Üç farklı tipteki kadim iblis kanının saldırıları Shen
Qingqiu’nun bedeninin içinde çarpışıyor, birbirlerine geçerek ayrılması
imkânsız karmakarışık bir örümcek ağına dönüşüyorlardı. Aralarında, Luo
Binghe’nın kanı Shen Qingqiu’nun beş organını bir arada tutuyor, damarlarına
girerek onları koruyordu. Zhuzhi-Lang’ın kanını zapt ederken
Tianlang-Jun’unkiyle zar zor uğraşıyordu. Tek başına üç görevi üstlenmeye
çalışarak iki düşmanıyla yüzleşiyordu. Tüm bunlar kaçınılmaz olarak büyük resmi
oluşturuyordu. Tianlang-Jun’un zehirli kanını dert etmemek en iyisi olacaktı,
yapacak bir şeyi yoktu sonuçta.
Luo
Binghe’ya doğru dönüp konuştu. “Dikkatli düşün, böyle devam ederse ilk kimin kaybedeceğini
düşünüyorsun?”
Luo
Binghe’nın gözlerindeki ışıltı derinlerde endişeyle donatılmıştı, acziyet hissi
de gittikçe artıyordu. Sonunda, geriye çekilip “İlk sen kaybediyorsun!” diye
cevapladı.
Tianlang-Jun
yanında durmakta olduğu yerden genç adamın yanına çekilmek için bir gıdım bile
iyi niyet göstermiyordu, onun yerine “İlk sen gideceksin.” dedi.
Luo
Binghe anında “Tamam.” diyerek yanıtladı.
Tianlang-Jun
konuşurken yüzünde gizemli bir tebessüm takındı: “Elbette…” Zhuzhi-Lang’a doğru
dönüp “Yapılacak şey… Onları ne zaman görürsem göreyim, nedenini bilmiyorum ama,
daima yüreğimi son derece nahoş bir his dolduruyor.” dedi.
Zhuzhi-Lang
sessizce başıyla onayladı.
Shen
Qingqiu bunun sonunun onun adına iyi bitmeyeceğini biliyordu fakat onunla
birlikte başkalarını da buna sürüklemek de istemiyordu. Bütün ömrü boyunca
başkalarıyla fiş alışverişi yapan karakter tiplerinden nefret etmişti. Oynamak
için zorlanan narin, zayıf bir karakter olacağına ölmeyi yeğlerdi.
Ellerini
yüreğinin üzerinde birleştirip yüzünü normal bir şey söylüyormuşçasına sabit
tutmaya zorladı. “Ekselansları bana ne yapmayı isterlerse, rica ediyorum,
çekinmeyin. Dediğiniz gibi, birçok kez içtikten sonra alışmış olmalıyım. Fakat
Luo Binghe’nın leşini istemeyi düşünmeyin bile. Luo Binghe, eğer razıysan, seni
Tanrı’nın gücüyle bizzat kendim öldüreceğim.”
Luo
Binghe karşı çıktı, kızgındı ama çaresizdi. “Shizun…”
Shen
Qingqiu, “Kapa çeneni.” dedi.
Tianlang-Jun
tuhaf bir şekilde ona baktı. “Leşini istediğimi de kim söyledi?”
Shen
Qingqiu’nun nutku tutulmuştu.
Tianlang-Jun
devam etti. “Kendi asil, yakışıklı şahsiyetimle karşılaştırılamaz o, neden
leşini isteyeyim ki?”
……
……
Ondan
yakışıklı olduğunu da kim sana söyledi?
Buna onay
mührünü kim koydu?
Bizzat
Gökyüzüne Ateş Eden Uçak tarafından kaleme alınana göre, Cennet’ten Cehennem’e
kadar, her yaştaki erkek alındığında bile kimse Luo Binghe’yla kıyaslanamazdı.
Ha genç ha yaşlı, evrensel olarak en yakışıklı erkek olduğu herkes tarafından
onaylandı tamam mı?!
Shen
Qingqiu’nun hiddeti yüzünü çevrelemişti. “Öyleyse arzunuz nedir?”
Zhuzhi-Lang,
“Junshang’ın arzusu o kılıç.” diye cevapladı.
Tianlang-Jun,
“Bu doğru. Onu İnsan Âlemi’ne armağan etmeyi isterim, lakin kılıç olmadan
yapamam.”
Hah, yani
kahramanın altın parmağını istiyorsun? Shen Qingqiu’nun zihni “hayâl etmeye
devam et”, “güçlerini gözünde çok büyütüyorsun” düşünceleriyle dolmuştu. Yalnızca
Luo Binghe elini kaldırırken Zhuzhi-Lang’ın da karşılık olarak kolunu
kaldırdığına dikkat edebilmişti. O esnada, değiştokuş tamamlanmıştı. Bir
fırtına gibi hızlı ve kesin bir şekilde gelip geçmişti, en ufak bir duraklama
olmamıştı bile!
Luo
Binghe, “Şimdi onu teslim edin!” diye talepte bulundu.
Zhuzhi-Lang
anında yılana dönüşerek muazzam ağzıyla Shen Qingqiu’yu yakaladı. Tianlang-Jun
incelikle sıçrayarak yükselirken kahkahayı basıverdi. “Gerçekten buna inandın
mı? Hahahahahaha.”
Şu anki
davranışı gerçekten edepsizceydi. Çocukla takas yapmayı kabul edip oyuncağını
alarak arkasını dönüp hiçbir şey olmamış gibi davranan bir yetişkin gibiydi.
Shen Qingqiu, bariz bir şekilde zorbalık edilmekte olan Luo Binghe adına aniden
aşırı derece sinirlenmişti. Hemen dibindeki keskin dişlerin tehditkârlığına
rağmen açıkça “Buradaki yetişkinin sen olduğunun farkındasın, değil mi?” diye
sorguladı.
Tianlang-Jun
Zhuzhi-Lang’ın başına dik bir şekilde oturup zarif bir tınıyla yanıtladı. “Ben
iblis olduğumu biliyorum. Korkarım ki Tepe Lordu Shen’in müridi İnsan Âlemi’nde
o kadar çok oyalanmış ki biz iblislerin sözlerimizi asla tutmadığımızı unutmuş.
Elbette, sizler zamanınızın büyük bir kısmında riyakârlığın da cezasını
çekmekten fazlasını yapamıyorsunuz.
Son
cümlesiyle birlikte Tianlang-Jun’nun tebessümü dudaklarından silinip Shen Qingqiu’nun
görüşü karardı. Sıcak ve kırmızı bir şey küçük bir cebe sıkışmış gibi onu her
taraftan bastırıyordu.
Zhuzhi-Lang
tarafından yutulmuştu.
Uyandığında
çevresindeki hava kuruydu ve boğazı kurumuş hissettiriyordu.
Shen
Qingqiu toparlanıp doğrulduğunda yanında koyu tenli bir iblis kızının olduğunu
gördü. Kız onun uyandığını fark ettiğinde fazlasıyla aksanlı bir şekilde
“Uyandı!” diye yüksek sesle bağırdı.
Tianlang-Jun
perdeyi bir eliyle kaldırıp içeriye baktı, kaşlarını kaldırdı. “Tepe Lordu Shen
şüphesiz yeterli olacak kadar uzun zaman uyudu.”
Shen
Qingqiu yüzünü ovuştururken ifadesiz kalmayı sürdürmüştü, yılanın mide özünden
üzerinde bir şeyin kalmadığından emin olmak istiyordu. Dışarıdaki kuru rüzgâr
perdelerin çılgınlar gibi dalgalanmasına neden oluyor, dışarıdaki manzaranın anlık
olarak görülmesine izin veriyordu.
Şimdi de
devasa, siyah pullu bir yılanın üzerindeydi. Bu devasa yılan yerde hafifçe
sürünürken çardağı sırtında taşıyordu. Etraflarında bir sürü küçükten büyüğe
hayvanlar vardı, çoğu iblis gibi yarı hayvan gibi görünüyorlardı. Hep birlikte
bu yaratıklar birleşerek ilerlerken kaotik fakat büyük ölçekli bir ordu
oluşturuyorlardı.
Shen
Qingqiu onların daha çok İblis Âlemi’nin güneyinin bir parçası olduklarında
karar kılmıştı.
Kuzey
eskiden Mobei-Jun’a aitken şimdi Luo Binghe’nın bölgesiydi. Oradaki iblislerin
çoğu insana benzeyen şekillerdeydi; hayvan krallığı denilebilecek şekilde, daha
çok hayvana benzeyen, yarı hayvan melezi şeklindeki iblisler genelde güneyde
olurdu. Tianlang-Jun’un bu iblis grubunu nereye götürdüğü ya da bu grupla ne
yapmayı planladığı hakkında bir fikri yoktu.
Çevresindeki
incelemeyi bitirdikten sonra Shen Qingqiu göğsünün sağından itibaren bütün
kolunun acıyla zonkladığını hissetti, yavaşça hareket etmeyi tercih etmesi en
iyisi görünüyordu.
Derin bir
nefes aldı ki göreceği şeye kendini zihnen %120 hazırlamış olsundu, ardından
aşağıya baktı.
… Sorun
düşündüğünden de ciddiydi.
Yaprakla
dallardan yapılma prostetik uzuv gibi sağ kolunun her bir yeri yeşil, taze dal
ve yapraklarla kaplanmış, her bir hareketinde yavaş yavaş titreyerek
ilerliyordu. Parmakları çoktan uyuşmuştu, kıvıramıyordu bile.
Anlık bir
göz atışın ardından daha fazla bakmaya katlanamayacak hâle gelmişti. Xiu Ya
kılıcı hemen yanındaydı, ona uzanıp kolunu kökünden kesmek öyle aklını çelmişti
ki… Tam o esnada Zhuzhi-Lang elinde küçük, kızgın bir altın ocakla içeriye
girdi. Shen Qingqiu aşırı tetikte olduğundan hayalet görmüşçesine fırlayıverdi.
“Ne yapıyorsun sen?!”
Zhuzhi-Lang
olduğu yerde donuverdi. “Bu ast Usta Shen’e yardım etmek istemişti….”
Shen
Qingqiu anında onun ağzını işaret etti. Bu, Zhuzhi-Lang’ten duyabileceğiniz en
korkunç şeylerden birisiydi. Çoktan bir yılanın minnettarlığını tecrübelemişti-
sonunda onu yuttuğu için fazlasıyla müteşekkirdi. Zhuzhi-Lang kol yenlerini
yüzüne doğru sarkıtarak ağzını kapatmaya çalışır gibi utanmış bir hâl takındı.
Ardından
çabucak yenleri aşağıya sarkıtıp Shen Qinqiu’yu en içten şekilde ikna etmeye
çalıştı. “Usta Shen, bana inanmalısınız. QingSi günde yedi kez çıkarılmazsa
kökler bedeninizin derinliklerine gömülecek. Fakat bugün sadece üç kez yolundu,
şu anda çok kritik bir andayız. Şu anda çıkartmazsak korkarım ki Usta Shen’in
kolunu kurtaramayız.”
Uzvunu
kaybetme riskini işittiğinde Shen Qingqiu yüreğinin derinliklerinde gizlenmiş tereddütleri
ne olursa olsun duraklayamazdı. Anında kolunu dışarıya uzattı. Zhuzhi-Lang
çıplak elleriyle sobadan kızgın, kırmızı kömür parçasını alıp Shen Qingqiu’nun
göğsünün sağına bastırdı.
“…” Shen Qingqiu sessizdi.
Zhuzhi-Lang’ın
“yardım”ının normal ya da hassas bir şey olmasını beklememesi gerektiğini
biliyordu.
Göğsündeki
QingSi filizlerine bastırılan kömür parçaları onların solup köklerine kadar
yanarken kıvrılmalarına neden oldu. O kadar ürkütücüydü ki Shen Qingqiu
gördükleri karşısında yüzünü ekşitme dürtüsüne direnmek zorunda kalmıştı. Zhuzhi-Lang
ancak bütün otları teker teker yaktıktan sonra koluna tekrardan bakabilmişti.
Zhuzhi-Lang
kömür parçasını çekip, “Öğleden sonra ve akşam üç kez daha yakılmaları
gerekiyor.” dedi.
Shen
Qingqiu cübbesini omzundan sıyırdı. Zhuzhi-Lang bilinçsizce bakıp hemen
ardından bakışlarını kaçırdı. Dışarıdan, Tianlang-Jun kahkaha attı. “Şapşal
çocuk, neden utanıyorsun?”
Haklıydı,
Shen Qingqiu da kendi adına bunu düşünmüştü. Utanılacak ne vardı ki? Her tarafı
özlü filizlerle kaplanmış göğüsten mi utanacaktı? Bir bütün olarak yutulmaktan
mı utanacaktı? Utanılacak bir şey kalmış mıydı ki?
Zhuzhi-Lang
tüm ciddiyetiyle yanıt verdi. “Lordum, lütfen bu astla dalga geçmeyin. Usta
Shen’e karşı en ufak bir niyetim yok.”
Shen
Qingqiu’ya bakıp tekrardan vurguladı. “Kesinlikle Luo Binghe’nın niyetlerinden
yok.”
Bana niye
tekrardan vurguluyorsun?!
Zhuzhi-Lang
çabucak ocağı alıp yılanın sırtından atlayarak grubun ilerlemekte olduğu yere
geri döndü. Shen Qingqiu’nun zihni çorba olmuştu; gözleri çabucak, umutsuzca
aramaya başlamıştı. İblis’in Kalbı kılıcı… neredeydi… İblis’in Kalbi Kılıcı
neredeydi?
Ah;
dışarıda, Tianlang-Jun’un oturduğu yerin hemen yanındaydı. Hemen ayağının yanına
atılmıştı.
Shen
Qingqiu neredeyse yerlerde yuvarlanarak gülecekti.
Bu “Proud
Immortal Demon’s Way”in bir numaralı, en ünlü kılıcıydı; yer ve gökteki nihai
koz olan silahtı, böyle bir şey nasıl olurdu da böylesine dikkatsizce
atılabilirdi?!
Tianlang-Jun
ileriyi izlerken ellerini çenesine yaslamış dinleniyordu. Shen Qingqiu’nun
ifadesini fark ettiğinde, “Tepe Lordu Shen, neye bakıyorsunuz?” diye sordu.
Bakışlarını aşağıya doğru takip etti. “Kılıcıma mı?”
Shen
Qingqiu sakince, “O Luo Binghe’nın kılıcı.” diye yanıtladı.
Tianlang-Jun
gülerek dediğini bir kenara atıp, “Tepe Lordu Shen, size daima sormak istediğim
bir şey vardı.” dedi.
Shen
Qingqiu, “Buyrun.” diye yanıtladı.
Ne
istersen sorabilirsin, ben de sana rastgele yanıt veririm.
Tianlang-Jun,
“Oğlumla siz, efsun eşi* misiniz?”
Efsun Eşi: Bu tarz romanlarda aralarında mahrem şeylerin geçtiği
çiftlere deniliyormuş.
Shen
Qingqiu yanlış duyduğundan emindi. “Nasıl?”
Tianlang-Jun
sabırla tekrarladı: “Tepe Lordu Shen’le Luo Binghe’nın bir şey yapıp
yapmadığını soruyorum…”
Shen
Qingqiu’nun yüzü birçok kez seğirdi, anında elini “dur” şeklinde kaldırdı.
Tianlang-Jun devam etti. “Yoksa Tepe Lordu Shen efsun eşi olmanın ne demek
olduğunu bilmiyor mu? Şöyle…”
Shen
Qingqiu araya girdi. “Bu kadarı yeterli.”
En
azından biraz utanman olamaz mı?!
Shen
Qingqiu sakin kalmak için kendini zorladı. “Onunla benim neden… birlikte efsun
yaptığımı düşünüyorsunuz?”
Tianlang-Jun,
“Dürüst olmak gerekirse, hep İnsan Âlemi’nin örf ve adetlerini daha fazla
öğrenmek istemişimdir.” diye yanıtladı.
“Yani?”
Bu
soruyla insan kültürünü nasıl öğrenmeyi bekliyorsun?
Tianlang-Jun
parmağını kaldırıp onu susturmak amacıyla birkaç kez salladı. Ardından yumuşak,
hafif çekici bir melodiyi mırıldandı.
Shen
Qingqiu has bir centilmen olarak kendini durdurabildiğinden gurur duyuyordu,
daima ifadelerini tutarlı bir şekilde kontrol edebiliyordu. Fakat Tianlang-Jun
mırıldanmayı sürdürdükçe soğuk, asil mizacını koruması gittikçe zorlanıyordu.
İlkbahar!
Zamanında! Dağdaki! Kırgınlığı’na! Lanet! Olsun!
İblis
Âlemi’nde bile nasıl bu kadar popüler oldu bu?!!
Tianlang-Jun
tamamıyla memnun olana değin iki şeklini de mırıldanmıştı fakat hâlâ devam
etmek istiyor gibi görünüyordu. “Yalnız İnsan Âlemi’ndeki meşhur ruhlar
böylesine çarpıcı bir başyapıtı ortaya koyabilirler. Olay örgüsündeki cesaretle
cüretkârlık, her bir dizedeki yoğun romantizm… bunlar gerçekten en büyük
övgüleri hak ediyor. Özellikle de bütün versiyonlarının bitimi- can sıkıcı bir
şekilde bırakıyor seni, oturup hevesle devamını beklemeni imkânsız kılıyor.”
Vay canına,
bu lanet şey serileştirilmiş de!
Shen
Qingqiu aniden farkına vardı: “…Dur. Kutsal Türbe’de ilk karşılaşmamızda, ‘Uzun
zamandır sizinle tanışma onurunu bekliyordum.’ demiştin. ‘Uzun zaman beklenen
onur’ derken bunu mu ima ediyordun? Açık saçık aşk şarkısının iması mıydı?”
Tianlang-Jun
neşeyle yanıtladı: “Kesinlikle, harfi harfine onu ima ediyordum.”
Sistem: [
BOSS’la ilgi ve âlâkaları hakkında konuşmak kötü adamın karakter derinliğini
arttırdı, +150 B Puanı! ]
Bu ilgi
ve âlâka için en absürt bahaneydi lan!
İkisi
birbirine bakmaya devam ederken genç, Shen Qingqiu’ya göz kulak olan koyu tenli
iblis kız ceylan gibi neşeyle fırlayıverdi. Shen Qingqiu ona doğru döndüğünde
gerçekten de bir çift ceylan bacağına sahip olduğunu fark etti. Kız zıplayıp
yukarıdan bakarken neşeyle bağırdı. “Lordum! Gittiğimiz yeni yer gerçekten hoş
mu?”
Tianlang-Jun
gülümseyip elini salladı. “Elbette, en iyi yer olacak.”
Genç kız
oldukça masum bir şekilde, “Orada çokça su da olacak mı?” diye sordu.
Tianlang-Jun,
“Nehirler her bir ovada ve dağda özgür bir şekilde akarak açık gökyüzünün
altındaki bütün karaları kaplarlar.” diye yanıtladı.
Kız
sevinçle bağırarak atlayıp uzaklaştı. Shen Qingqiu gidene kadar onu izleyip
edindiği hissin oldukça kaygı verici olduğunu düşündü. “Onları nereye
götürüyorsun?”
Tianlang-Jun
sakin bir edâyla, “Tepe Lordu Shen çoktan kendi sonuca vardı, değil mi? Niçin
çoktan bildiğin bir şeyi soruyorsun?”
Ovadan ve
dağdan akan nehirler… bunlar bariz bir şekilde İblis Âlemi’ne ait arazi
şekilleri değillerdi. Bu “güzel yer” kuşkusuz İnsan Âlemi’ydi. Shen Qingqiu,
“Sayıları bir kenara bırakırsak bu grupta güneyin en az %20’si seyahat ediyor olmalı. Ekselansları,
bu kadar büyük bir grubun efsuncuların dikkatini çekmeden kolayca sınırı aşabileceğini
düşünüyor musunuz?”
Tianlang-Jun,
“Sınırı aşmayı planladığımı kim söyledi ki?” diye yanıtladı.
Doğrulup
ona kibirli bir kahkaha bahşetti. “Bu kılıcı niçin istedim sanıyorsun sen?”
Shen
Qingqiu, “İki âlem arasında yarık açmak için İblis’in Kalbi kılıcını mı
kullanmayı planlıyorsun?”
Tianlang-Jun
onu onayladı. “Doğrusu, iki âlemi birleştirmeyi planlıyorum.”
İblis ve
İnsan Âlemi’ni birleştirmeyi!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder