22 Kasım 2020 Pazar

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 57: KUTSAL ANIT MEZAR

 

Shen Qingqiu başını kaldırdı. Sarayın salonunun dışında iki tane parlak sarı fener belirmişti, keskin altın gözler fal taşı gibi açılmış bir şekilde hadiseye bakıyordu. Göz bebeği dik bir şekilde gözün ortasına iliştirilmişti, bu aşırı derecede uğursuz görünüyordu.

Kör Cesetler kalabalığı sesi işittiğinde gizli bir güçten sindirilmiş gibi görünüyorlardı. Daha fazla yırtınmaya, saldırmaya devam etmemişler, onun yerine kendilerini geriye çekip başlarını öne eğerek omuzlarını düşürmüşlerdi. Sonunda titrer bir şekilde sıkışarak toplaşmışlardı.

Geniş fener gibi gözler doğrudan bir anlığına Shen Qingqiu’ya, sonrasında aşağıya doğru bakmıştı. Bir süre sonra saray salonunun dışında bir beden belirdi. Shen Qingqiu yeni ziyaretçiyi tanımladığında şaşırmamıştı.

Hoş bir şekilde, “Xizhi-Lang*” diye seslendi.

Xizhi-Lang: Çin’de minik jöle paketleri yapan popüler bir markanın ismiymiş, Shen Qingqiu da burada ona şirin bir evcil hayvan muamelesi yapıyor.

Zhuzhi-Lang ortaya kayarak indi.

Burnunu ovuşturdu. Canı sıkkın gözükse de kaba olan birisi değildi. Gülümseyerek “Usta Shen bana böyle hitap etmeyi istediğine göre lütfen devam etmekten çekinmeyin.” dedi.

Shen Qingqiu “Saray Salonu’nun mahzeninden cesedi çalan sahiden de senmişsin.” dedi.

Bütün bedenini kaplayan mavimsi zehir daha çok yeşim yılanının zehri gibi görünüyordu. Mu Qingfang’ın üstünkörü muayenesinde izi bulamamasının nedeni muhtemelen yılanın dişlerinin görünürde iz bırakmayacak kadar küçük olmasındandı. Eğer birisi bedenleri yakından inceleseydi parmak uçlarında ya da topuklarının arkasına küçük diş izleri bulacaktı.

Zhuzhi-Lang, “Durum çok hızlı bir şekilde gelişti. Planın sonraki kısmına geçmekten başka çarem yoktu. Umarım Usta Shen beni affedecek kadar bağışlayıcıdır.” dedi.

Shen Qingqiu kuru bir şekilde öksürdü. “Durum çok hızlı bir şekilde gelişti”, nasıl düşünürsen düşün bu “durum” arsenik sülfür şarabını tütsüleyerek Zhuzhi-Lang’ı etkisiz hâle getirip diğerini asıl şekline dönüştürmesinden dolayı tamamıyla kendi hatasıydı. Aşağılanmaya zarar eklenmekle kalmamış, Zhuzhi-Lang’ın yılan şekli bütün yolu kaplayarak istilaya etmişti.

 “Beni Kutsal Anıt Mezar'a sen çağırdın, ki sorunlarımdan… birisini çözdün denilebilir. Bundan önce, İblis Âlemi’ne gelmemi istemiştin. İşte buradayım, artık bana amacını söyler misin?” dedi.

Zhuzhi-Lang, “Birinci neden, Usta Shen’e önceden açıkladım, bana yardım ettiğiniz için size iyiliğinizi katbekat ödeyeceğim. İkinci neden olarak, Usta Shen kesinlike naçizane ben tarafından çağrılmadı… doğrudan Junshang’a sormak en iyisi olacak.” dedi.

Shen Qingqiu, “Pekâlâ, öyleyse, Tianlang-Jun nerede?” diye sordu.

Zhuzhi-Lang şaşkın şaşkın baktı, ardından “Usta Shen’le Junshang çoktan tanıştı sanıyordum.” dedi.

Çoktan tanıştık mı?

Shen Qingqiu başını eğip taş lahite baktı.

İçindeki ceset… Tianlang-Jun olabilir miydi?

Aslını söylemek gerekirse bu “tanışma” bile sayılmaz, tamam mı?!

Biraz önce açmaya çalışarak biraz zamanını harcatmasına rağmen kımıldatamadığı tabutun kapağı aniden sarsılmaya başlayıp kendiliğinden açılıverdi. İçinden bir adam yavaşça doğruldu.

Adam dirseklerini tabutun kenarlarına koyup yüzüne donuk bir tebessüm yerleştirdi. “Qing Jing Tepesi’nin Lordu, sizinle tanışma onurunu uzun zamandır bekliyordum.” dedi.

Shen Qingqiu serseme dönmüştü.

…Bütün bu ailenin ilgi alanları engin ve geniş kapsamlıydı, fakat anlaşılan eninde sonunda hepsinin özel zevki egzantrikti. Oğul cesetlere sarılmaktan, baba da tabutun içinde uzanmaktan hoşlanıyordu.

Birisi Luo Binghe’nın görünüşünü dikkatli incelerse annesi Su Xiyan’ı andırdığını görürdü. Yine de buna rağmen babasının genlerinden bazılarını görmek mümkündü. Örnek olarak, gözleri.

Lianglang-Jun’un gözleri iri ve bilgeydi, ince kaşları görkemli ve seçkin görünümünü vurguluyordu. Siyah göz bebekleri imkânsız bir şekilde derin boşluklar gibiydi, Luo Binghe’yla aynı yüz hattına sahipti.

Asıl Luo Binghe güzel bir oğlandı. Annesinin gözlerini alsaydı aşırı derece feminen ve yumuşak bir görünüşe sahip olurdu, ki bu iyi olmazdı.

Başka bir benzerlikleriyse gülümsemeleriydi. Bu babayla oğul ikilisinin gülümserkenki ifadeleri Shen Qingqiu’nun açıklaması zor şeyler hissetmesini sağlıyordu… rahatlatıcı hariç bütün hisleri kapsıyordu.

Shen Qingqiu temkinli bir şekilde, “Yıllardır Tepe Lordu değilim.” dedi.

Tianlang-Jun gülümserken gözlerini kıstı. “Fakat uzun bir süredir Tepe Lordu ilgimi çok çekiyordu.”

Shen Qingqiu içtenliğinin çocukluktan ve aile geçmişinden öğretilen bir şey olduğunu biliyordu.

Hiçbir şeyi hesaba katmadan, birisi bu baba oğul ikilisiyle tabuta oturup aynı duruşu yapsaydı Tianglang-Jun’un görkemli varlığı oturduğu tabutu Ejderha Tahtı’na dönüştürebilirdi. Diğer bir yandan, Luo Binghe kesinlikle yakışıklıydı… eh, muhtemelen yine tabutta oturuyor gibi görünürdü.

Gökyüzüne Ateş Eden Uçak’ın Tianlang-Jun’u tehdit olarak görüp kararlı bir biçimde olay örgüsünden kaldırmasına şaşmamalı.

İblis ırkı’nın kadimlerinin çürümüş bedenleriyle kaplı bir alanda İki Kutsal İblis’in huzurunda bulunduğundan Shen Qingqiu üzerinde son derece büyük bir baskı hissetti.

Sahte bir tebessüm takınarak “Bu övgüyü kabûl etmeye yeltenemem. Sayın başkan, beni bu kadar uzun zamandır gözlemliyorsanız niçin benimle… benimle tanışmak için görünmediniz?” dedi.

Tianlang-Jun nasıl görünürse görünsün, onunla tabutun içinde vakit geçirmek çok acayipti. Şey olmadığı sürece-

Kalkamıyordu.

Tianlang-Jun parmağını yavaş yavaş tabutun kenarına tıkırdattı, anıt mezarın içindeki yeşil ışık göz bebeklerine çarparak yansıtıyordu. Keyifli bir şekilde, “Pekâlâ. Öyleyse, Tepe Lordu’nun bana yardım etme olasılığını sorabilir miyim?” dedi.

Kandırılma ihtimali insanı gerçekten tereddüt ettiriyordu. Shen Qingqiu hafifçe iç çekti, ardından elini uzattı. “Lütfen.”

Tianlang-Jun memnuniyetle elini tutarak ayağa kalktı. Yani tabutta bir zayıflığını gizlemek için oturmuyormuş. Shen Qingqiu istemeden hayâl kırıklığı hissetmişti.

Sonrasında, bir hiçliği çekmişti.

Fakat hâlâ Tianlang-Jun’un bileğini tutuyordu. Shen Qingqiu başını eğerek aşağıya doğru baktı. Sahiden onu tutuyordu, fakat, geriye kalan tek şey koluydu.

Shen Qingqiu bütün ifadesini yitirmişti.
 

Kolunu yitirmiş olan Tianlang-Jun’un yeni yarı boş şekilde dururken hâlâ fazlasıyla nazikti. “Ah, yine kırıldı. Tepe Lordu’na zahmet olmazsa beni tekrar kaldırabilir mi?”

Shen Qingqiu: “…”  

Şiddetli şoka uğramasına rağmen Shen Qingqiu yine de sakin bir şekilde Tianlang-Jun’a kolunu uzatabildi. Arkasındaki Zhuzhi-Lang bu hadiseye birçok kez şahit olmuş gibi bir ifade takınıyordu. Ka-cha sesiyle (gerçekten ka-cha sesiyle!) birlikte dirsekten altta kalan kısmı geri taktı.

Onu geri taktı!

Lanetli bebek misin sen? Eklemlerin dileğince birleşip ayırabiliyor mu?!

Dikkatlice incelemenin ardından Shen Qingqiu Tianlang-Jun’un kolunda bir sürü yara izi olduğunu fark etmişti. Kasları, sinirleri, atardamaları… her şeyi siyaha dönmüştü, görünüşü özellikle Tianlang-Jun’un çıplak beyaz teniyle karşılaştırıldığında şok ediciydi.

Shen Qingqiu bir şey söylememe kararı aldı.

Bu kelebeğin kanat çırpmasının tsunamiye neden olması(kelebek etkisi) gibiydi. Zhuzhi-Lang’ın Tianlang-Jun’a yeni bir beden yaratmak için Güneş ve Ay Çiçek Tanesi’ni* kullandığını tahmin ettiği varsayımı biraz önce doğru çıkmıştı. Sadece, Tianlang-Jun yeni bedenine pek adapte olamamış gibi görünüyordu.

Güneş ve Ay… : Şu çiçek ismine takıldığım kadar bu eserde hiçbir şeye takılmadım hakikaten. İngilizce çevirisinde tek eserle ilgilenen birkaç çevirmen var, onlardan mı kaynaklı yoksa metinde sahiden eksik mi geçiyor bilmediğimden elleyemiyorum da. Fakat normalde çiyli olan tam adı doğrusu, eski bölümlerde öyle geçmemesinin sebebi sonradan değiştirmiş olmam, genel kontrolde düzelteceğim.

Shen Qingqiu’nun ruhunun çiçeğin tohumuyla uyum sağlayabilmesinin sebeplerinden birincisi çiçek tanesinin kendi kanından ve yaşam soluğundan büyümesiydi, ikincisi de çiçek tanesi Shen Qingqiu’nun efsununu geliştirmek için de kullandığı ruhanî enerjiyle ekilmişti. Bu iki sebepten dolayı birbirlerine uyum sağlamalarına şaşmamalıydı.

Yine de Tianlang-Jun’un durumu farklıydı.

O bir iblisti, dolayısıyla temeli şeytanî enerjiye dayanıyordu. Doğal olarak tohum reddetmeye çalışacaktı. Sonuç olarak bedenin yeterliliği güvence altında değildi, bedenin çürümeye başlama ihtimali bile vardı.

Tianlang-Jun yeniden takılan parçalarını hareket ettirip gülümseyerek “Alay konusu oldum. Bundan bahsetmişken, Bailu Dağı’na gitmemiz olası. Tepe Lordu Shen’in erdemine böyle tanıklık edeceğiz.”

Shen Qingqiu kenarda duran Zhuzhi-Lang’a kısa bir bakış attı. Aslında, Bailu Ormanı’nda ilk karşılaştıkları zaman yılan-insan şekline bakması gerçekten… dehşet vericiydi. Fakat buna rağmen Tianlang-Jun’un dağda zapt edildiği yıllar boyunca Bailu Ormanı’ndan hiç ayrılmamıştı. Sonradan, Nilüfer tohumunu aldığında tereddüt etmeden kendine kullanmak yerine ustasının bedenini şekillendirmesi için kullanmıştı.

Ne sadık ast ama!

Shen Qingqiu’nun gözleri Saray Salonu’ndaki duvar resimlerinde gezinirken formalite icabı “Xi… Zhuzhi-Lang daha çok hak ediyor. Yıllarca Bailu Dağı’na kapanıp bir fırsat bekleyen, böylesine yetenekli bir asta sahipsiniz. Tianglang-Jun gerçekten başkalarının kıskanmasına neden oluyor.”  dedi.

Tianglang-Jun, “Yeğenimin düsturunu duymadın mı?” diye sordu.

Shen Qingqiu konuştu: “Duydum. ‘İyiliğin karşılığı katbekat verilir’.”

Zhuzhi-Lang’ın kırmızı yüzü yosun yeşili mum ışığının altında son derece tuhaf görünüyordu. “Lord da Usta Shen de benimle alay ediyorlar.” dedi.

Shen Qingqiu’nun onu kızdırmaya niyeti yoktu, aksine, bütün dikkatini duvar resimlerini incelemeye vermeye uğraşıyordu.

Duvar resimlerinin rengi parlak ve gösterişliydi, fırça izleri kaba ve aşırıydı. Yine de Anıt Mezar’ın girişine bakan resmin büyük bir kadın yüzü olduğunu anlaması mümkündü. Neşesini gizleyemiyormuşçasına gözlerindeki kırışıklıklar belirgin, dudakları yukarıya kıvrılmıştı. Anıt Mezar’ın bu kısmı kuşkusuz  “Zevk, Hiddet, Keder” tapınaklarından birisi olan “Zevk Salonu” olmalıydı.

Tianlang-Jun henüz tuhaf bir şey hissetmemişti. “O aynen böyle. Aklı sadece düz çalışıyor. O nedenle seni İblis Âlemi’ne getirmem için bana yalvarıp durdu.” dedi.

Shen Qingqiu bu tip bir mantığı asla anlayamamıştı. Yavaşça arkasına dönerek Zhuzhi-Lang’e baktı. “Beni İblis Âlemi’ne getirmenle aramızdaki iyiliğin karşılığının ilgisi var mı?”

Tianlang-Jun sakince “Tabii ki de bağlantılı. Dört büyük sektin devam etmesi kabûl edilemez. Tepe Lordu Shen olarak hâlâ Cang Qiong Sekti’nden olduğundan ve böylelikle araştırmada yer aldığından doğal olarak Zhuzhi-Lang orada kalmanı istemedi.”

Shen Qingqiu nasıl cevap vereceğini bilemedi.

Başlangıçta Tianlang-Jun’un nispeten akla uygun olduğunu düşünmüştü. Yine de, onunla konuştuktan sonra gerçekte “dünyayı ve iyiliği yok et” tarzında arzulara sahip Bosslardan farksız birisi olduğunu anlamıştı!

Fakat bunu idealistik diye düşünürsek asil soyun umutlu olduğu bir gencin başka bir ırkın üyeleri tarafından yıllarca dağın altında zapt edildiğini düşünebiliriz. Yoğun bir kin oluşması beklenebilirdi.

Shen Qingqiu duraklamış, ardından “Sonraki hedefin bütün insanlığı mı yok etmek mi?” diye sormuştu.

Tianlang-Jun afallamış gibi oldu. “Niçin böyle düşündün? Tabii ki de değil. İnsanları severim, sadece dört büyük sekti sevmiyorum.”

Gülümsemiş, ardından devam etmişti: “Aksine, insan ırkına vereceğim bir hediyem var.”

Sözde hediyenin ne olduğunu bilmese de kurdeleye sarılmış, insanlığa büyük bir neşe getirecek bir şey olmadığı kesindi! Shen Qingqiu az çok körelmiş “siktir”leri savurmaya başlamıştı ki aniden anıt mezar sarsılmaya başladı.

Yerdeki kum titreşti. Shen Qingqiu ayaklarını yere sağlam bir şekilde bassa da bedeni istemeden çılgınca sallanıyordu. Uzakta, hafif de olsa yeri göğü inleten haykırışın sesini işitebilmişti.

Temkinli bir şekilde, “O da ne?” diye sordu.

Tianlang-Jun bir an için dikkatlice dinledi. “Düşündüğümden daha çabuk geldiler.” Zhuzhi-Lang’e dönerek “Kaç taneler?” diye sordu.

Zhuzhi-Lang “En az iki yüz taneler.” dedi.

Tianlang-Jun gülümsedi: “Onunu bile yakalamak aşırı zorken bu onun için zor olmuştur.”

Shen Qingqiu neyden bahsettiklerini anlamamıştı fakat ona açıklama niyetleri yok gibi görünüyordu. Tianlang-Jun omzundaki kum tanelerini silkeledikten sonra konuştu: “Tepe Lordu Shen, yeğenim sizin beş yıldır Cang Qiong Dağı sektinden ayrılmanızı netleştirmek için zorladı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Onunla gitmek ister misiniz?”

Hakikaten atalardan kalma anıt mezardan birisini almanıza rağmen yine de gereksiz sorular soruyorsunuz- bir saniye… beş yıldır mı? Ayrılmamı kesinleştirmeye mi çalışıyordu?

Shen Qingqiu’nun kalbi titredi. Pat diye söyleyiverdi: “Jinlan Şehri’ndeki ekiciler, o Cang Qiong Dağı sektinden ayrılma planının bir parçası mıydı?”

Şimdi üzerinde düşündüğünde sekte dönememisinin sebebi her şeyin Jinlan Şehri’nde başlamış olmasıydı.

Shen Qingqiu sordu: “Parmağıyla beni gösteren ekici senin işin miydi?”

Zhuzhi-Lang başını eğdi. Tianlang-Jun onu yüreklendirircesine omzunu patpatladı. “Aslında, o sadece Güney’deki iblis kabilelerinin yemek kıtlığı sorununa çözüm bulmak için bir deneydi. Her şey Tepe Lordu Shen’in gelmesiyle oluverdi. Zhuzhi-Lang sadece Tepe Lordu Shen’in insanlığa geri dönme hevesini yok etmek istedi, hepsi bu.”

Shen Qingqiu anında Zhuzhi-Lang’e baktı. Sözde karşılığını ödemek için ekiciden onu karalamasını istemek de fazla düzmece değil miydi?! Bir yılanın iyiliğine gerçekten güvenilmez!

Zhuzhi-Lang hafifçe, “Usta Shen, Jinshang dört büyük sekti ardında tek bir canlı kalmayacak şekilde yok etmek istediğini söyledi… bu naçizane kişi içtenlikle istemiyordu, o zaman…”

Shen Qingqiu sinirini bastırarak konuştu: “Qiu Haitang da mı senin işindi?”

Tianlang-Jun, “İsmini anımsayamadım.” dedi. Bakışlarını Shen Qingqiu’ya çeviren Zhuzhi-Lang’e baktı.

Zhuzhi-Lang, “O kadın gerçekten benim bulduğum birisi değildi.” dedi.

Qiu Haitang’ın da ekicilerin de aniden belirmesiyle Shen Qingqiu’yu sağdan soldan kıskaç saldırısına maruz kaldırıp Huan Hua Sarayı’na teslim olmasına zorlayıp su hapishanesine hapsedilmesini sağlaması gerçekten sadece bir tesadüf müydü? Boş ver gitsin. İş işten çoktan geçmişken artık bir önemi kalmadı.

Shen Qingqiu, “Diğer sebebi neydi?” diye sordu.

Tianlang-Jun sakin bir şekilde, “Tepe Lordu Shen’i buraya çağırmamız da benim kendi bencilliğimden kaynaklı.” diye yanıtladı.

İç çekti. “Oğlum, yetişirken yıllarca Tepe Lordu Shen’e gerçekten zahmet verdi.”

Bu olayın Luo Binghe’yla ilgili olduğundan uzun zamandır şüphelense bile ismini duymak yine de Shen Qingqiu’nun kalbini titreştirmişti. Kendini gönülsüzce hazırladıktan sonra sordu: “Luo Binghe mı? Bunun onunla ne ilgisi var?”

Tianlang-Jun homurdanıp başını eğdi. “Bunu nasıl söyleyebilirim ki? Tepe Lordu Shen’e karşı son derece…”

Soruyu tamamıyla geçiştirmesine, sözleri şüpheli ve belirsiz olmasına rağmen Shen Qingqiu teorisini birleştirmekte zorluk yaşamamıştı.

Tianlang-Jun bu bedeni gelişmek için ele geçirdiğinde şeytanî enerjisi daha da güçlenmiş, efsunu toparlanmaya başlamıştı; kullandığı bedeni gitgide dağıldığından tepeden tırnağa yenileme istiyordu. Er ya da geç yeni bir bedene ihtiyacı olacaktı. En iyi şekilde çalışması için onunla bağlantılı, yani kutsal iblis olan birisi olmalıydı.  Hatta bu beden melez olup iki farklı efsun yöntemini kullanabilme yeteneğine sahip olsaydı daha bile iyi olurdu.

Buna kimin bedeni Luo Binghe’nınkinden daha uygun olabilirdi ki?

Shen Qingqiu gözlerini kıstı. “Yani ruhumu çağırmanın nedeni onu Kutsal Anıt Mezar’a çekmek miydi?”

Tianlang-Jun, “Tepe Lordu Shen sezgileri yüksek birisi.” dedi.

Shen Qingqiu, “Luo Binghe henüz senin konumuna gelmedi. İstese bile Kutsal Anıt Mezar'a giremez.” diye onu uyardı.

Tianlang-Jun kendine güvenerek ona baktı. “İstediği sürece elbette girebilir.”

Shen Qingqiu yavaşça “Ne olursa olsun, o senin oğlun.” dedi.
  

Tianlang-Jun, “Kesinlikle.”

 “Senin ve Su Xiyan’ın oğlu.”

Tianlang-Jun, “Yani?” dedi.

Bunun üzerine Shen Qingqiu sonunda emin olmuştu.

Tianlang-Jun’un Luo Binghe’dan bahsettiği cümlelerde tebessümünü sürdürse de sözleri ve ifadesi duygusuzdu.

Shen Qingqiu’nun zihnindeki aşk dolu, adaletli Tianlang-Jun tasviri anında yok olmuştu. Şimdi, Tianlang-Jun’un Su Xiyan’dan bahsettiğinde sesinin hiçbir şekilde titremediğini fark etmişti. Luo Binghe’dan “oğlum” diye sevgiyle bahsetse bile herhangi bir baba-oğul ilişkisini paylaşmayı zar zor düşünürdü.

Tianlang-Jun ne barış yanlısıydı ne de romantikti. Bu, Shen Qingqiu’nun uzun süredir (ve muhtemelen istekle) düşündüklerini tamamıyla altüst etmişti.

Aslında bu normaldi. İblis klanı duygulara duygusuz bir aşağılamayla bakıyorlar, onun yerine güzel yemekleri, söz geçirmeyi ve gücü yeğliyorlardı. Sadece “Daha az umursayamaz” görünümlerine bizzat şahit olduğundan Shen Qingqiu rahatsız hissetmeden edememişti.

Luo Binghe gerçekten… sevilmeyen bir çocuktu.

Shen Qingqiu Jinlan Şehri’nde Luo Binghe’nın başına vurmak için hep onun kararmasını kullanmıştı. Bu çocuk uzun zamandır mağduriyetini belirten bir ifade takınıp birçok defa kendini savunmaya çalışmasına rağmen nafileydi. Yollarının ayrılmasından uzun bir zaman geçmemişken Shen Qingqiu onu azarlamak için kırıcı sözler bile kullanmıştı.

Tianlang-Jun’a son derece kızgındı. Yine de, düşünecek olursak kendisi de daha iyi sayılmazdı. Luo Binghe’nın canını çok yakmıştı.

İkinci kez hayvanların böğürmesiyle savaş bastırıldığında kabir ölüm sessizliğine bürünmüştü. Bu sefer daha bile şiddetliydi, kargaşanın sesi an itibarıyla daha da yaklaşıyordu.

Bu noktada Shen Qingqiu daha fazla katlanamazdı. Tabuta tutunarak “Tam olarak ne olduğunu birisi bana açıklayabilir mi?” diye sordu.

“Bana” diyemeden anıt mezara gömülmüş bütün mücevherler düşmeye başladı. Saray salonundaki üçü de çabuk tepki verebiliyorlardı, çabucak uzaklaştılar. Ani bir gümbürtüyle aşırı ağır bir obje saray salonunun tavanını kırıp odanın ortasına inivermişti. Birbirine karışmış tozla duman üzerine düşen ışık demetiyle siyah bir figürü ortaya çıkarmıştı.



Luo Binghe simsiyah dev hayvanın kafasının üstünde duruyordu, siyah cübbesi tozun içerisinde çılgınca dalgalanıyordu. Xin Mo kılıcını sırtındaki kınından çıkarttı. Gözleri kırmızı ışıkla parıldıyor, olay yerine vahşi bir öldürme isteğiyle bakıyordu.

 

****


Önceki Bölüm  ― Sonraki Bölüm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder