24 Ağustos 2020 Pazartesi

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 47: JIANGHU DEDİKODUSU


O esnada Shen Qingqiu’nin kendi durumuna üzülmek için çoktan sayısız nedeni ortaya çıkmıştı.


Bu nedenler Luo Binghe’nın gözünün önündeki tartışmalı firarından dolayı değildi, çok kısa bir sürede son derece aşina olduğu iğrenç sesi işitmesinden dolayıydı.
  

Bu ses, Google Çeviri gibi mekanik konuşma tarzına sahipti.

 

Çoktan ovalayarak parlattığımı, virüsten kurtarmak için var olan donanımı da değiştirdiğimi sanıyordum?! Yeni bir sayfanın açılmasından itibaren insan kalabalığının içerisine karışıp geniş gökyüzünde uçan bir kuş kadar özgür olabilmem gerekmiyor muydu?
  

  

Çan hırsızı gibi kulaklarını örten Shen Qingqiu yıldırım kadar hızlı bir şekilde telaşla İblis Âlemi’nden İnsan Âlemi’ne, Huang Ling’ten dış sınırlara kadar kasırga gibi koşturdu. O zalim ses zihninde kamp kurar gibi şakımayı sürdürdü.


Çan Hırsızı: Bir çan hırsızının suçundan kurtulmak için çanın sesini duymak istemiyormuşçasına kulaklarını kapadığı halk hikâyesine gönderme yapıyorlar, yani Shen Qingqiu şu anda kendini Sistem'in geri gelmediği konusunda kandırıyor.

 

… Aktive ediliyor… Aktive ediliyor… Ruh bağlanıyor…
  

…Onarılıyor…Müşteri hizmetine bağlanılıyor…


  

Bu ‘ruh bağlanması’nın nedeni Luo Binghe’yla karşılaşmasından dolayı sistemin tekrardan aktive edilmesi miydi?

Bedenleri değiştirdikten sonra bağlantıyı kesmiş miydi, o nedenle mi programı onarmak için müşteri hizmetine bağlanman gerekiyor?

 

 

Luo Binghe sahiden de hayatındaki şeytani yol gösterici yıldızdı!
  

 

Neyse ki Sistem yarı ölü şekilde tekrar edip duran anahtar kelimelerin yanında en azından bütün bir cümle kuramıyordu. Shen Qingqiu çevik bir şekilde gerisin geriye yöneldi fakat ileride beliren insan evlerinin işaretlerini gördüğünde ve kendi görüntüsü hesaba katıldığında adımlarını yavaşlatarak garnizon şehrine geri döndü.
  

 

Bu küçük sınırlara sahip kasaba gündüzleri geceye nazaran daha canlı görünüyordu. İşlerin iyi gittiği söylenemezdi- sokaklar ne genişti ne de evlerle sınırlandırılmıştı; yayalar ne azdı ne de çoktu, fakat dükkânın önü açıldığında kendilerince başarılı oldukları söylenebilirdi.
  

 

Çay ocağının yanında işaret bayrağı* rüzgârda dalgalanıyordu, ellerinde kılıç olan genç bir adamla kadın durmuş uzağa doğru bakıyorlardı. Shen Qingqiu yanlarına gidip sordu: “Neden hâlâ Cang Qiong Dağı’na dönmediniz?”

 

İşaret bayrağı: Antik Çin’de tabela yerine işaret bayrağı kullanılıyormuş.
  

 

Liu Mingyan onu hafif bir selamlamayla karşıladı. Yang Yixuan apar topar konuştu: “Diğer sektlerdeki müritler çoktan döndüler. Kıdemlinin kaçmayı başarabildiğini gördüğümüze göre bizim de endişelenecek bir şeyimiz kalmadı.”

Shen Qingqiu onlarla birlikte çay ocağına ilerleyip oturmak için bir masa buldu. Kenarda, normalde aylak aylak konuşan bazı insanlar ona anlık bir bakış atmanın ardınan aniden telaşlanarak bağırdılar: “Ah, bu… bu…”
  

 

Shen Qingqiu bakmak için arkasına döndü. Meğerse onlar, sürünerek yerden çıktığı gece kurtardığı sınır nöbetçisi müritlerdi. Kekelediğini gördüğü ilk kişi ismini söyleyememişti. Lu Liu çabucak konuştu: “Bu sizsiniz, Eşşiz Efendi…!”
 

Eşsiz’in son iki harfini de söylemişti fakat fazlasıyla anlaşılmazdı, ağzında geveledikten sonra iyice belirsiz olmuştu. Diğerleri, birazcık aceleyle, sırayla sürdürdüler: “Bu sizsiniz, Eşsiz Efendi…!”
  

 

 

Shen Qingqiu başıyla selam verdi, içinden başka bir isim bulması gerektiğine karar verdi, ertelemeye gelemezdi. Yang Yixuan şaşkın şaşkın konuştu: “Kıdemli, soyadınız Huang(Sarı) mı? Huang Hua (Sarı Çiçek) mı, Guang Hua (Görkemli Işık) mı?”

 



 

Shen Qingqiu iki kez iç çekti, ayrıca belli belirsiz konuştu: “Bu…” Kimliği kullandığı bunca senenin ardından sonunda ilk kez utanmıştı.
  

 

Sert bir ifade takınarak konuştu: “Dün gece çeşitli sektlerin müritleri olan sizler beni Chi Yun Mağarası’nda gördünüz. Orada kendimi gizleyemedim, o nedenle diğerleri beni sorarlarsa hakkımda olabildiğince az bir şey dillendirin. Direkt ağzınızı kapatırsanız daha iyi olur.”
  

 

Yang Yixuan konuştu: “Neden? Kıdemli, ustamla yakın değil misiniz?”

 

“Ah, gayet yakındık aslında…”
  

Yan masadaki muhabbet sürerken Shen Qingqiu hâlâ ne diyeceğini bilmiyordu. Birisi kavun çekirdeklerinin kabuğunu tükürürken sordu: “Liu-ge, neden detaylandırmıyorsun- nasıl alternatif bir açıklaması olabilir?”
  

 

Lu Liu konuştu: “Alternatif açıklaması fazlasıyla ilgi çekici. Bu görüş içeriden birçok insanı ayırıyor gibi görünüyor. Bu Luo Binghe ve Shen Qingqiu…”
  

 

Bu iki ismi duymanın üzerine Shen Qingqiu’nin kalbi küt küt attı. Bilinçsizce duruşunu düzeltip dinlemek üzere kulaklarını dikti. Elindeki yelpazenin sallanışı yavaşladı. Cang Qiong Dağı sektinden gelen ikisi de incelemeye karşı koyamamışlardı.
  

 

Lu Liu ağızdolusu bir çay içip konuştu: “Bu Luo Binghe ve Shen Qingqiu ustayla mürit, değil mi? Bu Luo Binghe fakir ve mütevazi bir aileden geliyor, dünyanın güçlüklerini küçüklüğünden beri çekmiş birisi. Cang Qiong Dağı sektinin müridi olduktan sonra bir süre daha az değer görmüş, akranları tarafından dövülüp küçük düşürülmüş. Neyse ki Shen Qingqiu ona fedakârlık ve yoğun ilgiyle bakmış.”
  

 

İhtişamlı ve ahenkli bir şekilde sesini yükseltip alçaltarak konuşuyordu, her bir kelimesini canlı bir şekilde ifade ediyordu, profesyonel hikâyecilere kafa tutuyordu. Shen Qingqiu zarif bir şekilde başını salladı. Doğru, Luo Binghe’yı Sonsuz Uçurum’dan aşağıya şutlamasından önce fazlasıyla iyi yürekli olduğuna bahse girebilirdiniz.
  

 

Yang Yixuan burnundan soluyarak konuştu: “Fekdakârlıkla ilgisini nerede gösterdi? Ben hâlâ…”
  

 

Birisi çok şaşırmış bir şekilde konuştu: “Bu, olayların Shen Qingqiu’nin müritlerini ezdiği söylentisinin tamamıyla tersi olan biçimi mi?
  


  

Lu Liu konuştu: “Şimdiden buna mı şaşırdın? O hâlde bütün gün birlikte olan bu ustayla müridin gizden doğan samimi duyguları hakkındaki bütün söylentileri açıklamayı sürdürdüğümde ne yapacaksın?” Shen Qingqiu’nin masasında üçü de ağız dolusu çayı yudumlamış, fakat bu cümleyi duymanın ardından Shen Qingqiu’yle Yang Yixuan eş zamanlı olarak fışkırtıvermişlerdi. Liu Mingyan ağzındakileri fışkırtmamış olsa da elleri titremiş, fincanı devrilerek çay bütün masaya dökülmüştü.



Masadaki bütün insanlar hayretler içerisinde derin bir nefes almıştı: “Böyle bir söylenti mi var?!”
  

 

Lu Liu konuştu: “Aynen öyle! Fakat, açıkçası, Luo Binghe Shen Qingqiu’ye karşı tek taraflı ahlaksız düşünceler barındırıyordu, bu onun arzulu düşünceleriydi.”
  

Onun arzulu düşünceleri mi? Onun arzulu düşünceleri mi?!
  

“Shen Qingqiu nasıl birisi? Qing Jing Tepesi’nin Tepe Lordu. Qing Jing Tepesi’nin adabı nedir? İç dinginlik ve arzulardan vazgeçme, kendini yerden yere atarak birisinin kalbine girmek efsun yolunda yasaldır. Shen Qingqiu ölümlü dünyasından görüyordu fakat normal bir insanın bencil duyguları içerisine girişmemişti. Bunun nedeni Luo Binghe’nın elde etmekte başarısız olduğu aşktan doğan nefretti!”

 

Shen Qingqiu’nin alnında ve elinin üstünde mavi damarlar ortaya çıkmıştı.


Yang Yixuan afallamış bir şekilde konuştu: “A-aşktan doğan nefret mi?”
  

Lu Liu devam etti: “Bu yönden düşünün, her şeyin açıklaması daha kolaylaşıyor. Bütün olay gidişatı Ölümsüz İttifak Ligi’nde kesinlikle şöyle başlıyor:

“Luo Binghe, Qing Jing Tepesi’nin baş müridi olarak yarışmaya gönderildi. Olağanüstü başarısı nedeniyle kendine güvenle doluydu. Her şey iblisler serbest bırakılarak mühürlü dağa akın edip Shen Qingqiu Jue Di Vadisi’ne yardım sağlamak için girdiğinde gelişti. Luo Binghe Shizun’una gerçek hislerini itiraf etme fırsatını yakalamıştı.”


Shen Qingqiu acıyla utanmış bir şekilde eliyle yüzüne kapattı.

  

Neden, neden böyle birisi için her zaman her on cümleden dokuzu iyi olup sonuncusu daima fazlasıyla tuhaf kaçıyor gibi görünüyor?

 

 

Ek olarak, bütün olayın anlamını çok tuhaf bir şeye çeviren de aynen bu cümleydi!
  

 

Lu Liu ciddiyetle konuştu: “Shen Qingqiu asildi; lekesiz bir şana sahipti, doğal olarak kararlı bir şekilde reddetti.”
  

 

Shen Qingqiu hafifçe kıpırdandı. Diğer kıdemli çırak kardeş Zhangmen’e nazaran yabancıların kişiliği için “asil ve lekesiz şahsiyet” cümlesini kabûl edeceğini hiç tahmin etmemişti. Olay örgüsünün hemen ardından etkileyici bir dönüş yapacağını kim düşünebilirdi ki? Lu Liu duygu dolu bir sesle konuştu: “Reddedilmenin ardından Luo Binghe’nın gözünün dönebileceğini kim tahmin edebilirdi ki? Kötü niyetle dolup taşarken aklını bile kaybederek öfkeden deliye döndü. Utanç verici ve evlada yakışmaz bir hareketle arzularının Shen Qingqiu’nin ırzına geçerek boyun eğdirmesine izin verdi!”
  

  

Shen Qingqiu karışık saçlarının arasına parmaklarını geçirdi, yoğun kederle gömmüştü.



 

Yang Yixuan’ın çoktan dili tutulmuştu. Yeni dünyaya açılan kapılar bu genç adama daha henüz açılmıştı ve yeni bakış açılarıyla paralanmıştı. Liu Mingyan, diğer bir yandan, sadece hafifçe bir “Ah.” diyebilmişti.
  

 

Sadece o özenle konuşmuştu: “Yani böyle olmuş.”
  

 

‘Yani böyle olmuş’ da ne?!
  

 

Oradaki ‘böyle’ neyi ifade ediyor?!
  

 

Kadın kahramansın diye seninle dövüşmeyeceğimi düşünme!
  

Onlar fark etmeden önce dedikoduyu dinlemek için Lu Liu’nin masasına izleyici kalabalığı toplanmıştı, kavun çekirdekleri ve ahşap bençler yeri kapatıyordu. Kendilerinden geçmiş bir dikkatle dinlerlerken hepsi “Nasıl canavar birisi—“ kısmında iç çekti.

“Sadece canavar değil, düpedüz canavardan daha da kötü-”

 

İç çekişlerin sesleriyle eşsiz ilgiden tatmin olmuşlar gibi görünüyorlardı.
  

Ağabey, sınır devriyesinin mi liderisin, dedikodu takımının mı?!

 

Lu Liu fincanını ansızın tokmak gibi indirip vurdu.

  

“Shen Qingqiu’nin boyun eğmeye hazır olmasının imkânı yoktu! Ustayla müridin kılıçları çarpıştı. Sonuç olarak Shifu fazladan bir iz kazanmış, Luo Binghe yeniden mağlup olup hüzünlü bir şekilde ölümünü gerçekleştirdi.”

 

 

“Acı bir şekilde dövüşüp birbirlerini kırsalar bile Shen Qingqiu yine de sevgili müridinin itibarının mahvolmasına katlanamazdı. Olaylardan açıkça bahsedemezdi, o nedenle Luo Binghe’nın iblis ırkının elinden ölümü bulduğu bahanesini kullandı. Müridinin itibarını korumuş olsa bile daha fazlasını yapmaya niyetli değildi.”
  

 

“Yani, Ölümsüz İttifak Ligi’nde olanların ardından Luo Binghe’nın yıllarca kaybolmasının ve ölmemesine rağmen Cang Qiong Dağı Sekti’ne geri dönmemesinin ardındaki gerçek bu.”
  

 

“Görmek istemediğinden değil, Shizun’unu görmeye yüzü olmadığındandı!”
  

 

Sonunda, hikâye sallamalarla doluydu. Sonlandırdığında, Shen Qinggqiu kalbini gözyaşlarıyla suluyordu.
  

 

Ne etkileyici bir olay örgüsü!
  

 

Bu ikisi kimdi- saldırganla beyaz nilüfer çiçeği Meryem Ana mı?!
  

 

Kendisini zorlamayı başarsın başarmasın, çözüm buydu- sorunun lanet önemli noktasına sahiden indirgiyordu. Bu Luo Binghe’ya nasıl olmuştu? Birisinin ırzına geçmek isteseydi kim itaatkâr bir şekilde bacaklarını açmazdı?!

 

Lu Liu konuştu: “Ölümsüz İttifak Ligi’ndeki duygusal meselelerin ardından Luo Binghe’nın bir başka beklenmedik karşılaşması oldu. Baştan aşağıya olağanüstü başarıları kazanana kadar çalışmıştı, Huan Hua Sarayı’nın Yaşlı Saray Ustası’ndan bile faydalanmıştı. Fakat yine de Shen Qingqiu konusunda vazgeçmeye isteksizdi. Geri dönüşünün ortamını hazırlarken Hua Yue Şehri’ndeki olaylar meydana geldi.
  

 

“Cang Qiong Dağı Sekti’ndekilerin hepsi Luo Binghe’nın İblis Irkı’ndan olduğuna diretmiyorlar mı? Gördüğüm kadarıyla, mantıken, bu öylece ortaya atılmış bir şey değildi. Büyük olasılıkla Shen Qingqiu’nin ününü karalamak için İblis Irkı’yla komplo kurduğuna dair küçük ipuçlarını keşfetmişler. Shen Qingqiu ilgisiz ve erişilmezdi, Luo Binghe onu görmeye katlanamıyordu; o yüzden Shen Qingqiu’yi dibe çekmek istedi. Tamamıyla fiziksel mağlubiyetle gözden düşmek gururunu yıkacaktı!”
  

 

Shen Qingqiu neden gevşediğini bilmiyordu. Kısacası, bedeninde ve zihninde aniden bir rahatlama hissetmişti. Bir şeyi dinlemek ya da bir şeyle ilgilenmek istemiyordu.
  

 

Keyifli görünüşüyle diğer ikisine konuştu: “Yemeklerimizi sipariş edelim.”
  

 

Lu Liu şansını deneyerek konuştu: “Eşsiz Efendi… sofranızdakileri benden sayabilirsiniz.”
  

 

Ardından arkasını dönmüş, keder dolu bir tonla ahını sürdürmüştü:

 

“Luo Binghe Shen Qingqiu’yi Huan Hua Sarayı’nın su hapishanesine kapatabilmek için her yolu düşündü. Neyin peşinde olduğunu mu soruyorsunuz? Zorba planlarının fark edilmesi kolaydı. Huan Hua Sarayı’nı çoktan cebine indirmişti, böylelikle bir el sallamasıyla yeri göğü oynatabilirdi. Shen Qingqiu’yi dört sektin ortaklığında soruşturmaya yakın geçici bir süre gözaltında tutarak saklamak istediler fakat kaplanın ininde tutulan kuzuda küçük değişiklikler vardı. Su hapishanesinde tutulduğu o kısa dönemde Shen Qingqiu Ölümsüz Bağlayan Halatlarla bağlanmıştı. Tamamıyla ruhanî enerjilerinden mahrumken kim bilir bu sapık mürit ona neler yaptı?!”

 



 

Kalabalık, tek bir sesle iğrenmişliğini laf arasında dillendirdi: “Ne sapık mürit ama!”
  

 

“Koynunda yılan büyütmüş!”
  

Shen Qingqiu menüyü kenara fırlattı. “Başka bir yere gitmeye ne dersiniz?”
  

 

Lu Liu konuştu: “Shen Qingqiu bu aşağılamayı kaldıramadı, bu yüzden kaçmak için tüm gücünü topladı. Hua Yue Şehri’nde Luo Binghe’nın gönderdiği arama grubu tarafından durdurulacağını kim bilebilirdi ki? Cang Qiong Dağı Sekti tek kalpti ve Bai Zhan Tepesi’nin Tepe Lordu Liu Qingge doğal olarak anında gidip yardımda bulunmuştu. Yardıma kalkışması doğrudan Luo Binghe’yla yüz yüze gelmesi demekti.          
  

 

“Luo Binghe’nın kıskançlık denizi, göğü tersine çevirebilirdi. Hiçbir açıklamaya izin vermeden Liu Qingge’yı tamamıyla devirip elini acımasız öldürücü saldırısını yapmak için kaldırdı. Başka çıkış yolu olmadığından Shen Qingqiu böyle bir durumda sadece kendini feda edebilirdi… artık…”
  

 

Daha sonrasında devam etmemiş, anlatımında son derece büyük bir boşluk bırakarak izleyicileri iç çekme korosuna davet etmişti.
  

 

Lu Liu nihayet sonucuna gelebilmişti. “Bu kesinlikle gizli gizli farklı açıklamalara ayrılıyor. Birazcık saçma gelse bile bazı insanlar tarafından tamamıyla anlamsız karşılansa da bir şeyi ilgilendiren birçok detayı barındırıyor. Beyler, ne pahasına olursa olsun asıl hikâyelerin çoğunlukla örtbas edildiğini ya da asıl yazıların abartılıp asıl gerçeklerin gizlendiğini ve birçok popüler tarihi olayın resmi olarak böyle alındığını unutmayın!
  

 

Ayrıntılar biraz bile güvenilir değildi, tamam mı?!
  

 

‘Gerçek tarih’ senin kız kardeşindir!
  

Ağabey, erkek kahramanla takılmak şöyle dursun, yirmi yıl boyunca hiçbir kız kardeşi elde edememekten daha büyük bir trajedi yaşadıysam bile kesik kollu* olmakta çareyi bulmam!

Kesik kollu: Antik Çin’de gayler için kesik kollu terimi kullanılırmış.

 

Genç bayan hizmetçinin incelikle dokuyarak önüne kadar yemekleri servis etmesinden sonra Yang Yixuan’la Liu Mingyang hâlâ boşluğa şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Shen Qingqiu azarladı: “Çabuk olun da yiyin. Bitirdiğinizde vakit kaybetmeksizin geri dönmelisiniz.”
  

Bu tarz tehlikeli bir yerde daha fazla kalınırsa—bu iki çocuğun hayatlarına, dünya görüşlerine ve değerlerine karşılık kim bilir neler saldırıp acı çektirecekti!
  

Bu iki çocuğa sınıra kadar eşlik etmenin ardından Shen Qingqiu onlara zıt yönde ilerledi.
  

Ay gökyüzünde yükselene kadar yürüdü, son derece odaklandığında uğursuz çanların belli belirsiz çalındığını işitebiliyordu.
  

Shen Qingqiu başını bile çevirmeksizin konuştu: “Ölsen de vazgeçmezsin sahiden.”
  

Bulunduğu yer keşfedilmişti ve Sha Hualing bunu saklı tutmaya yeltenmemişti. Kendine güvenerek görüş açısına girip bileklerindeki kırmızı tülbentleriyle gülümsedi. “Ling-er’ı* bu kadar meraklı yapmayı size kim öğretti, efendim? Birisine böylesine dikkatle bir şeyleri öğrettiğinize göre seçkin şahsınızla Cang Qiong Dağı arasında nasıl bir bağınız var?”
  
Ling-Er: Kendisinden bahsediyor.

 

Shen Qingqiu arkasını dönüp elini sallayarak konuştu. “Seninle savaşmayacağım ve sen de benimle savaşmak için hiçbir düşünceye sahip olmayacaksın.” Sha Hualing’in şu anki saygınlığı tartıldığında onunla savaşamazdı. Onu sadece ürkütmeyi düşünmüştü ki aniden bütün bedeni şaşkınlıkla sarsıldı. Binlerce ayaklı çıyan organlarında delik açıyormuş gibi hissetti.
  

Sha Hualing’in gülümseyen ifadesi kurnaza meyillendi. “Evet, seninle karşılaşmayacağım fakat bunun seni hiçbir şekilde kontrol edemeyeceğim anlamına mı geldiğini sandın?”
  

Shen Qingqiu bacaklarının bir süre dayanıksızlaştığını hissetti fakat hâlâ sabit bir şekilde duruyordu. Dişlerini sıkarak konuştu: “Onu ne zaman yememi sağladın?”
  

Sha Hualing cilveli bir şekilde konuştu: “Bugün yediğin ve içtiğin şeyler nasıldı? Kadın hizmetçi kız kardeşler güzeller miydi? Tesadüfen, bunlara kandın— yüksek mevkide ve oruçlu olsaydın ağzına girecek her şeyi reddederdin, bu gerçekten de Ling-er’a dert verirdi.”
  

Dikkatsiz. O sırada bütün ilgisi dedikodu takımı kaptanının heyecanlandırıcı ve dokunaklı performansına çekilmişti. Dedikodu insanı öldürür, of!
  

Shen Qingqiu’nin çevresinde halka şeklinde dönerek son derece hâlinden memnun bir üslupla konuştu: “Şu an bedenindeki şeyin ne olduğunu biliyor musun? Bu sıradan bir zehir değil.”
  

Hadi be! Bu kıdemli ona senden daha fazla aşina. Kutsal İblisin kanını çoktan iki kez tükettim, iki kez!
  

Normalde bir kez tüketip bir kez ölürsün. Bu piyangoyu benden fazla kim kazanmış olabilir ki?!
  

Kutsal İblis’in kanını asıl ustasından başka kimse kontrol edemezdi, ayrıca şimdi kan parazitleri bedeninde hareketlenmeye başlamışlardı. Bu tek bir şey anlamına geliyordu.

 

Sha Hualing, Shen Qingqiu’nin arkasındaki bir şeye aniden reverans yaparak konuştu: “Bu astınız sizi başarısızlığa uğratmadı. Bu kişiye size şimdiden yakaladım.”

 

Shen Qingqiu sertçe başını çevirdi.
  

Siyah yıldırımlar havayı bölüyor, yarattığı yarık yavaşça kapanıyordu.
  

Arkasında uzun ve ince bir silüet duruyordu. Shen Qingqiu başını çevirdiği gibi sonunda karşı karşıya gelmişlerdi.

 

Luo Binghe onun yukarısında kale gibi yükseliyordu. Bakışları boş olmasına rağmen o soğuk havuz gibi olan gözlerinin dik bakışları altında başka bir sakal katmanıyla ya da takacağı bir maskeyle bile gizlenemezdi.
  

Shen Qingqiu onun üzerindeki bakışlarını düzeltti.
  

Önceki Luo Binghe soğukken taze karın üzerine yansıyan sıcak güneş ışığı gibiydi. Jin Lan Şehri’nde ve su hapishanesinde bile bitkin yüz ifadesiyle sinirden kontrolünü kaybetmek gibi insanlığa dair bazı kalıntıları vardı. Fakat bu genç adam— ifadesi binlerce yıldır donuk gibiydi, doğrudan karlı bir alana taşınıp özünü buzullaştırmış gibi görünüyordu ve başkalarının korkudan içlerinin buz tutmasına neden oluyordu.
  

Buna rağmen Shen Qingqiu’nin şu anki ruh hâli beklediğini almış gibi değildi. Bu tarz bütün duyguları aklında karıştığından bunu açıklamak zordu fakat en çok tecrübelediği duygu eksikti: korku.
  

Belki de bunun nedeni kendisini saklamayla ilgili en iyi planının başarılı olmaması, yıldızların asıl yerlerine geri hizalanmalarıydı fakat üzerine huzur ve umursamazlık çökmüştü.

 

Luo Binghe’nın yüzünde ne yapacağını bilemez bir ifade çok kısa bir süreliğine belirmiş, yüzünü birazcık daha yumuşatmıştı. Fakat çabucak yumuşamanın izleri yok olmuş, geriye bir iz bırakmamıştı. Göz bebekleri aniden küçülerek alnının ortasındaki karışık kırmızı işaret alevlenmişti.
  

Kol yenlerinin savrulması bitmeden önce Sha Hualing anında derin nefes almış, eller birleşerek boynunu yakalamış gibi acıyla öksürmüştü.
  

Aynı zamanda Shen Qingqiu’nin iç organlarındaki Kutsal İblis’in kanının damlası çılgına dönmüş bir şekilde binlerce ipliğe ayrılmış, içini delip geçmişti. Sırtı soğuk terlerden sırılsıklam olmuştu.
  

Luo Binghe hafifçe konuştu: “Gerçekten bir parça cesaretin varmış.”
  

Tınısı hafif olsa bile herkes yüzeyin altında saklanan şiddetli öfkeyi hissedebilirdi.
  

‘Gerçekten bir parça cesaretin varmış’ mı? Kiminle konuştu bu— onunla mı, Sha Hualing’le mi?

Shen Qingqiu’nin beyni en hızlı vitesle yer değiştirmişti. Şu anki yüzü Shen Qingqiu’nin aslını birazcık andırsa bile Luo Binghe onu tanımamalıydı. Hatta Luo Binghe’nın algısı çizgiden sakallarının bile farkını dakika farklıya kolayca anlayabilecekse… bu yolda kafasını ütüleyecek kadar düşünmek meyve vermeyecekti. Algılarsa kesinlikle feci olacaktı fakat algılamamasının da iyiye giden bir şeyi yoktu!

 

*****



Önceki Bölüm ― Sonraki Bölüm 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder