O esnada
Shen Qingqiu’nin kendi durumuna üzülmek için çoktan sayısız nedeni ortaya
çıkmıştı.
Bu
nedenler Luo Binghe’nın gözünün önündeki tartışmalı firarından dolayı değildi,
çok kısa bir sürede son derece aşina olduğu iğrenç sesi işitmesinden dolayıydı.
Bu ses, Google
Çeviri gibi mekanik konuşma tarzına sahipti.
Çoktan ovalayarak parlattığımı, virüsten kurtarmak için var
olan donanımı da değiştirdiğimi sanıyordum?! Yeni bir sayfanın açılmasından
itibaren insan kalabalığının içerisine karışıp geniş gökyüzünde uçan bir kuş
kadar özgür olabilmem gerekmiyor muydu?
Çan hırsızı gibi
kulaklarını örten Shen Qingqiu yıldırım kadar hızlı bir şekilde telaşla İblis
Âlemi’nden İnsan Âlemi’ne, Huang Ling’ten dış sınırlara kadar kasırga gibi koşturdu.
O zalim ses zihninde kamp kurar gibi şakımayı sürdürdü.
Çan
Hırsızı: Bir çan hırsızının suçundan kurtulmak için çanın sesini duymak
istemiyormuşçasına kulaklarını kapadığı halk hikâyesine gönderme yapıyorlar,
yani Shen Qingqiu şu anda kendini Sistem'in geri gelmediği konusunda
kandırıyor.
【… Aktive ediliyor… Aktive ediliyor… Ruh bağlanıyor…】
【…Onarılıyor…Müşteri hizmetine bağlanılıyor…】
Bu ‘ruh bağlanması’nın nedeni Luo Binghe’yla
karşılaşmasından dolayı sistemin tekrardan aktive edilmesi miydi?
Bedenleri değiştirdikten sonra bağlantıyı kesmiş
miydi, o nedenle mi programı onarmak için müşteri hizmetine bağlanman
gerekiyor?
Luo Binghe sahiden de hayatındaki şeytani yol gösterici
yıldızdı!
Neyse ki Sistem yarı ölü şekilde tekrar edip duran anahtar
kelimelerin yanında en azından bütün bir cümle kuramıyordu. Shen Qingqiu çevik
bir şekilde gerisin geriye yöneldi fakat ileride beliren insan evlerinin
işaretlerini gördüğünde ve kendi görüntüsü hesaba katıldığında adımlarını yavaşlatarak
garnizon şehrine geri döndü.
Bu küçük sınırlara sahip kasaba gündüzleri geceye nazaran
daha canlı görünüyordu. İşlerin iyi gittiği söylenemezdi- sokaklar ne genişti
ne de evlerle sınırlandırılmıştı; yayalar ne azdı ne de çoktu, fakat dükkânın
önü açıldığında kendilerince başarılı oldukları söylenebilirdi.
Çay ocağının yanında işaret bayrağı* rüzgârda
dalgalanıyordu, ellerinde kılıç olan genç bir adamla kadın durmuş uzağa doğru
bakıyorlardı. Shen Qingqiu yanlarına gidip sordu: “Neden hâlâ Cang Qiong
Dağı’na dönmediniz?”
İşaret bayrağı: Antik
Çin’de tabela yerine işaret bayrağı kullanılıyormuş.
Liu Mingyan onu hafif bir selamlamayla karşıladı. Yang
Yixuan apar topar konuştu: “Diğer sektlerdeki müritler çoktan döndüler.
Kıdemlinin kaçmayı başarabildiğini gördüğümüze göre bizim de endişelenecek bir
şeyimiz kalmadı.”
Shen Qingqiu onlarla birlikte çay ocağına ilerleyip
oturmak için bir masa buldu. Kenarda, normalde aylak aylak konuşan bazı
insanlar ona anlık bir bakış atmanın ardınan aniden telaşlanarak bağırdılar:
“Ah, bu… bu…”
Shen Qingqiu bakmak için arkasına döndü. Meğerse onlar, sürünerek
yerden çıktığı gece kurtardığı sınır nöbetçisi müritlerdi. Kekelediğini gördüğü
ilk kişi ismini söyleyememişti. Lu Liu çabucak konuştu: “Bu sizsiniz, Eşşiz
Efendi…!”
Eşsiz’in son iki harfini de söylemişti fakat fazlasıyla
anlaşılmazdı, ağzında geveledikten sonra iyice belirsiz olmuştu. Diğerleri,
birazcık aceleyle, sırayla sürdürdüler: “Bu sizsiniz, Eşsiz Efendi…!”
Shen Qingqiu başıyla selam verdi, içinden başka bir isim
bulması gerektiğine karar verdi, ertelemeye gelemezdi. Yang Yixuan şaşkın
şaşkın konuştu: “Kıdemli, soyadınız Huang(Sarı) mı? Huang Hua (Sarı Çiçek) mı,
Guang Hua (Görkemli Işık) mı?”
Shen Qingqiu iki kez iç çekti, ayrıca belli belirsiz
konuştu: “Bu…” Kimliği kullandığı bunca senenin ardından sonunda ilk kez
utanmıştı.
Sert bir ifade takınarak konuştu: “Dün gece çeşitli
sektlerin müritleri olan sizler beni Chi Yun Mağarası’nda gördünüz. Orada
kendimi gizleyemedim, o nedenle diğerleri beni sorarlarsa hakkımda
olabildiğince az bir şey dillendirin. Direkt ağzınızı kapatırsanız daha iyi
olur.”
Yang Yixuan konuştu: “Neden? Kıdemli, ustamla yakın değil
misiniz?”
“Ah, gayet yakındık aslında…”
Yan masadaki muhabbet sürerken Shen Qingqiu hâlâ ne
diyeceğini bilmiyordu. Birisi kavun çekirdeklerinin kabuğunu tükürürken sordu:
“Liu-ge, neden detaylandırmıyorsun- nasıl alternatif bir açıklaması olabilir?”
Lu Liu konuştu: “Alternatif açıklaması fazlasıyla ilgi
çekici. Bu görüş içeriden birçok insanı ayırıyor gibi görünüyor. Bu Luo Binghe
ve Shen Qingqiu…”
Bu iki ismi duymanın üzerine Shen Qingqiu’nin kalbi küt
küt attı. Bilinçsizce duruşunu düzeltip dinlemek üzere kulaklarını dikti.
Elindeki yelpazenin sallanışı yavaşladı. Cang Qiong Dağı sektinden gelen ikisi
de incelemeye karşı koyamamışlardı.
Lu Liu ağızdolusu bir çay içip konuştu: “Bu Luo Binghe ve
Shen Qingqiu ustayla mürit, değil mi? Bu Luo Binghe fakir ve mütevazi bir
aileden geliyor, dünyanın güçlüklerini küçüklüğünden beri çekmiş birisi. Cang
Qiong Dağı sektinin müridi olduktan sonra bir süre daha az değer görmüş,
akranları tarafından dövülüp küçük düşürülmüş. Neyse ki Shen Qingqiu ona fedakârlık
ve yoğun ilgiyle bakmış.”
İhtişamlı ve ahenkli bir şekilde sesini yükseltip
alçaltarak konuşuyordu, her bir kelimesini canlı bir şekilde ifade ediyordu,
profesyonel hikâyecilere kafa tutuyordu. Shen Qingqiu zarif bir şekilde başını
salladı. Doğru, Luo Binghe’yı Sonsuz Uçurum’dan aşağıya şutlamasından önce
fazlasıyla iyi yürekli olduğuna bahse girebilirdiniz.
Yang Yixuan burnundan soluyarak konuştu: “Fekdakârlıkla
ilgisini nerede gösterdi? Ben hâlâ…”
Birisi çok şaşırmış bir şekilde konuştu: “Bu, olayların
Shen Qingqiu’nin müritlerini ezdiği söylentisinin tamamıyla tersi olan biçimi
mi?
Lu Liu konuştu: “Şimdiden buna mı şaşırdın? O hâlde
bütün gün birlikte olan bu ustayla müridin gizden doğan samimi duyguları hakkındaki
bütün söylentileri açıklamayı sürdürdüğümde ne yapacaksın?” Shen Qingqiu’nin
masasında üçü de ağız dolusu çayı yudumlamış, fakat bu cümleyi duymanın
ardından Shen Qingqiu’yle Yang Yixuan eş zamanlı olarak fışkırtıvermişlerdi.
Liu Mingyan ağzındakileri fışkırtmamış olsa da elleri titremiş, fincanı
devrilerek çay bütün masaya dökülmüştü.
Masadaki
bütün insanlar hayretler içerisinde derin bir nefes almıştı: “Böyle bir
söylenti mi var?!”
Lu Liu
konuştu: “Aynen öyle! Fakat, açıkçası, Luo Binghe Shen Qingqiu’ye karşı tek taraflı
ahlaksız düşünceler barındırıyordu, bu onun arzulu düşünceleriydi.”
Onun
arzulu düşünceleri mi? Onun arzulu düşünceleri mi?!
“Shen
Qingqiu nasıl birisi? Qing Jing Tepesi’nin Tepe Lordu. Qing Jing Tepesi’nin
adabı nedir? İç dinginlik ve arzulardan vazgeçme, kendini yerden yere atarak
birisinin kalbine girmek efsun yolunda yasaldır. Shen Qingqiu ölümlü
dünyasından görüyordu fakat normal bir insanın bencil duyguları içerisine
girişmemişti. Bunun nedeni Luo Binghe’nın elde etmekte başarısız olduğu aşktan
doğan nefretti!”
Shen
Qingqiu’nin alnında ve elinin üstünde mavi damarlar ortaya çıkmıştı.
Yang Yixuan afallamış bir şekilde konuştu: “A-aşktan doğan nefret mi?”
Lu Liu
devam etti: “Bu yönden düşünün, her şeyin açıklaması daha kolaylaşıyor. Bütün
olay gidişatı Ölümsüz İttifak Ligi’nde kesinlikle şöyle başlıyor:
“Luo
Binghe, Qing Jing Tepesi’nin baş müridi olarak yarışmaya gönderildi. Olağanüstü
başarısı nedeniyle kendine güvenle doluydu. Her şey iblisler serbest bırakılarak
mühürlü dağa akın edip Shen Qingqiu Jue Di Vadisi’ne yardım sağlamak için
girdiğinde gelişti. Luo Binghe Shizun’una gerçek hislerini itiraf etme
fırsatını yakalamıştı.”
Shen Qingqiu acıyla utanmış bir şekilde eliyle yüzüne kapattı.
Neden, neden
böyle birisi için her zaman her on cümleden dokuzu iyi olup sonuncusu daima
fazlasıyla tuhaf kaçıyor gibi görünüyor?
Ek olarak, bütün olayın anlamını çok tuhaf bir şeye
çeviren de aynen bu cümleydi!
Lu Liu ciddiyetle konuştu: “Shen Qingqiu asildi; lekesiz bir şana sahipti, doğal olarak kararlı
bir şekilde reddetti.”
Shen Qingqiu hafifçe kıpırdandı. Diğer kıdemli çırak
kardeş Zhangmen’e nazaran yabancıların kişiliği için “asil ve lekesiz şahsiyet”
cümlesini kabûl edeceğini hiç tahmin etmemişti. Olay örgüsünün hemen ardından
etkileyici bir dönüş yapacağını kim düşünebilirdi ki? Lu Liu duygu dolu bir
sesle konuştu: “Reddedilmenin ardından Luo Binghe’nın gözünün dönebileceğini
kim tahmin edebilirdi ki? Kötü niyetle dolup taşarken aklını bile kaybederek
öfkeden deliye döndü. Utanç verici ve evlada yakışmaz bir hareketle arzularının
Shen Qingqiu’nin ırzına geçerek boyun eğdirmesine izin verdi!”
Shen Qingqiu
karışık saçlarının arasına parmaklarını geçirdi, yoğun kederle gömmüştü.
Yang Yixuan’ın çoktan dili tutulmuştu. Yeni dünyaya açılan
kapılar bu genç adama daha henüz açılmıştı ve yeni bakış açılarıyla
paralanmıştı. Liu Mingyan, diğer bir yandan, sadece hafifçe bir “Ah.”
diyebilmişti.
Sadece o özenle konuşmuştu: “Yani böyle olmuş.”
‘Yani böyle olmuş’ da ne?!
Oradaki ‘böyle’ neyi ifade ediyor?!
Kadın kahramansın diye seninle dövüşmeyeceğimi düşünme!
Onlar
fark etmeden önce dedikoduyu dinlemek için Lu Liu’nin masasına izleyici
kalabalığı toplanmıştı, kavun çekirdekleri ve ahşap bençler yeri kapatıyordu.
Kendilerinden geçmiş bir dikkatle dinlerlerken hepsi “Nasıl canavar birisi—“
kısmında iç çekti.
“Sadece
canavar değil, düpedüz canavardan daha da kötü-”
İç
çekişlerin sesleriyle eşsiz ilgiden tatmin olmuşlar gibi görünüyorlardı.
Ağabey,
sınır devriyesinin mi liderisin, dedikodu takımının mı?!
Lu Liu fincanını ansızın tokmak gibi indirip vurdu.
“Shen Qingqiu’nin boyun
eğmeye hazır olmasının imkânı yoktu! Ustayla müridin kılıçları çarpıştı. Sonuç
olarak Shifu fazladan bir iz kazanmış, Luo Binghe yeniden mağlup olup hüzünlü
bir şekilde ölümünü gerçekleştirdi.”
“Acı bir şekilde dövüşüp birbirlerini kırsalar bile Shen
Qingqiu yine de sevgili müridinin itibarının mahvolmasına katlanamazdı.
Olaylardan açıkça bahsedemezdi, o nedenle Luo Binghe’nın iblis ırkının elinden
ölümü bulduğu bahanesini kullandı. Müridinin itibarını korumuş olsa bile daha
fazlasını yapmaya niyetli değildi.”
“Yani, Ölümsüz İttifak Ligi’nde olanların ardından Luo
Binghe’nın yıllarca kaybolmasının ve ölmemesine rağmen Cang Qiong Dağı Sekti’ne
geri dönmemesinin ardındaki gerçek bu.”
“Görmek istemediğinden değil, Shizun’unu görmeye yüzü
olmadığındandı!”
Sonunda, hikâye sallamalarla doluydu. Sonlandırdığında,
Shen Qinggqiu kalbini gözyaşlarıyla suluyordu.
Ne etkileyici bir olay örgüsü!
Bu ikisi kimdi- saldırganla beyaz nilüfer çiçeği Meryem
Ana mı?!
Kendisini zorlamayı başarsın başarmasın, çözüm buydu-
sorunun lanet önemli noktasına sahiden indirgiyordu. Bu Luo Binghe’ya nasıl
olmuştu? Birisinin ırzına geçmek isteseydi kim itaatkâr bir şekilde bacaklarını
açmazdı?!
Lu Liu konuştu: “Ölümsüz İttifak Ligi’ndeki duygusal
meselelerin ardından Luo Binghe’nın bir başka beklenmedik karşılaşması oldu.
Baştan aşağıya olağanüstü başarıları kazanana kadar çalışmıştı, Huan Hua
Sarayı’nın Yaşlı Saray Ustası’ndan bile faydalanmıştı. Fakat yine de Shen
Qingqiu konusunda vazgeçmeye isteksizdi. Geri dönüşünün ortamını hazırlarken
Hua Yue Şehri’ndeki olaylar meydana geldi.
“Cang Qiong Dağı Sekti’ndekilerin hepsi Luo Binghe’nın
İblis Irkı’ndan olduğuna diretmiyorlar mı? Gördüğüm kadarıyla, mantıken, bu
öylece ortaya atılmış bir şey değildi. Büyük olasılıkla Shen Qingqiu’nin ününü
karalamak için İblis Irkı’yla komplo kurduğuna dair küçük ipuçlarını
keşfetmişler. Shen Qingqiu ilgisiz ve erişilmezdi, Luo Binghe onu görmeye
katlanamıyordu; o yüzden Shen Qingqiu’yi dibe çekmek istedi. Tamamıyla fiziksel
mağlubiyetle gözden düşmek gururunu yıkacaktı!”
Shen Qingqiu neden gevşediğini bilmiyordu. Kısacası,
bedeninde ve zihninde aniden bir rahatlama hissetmişti. Bir şeyi dinlemek ya da
bir şeyle ilgilenmek istemiyordu.
Keyifli görünüşüyle diğer ikisine konuştu: “Yemeklerimizi
sipariş edelim.”
Lu Liu şansını deneyerek konuştu: “Eşsiz Efendi… sofranızdakileri
benden sayabilirsiniz.”
Ardından arkasını dönmüş, keder dolu bir tonla ahını
sürdürmüştü:
“Luo Binghe Shen Qingqiu’yi Huan Hua Sarayı’nın su
hapishanesine kapatabilmek için her yolu düşündü. Neyin peşinde olduğunu mu
soruyorsunuz? Zorba planlarının fark edilmesi kolaydı. Huan Hua Sarayı’nı
çoktan cebine indirmişti, böylelikle bir el sallamasıyla yeri göğü oynatabilirdi.
Shen Qingqiu’yi dört sektin ortaklığında soruşturmaya yakın geçici bir süre
gözaltında tutarak saklamak istediler fakat kaplanın ininde tutulan kuzuda
küçük değişiklikler vardı. Su hapishanesinde tutulduğu o kısa dönemde Shen
Qingqiu Ölümsüz Bağlayan Halatlarla bağlanmıştı. Tamamıyla ruhanî
enerjilerinden mahrumken kim bilir bu sapık mürit ona neler yaptı?!”
Kalabalık, tek bir sesle iğrenmişliğini laf arasında
dillendirdi: “Ne sapık mürit ama!”
“Koynunda yılan büyütmüş!”
Shen Qingqiu menüyü kenara fırlattı. “Başka bir yere
gitmeye ne dersiniz?”
Lu Liu konuştu: “Shen Qingqiu bu aşağılamayı kaldıramadı,
bu yüzden kaçmak için tüm gücünü topladı. Hua Yue Şehri’nde Luo Binghe’nın
gönderdiği arama grubu tarafından durdurulacağını kim bilebilirdi ki? Cang
Qiong Dağı Sekti tek kalpti ve Bai Zhan Tepesi’nin Tepe Lordu Liu Qingge doğal
olarak anında gidip yardımda bulunmuştu. Yardıma kalkışması doğrudan Luo
Binghe’yla yüz yüze gelmesi demekti.
“Luo Binghe’nın kıskançlık denizi, göğü tersine çevirebilirdi.
Hiçbir açıklamaya izin vermeden Liu Qingge’yı tamamıyla devirip elini acımasız
öldürücü saldırısını yapmak için kaldırdı. Başka çıkış yolu olmadığından Shen
Qingqiu böyle bir durumda sadece kendini feda edebilirdi… artık…”
Daha sonrasında devam etmemiş, anlatımında son derece
büyük bir boşluk bırakarak izleyicileri iç çekme korosuna davet etmişti.
Lu Liu nihayet sonucuna gelebilmişti. “Bu kesinlikle gizli
gizli farklı açıklamalara ayrılıyor. Birazcık saçma gelse bile bazı insanlar
tarafından tamamıyla anlamsız karşılansa da bir şeyi ilgilendiren birçok detayı
barındırıyor. Beyler, ne pahasına olursa olsun asıl hikâyelerin çoğunlukla
örtbas edildiğini ya da asıl yazıların abartılıp asıl gerçeklerin gizlendiğini
ve birçok popüler tarihi olayın resmi olarak böyle alındığını unutmayın!
Ayrıntılar biraz bile güvenilir değildi, tamam mı?!
‘Gerçek tarih’ senin kız kardeşindir!
Ağabey, erkek
kahramanla takılmak şöyle dursun, yirmi yıl boyunca hiçbir kız kardeşi elde
edememekten daha büyük bir trajedi yaşadıysam bile kesik kollu* olmakta çareyi
bulmam!
Kesik kollu: Antik Çin’de gayler için kesik kollu terimi kullanılırmış.
Genç
bayan hizmetçinin incelikle dokuyarak önüne kadar yemekleri servis etmesinden
sonra Yang Yixuan’la Liu Mingyang hâlâ boşluğa şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Shen
Qingqiu azarladı: “Çabuk olun da yiyin. Bitirdiğinizde vakit kaybetmeksizin
geri dönmelisiniz.”
Bu tarz
tehlikeli bir yerde daha fazla kalınırsa—bu iki çocuğun hayatlarına, dünya
görüşlerine ve değerlerine karşılık kim bilir neler saldırıp acı çektirecekti!
Bu iki
çocuğa sınıra kadar eşlik etmenin ardından Shen Qingqiu onlara zıt yönde
ilerledi.
Ay
gökyüzünde yükselene kadar yürüdü, son derece odaklandığında uğursuz çanların
belli belirsiz çalındığını işitebiliyordu.
Shen
Qingqiu başını bile çevirmeksizin konuştu: “Ölsen de vazgeçmezsin sahiden.”
Bulunduğu
yer keşfedilmişti ve Sha Hualing bunu saklı tutmaya yeltenmemişti. Kendine
güvenerek görüş açısına girip bileklerindeki kırmızı tülbentleriyle gülümsedi.
“Ling-er’ı* bu kadar meraklı yapmayı size kim öğretti, efendim? Birisine
böylesine dikkatle bir şeyleri öğrettiğinize göre seçkin şahsınızla Cang Qiong
Dağı arasında nasıl bir bağınız var?”
Ling-Er: Kendisinden
bahsediyor.
Shen Qingqiu
arkasını dönüp elini sallayarak konuştu. “Seninle savaşmayacağım ve sen de
benimle savaşmak için hiçbir düşünceye sahip olmayacaksın.” Sha Hualing’in şu
anki saygınlığı tartıldığında onunla savaşamazdı. Onu sadece ürkütmeyi
düşünmüştü ki aniden bütün bedeni şaşkınlıkla sarsıldı. Binlerce ayaklı çıyan
organlarında delik açıyormuş gibi hissetti.
Sha
Hualing’in gülümseyen ifadesi kurnaza meyillendi. “Evet, seninle karşılaşmayacağım
fakat bunun seni hiçbir şekilde kontrol edemeyeceğim anlamına mı geldiğini
sandın?”
Shen
Qingqiu bacaklarının bir süre dayanıksızlaştığını hissetti fakat hâlâ sabit bir
şekilde duruyordu. Dişlerini sıkarak konuştu: “Onu ne zaman yememi sağladın?”
Sha Hualing
cilveli bir şekilde konuştu: “Bugün yediğin ve içtiğin şeyler nasıldı? Kadın
hizmetçi kız kardeşler güzeller miydi? Tesadüfen, bunlara kandın— yüksek
mevkide ve oruçlu olsaydın ağzına girecek her şeyi reddederdin, bu gerçekten de
Ling-er’a dert verirdi.”
Dikkatsiz.
O sırada bütün ilgisi dedikodu takımı kaptanının heyecanlandırıcı ve dokunaklı
performansına çekilmişti. Dedikodu insanı öldürür, of!
Shen
Qingqiu’nin çevresinde halka şeklinde dönerek son derece hâlinden memnun bir
üslupla konuştu: “Şu an bedenindeki şeyin ne olduğunu biliyor musun? Bu sıradan
bir zehir değil.”
Hadi be!
Bu kıdemli ona senden daha fazla aşina. Kutsal İblisin kanını çoktan iki kez
tükettim, iki kez!
Normalde
bir kez tüketip bir kez ölürsün. Bu piyangoyu benden fazla kim kazanmış
olabilir ki?!
Kutsal
İblis’in kanını asıl ustasından başka kimse kontrol edemezdi, ayrıca şimdi kan
parazitleri bedeninde hareketlenmeye başlamışlardı. Bu tek bir şey anlamına
geliyordu.
Sha
Hualing, Shen Qingqiu’nin arkasındaki bir şeye aniden reverans yaparak konuştu:
“Bu astınız sizi başarısızlığa uğratmadı. Bu kişiye size şimdiden yakaladım.”
Shen
Qingqiu sertçe başını çevirdi.
Siyah
yıldırımlar havayı bölüyor, yarattığı yarık yavaşça kapanıyordu.
Arkasında
uzun ve ince bir silüet duruyordu. Shen Qingqiu başını çevirdiği gibi sonunda
karşı karşıya gelmişlerdi.
Luo
Binghe onun yukarısında kale gibi yükseliyordu. Bakışları boş olmasına rağmen o
soğuk havuz gibi olan gözlerinin dik bakışları altında başka bir sakal
katmanıyla ya da takacağı bir maskeyle bile gizlenemezdi.
Shen
Qingqiu onun üzerindeki bakışlarını düzeltti.
Önceki
Luo Binghe soğukken taze karın üzerine yansıyan sıcak güneş ışığı gibiydi. Jin
Lan Şehri’nde ve su hapishanesinde bile bitkin yüz ifadesiyle sinirden
kontrolünü kaybetmek gibi insanlığa dair bazı kalıntıları vardı. Fakat bu genç
adam— ifadesi binlerce yıldır donuk gibiydi, doğrudan karlı bir alana taşınıp
özünü buzullaştırmış gibi görünüyordu ve başkalarının korkudan içlerinin buz
tutmasına neden oluyordu.
Buna
rağmen Shen Qingqiu’nin şu anki ruh hâli beklediğini almış gibi değildi. Bu
tarz bütün duyguları aklında karıştığından bunu açıklamak zordu fakat en çok
tecrübelediği duygu eksikti: korku.
Belki de
bunun nedeni kendisini saklamayla ilgili en iyi planının başarılı olmaması, yıldızların
asıl yerlerine geri hizalanmalarıydı fakat üzerine huzur ve umursamazlık
çökmüştü.
Luo
Binghe’nın yüzünde ne yapacağını bilemez bir ifade çok kısa bir süreliğine
belirmiş, yüzünü birazcık daha yumuşatmıştı. Fakat çabucak yumuşamanın izleri
yok olmuş, geriye bir iz bırakmamıştı. Göz bebekleri aniden küçülerek alnının
ortasındaki karışık kırmızı işaret alevlenmişti.
Kol
yenlerinin savrulması bitmeden önce Sha Hualing anında derin nefes almış, eller
birleşerek boynunu yakalamış gibi acıyla öksürmüştü.
Aynı
zamanda Shen Qingqiu’nin iç organlarındaki Kutsal İblis’in kanının damlası
çılgına dönmüş bir şekilde binlerce ipliğe ayrılmış, içini delip geçmişti.
Sırtı soğuk terlerden sırılsıklam olmuştu.
Luo
Binghe hafifçe konuştu: “Gerçekten bir parça cesaretin varmış.”
Tınısı
hafif olsa bile herkes yüzeyin altında saklanan şiddetli öfkeyi hissedebilirdi.
‘Gerçekten
bir parça cesaretin varmış’ mı? Kiminle konuştu bu— onunla mı, Sha Hualing’le
mi?
Shen
Qingqiu’nin beyni en hızlı vitesle yer değiştirmişti. Şu anki yüzü Shen
Qingqiu’nin aslını birazcık andırsa bile Luo Binghe onu tanımamalıydı. Hatta
Luo Binghe’nın algısı çizgiden sakallarının bile farkını dakika farklıya
kolayca anlayabilecekse… bu yolda kafasını ütüleyecek kadar düşünmek meyve
vermeyecekti. Algılarsa kesinlikle feci olacaktı fakat algılamamasının da iyiye
giden bir şeyi yoktu!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder