Sha
Hualing Luo Binghe’nın neden aniden bu denli öfkeli bir şekilde tepki verdiğini
anlayamamıştı. Gözyaşlarını tutmaya çalışsa bile birden yüzünden aşağıya akarak
görüşünü bulanıklaştırdı.
Cezalandırılmak
için ne yaptığını anlamaya çalıştıkça Shen Qingqiu’nin yüzüne bakar olmuştu.
Aniden, ifadesi hayalet görmüş gibi değişti.
Dehşete
düşmüştü, haykırdı: “Lordum, beni bağışlayın! Bu ast hatasını biliyor, bu ast
bunların hepsinin bir tesadüf olduğuna yemin ediyor! Lordum, beni bağışlayın,
bunu yapan gerçekten ben değildim!”
Sha
Hualing’in kalbi, sicilinde çoktan kara bir leke olduğundan beridir son derece
acılıydı. Luo Binghe’nın astı olarak hizmet etmek için ilk işe alındığında Shen
Qingqiu’nin cesedine nasıl davrandığını görmüş ve onun için anlamında şüpheli
düşünceleri olmuştu. Ayrıca, kendisini zeki zannederek Shen Qingqiu’ye yaklaşık
yüzde elli benzeyen birisini bulmayı başarmıştı. İblis ırkının tekniklerinden
birisini kullanarak sonuçta sahteyi son derece gerçeğine benzetebilirdi, baştan
aşağı neredeyse mükemmel bir kopya olurdu. İftiharla kopyayı Luo Binghe’ya
sunmuştu fakat memnun olmayacağını geçin, öfkeden kudurarak neredeyse bütün mağarayı
yıkacağını tahmin etmemişti.
Sha Hualing
o anı asla unutmayacaktı, ayrıca doğal olarak Luo Binghe’yı bir daha öyle bir
ifadeyle görmek istemiyordu. O andan itibaren daima tedbirli olmuş, hiçbir
şekilde katiyen konuyu açmaya cesaret etmemişti. Şu anda göz koyduğu damarın
aslında Shen Qingqiu’yi birazcık andıracağını kim bilebilirdi ki? Bu kuşkusuz
Luo Binghe’yı öfkeden kudurtmuştu!
Luo
Binghe konuştu: “Onun simasını kullanmayı aklından bile geçirmemen için seni
uyarmadım mı ben?”
Sha
Hualing havada asılı kaldı. Oksijen eksikliğinden yüzü kırmızıya dönmüştü, sadece
art arda boğulma sesleri çıkartabiliyordu. Güç bela “…bu sefer… gerçekten bu
astın planı değildi…” diyebildi.
Shen
Qingqiu detayları tam olarak anlayamasa da kendi siması hakkında bir şey
olduğunu kestirebilmişti. Ağzını kapatıp kendi kendine düşündü: Beş yıl önce
ölmüştü, yine de Luo Binghe hâlâ onu andıran birisini gördüğünde sinirleniyordu.
Anlaşılan o ki, o zamanlar Luo Binghe’yı çok derinden sarsmışım.
Shen Qingqiu
aniden midesinde bin tane iğne iç organlarını delip geçiyormuşçasına keskin bir
acı hissetti.
Şu an
ruhanî enerjiyle dolup taşıyor olsa bile bir işe yaramazdı. Sıcak ağız dolusu
parlak kırmızı kanı tükürürken görüşü karardı.
Luo
Binghe’nın etrafındaki hava basıncı son derece yoğundu. Shen Qingqiu’ye ölü bir
hayvana bakar gibi bakıyordu.
Belindeki
İblis’in Kalbi kılıcı coşkuyla titremeye başladı; durmaksızın uğulduyordu, her
an kınından fırlayacak gibiydi. Luo Binghe tek eliyle zorla kılıcın kabzasını
bastırırken gözlerinden kan kırmızısı rengi taşıyordu.
Shen
Qingqiu yüzünün kenarındaki kanı sildi, olaya şaşkın şaşkın bakıyordu.
Asıl
hikâye çizgisinde Luo Binghe, İblis Âlemi’ne girdikten sonra aklî dengesini
nispeten toparlamış olmalıydı. Her ay bir ya da iki kişinin ruhanî enerjisini
emiyor, daha fazlasını kendini güçlendirmek gayesinde alıyordu. Fakat Shen
Qingqiu niçin Luo Binghe’nın şu anki durumunun gittikçe kötüleştiğini hissetti?
İblis’in Kalbi kılıcının etkisini bastırmak için ruhunu infilak ettirmesinin
çok faydalı olduğu zamankinden daha bile şiddetliydi.
Sha
Hualing havada gittikçe yukarıya doğru yükseliyordu. Shen Qingqiu’nin kan
tükürdüğünü fark ettiğinde Luo Binghe’nın kalbini katılaştırıp onun bedenindeki
Kutsal İblis kanını hareket ettirdiğini biliyordu. Tüm gücüyle bağırdı:
“Lordum… onu öldürmemelisiniz… bugün dolunay var. O kesinlikle kullanışlı
olacaktır—ondan daha uygun birisi olamaz…”
Elbette,
hakikaten Shen Qingqiu’nin ölü ya da diri olması için endişelenmiyordu. Yine de
Luo Binghe’nın öfkeden kendini kaybedip bu yabancının hayatını almasına izin
verirse Sha Hualing onun zalim tarafını kaybetmediği için bile kesinlikle
ıstırap çekecekti. Üzerinde düşününce Sha Hualing, kendisini dertli bir
yıldızın altında doğmuş olmalı gibi hissetti.
Yapabileceği
kadar içten bir şekilde boğuk bir sesle bağırdı: “Bu adamı ya da beni
umursamadığı düşünüyorsan bile en azından şeyi… şeyi düşün…” Cümlenin sonunda
sesini yükseltmek için bütün çabasını harcadı: “Kutsal Anıt Mezar'ı düşün!”
Sondan
önceki iki kelimeyi duyduğunda Luo Binghe’nın hareketleri anında ağırlaştı.
Kutsal
Anıt Mezar, iblis ırkının kıdemlilerinin ebediyen dinlendikleri yerdi. O anki
hükümdar dışında kimsenin girmeye izni yoktu, herhangi bir kural tanımaz ölümle
karşılaşırdı.
Nesiller
geçtikçe her türlü büyülü silah ve ruh araçları anıt mezarın içine cenazeye ait
objeler olarak gömülmüşlerdi. Sayılamaz kadar çok olduğu gibi kaliteleri hiçbir
yerde bulunamayacak kadar nadide türdendi, birisinin düşününce ağzının suyunun
akması için yeterliydi.
Anıt mezarın içinde ölüleri dirilten bir eşyanın olduğu da söyleniyordu. Asıl Luo Binghe,
Sha Hualing’in yardımıyla baş konuma geçmeyi başarıp Kutsal Anıt Mezar'a girmişti.
Bütün bu nadide eşyaların kimin çuvalına girdiğinden hiç şüphe yoktu.
Kutsal
Anıt Mezar'dan bahsederek Luo Binghe’ya şimdiye kadar kendisini kullanamadığını
hatırlatan da Sha Hualing değil miydi?
Her
halükârda, şüphesiz doğru yoldaydı.
Sondan
önceki iki kelimeyi duyduğunda Luo Binghe’nın gözleri kırmızı ışıkla parıldadı.
Sha Hualing’in bedeni, ayak parmakları zar zor yere dokunur hâle gelene değin alçaldı.
“Hatırlamamı
sağladın.” Luo Binghe’nın parmakları İblis’in Kalbi kılıcını nazikçe sıvazladı,
rahatsız kılıcını rahatlatıyordu. Sesini alçaltarak konuştu: “Doğru, hâlâ
Kutsal Anıt Mezar var.”
Sha
Hualing nihayet soluklanabilmişti ki Luo Binghe’nın “Yani, beni tehdit mi ediyorsun?”
diye sorduğunu işitti.
Korkudan
ruhu bedeninden neredeyse fırlayacaktı. “Bu ast buna cüret etmedi!”
…çok
feciydi. Nasıl olur da Proud Immortal Demon’s Way’in iki baskın kadın liderden
birisiyken, yılın sonunda en popüler (kadın) karakterlerinde üçüncü olmuşken bu
duruma indirilmişti?!
Shen
Qingqiu, ağlayıp sızlanmak için fırsatı bile olmadan birisinin göğsünden
yakalayıp bedenini öne sürüklediğini hissetti.
Gözleri
bulanıklaştı. Ani donma hissi gövdesinin üstüne çıkmıştı. Bakmak için başını
aşağıya eğdiğinde Luo Binghe’nın elini göğsünün sol tarafına bastırdığını
gördü.
Göğsünden
vurulmuş gibi bir histi; cephanesi, günahkâr şeytanî enerji olmuştu. Bedenine
girdikten sonra enerji damarlarında yayılıp dört uzvuna uzandı.
Sistemin
ani, net biplemesi dikkatini acıdan uzaklaştırmıştı.
【Temas
gerçekleştirme başarılı! 】
【Güç kaynağına
bağlanıldı. Güç depolanılıyor! 】
【Sistemin öz
değerlendirmesi: sistemin bütün işlemleri standart. Kullanmaya devam ettiğiniz
için teşekkürler! 】
Sistemin
denetlemesi biraz fazla modern değil mi?!
Shen
Qingqiu’nin başlangıçtaki ruhanî enerjisi ağzına kadar dolu bir göle yakındı.
Bu sefer Luo Binghe tarafından epey bir miktarı emilmişti.
Fakat bu boşluk bir anlığına sürmüştü. Güneş ve Ayın
Nemlendirdiği Çiçek Tanesi’nden oluşan bedeni çabucak ruhanî enerji toplamaya
başlamış, Luo Binghe’nın çektiği enerji kaybını yerine koymuştu.
Shen
Qingqiu şu anki bedeninin taşınabilir güç kaynağı(powerbank) gibi olduğunu
hissetti.
İçinden
kükredi: Önceki hayatımda bazı roman incelemelerimde biraz haddimi aştıysam da
sövdüğüm şeyler Gökyüzüne Ateş Eden Uçak’ın yazma kabiliyetineydi ve hiçbir
şekilde asıl erkek lidere değildi! Öyleyse neden Luo Binghe her zaman benimle
ilgileniyor?!
Luo
Binghe şaşkınlıkla bağırarak elini çekti.
Bu
damarın özü daha önceki hiçbir damara benzemiyordu. Çoktan ruhanî enerjisinin
çoğunu çekmiş olmasına ve şeytanî enerjisinin büyük bir bölümüyle onu
doldurmasına rağmen çabucak yenilenmişti. Görünüşe göre Sha Hualing bu adamı
yakalamakta ısrar ederken haklıydı.
Sha
Hualing yüksek sesle küt diye çarparak yere düştü. Bu adamı yakalama konusunda
doğru bir karar verdiğini biliyordu ve muhtemelen kısa mesafede ölümden
kurtulmuştu, büyük bir kederi kıl payı atlatmıştı. Yine de son derece
korkmuştu, dizlerinin titremesini durduramıyordu. Aceleyle duruşunu düzeltmeye
kalkışarak tek dizinin üstüne çöktü.
Luo
Binghe konuştu: “Bunu sahiden senin yapıp yapmadığın umurumda değil. Fakat onu
bir daha asla bu simayla görmek istemediğimi aklında tut.”
Sha
Hualing çabucak başını eğdi. “Emredersiniz!”
Luo
Binghe, elini kaldırıp savurarak açtığı yarığın içine adım attı. Ayrılırkenki
kibirli tutumu çoğu insanın öfkelenmesi için yetmişti. İkisini öylece çorak
çölde ardında bırakmıştı, Luo Binghe Shen Qingqiu’nin kaçmaya çalışıp
çalışmayacağını umursamıyor gibiydi.
Kaldı ki,
endişelenmesine gerek yoktu. Shen Qingqiu çoktan onun kanını sindirmişti, o
yüzden kaçmaya çalışırsa Shen Qingqiu’nin bulunduğu yeri bulup ölümden daha
beter acıya neden olması için Luo Binghe’nın tek yapması gereken şey parmağını
şıklatmaktı.
Shen
Qingqiu aniden düşündü: öyleyse… Ağabey Bing’ın müritlerinden sayılabilir miydi?
Tabii ki de, Luo Binghe sahiden onu tanımamıştı.
Kartlarını doğru oynarsa gelecek olasıkların umutlu gözüktüğünü anlamına mı
geliyordu bu?
Sadece ayda bir kerelik bir durum değil miydi? Bir süre sonra buna alışırdı!
Düşünceleri
şiddetli karmaşa içerisinde fırıl fırıl dönerken Sha Hualing aniden onu
yüzünden kavradı. Shen Qingqiu iki parmağını uzatarak onu engelledi. “Ne
yapmaya çalışıyorsun?”
Sha
Hualing dişlerini gıcırdattı. “Onu duymadın mı? Daha şimdi yüzünü görmek
istemediğini söyledi!”
Shen
Qingqiu boş gözlerle baktı. Ansızın uzanıp tek elle cübbesindeki tülbent
parçasını yırttı.
Sha
Hualing çığlık attı: “Neden cübbelerimi parçalıyorsun?!”
Qingqiu
kumaşın üzerinde iki delik oluşturduktan sonra kendi yüzüne bastırdı, böylece
sadece gözleri görünüyordu. “Cübbemde çok fazla delik var, o nedenle sadece
seninkini kullanabilirim. Tek bildiğin şey birisinin yüzünü paramparça etmek mi?
Bir parça kumaş kullanmak yeterli. Çirkinleşmeye gerek yok.”
Luo
Binghe’nın bu kişiye ayda bir kez ihtiyacı olduğu gerçeği olmasaydı geriye
kalan el sürülmemiş tek yer saçları olacaktı, Sha Hualing onu kıyma şeklinde
büyükçe doğrardı. Luo Binghe’nın bu simanın sahte uyarlamalarını gördüğündeki
küçümsemesi, doğranıp kanlı bir görüntünün oluşmasından zevk alacağı anlamına
gelmiyordu. Sha Hualing sadece sinirini yutup bağırdı: “Gidelim!”
Gidiyorlarsa
gidiyorlar demekti. Her şekilde nereye düşerlerse düşsün bir önemi yoktu, her
adımı hesaplamak gereksizdi. Shen Qingqiu Luo Binghe’nın İblis’in Kalbi
kılıcını başarıyla bastırdıktan sonra artık ona ihtiyacı olmayacağı sonucuna
vardı. O noktaya gelince efsun dünyasına veda edecekti, ki muhtemelen bu çok
ileride olacak bir olay değildi. Dikkatli olmayı sürdürdükçe Luo Binghe,
ruhunun Güneş ve Ay’ın Nemlendirdiği Çiçek Tanesi’nin sahte bedeninden
kaçtığını fark etmediği sürece sorun olmayacaktı.
Shen
Qingqiu bu yeni rolüne gayet çabuk adapte olmuştu. Luo Binghe’nın arkasından
Sha Hualing’le peşpeşe girdiği yarık hemen ardından yavaşça kapanmıştı. İblis ırkından
çoğu seçkin komutanın uyum sağlama hızları da pek mükemmel sayılırdı, Sha
Hualing biraz soluklanmanın ardından tamamıyla sakinleşmişti.
Sordu:
“Adın nedir?”
Yarığın
diğer tarafı uzun bir hole açılmıştı. Duvarın iki tarafında da görülebilen
karışık işlemeler vardı, her türlü motiflerden üzerlerine oyulmuştu. Fener gibiydi
fakat biraz daha loştu.
Shen
Qingqiu bu yerin nedense aşina geldiğini hissetti. Düşünmeksizin yanıtladı:
“Eşsiz Salatalık.”
Sha
Hualing mırıldandı “Eşsiz Salatalık mı?” Çok geçmeden hiddetle sordu: “Benimle
dalga mı geçiyorsun?”
Shen
Qingqiu oyma işlemelerine baktıkça bu motifleri şahsen daha önce hiç
görmediğinden iyice emin oldu, bunun hakkında önceden bir açıklama görmüş
olabileceği ihtimalinin sonucuna vardı.
Bu
süreçte Sha Hualing’i tamamıyla yok saydı. Yanıt alamadığını anladığında Sha
Hualing kızgın bir şekilde onu tehdit etti: “Önceden ne yapmış olursan ol,
Kutsal İblis’in kanını içmenden itibaren lordun adamlarından birisisin. Onun
düşüncelerine karşı çıktığın takdirde tek parça bir bedenle ölmek en hafif ceza
sayılır!”
Köşeyi
dönüp birkaç tanıdık sarı cübbeli mürit ortaya çıktığında Shen Qingqiu sonunda
nerede olduğunu anlayabilmişti: Huan Hua Sarayı, Luo Binghe’nın İnsan
Âlemi’ndeki karargâhındaydı.
Fakat
burası bildiği Huan Hua Sarayı’ndan çok farklıydı. Huan Hua Sarayı görkemli ve
şaşaalı olmalıydı, lüksten göz kamaştırmalıydı. Her tahta kalas ve taş en
müsrif maddelerden yapılmış olmalıydı.
Fakat
gözlerinin önündeki yapı tek bir kelimeyle açıklanabilirdi:
Sönük.
Önceki
hanedanlıkların hükümdarları daima müsrifliği sevmişlerdi ve Luo Binghe
onlardan farksızdı. Yine de lüks olması gerekirken kasvetli donukluk vardı.
Koridoru kaplayan fenerler bile her an sönebilirmiş gibi titreyerek
yanıyorlardı.
Çok
geçmeden Sha Hualing, geriye kalan Huan Hua Sarayı müritleriyle aynı cübbeyi
giymişti. Şeytanî enerji yaymadığında herhangi hoş gözüken insan kızından
farksız duruyordu.
Luo
Binghe koridoru geçmiş, büyük saray odasında oturmuştu. Shen Qingqiu aslında
başka bir yere sapmak istiyordu fakat Sha Hualing tarafından durduruldu:
“Nereye gidiyorsun? Uzaklaşma. Benimle kal!”
Shen
Qingqiu ona karşı gelmek istemiyordu, gönülsüzce onun ve diğer müritlerin
yanında dip dibe durdu, düz bir çizgide sıralanmışlardı. Hemen sonra bir mürit
rapor vermek için doğruldu.
Diğer birkaç mürit de ona uyarak takip etmiş, saygılarını göstererek uyumlu bir
şekilde güncel olayları rapor etmişlerdi. Shen Qingqiu aşina olduğu bir addan
bahsedildiğini işitene değin dalgın bir şekilde konuşulanları dinliyordu.
Mürit
konuştu: “Saray Lordu; siz gittiğinizde, mâlûm Liu Qingge iki kez geldi. Sizin
burada olmadığınızı gördüğünde bütün su kestanesi çiçeklerini ezdi.”
Bunu
duyduğunda Shen Qingqiu kaygılanmış, dişleri hafifçe sızlamıştı.
Liu Qingge,
o… ondan intikam almaya mı çalışıyordu?
Luo
Binghe’nın ifadesi “Kimin umurunda, bu yaşlı adamın bolca parası var” tarzında
bir güvenceyle dolmuştu. “Onları ezmesine izin verin. Başka?”
Mürit ona
bakıp soğuk terlerini sildi. Dikkatlice ekledi: “Ayrıca… Küçük Saray Hanımı…
sizinle görüşmek istiyor.”
Aslında
Shen Qingqiu, Luo Binghe’nın sevgilisinin bütün saray holüne bildirilirken
nazik ve şefkatli ifade takınacağını düşünüyordu. Bunun yerine soğuk, ilgisiz
bir ifadeyle karşılayacağını kim bilebilirdi ki? Konuşmak için bile fazlasıyla
yorulmuş gibi elini sallayarak konuyu reddetti.
Mürit zor
duruma sokulmuştu. “Fakat…”
“Fakat
ben çoktan geldim!”
Sesi
işittiğinde Shen Qingqiu’nin dişleri ve derisi sızladı. Saraya girdiği gibi
söylenebileceğinden daha hızlı bir şekilde Küçük Saray Hanımı’nın şevkli
yaradılışıyla çevrelenmişti. Yanında, aynı sarı cübbeyle biraz yaşça büyük bir
güzellik vardı. Gözleri pusluydu, gözyaşları her an dökülecekmiş gibiydi. Bu
kişi Qin Wanyue’den başkası değildi.
Shen
Qingqiu ikisine baktığında oldukça tahmin edilmeyecek bir gelişme hissetti.
Bu iki
kız gençliklerinin baharında olmalıydılar, fakat ikisi de solgun ve bezgindi.
Bu özellikle de yanaklarında çoğunlukla kosmetikle yapay bir şekilde
oluşturulmuş gibi gözüken, eşit olmayan bir şekilde dağıtılmış kırmızı lekeli
Küçük Saray Hanımı’nda belliydi.
Neden
kısmen bile sevgilisi tarafından lüksle şımartılmış bir genç hanım gibi
gözükmüyordu?
Küçük
Saray Hanımı Luo Binghe’ya bakmak için başını kaldırdı. “Dönmüşsün.”
Luo
Binghe ona baktı, sessizdi. Qin Wanyue sessizce konuştu: “Küçük Saray Hanımı,
geri dönelim.”
Küçük
Saray Hanımı hızla ona konuştu: “Gece gündüz kimi düşündüğünü bilmiyor muyum
sanıyorsun? Benim yanımda durmanın nedeni, her şeyi yapabilmenin sebebi, onun
anlık bakışını yakalamak için değil mi? Öyleyse neden onu gördüğünde sahiden
sevimli ve acınası davranıyorsun? Niçin buraya gelmeden önce beni durdurmak
için hiç gayret göstermeyip sadece şimdi bana akıl veriyorsun?”
Qin
Wanyue başını eğdi, bir şey demeye cesareti yoktu. Kulakları koyu kırmızıya
boyanmıştı.
Küçük
Saray Hanımı tekrardan saray holüne döndü. “Hâlâ babamı bulamadınız mı?”
Luo
Binghe konuştu: “Yaşlı Saray Ustası bulutların içerisinde kayboldu. Ondan
geriye hiçbir iz kalmadı.”
Bu yanıt
gerçekten son derece riyakârdı. Shen Qingqiu’nin birçok televizyon dizisi ve
internet romanından derlediği izlenimine göre “Bulunduğu yeri bilmiyorum”
repliğini söyleyen kişi genellikle önceki liderin kaybolmasını dikkatlice
organize etmiş baş suçlu oluyordu.
Küçük
Saray Hanımı soğukkanlılıkla alay etti. “Yine bu cümle. Bana yeni bir bahane
sunmak için bile mi enerjin yok? Pekâlâ, Pir’den bahsetmeyeceğim. Benim
hakkımda konuşalım.”
Cırtlak
bir şekilde sordu: “Gelip sana rastlamasam beni arar mıydın?”
Luo
Binghe etrafta gözüküp kız kardeşi itip kakacak tipte bir canavar mıydı? Aygır
romanının erkek liderinin itibarını aşağılama!
Luo
Binghe’nın belli ki bu itibardan vazgeçmiş olması yazıktı. Birkaç Huan Hua
Sarayı müridi sarayın merdivenlerinde göründü, onu teselli etmeye gidiyorlar
gibi görünüyorlardı fakat sadece zorla Küçük Saray Hanımı’nı dışarıya
itelediler. Dışarıya sürüklenirken bağırıp çağırmayı sürdürmüş, Qin Wanyue
hantal bir şekilde arkasından ilerlemişti. Bir şey beklercesine zaman zaman Luo
Binghe’ya dolu gözlerle bakmıştı.
Bundan
önce pür dikkat, düzgün bir şekilde duran Sha Hualing şimdi kaşlarını çatarak
onları takip etmişti. Verandada durduklarında onları azarladı: “Ne yapıyorsunuz
siz? Ona göz kulak ol dediğimde işinin yapılış şeklinin bu olduğunu mu düşündün?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder