Zhang Sanbao, ahmak değildi. İri yapılı görünüşüne karşın, kılı kırk yararak düşünürdü. Çift girişli yayı çekebiliyordu, ancak gizlice içki içtiğinden dolayı ceza almış, bu nedenle de Tabur Komutanlığı'na başvuru fırsatını kaçırmıştı. Şu anda ise Lin Wanyue'nin yeteneklerini gördüğünde kendi kendine iç çekti.
Ancak
hâlâ bu fırsatı kullanmak ve yeteneklerini Lin Wanyue’nin önünde göstermek
istiyordu. Onun piyadelikten buraya geldiğini
duymuştu ve daha önce bölük liderliği bile yapmamıştı. Bu da kesinlikle koruması
olmadığı anlamına geliyordu. Eğer genç Tabur Komutanı’nın gözdesi olursa kendi
çabasıyla bir koruma olabilirdi. Ve Lin Feixing çok hızlı bir şekilde
yükselirse, o da gökyüzüne erişebilirdi…
Zhang
Sanbao, duruşunu genişletti. Yayı eliyle kavradı, bir ok aldı, yaya yerleştirdi,
ardından derin bir nefes aldı. Ön kolundaki kaslar ortaya çıktı. Siyah yay
yavaşça çekildi…
Zhang
Sanbao, içten içe terliyordu. Bir tuhaflık olduğunu düşündü. Daha önce çift
girişli bir yay çekmişti, ancak bu kadar çaba sarf etmemişti.
Yine
de, Zhang Sanbao kalabalığın beklentisini boşa çıkarmayacaktı. Siyah yayı
tamamen çekti. Ancak bu, Lin Wanyue'nin yaptığı kadar kolay olmamıştı. Onun
çekiş hızlı Lin Wanyue’nin çekiş hızından uzaktı. Bu şekilde asla gerçek bir
savaşa katılamazdı.
Zhang
Sanbao, herkesin tüm dikkati
üzerindeyken yayı serbest bıraktı. Bir ok havayı ‘’sou’’ sesi eşliğinde yardı
ve ardından, hedefi ıskaladı…
Herkes
elli adım uzaklıktaki hedefe şaşkınlıkla bakıyordu. Sahneye tuhaf bir sessizlik
hâkimdi.
Lin
Wanyue haricinde bunu görenler hâlâ suspustu. Zhang Sanbao’nun kolunu pat
patlarken dudaklarının köşeleri yukarıya doğru kıvrıldı, ardından siyah yayı
geri aldı. ‘’Fena değil, adın ne?’’ dedi.
Lin
Wanyue'nin sözlerini duyan Zhang Sanbao’nun yüzü parlak kırmızı bir hâl aldı. Oflayıp
puflamanın ardından, uzun bir süre sonra başını çevirerek kaba bir sesle
söyledi: ‘’Tabur Komutanı lütfen sormayınız. Bu değersiz kişinin söylemeye dili
varmıyor. Zhang ailesinin atalarını küçük düşürür .’’
Lin
Wanyue gülümsedi, ardından ona güvence verdi: ‘’Bu seninle ilgili bir sorun
değil. Daha önce açıkça belirtmediğim için benim hatam. Bu yay aslında
Başkomutana ait, hasar aldığı için doğruluğunu kaybetmişti. Bu yüzden
Başkomutan onu attı, ancak ben silah yığınından bu yayı alınca, Başkomutan onu bana vermeyi uygun gördü. Kirişin
eşsiz kalitesini gördüğümde atmaya kıyamadım. Bu yüzden bütün bu zaman boyunca kullandım. Bu
yay oldukça ölümcül olsa da hâlâ yeterince iyi olmaktan uzak. Ancak bu kadar
uzun süre kullanıldığında, nasıl kullanılacağını anlamasaydım kesinlikle
kusurlu olurdu. Bu yayı çekerek çoktan yeteneğini kanıtladın.’’
Lin
Wanyue'den bunları duyan Zhang Sanbao'nun ifadesi düzeldi. Saygıyla Lin
Wanyue'ye doğru elini uzattı ardından söyledi: ‘’Bu değersiz kişi Zhang
Sanbao.’’ dedi.
Zhang
Sanbao, Lin Wanyue'nin bunu, başıyla onayladığını görünce sevindi. Konuşmaya
devam etti: ‘’ Tabur Komutanı, bu yay
sıradan bir çift girişli yay değil. Bunu sizden saklamayacağım. Bu değersiz
kişinin ataları nesillerdir asker ve hepsi de okçudur. Aynı zamanda benim
büyükbabam da önceden Uçan Tüy Tabur Komutanı’ydı. Onun çift girişli yayını
çektiğimde, bu kadar efor sarf etmemiştim. Bu yayın bir çift girişli yaydan
daha ağır, üç girişli bir yay olmak içinse yeterli olmadığını düşünüyorum.
Tabur Komutanı, siz gerçekten bu yayı kolaylıkla yüz kez çekebildiniz. Bu
değersiz kişi tamamen yenildi. Bu değersiz kişinin büyükbabası bile Tabur Komutanı
gibi olamaz.’’
Lin
Wanyue, Zhang Sanbao'nun sözlerini duyduğunda gülümsemeden edemedi. Düşündü: Yapılı
adamın söyledikleri doğruysa, kesinlikle onu ve büyük babasını
karşılaştırıyordu.
Lin
Wanyue'nin nazik bir ifade takındığını gören insanlar cesaretlenerek Zhang
Sanbao'yla eğlendi: ‘’Şişko San, sen gerçekten nasıl dalkavukluk edilir biliyorsun.
Bizim Tabur Komutanı’mız çok genç henüz senin büyük babacığın ile
kıyaslanamaz.’’
‘’Hahahaha!’’ Bu söylendiğinde herkes kahkaha koparmıştı.
Askeri kamptaki erkekler, dış dünyadakine göre kendi aralarındaki konuşmalarına
daha az ket vuruyordu.
Zhang
Sanbao, bunu umursamadı. Başını arkaya çevirerek şaka yapan askerlere doğru
devasa yumruğunu savurdu. Ardından Lin Wanyue'ye bakmak için kafasını çevirdi,
huysuzca başını kaşıyarak utanç içerisinde söyledi: ‘’Tabur Komutanı, lütfen
benim gibi uygun bir dille konuşamayan kaba birisine aldırmayın. Her neyse
demek istediğim ben, Zhang Sanbao size
saygı duyuyorum. Şu andan itibaren eğer birinin hizmetine ya da sizi takip
etmesine ihtiyaç duyarsanız, her şeyi yapmaya hazırım.’’
Lin
Wanyue başını eğerek gülümsedi. İfadesinden
de bu anlaşılıyordu, ardından etrafındaki askerlere baktı, gülümsemesini
dizginlemeye çalışarak söyledi : ‘’Pekâlâ, herkes pozisyonlarına geri dönsün. Yarın tamamen yeni bir
eğitim programı getireceğim, ardından hepiniz bir yayı tek seferde yüz kez
çekebileceksiniz.’’
Herkes
neşeli sesler çıkardı, ardından dağıldılar.
Her biri kendi pozisyona dönerek pratik yapmaya devam etti.
Lin
Wanyue daha fazla pratik yapmaya devam etmeyecekti, siyah yayını sırtına
yerleştirdi. Ardından Uçan Tüy Taburu’nun kışlası etrafında dolaşarak
askerlerin eğitimini izledi.
Çift
girişli yayı yüz kez çekmek onun sınırlıydı. Hareketleri çok kolay gibi gözükse
de Lin Wanyue kollarındaki ağrıya, elli çekişin ardından geçen her bir çekişte tahammül
etmeye çalışmıştı.
O
insanüstü bir güçle doğmamıştı. İlk zamanlarda onun gücü askeri kamptaki pek çok
insanla karşılaştırılamazdı bile, çünkü o bir kadındı. Hiç kimse bilmese de Lin
Wanyue bugünkü seviyesine ulaşmak için ne kadar ter döküp çaba sarf ettiğini
biliyordu.
Lin
Wanyue, bu siyah yaya sahip olduğundan beri durmaksızın kendisini test
etmekteydi. Tek girişli bir yayı yüz kez, çift girişli yayı da yirmi kez
çekerek başlamıştı. Elli, yüz kez olmak üzere sınırlarını sürekli olarak
zorluyordu.
Ve
piyade asker iken bütün pratiklerini tamamladıktan sonra kendi temel eğitiminide
tamamlıyordu.
On
altı yaşındaki genç bir kız için çektiği zorluğu kelimelerle anlatmak gerçekten
güçtü.
Elbette
Lin Wanyue’nin sıkı çalışması sonuçsuz kalmamıştı. En azından hâlâ hayattaydı. Ölüm oranı en
yüksek olan piyade asker birliğinde hayatta kalmış ve iki yıldır hiç hasar
almamıştı. Ahşap tahtasına altmış bir düzensiz çizik atmıştı, Chanjuan
köyündekilerin intikamını almak için geriye elli yedi tane kalmıştı.
Lin
Wanyue’nin Uçan Tüy Tabur’u günlük talimini bitirdiği esnada davetsiz bir
misafir geldi.
Hoş
kıyafetler giyinmiş olan Li Zhong kendisini takip eden, başkentten iki düzine
iyi giyimli, korumalarlaydı. Kalabalık
heybetli bir şekilde Uçan Tüy Taburu’nun kışlasına doğru ilerliyordu.
Böylesine
bir gösterişi gördüklerinde askerlerin hepsi eğitimini bıraktı. Li Zhong’u fark
edenler de fark etmeyenler de vardı. Ancak onun görünüşüne baktıklarında bu
kişinin büyük bir kodaman olduğunu anlamışlardı. Ona nasıl hitap etmesi gerektiklerini
bilmeseler de sıra ile onu selamladılar.
Li
Zhong selamlamaları görmezden geldi doğruca Lin Wanyue’ye doğru ilerledi: ‘’Bu
Shizi’nin kaslarını esnetmeye ihtiyacı var. Bana bir yay getirin.’’
Lin
Wanyue’nin yan tarafında durmakta olan bir asker kendi yayını sundu, ancak Li Zhong
bunu kabul etmedi. Lin Wanyue’ye bakarak kibirli bir şekilde çenesi ile işaret
etti.
‘’Neden
yayını Shizi’ye sunmuyorsun?’’ Li Zhong konuşmamıştı, ancak onun arkasındaki
koruma çoktan tahammülünü kaybetmişti.
Lin
Wanyue korumaya bir bakış attı, ardından Li Zhong’a bir bakış attı. Yayı Li
Zhong’un alması için askere verdi.
Li
Zhong soğukça homurdandı, ardından Lin Wanyue’nin uzattığı yayı kabul ederek
zevkle oynadı. Ona bakarken konuşmasını sürdürdü: ‘’Senin Uçan Tüy Taburu’nun
komutanı olduğunu duydum?’’
‘’Benim.’’
Lin Wanyue, sırtını dikleştirdi. Cevabı kibirli ya da alçakgönüllü değildi.
‘’Oh,
sınır ordusundan beklenildiği gibi. Acemice.’’
Li
Zhong, bütün kışladakileri kışkırtıcı bir şekilde hor gördü. Li Zhong’un sözlerini
duyan herkesin ifadesi hemencecik değişti, ancak Li Zhong’un statüsündeki birisine
laf ederek öfkesini üzerlerine çekmeye cüret edemediler ve bu yüzden bakışların
Lin Wanyue’nin üzerine sabitlediler.
Lin
Wanyue, diğerleri gibi kışkırtılmamıştı. İfadesi yumuşaktı ve değişmemişti.
Lin
Wanyue’nin konuşmadığını gören Li Zhong içten içe daha fazla şevke geliyordu.
Konuşmaya devam etti: ‘’Benim babam Li Krallığı’nın üst rütbeli askeri
soylularından, askeri yetenekleri ile yükseldiğinden dolayı sekiz bin tımar
arazisine sahiptir. Ben Soylu Pinyang’ın Shizi’siyim. Sen, sadece, tek bir
araziye bile sahip olmayan önemsiz bir Tabur Komutanı’sın. Bu Shizi’yi
gördüğünde saygı ile diz çökmelisin.’’
Lin
Wanyue, bakışlarını indirdi. Tek dizinin üzerine diz çöktü ve düzgün bir
hareketle Li Zhong’a saygılarını sundu. Ardından mahcubiyet belirtisi olmadan
doğruldu.
Bir
nedenden dolayı bunu gören Uçan Tüy Tabur’u askerleri hayal kırıklığına
uğramıştı, ancak herhangi bir şey yapamıyorlardı.
Ancak
Lin Wanyue, Li Zhong’un konuşmasını beklemeden sırtındaki siyah yayı aldı, yayı
iki eliyle birlikte Li Zhong’a verirken yüksek sesle konuştu: ‘’Soylu Pinyang,
soylu rütbesinde askeri yetenekleriyle yükselmiştir. Bu değersiz kişi büyük bir
saygı duyuyor. Söylendiği gibi kahraman bir babanın kaybeden bir oğlu olamaz.
Shizi, yiğit bir kahraman olmalı. Bu
siyah yay aslen Başkomutana ait, ancak o, yayı bu değersiz kişiye verdi. Bir
kahraman kıymetli bir kılıcı hâk eder. Bu yayı Shizi’nin yeteneklerini
sergilemesi için kullanmasına ne dersiniz?’’
Li
Zhong, Lin Wanyue’den gelen övgüler karşısında oldukça tatmin olmuştu. Siyah
yayı ellerinden almak için başını eğdi, ardından normal bir şekilde kendi
yayını arkasındaki korumaya fırlattı. Lin Wanyue'den aldığı siyah yaya uzandı.
Li
Zhong, siyah yayı bir bakış atmak için
kaldırdığında, başıyla onaylayarak söyledi: ‘’Gerçekten harikulade bir yay.’’
Uçan
Tüy Tabur’u askerleri heyecanlı bir ruh hâline bürünerek Lin Wanyue’nin, Li
Zhong’a yayını verişini izlediler. Gizlice genç Tabur Komutan’larına kalplerinin
derinliklerinden başparmak ile işaret verdiler. Ardından kışladaki diğer
askerler akıllarına geldi.
İri
ve uzun Zhang Sanbao kışla dışındakilere doğru sesini yükselterek seslendi:
‘’Kardeşler, ne yapıyorsanız bırakın ve izlemeye gelin. Soylu Pinyang’ın
Shizi’si yeteneklerini sergileyecek bunu kaçırmak istemezsiniz.’’
Ancak
Li Zhong basit bir şöhrete sahip değildi. Soylu Pinyang askeri yetenekleri ile rütbesinde
yükselmişti. Onun Shizi’si aynı zamanda onun kıymetli oğluydu. Gençliğinden beri babası ona tekniklerini
aktarıyordu. Eğer o gerçek bir yeteneğe sahip olmasaydı Li Zhong, Lin Wanyue
tarafından sunulan yayı tereddütsüz bir şekilde kabul etmezdi.
Uçan
Tüy Tabur’u askerlerinin hepsi gösteriyi bekliyordu. Li Zhong çenesini, mest
olmuş bir tavırla kaldırdı. Sonra yayını hedefe doğrulttu, bir ok aldı,
ardından ileriye doğru birkaç adım attı. Diğer ayağı ile yerde bir eğri çizdi,
belini eğerek soylu okçuların standartlarında mükemmel bir duruş sergiledi.
Li
Zhong, oku yerleştirdi, ardından nefes aldı. Kiriş yavaşça çekildi. Kışla
oldukça sessizdi. Li Zhong bazı yeteneklere sahipti, ancak asıl şov daha yeni başlıyordu…
Li
Zhong, kendinden emindi. Önemsiz bir çift girişli yayı çekmek, bu Shizi için
sorun teşkil etmiyordu.
Ve
Li Zhong, zafer dolu bir gülümseme ile gitmesine izin verdi. Ok ‘’sou’’ sesi
eşliğinde havada fırladı.
Ve
ardından hedefi ıskaladı.
‘’Hahahaha…’’
Etrafındaki
askerler uzun zamandır kendini tutuyordu. Li Zhong’un okunun hedefi
ıskaladığını gördüklerinde gülmekten patlayacaklardı.
Li
Zhong’un gözleri genişledi, hedefe inanamayarak baktı. Yüz adım ötesindeki bir
hedefe on altı yaşındayken çift girişli bir yay çekmişti. Elli adım ötesindeki
bir hedefi ıskalamasının imkânı yoktu.
Li
Zhong’un ifadesi kırmızıya dönerken başka bir ok aldı. Soylu okçu duruşuyla
ikinci oku kullandı ve tekrardan ıskaladı.
‘’İmkânsız!’’
Li
Zhong, öfkeyle haykırdı. ‘’Sou, sou, sou’’ On ok daha fırlatmış, nihayetinde soylu
okçu duruşu düzensizleşmeye başlamıştı. Ancak tek bir ok bile hedefe isabet
ettirememişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder