Shen
Qingqiu başını kaldırdı. Sarayın salonunun dışında iki tane parlak sarı fener
belirmişti, keskin altın gözler fal taşı gibi açılmış bir şekilde hadiseye
bakıyordu. Göz bebeği dik bir şekilde gözün ortasına iliştirilmişti, bu aşırı derecede
uğursuz görünüyordu.
Kör
Cesetler kalabalığı sesi işittiğinde gizli bir güçten sindirilmiş gibi görünüyorlardı.
Daha fazla yırtınmaya, saldırmaya devam etmemişler, onun yerine kendilerini
geriye çekip başlarını öne eğerek omuzlarını düşürmüşlerdi. Sonunda titrer bir
şekilde sıkışarak toplaşmışlardı.
Geniş
fener gibi gözler doğrudan bir anlığına Shen Qingqiu’ya, sonrasında aşağıya
doğru bakmıştı. Bir süre sonra saray salonunun dışında bir beden belirdi. Shen
Qingqiu yeni ziyaretçiyi tanımladığında şaşırmamıştı.
Hoş bir
şekilde, “Xizhi-Lang*” diye seslendi.
Xizhi-Lang: Çin’de minik jöle paketleri yapan popüler bir markanın
ismiymiş, Shen Qingqiu da burada ona şirin bir evcil hayvan muamelesi yapıyor.
Zhuzhi-Lang
ortaya kayarak indi.
Burnunu
ovuşturdu. Canı sıkkın gözükse de kaba olan birisi değildi. Gülümseyerek “Usta
Shen bana böyle hitap etmeyi istediğine göre lütfen devam etmekten çekinmeyin.”
dedi.
Shen
Qingqiu “Saray Salonu’nun mahzeninden cesedi çalan sahiden de senmişsin.” dedi.
Bütün
bedenini kaplayan mavimsi zehir daha çok yeşim yılanının zehri gibi görünüyordu.
Mu Qingfang’ın üstünkörü muayenesinde izi bulamamasının nedeni muhtemelen
yılanın dişlerinin görünürde iz bırakmayacak kadar küçük olmasındandı. Eğer birisi
bedenleri yakından inceleseydi parmak uçlarında ya da topuklarının arkasına
küçük diş izleri bulacaktı.
Zhuzhi-Lang,
“Durum çok hızlı bir şekilde gelişti. Planın sonraki kısmına geçmekten başka
çarem yoktu. Umarım Usta Shen beni affedecek kadar bağışlayıcıdır.” dedi.
Shen
Qingqiu kuru bir şekilde öksürdü. “Durum çok hızlı bir şekilde gelişti”, nasıl
düşünürsen düşün bu “durum” arsenik sülfür şarabını tütsüleyerek Zhuzhi-Lang’ı
etkisiz hâle getirip diğerini asıl şekline dönüştürmesinden dolayı tamamıyla
kendi hatasıydı. Aşağılanmaya zarar eklenmekle kalmamış, Zhuzhi-Lang’ın yılan
şekli bütün yolu kaplayarak istilaya etmişti.
“Beni Kutsal Anıt Mezar'a sen çağırdın, ki
sorunlarımdan… birisini çözdün denilebilir. Bundan önce, İblis Âlemi’ne gelmemi
istemiştin. İşte buradayım, artık bana amacını söyler misin?” dedi.
Zhuzhi-Lang,
“Birinci neden, Usta Shen’e önceden açıkladım, bana yardım ettiğiniz için size
iyiliğinizi katbekat ödeyeceğim. İkinci neden olarak, Usta Shen kesinlike
naçizane ben tarafından çağrılmadı… doğrudan Junshang’a sormak en iyisi
olacak.” dedi.
Shen
Qingqiu, “Pekâlâ, öyleyse, Tianlang-Jun nerede?” diye sordu.
Zhuzhi-Lang
şaşkın şaşkın baktı, ardından “Usta Shen’le Junshang çoktan tanıştı
sanıyordum.” dedi.
Çoktan
tanıştık mı?
Shen
Qingqiu başını eğip taş lahite baktı.
İçindeki
ceset… Tianlang-Jun olabilir miydi?
Aslını
söylemek gerekirse bu “tanışma” bile sayılmaz, tamam mı?!
Biraz
önce açmaya çalışarak biraz zamanını harcatmasına rağmen kımıldatamadığı
tabutun kapağı aniden sarsılmaya başlayıp kendiliğinden açılıverdi. İçinden bir
adam yavaşça doğruldu.
Adam
dirseklerini tabutun kenarlarına koyup yüzüne donuk bir tebessüm yerleştirdi.
“Qing Jing Tepesi’nin Lordu, sizinle tanışma onurunu uzun zamandır
bekliyordum.” dedi.
Shen
Qingqiu serseme dönmüştü.
…Bütün bu
ailenin ilgi alanları engin ve geniş kapsamlıydı, fakat anlaşılan eninde
sonunda hepsinin özel zevki egzantrikti. Oğul cesetlere sarılmaktan, baba da
tabutun içinde uzanmaktan hoşlanıyordu.
Birisi
Luo Binghe’nın görünüşünü dikkatli incelerse annesi Su Xiyan’ı andırdığını
görürdü. Yine de buna rağmen babasının genlerinden bazılarını görmek mümkündü.
Örnek olarak, gözleri.
Lianglang-Jun’un
gözleri iri ve bilgeydi, ince kaşları görkemli ve seçkin görünümünü
vurguluyordu. Siyah göz bebekleri imkânsız bir şekilde derin boşluklar gibiydi,
Luo Binghe’yla aynı yüz hattına sahipti.
Asıl Luo
Binghe güzel bir oğlandı. Annesinin gözlerini alsaydı aşırı derece feminen ve
yumuşak bir görünüşe sahip olurdu, ki bu iyi olmazdı.
Başka bir
benzerlikleriyse gülümsemeleriydi. Bu babayla oğul ikilisinin gülümserkenki
ifadeleri Shen Qingqiu’nun açıklaması zor şeyler hissetmesini sağlıyordu…
rahatlatıcı hariç bütün hisleri kapsıyordu.
Shen
Qingqiu temkinli bir şekilde, “Yıllardır Tepe Lordu değilim.” dedi.
Tianlang-Jun
gülümserken gözlerini kıstı. “Fakat uzun bir süredir Tepe Lordu ilgimi çok çekiyordu.”
Shen
Qingqiu içtenliğinin çocukluktan ve aile geçmişinden öğretilen bir şey olduğunu
biliyordu.
Hiçbir şeyi
hesaba katmadan, birisi bu baba oğul ikilisiyle tabuta oturup aynı duruşu
yapsaydı Tianglang-Jun’un görkemli varlığı oturduğu tabutu Ejderha Tahtı’na
dönüştürebilirdi. Diğer bir yandan, Luo Binghe kesinlikle yakışıklıydı… eh,
muhtemelen yine tabutta oturuyor gibi görünürdü.
Gökyüzüne
Ateş Eden Uçak’ın Tianlang-Jun’u tehdit olarak görüp kararlı bir biçimde olay
örgüsünden kaldırmasına şaşmamalı.
İblis
ırkı’nın kadimlerinin çürümüş bedenleriyle kaplı bir alanda İki Kutsal İblis’in
huzurunda bulunduğundan Shen Qingqiu üzerinde son derece büyük bir baskı
hissetti.
Sahte bir
tebessüm takınarak “Bu övgüyü kabûl etmeye yeltenemem. Sayın başkan, beni bu
kadar uzun zamandır gözlemliyorsanız niçin benimle… benimle tanışmak için
görünmediniz?” dedi.
Tianlang-Jun
nasıl görünürse görünsün, onunla tabutun içinde vakit geçirmek çok acayipti.
Şey olmadığı sürece-
Kalkamıyordu.
Tianlang-Jun
parmağını yavaş yavaş tabutun kenarına tıkırdattı, anıt mezarın içindeki yeşil ışık
göz bebeklerine çarparak yansıtıyordu. Keyifli bir şekilde, “Pekâlâ. Öyleyse,
Tepe Lordu’nun bana yardım etme olasılığını sorabilir miyim?” dedi.
Kandırılma
ihtimali insanı gerçekten tereddüt ettiriyordu. Shen Qingqiu hafifçe iç çekti,
ardından elini uzattı. “Lütfen.”
Tianlang-Jun
memnuniyetle elini tutarak ayağa kalktı. Yani tabutta bir zayıflığını gizlemek
için oturmuyormuş. Shen Qingqiu istemeden hayâl kırıklığı hissetmişti.
Sonrasında,
bir hiçliği çekmişti.
Fakat
hâlâ Tianlang-Jun’un bileğini tutuyordu. Shen Qingqiu başını eğerek aşağıya
doğru baktı. Sahiden onu tutuyordu, fakat, geriye kalan tek şey koluydu.
Shen
Qingqiu bütün ifadesini yitirmişti.
Kolunu
yitirmiş olan Tianlang-Jun’un yeni yarı boş şekilde dururken hâlâ fazlasıyla
nazikti. “Ah, yine kırıldı. Tepe Lordu’na zahmet olmazsa beni tekrar
kaldırabilir mi?”
Shen
Qingqiu: “…”
Şiddetli
şoka uğramasına rağmen Shen Qingqiu yine de sakin bir şekilde Tianlang-Jun’a
kolunu uzatabildi. Arkasındaki Zhuzhi-Lang bu hadiseye birçok kez şahit olmuş
gibi bir ifade takınıyordu. Ka-cha sesiyle (gerçekten ka-cha sesiyle!) birlikte
dirsekten altta kalan kısmı geri taktı.
Onu geri
taktı!
Lanetli
bebek misin sen? Eklemlerin dileğince birleşip ayırabiliyor mu?!
Dikkatlice
incelemenin ardından Shen Qingqiu Tianlang-Jun’un kolunda bir sürü yara izi
olduğunu fark etmişti. Kasları, sinirleri, atardamaları… her şeyi siyaha
dönmüştü, görünüşü özellikle Tianlang-Jun’un çıplak beyaz teniyle
karşılaştırıldığında şok ediciydi.
Shen
Qingqiu bir şey söylememe kararı aldı.
Bu
kelebeğin kanat çırpmasının tsunamiye neden olması(kelebek etkisi) gibiydi. Zhuzhi-Lang’ın
Tianlang-Jun’a yeni bir beden yaratmak için Güneş ve Ay Çiçek Tanesi’ni*
kullandığını tahmin ettiği varsayımı biraz önce doğru çıkmıştı. Sadece,
Tianlang-Jun yeni bedenine pek adapte olamamış gibi görünüyordu.
Güneş ve Ay… : Şu çiçek ismine takıldığım kadar
bu eserde hiçbir şeye takılmadım hakikaten. İngilizce çevirisinde tek eserle
ilgilenen birkaç çevirmen var, onlardan mı kaynaklı yoksa metinde sahiden eksik
mi geçiyor bilmediğimden elleyemiyorum da. Fakat normalde çiyli olan tam adı
doğrusu, eski bölümlerde öyle geçmemesinin sebebi sonradan değiştirmiş olmam,
genel kontrolde düzelteceğim.
Shen
Qingqiu’nun ruhunun çiçeğin tohumuyla uyum sağlayabilmesinin sebeplerinden
birincisi çiçek tanesinin kendi kanından ve yaşam soluğundan büyümesiydi,
ikincisi de çiçek tanesi Shen Qingqiu’nun efsununu geliştirmek için de
kullandığı ruhanî enerjiyle ekilmişti. Bu iki sebepten dolayı birbirlerine uyum
sağlamalarına şaşmamalıydı.
Yine de
Tianlang-Jun’un durumu farklıydı.
O bir
iblisti, dolayısıyla temeli şeytanî enerjiye dayanıyordu. Doğal olarak tohum
reddetmeye çalışacaktı. Sonuç olarak bedenin yeterliliği güvence altında
değildi, bedenin çürümeye başlama ihtimali bile vardı.
Tianlang-Jun
yeniden takılan parçalarını hareket ettirip gülümseyerek “Alay konusu oldum.
Bundan bahsetmişken, Bailu Dağı’na gitmemiz olası. Tepe Lordu Shen’in erdemine böyle
tanıklık edeceğiz.”
Shen
Qingqiu kenarda duran Zhuzhi-Lang’a kısa bir bakış attı. Aslında, Bailu Ormanı’nda
ilk karşılaştıkları zaman yılan-insan şekline bakması gerçekten… dehşet
vericiydi. Fakat buna rağmen Tianlang-Jun’un dağda zapt edildiği yıllar boyunca
Bailu Ormanı’ndan hiç ayrılmamıştı. Sonradan, Nilüfer tohumunu aldığında
tereddüt etmeden kendine kullanmak yerine ustasının bedenini şekillendirmesi
için kullanmıştı.
Ne sadık
ast ama!
Shen
Qingqiu’nun gözleri Saray Salonu’ndaki duvar resimlerinde gezinirken formalite
icabı “Xi… Zhuzhi-Lang daha çok hak ediyor. Yıllarca Bailu Dağı’na kapanıp bir fırsat
bekleyen, böylesine yetenekli bir asta sahipsiniz. Tianglang-Jun gerçekten başkalarının
kıskanmasına neden oluyor.” dedi.
Tianglang-Jun,
“Yeğenimin düsturunu duymadın mı?” diye sordu.
Shen
Qingqiu konuştu: “Duydum. ‘İyiliğin karşılığı katbekat verilir’.”
Zhuzhi-Lang’ın
kırmızı yüzü yosun yeşili mum ışığının altında son derece tuhaf görünüyordu.
“Lord da Usta Shen de benimle alay ediyorlar.” dedi.
Shen
Qingqiu’nun onu kızdırmaya niyeti yoktu, aksine, bütün dikkatini duvar
resimlerini incelemeye vermeye uğraşıyordu.
Duvar
resimlerinin rengi parlak ve gösterişliydi, fırça izleri kaba ve aşırıydı. Yine
de Anıt Mezar’ın girişine bakan resmin büyük bir kadın yüzü olduğunu anlaması
mümkündü. Neşesini gizleyemiyormuşçasına gözlerindeki kırışıklıklar belirgin,
dudakları yukarıya kıvrılmıştı. Anıt Mezar’ın bu kısmı kuşkusuz “Zevk, Hiddet, Keder” tapınaklarından birisi
olan “Zevk Salonu” olmalıydı.
Tianlang-Jun
henüz tuhaf bir şey hissetmemişti. “O aynen böyle. Aklı sadece düz çalışıyor. O
nedenle seni İblis Âlemi’ne getirmem için bana yalvarıp durdu.” dedi.
Shen
Qingqiu bu tip bir mantığı asla anlayamamıştı. Yavaşça arkasına dönerek
Zhuzhi-Lang’e baktı. “Beni İblis Âlemi’ne getirmenle aramızdaki iyiliğin
karşılığının ilgisi var mı?”
Tianlang-Jun
sakince “Tabii ki de bağlantılı. Dört büyük sektin devam etmesi kabûl edilemez.
Tepe Lordu Shen olarak hâlâ Cang Qiong Sekti’nden olduğundan ve böylelikle
araştırmada yer aldığından doğal olarak Zhuzhi-Lang orada kalmanı istemedi.”
Shen
Qingqiu nasıl cevap vereceğini bilemedi.
Başlangıçta
Tianlang-Jun’un nispeten akla uygun olduğunu düşünmüştü. Yine de, onunla
konuştuktan sonra gerçekte “dünyayı ve iyiliği yok et” tarzında arzulara sahip
Bosslardan farksız birisi olduğunu anlamıştı!
Fakat
bunu idealistik diye düşünürsek asil soyun umutlu olduğu bir gencin başka bir
ırkın üyeleri tarafından yıllarca dağın altında zapt edildiğini düşünebiliriz. Yoğun
bir kin oluşması beklenebilirdi.
Shen Qingqiu
duraklamış, ardından “Sonraki hedefin bütün insanlığı mı yok etmek mi?” diye
sormuştu.
Tianlang-Jun
afallamış gibi oldu. “Niçin böyle düşündün? Tabii ki de değil. İnsanları
severim, sadece dört büyük sekti sevmiyorum.”
Gülümsemiş,
ardından devam etmişti: “Aksine, insan ırkına vereceğim bir hediyem var.”
Sözde
hediyenin ne olduğunu bilmese de kurdeleye sarılmış, insanlığa büyük bir neşe
getirecek bir şey olmadığı kesindi! Shen Qingqiu az çok körelmiş “siktir”leri
savurmaya başlamıştı ki aniden anıt mezar sarsılmaya başladı.
Yerdeki
kum titreşti. Shen Qingqiu ayaklarını yere sağlam bir şekilde bassa da bedeni
istemeden çılgınca sallanıyordu. Uzakta, hafif de olsa yeri göğü inleten
haykırışın sesini işitebilmişti.
Temkinli
bir şekilde, “O da ne?” diye sordu.
Tianlang-Jun
bir an için dikkatlice dinledi. “Düşündüğümden daha çabuk geldiler.”
Zhuzhi-Lang’e dönerek “Kaç taneler?” diye sordu.
Zhuzhi-Lang
“En az iki yüz taneler.” dedi.
Tianlang-Jun
gülümsedi: “Onunu bile yakalamak aşırı zorken bu onun için zor olmuştur.”
Shen
Qingqiu neyden bahsettiklerini anlamamıştı fakat ona açıklama niyetleri yok
gibi görünüyordu. Tianlang-Jun omzundaki kum tanelerini silkeledikten sonra
konuştu: “Tepe Lordu Shen, yeğenim sizin beş yıldır Cang Qiong Dağı sektinden
ayrılmanızı netleştirmek için zorladı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Onunla
gitmek ister misiniz?”
Hakikaten
atalardan kalma anıt mezardan birisini almanıza rağmen yine de gereksiz sorular
soruyorsunuz- bir saniye… beş yıldır mı? Ayrılmamı kesinleştirmeye mi
çalışıyordu?
Shen
Qingqiu’nun kalbi titredi. Pat diye söyleyiverdi: “Jinlan Şehri’ndeki ekiciler,
o Cang Qiong Dağı sektinden ayrılma planının bir parçası mıydı?”
Şimdi
üzerinde düşündüğünde sekte dönememisinin sebebi her şeyin Jinlan Şehri’nde başlamış
olmasıydı.
Shen
Qingqiu sordu: “Parmağıyla beni gösteren ekici senin işin miydi?”
Zhuzhi-Lang
başını eğdi. Tianlang-Jun onu yüreklendirircesine omzunu patpatladı. “Aslında, o
sadece Güney’deki iblis kabilelerinin yemek kıtlığı sorununa çözüm bulmak için
bir deneydi. Her şey Tepe Lordu Shen’in gelmesiyle oluverdi. Zhuzhi-Lang sadece
Tepe Lordu Shen’in insanlığa geri dönme hevesini yok etmek istedi, hepsi bu.”
Shen
Qingqiu anında Zhuzhi-Lang’e baktı. Sözde karşılığını ödemek için ekiciden onu
karalamasını istemek de fazla düzmece değil miydi?! Bir yılanın iyiliğine
gerçekten güvenilmez!
Zhuzhi-Lang
hafifçe, “Usta Shen, Jinshang dört büyük sekti ardında tek bir canlı kalmayacak
şekilde yok etmek istediğini söyledi… bu naçizane kişi içtenlikle istemiyordu,
o zaman…”
Shen
Qingqiu sinirini bastırarak konuştu: “Qiu Haitang da mı senin işindi?”
Tianlang-Jun,
“İsmini anımsayamadım.” dedi. Bakışlarını Shen Qingqiu’ya çeviren Zhuzhi-Lang’e
baktı.
Zhuzhi-Lang,
“O kadın gerçekten benim bulduğum birisi değildi.” dedi.
Qiu Haitang’ın da ekicilerin de aniden belirmesiyle
Shen Qingqiu’yu sağdan soldan kıskaç saldırısına maruz kaldırıp Huan Hua
Sarayı’na teslim olmasına zorlayıp su hapishanesine hapsedilmesini sağlaması
gerçekten sadece bir tesadüf müydü? Boş ver gitsin. İş işten çoktan geçmişken
artık bir önemi kalmadı.
Shen
Qingqiu, “Diğer sebebi neydi?” diye sordu.
Tianlang-Jun
sakin bir şekilde, “Tepe Lordu Shen’i buraya çağırmamız da benim kendi
bencilliğimden kaynaklı.” diye yanıtladı.
İç çekti.
“Oğlum, yetişirken yıllarca Tepe Lordu Shen’e gerçekten zahmet verdi.”
Bu olayın
Luo Binghe’yla ilgili olduğundan uzun zamandır şüphelense bile ismini duymak
yine de Shen Qingqiu’nun kalbini titreştirmişti. Kendini gönülsüzce
hazırladıktan sonra sordu: “Luo Binghe mı? Bunun onunla ne ilgisi var?”
Tianlang-Jun
homurdanıp başını eğdi. “Bunu nasıl söyleyebilirim ki? Tepe Lordu Shen’e karşı
son derece…”
Soruyu
tamamıyla geçiştirmesine, sözleri şüpheli ve belirsiz olmasına rağmen Shen
Qingqiu teorisini birleştirmekte zorluk yaşamamıştı.
Tianlang-Jun
bu bedeni gelişmek için ele geçirdiğinde şeytanî enerjisi daha da güçlenmiş,
efsunu toparlanmaya başlamıştı; kullandığı bedeni gitgide dağıldığından tepeden
tırnağa yenileme istiyordu. Er ya da geç yeni bir bedene ihtiyacı olacaktı. En
iyi şekilde çalışması için onunla bağlantılı, yani kutsal iblis olan birisi
olmalıydı. Hatta bu beden melez olup iki
farklı efsun yöntemini kullanabilme yeteneğine sahip olsaydı daha bile iyi olurdu.
Buna
kimin bedeni Luo Binghe’nınkinden daha uygun olabilirdi ki?
Shen
Qingqiu gözlerini kıstı. “Yani ruhumu çağırmanın nedeni onu Kutsal Anıt Mezar’a
çekmek miydi?”
Tianlang-Jun,
“Tepe Lordu Shen sezgileri yüksek birisi.” dedi.
Shen
Qingqiu, “Luo Binghe henüz senin konumuna gelmedi. İstese bile Kutsal Anıt Mezar'a giremez.” diye onu uyardı.
Tianlang-Jun
kendine güvenerek ona baktı. “İstediği sürece elbette girebilir.”
Shen Qingqiu
yavaşça “Ne olursa olsun, o senin oğlun.” dedi.
Tianlang-Jun,
“Kesinlikle.”
“Senin ve Su Xiyan’ın oğlu.”
Tianlang-Jun,
“Yani?” dedi.
Bunun
üzerine Shen Qingqiu sonunda emin olmuştu.
Tianlang-Jun’un
Luo Binghe’dan bahsettiği cümlelerde tebessümünü sürdürse de sözleri ve ifadesi
duygusuzdu.
Shen
Qingqiu’nun zihnindeki aşk dolu, adaletli Tianlang-Jun tasviri anında yok
olmuştu. Şimdi, Tianlang-Jun’un Su Xiyan’dan bahsettiğinde sesinin hiçbir
şekilde titremediğini fark etmişti. Luo Binghe’dan “oğlum” diye sevgiyle
bahsetse bile herhangi bir baba-oğul ilişkisini paylaşmayı zar zor düşünürdü.
Tianlang-Jun
ne barış yanlısıydı ne de romantikti. Bu, Shen Qingqiu’nun uzun süredir (ve muhtemelen
istekle) düşündüklerini tamamıyla altüst etmişti.
Aslında
bu normaldi. İblis klanı duygulara duygusuz bir aşağılamayla bakıyorlar, onun
yerine güzel yemekleri, söz geçirmeyi ve gücü yeğliyorlardı. Sadece “Daha az
umursayamaz” görünümlerine bizzat şahit olduğundan Shen Qingqiu rahatsız
hissetmeden edememişti.
Luo
Binghe gerçekten… sevilmeyen bir çocuktu.
Shen
Qingqiu Jinlan Şehri’nde Luo Binghe’nın başına vurmak için hep onun kararmasını
kullanmıştı. Bu çocuk uzun zamandır mağduriyetini belirten bir ifade takınıp
birçok defa kendini savunmaya çalışmasına rağmen nafileydi. Yollarının
ayrılmasından uzun bir zaman geçmemişken Shen Qingqiu onu azarlamak için kırıcı
sözler bile kullanmıştı.
Tianlang-Jun’a
son derece kızgındı. Yine de, düşünecek olursak kendisi de daha iyi sayılmazdı.
Luo Binghe’nın canını çok yakmıştı.
İkinci
kez hayvanların böğürmesiyle savaş bastırıldığında kabir ölüm sessizliğine
bürünmüştü. Bu sefer daha bile şiddetliydi, kargaşanın sesi an itibarıyla daha
da yaklaşıyordu.
Bu
noktada Shen Qingqiu daha fazla katlanamazdı. Tabuta tutunarak “Tam olarak ne
olduğunu birisi bana açıklayabilir mi?” diye sordu.
“Bana”
diyemeden anıt mezara gömülmüş bütün mücevherler düşmeye başladı. Saray salonundaki
üçü de çabuk tepki verebiliyorlardı, çabucak uzaklaştılar. Ani bir gümbürtüyle
aşırı ağır bir obje saray salonunun tavanını kırıp odanın ortasına inivermişti.
Birbirine karışmış tozla duman üzerine düşen ışık demetiyle siyah bir figürü
ortaya çıkarmıştı.
Luo
Binghe simsiyah dev hayvanın kafasının üstünde duruyordu, siyah cübbesi tozun
içerisinde çılgınca dalgalanıyordu. Xin Mo kılıcını sırtındaki kınından
çıkarttı. Gözleri kırmızı ışıkla parıldıyor, olay yerine vahşi bir öldürme
isteğiyle bakıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder