi’ne ait arazi şekilleri değillerdi. Bu “güzel yer” kuşkusuz İnsan Âlemi’ydi. Shen Qingqiu, “Sayıları bir kenara bırakırsak bu grupta güneyin en az  %20’si seyahat ediyor olmalı. Ekselansları, bu kadar büyük bir grubun efsuncuların dikkatini çekmeden kolayca sınırı aşabileceğini düşünüyor musunuz?”

Tianlang-Jun, “Sınırı aşmayı planladığımı kim söyledi ki?” diye yanıtladı.

Doğrulup ona kibirli bir kahkaha bahşetti. “Bu kılıcı niçin istedim sanıyorsun sen?”

Shen Qingqiu, “İki âlem arasında yarık açmak için İblis’in Kalbi kılıcını mı kullanmayı planlıyorsun?”

Tianlang-Jun onu onayladı. “Doğrusu, iki âlemi birleştirmeyi planlıyorum.”

İblis ve İnsan Âlemi’ni birleştirmeyi!

 

 Önceki Bölüm  ― Sonraki Bölüm 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder