5 Şubat 2021 Cuma

SOCIAL OUTCAST - BÖLÜM 13:

 22.30 da Fang Zhaomu’nun telefonu çaldı. Yemeği teslim edecek kişi gelmişti.


Fang Zhaomu almak için aşağıya koştu. Teslimatçı yarı zamanlı bir çalışana benziyordu. Takım elbise giymiş, restoranın menajeri gibi gözüküyordu ve ellerinde çok büyük bir kese kâğıdı vardı.


Çantayı nazikçe Fang Zhaomu'ya verdi ve yemeğin tadını çıkaracağını umdu.


Fang Zhaomu çantanın çok ağır olduğunu hissetti. Eve döndüğünde, çantanın içinde ondan fazla kutu olduğunu gördü. Fang Zhaomu’nun masası küçüktü bu yüzden tüm kutular sığmadı.


Masanın yarısından fazlasını kaplamak için sadece birkaç kutu yeterliydi. Şaşkın bir şekilde Andrew'a bir mesaj gönderdi. "Ne sipariş ettin? Neden çok fazla kutu var?"

" şıklar seti." Andrew cevapladı. "Çok mu geç geldi?"


Fang Zhaomu kutuları açtığında, içindeki yiyeceklerin çok güzel bir şekilde koyulduğunu gördü. Nedense ona bir şeyi hatırlatmışlardı.


Fang Zhaomu tatlı kutusunu açtığında, sonunda, ne olduğunu anladı. Andrew, bu akşamki restorandan âşıklar setini sipariş etmişti.


Fang Zhaomu bir anlığına afalladı. İlk başta çok duygusallaştı ama sonradan tuhaf olduğunu hissetti. Düşünerek, elini kutudan çekip parlak bir şekilde aydınlatılmış telefonuna baktı. Aldığında, Andrew'e mesaj atmadan önce parmakları telefonda 2 dakikalığına duraksadı. "Hangi restoranda olduğumu nereden biliyordun?"


Andrew'in cevabı çok hızlı geldi. "Gönderdiğin fotoğrafta tabağın üstünde restoranın ismi var."


Fang Zhaomu hemen fotoğraf albümüne geçti ve Andrew'e gönderdiği fotoğrafı yakınlaştırdı. Tabağın sağ alt köşesinde gerçekten de restoranın adının gümüş bir yazısı vardı. Fang Zhaomu artık o kadar endişeli değildi, ama yine de bu konuda biraz tuhaf hissediyordu.


Biraz çelişkiliyken, masasındaki yemeğe baktı. Sakinleşemeden Andrew'den bir telefon aldı.


Fang Zhaomu açtı. "Andrew."

Andrew, Fang Zhaomu'ya sordu. "Ne oldu?"

Andrew’in tonu bundan daha doğal olamazdı. Fang Zhaomu'nun yanıt vermediğini duyan Andrew tekrar sordu: "Yemek iyi değil mi?"


Fang Zhaomu’nun yüzü ısındı ve mantıksızlığından utandı.


Andrew, teslimat yapmayan restoranla temasa geçmiş ve yemekleri Fang Zhaomu'nun evine gece geç saatte bir şeyler yemesi için teslim ettirmişti, ancak Fang Zhaomu hala bu konuda şüpheli hissediyordu.


"Az önceki arabanın şokunda olabilirim hala," Fang Zhaomu, az önceki davranışına bahane bulmak için elinden geleni denedi. "Sanırım hala atlatamadım."


"Korkma." Andrew duraksadı. Fang Zhaomu, onun hala devam etmek istediğini hissetti ama bir süre bekledikten sonra, Andrew ağzındaki baklayı çıkarmadı.


Fang Zhaomu telefonunu hoparlörlere alıp birkaç kutu daha açtı. Diğer duygularını bastırdı ve Andrew'e, “Keşke burada olsaydın. İki kişilik bir set yemek benim için çok israf." 


"Bir şey olmaz."


Fang Zhaomu bir çatal dolusu salata aldı. "Onları yemeği teslim etmeye nasıl ikna ettin?"


"Yemek istemiyor muydun?" Andrew, Fang Zhaomu'nun sorusuna soruyla cevap vererek, sorusundan kaçındı.


Fang Zhaomu’nun yeri küçüktü ve masa internetten satın aldığı alçak bir katlanabilir masaydı. Andrew'in ona sipariş ettiği tüm yemek seti kutularını çıkarmıştı ve masadan yere serilmişlerdi.


Okulla bazı iletişim sorunları olduğundan, onun için sadece iki aylığına yurt ayarlamışlardı. Fang Zhaomu, kalacak bir yer aramak için uzun zaman harcamıştı ve buraya daha geçen ay taşınmıştı. Konaklaması biraz daha büyük iki yerin arasındaydı ve yerinin ne için tasarlandığı belli değildi. Ev sahibi Asyalıydı. Burayı ilk kez kiralıyordu ve burası şans eseri Fang Zhaomu' nun karşısına çıkmıştı.


En başından bugüne, Fang Zhaomu’nun değişimi çok başarılı olmamıştı ve her şeyle sorunları vardı. Andrew'i tanıması, ona olmaması gereken bir şey gibi gelmişti.

"Teşekkür ederim." Fang Zhaomu, Andrew'e dedi. "Döndüğünde ben de sana yemek ısmarlayacağım."


"Bunun hakkında tekrardan konuşuruz."

"Neden tekrardan konuşuruz ki?" Fang Zhaomu gözlerini kıstı ve şansını zorladı. "Bu benimle yemek yemek istemediğin anlamına mı geliyor?"


Andrew iki saniyeliğine tereddüt etti. 

"… Hayır."


Fang Zhaomu kahkaha attı. "Ben sadece şaka yapıyorum. Ne yemek istersen, sana her zaman eşlik edebilirim."


"Oh?"


Fang Zhaomu, Andrew'in klavyesine dokunduğunu duyabiliyordu ve Andrew fazla mesai yapıyor gibiydi. Sonra utangaç bir şekilde, "Önce ben yiyeceğim, işine geri dönmelisin" dedi.


"Mn." Andrew yazmayı bıraktı. "Biraz fazla ye, çok zayıfsın."


"Çok zayıf değilim." Fang Zhaomu itiraz etti. 

"Öylesin." Andrew, spor salonunda Fang Zhaomu'nun figürünü eleştiren katı bir eğitmen gibiydi.


"Beni daha önce görmedin ki..." Fang Zhaomu’nun sesi kısıktı. Kutularla dolu masasına baktı ve kalbi yerinden oynadı. "Andrew, işini bitirdiğinde, benimle... görüntülü sohbet etmek ister misin?"

Andrew sessiz kaldı ve Fang Zhaomu ekledi, "Kameranı açmana gerek yok."


Bir süre sessizlikten sonra Andrew cevapladı. "Tamam."


Yarım saat sonra Fang Zhaomu, Andrew'den mesaj aldı. "Otele geldim."


Akşam yemeğini bitiren Fang Zhaomu yatağında yatarak kitap okuyordu. Neredeyse uyuyakalmıştı, mesaj bildirimiyle sarsıldı.


Kitabını kenara koyarak Andrew'e sordu. "Şimdi sohbet edebilir miyiz?"


Andrew onu aramadı, sadece mesajla cevap verdi." Edebiliriz."


Fang Zhaomu yalnızca görüntülü sohbet talebini kendisi gönderebildi ve Andrew hemen kabul etti.


Çağrı bağlandığında, Fang Zhaomu telefonunu başucunun yanındaki dolabın standına koydu ve yatağında otururken Andrew'i selamladı.


Andrew’in ekranı siyahtı ve bu nedenle Fang Zhaomu kendi ekranını genişletti. Gri ipek bir gecelik bornoz giymişti ve ekranına baktığında bornozun fazla genişlediğini fark etti. Eliyle bornozu sıkılaştırarak Andrew'i selamladı, "Görüyorsun, çok zayıf değilim, değil mi?"


Görünüşe göre Andrew aynı fikirde değildi ve bu yüzden Fang Zhaomu'nun sorusuna doğrudan cevap vermedi. "Tatlı lezzetli miydi?"


"Evet." Fang Zhaomu telefonuna gülümsedi. "Çok lezzetliydi, teşekkür ederim."


"Rica ederim."


Fang Zhaomu gözlerini kırptı. "Çok geç geldin, yorgun değil misin?"


"Değilim." Andrew’in nefesi çok sessizdi, sesi çok sakindi ve Fang Zhaomu onun ne hissettiğini anlayamadı.


"Hep söyleyecek çok az şeyin oluyor." Fang Zhaomu battaniyesinin bir köşesini tuttu ve bununla bacaklarını örttü. Telefonunun ekranına baktı, "Beni çok konuşkanmış gibi gösteriyorsun— Andrew, sinir bozucu olduğumu düşünüyor musun?"


"Hayır." belki de çok az konuştuğunu fark ettiğinden Andrew ekledi, "Sinir bozucu değilsin."


Fang Zhaomu güldü. "Kendini daha fazla konuşmaya zorlamana gerek yok. Her neyse, ben çok konuşurum."


Birden küpesinin takılı olduğunu hatırladı ve bu yüzden telefonuna doğru eğildi. Uzun saçlarını kulağının arkasına sıkıştırarak Andrew'e kulak memesini gösterdi, "Çabuk bak."


Andrew'e gösterdikten sonra Fang Zhaomu sordu," İyi duruyor mu? Çabuk, söyle."

"..." Andrew cevapladı. "Duruyor."


"Mn." Fang Zhaomu kafasını rahatlıkla salladı. "Çünkü sen seçtin."


Bu gece Fang Zhaomu, Andrew ile uzun bir süre konuştu. Andrew çoğu zaman sessizce dinliyordu ve arada sırada birkaç kelime söylüyordu. Fang Zhaomu'ya C Şehrine döndüğünde hepsini kendisiyle yapacağına ve her isteğini kabul edeceğine dair birçok söz verdi.


Fang Zhaomu, sonunda gerçekten ne tür şeyler olacağını düşünmeye de isteksizdi.


Şu anda, Fang Zhaomu çok sevdiği biriyle konuşuyordu. Tüm bu sözlerin sadece baştan savma olup olmadığı önemli değildi; hayal etmekten bile daha iyiydi.




****


Önceki Bölüm  ― Sonraki Bölüm 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder