Bu
sorunu gidermek için Luo Binghe insan damarlarından şeytanî enerjiyi çıkartma
yöntemini kullandı. Her ay, dolunayda, güçlü ruhanî enerjiye sahip birisini
bulup şeytanî enerjisinin fazlalığını kendi bedeninden ona naklederek karşılığında
diğerinin ruhanî enerjisinin büyük bir kısmını emiyordu. Bu yöntemi kullanarak
dengeyi şüphesiz sürdürebilirdi.
Yine de, Luo Binghe’nın şeytanî enerjisi aşırı şekilde
eziciydi, insan damarları enerji aktarımından sonra bozuluyordu. Aslında, her
insan damarının özü tek bir kez kullanılabiliyordu.
Luo
Binghe kesinlikle insan damarlarını yakalama işini kendi talep etmiyordu. Pek
ikna edemese de Sha Hualing, tabii ki de, onun memnun olacağı şekilde insanları
seçip kafese kapatmaya gönüllüydü. Dolunayın olduğu gece Luo Binghe Xin Mo
kılıcını sadece İblis Âlemi’ne giden geçidi yarıp açmak ve faydalanma niyetinde
birisini yakalamak için kullanırdı.
Üzücü
şeysei asıl eserde Luo Binghe Sha Hualing’in girdiği onca zahmetten sonra
Tanrı’nın Gözünden Bakanlar’dan üç tane kadın keşişi bizzat seçip evlenmişti.
Tahmin edebileceğiniz gibi Sha Hualing öfkeden deliye dönmüştü!
Shen
Qingqiu sordu: “Yakalandığında birisini gördün mü? Nerede tutuluyordun?”
Yang
Yixuan olumsuz anlamda başını salladı. “Âlemler arasındaki çatlağa girmemizin
ardından o iblis kadının sığınağında, Chi Yun mağarasındaydık. Tek hücreli
odaya kapatılmıştım, başka birisini görmedim.”
Shen
Qingqiu Liu Mingyan’ın kılıç püskülünü sallayıp konuştu: “Yakalananın tek sen
olmadığını düşünüyorum.”
Bir
süre düşünmenin ardından en iyisinin gidip bakmak olduğuna karar verdi. Her
hâlükârda bugün dolunay yoktu, özünü çıkartması gereken zaman değildi. Luo
Binghe kargaşaya sebep olmakla ve insan âleminin geçimsizliğini yaymakla
meşguldü, o nedenle Sha Hualing’le görüşmek için gelmemeliydi.
Shen
Qingqiu sordu: “Kıyafetlerini çıkartacağından korkmuyorsun, değil mi?”
Yang
Yixuan hor görerek konuştu: “Hiçbir şekilde korkmuyorum. Ayrıca, bütün yolculuk
boyunca kıyafetlerini düzinelerce kez çıkardı. Benim için artık nadir bir olay
değil.”
Shen
Qingqiu arkasını döndü, dili tutulmuştu. Meğerse soyunmasını görmen için seni tekli
hücreye koymuş – bu bahtiyarlık inanılmazdı. Genç adam, bu yolda ilerlersen
erkek kahraman kesinlikle seni ölüme sunacak. Bunun fazlasıyla endişe verici
olmasının nedeni onun Liu Qingge’nın gerçekten de tek müridi olmasıydı!
Dünyalar
arasındaki çatlağı geçerken akmakta olan sıcak su tabakasından geçiyormuş gibi
hissetti. Tekrardan belirdiklerinde İblis Âlemi’nin sınırındaydılar.
İnsanların
tarafında çoktan gece yarısını geçmişti, fakat iblislerin tarafında
alacakaranlık daha yeni çökmüştü. Hava özellikle kupkuruydu. Orada bir anlığına
durduktan sonra Shen Qingqiu sanki irtifa hastalığından* muzdarip gibi biraz sersemlemiş
hisseti. Gözlerinin algılayabildiği kadarıyla İnsan Âlemi’nden biraz
farklılıklarını görebilmişti – sadece ağaçlar biraz daha seyrekti. Anlaşılan ağaçlandırma
çabası pek iyi gitmemişti.
İrtifa Hastalığı: Veya Akut Dağ Hastalığı, yüksek irtifâ ve rakımlarda oksijen
yetersizliğine bağlı olarak görülen patolojik bir rahatsızlık.
Yang
Yixuan yolu gösterdi. Yontulmamış kayalıkların arasından geçtiklerinde
kendilerini anında Chi Yun mağarasının girişinde buldular. Bunu nihayetinde
görmek bir onurdu, bu iblis ırkının kültürel sembolüydü. Birinin bunu kendi
gözleriyle görmesi kesinlikle… son derece nadirdi.
İblis
ırkının karanlığa karşı sanatsal tercihi vardı. En önemlisi, kalıcı ve geçici
evlerin hepsi yer altına yapılırdı. Bütün girişler son derece görkemli anıt
mezarları andırıyordu.
Shen
Qingqiu düşündü; bana diyorsun ki önüne kırmızı kaligrafiyle üç harf monte
edilmiş büyük bir taş yığını var- ne bu, mezarlık mı?
Az
miktarda ruhanî enerjiyi kavradı, her an ortaya çıkabilecek düşmanın yüzünü
kızartmak için hazırdı. Yine de, mezar geçitinden inerken, hayır, girişten-
hiçbir korumayla karşılaşmamıştı. Üzerinde düşününce bu mantıklı gelmişti. Her
zaman halka acı çektirmek için insan âlemine kaçak yolculuk yapanlar
iblislerdi- hangi tür insan bu tarafa kaçıp ölümünü arardı ki? Basitçe söylemek
gerekirse koruma dizmeye gerek yoktu.
İkisi
derinliklere gizlice ilerledi. Taş koridorların arasından geçtikten sonra büyük
hole vardılar.
Hol
bir baştan bir başa bütün türde tuhaf yaratıkların yüzülmüş tam parça derileriyle
kaplanmıştı, ilk bakışta hâlâ canlılarmış gibi görünüyorlardı. Sha Hualing
hâlen çıplak ayaklaydı, salonun zeminindeki devasa kaplan derisinde yürüyordu.
Shen
Qingqiu Yang Yixuan’ın dikkatsizce ses çıkartıp rakibe tehlike işareti
vereceğinden korktu. Bu aklına geldiği gibi oğlanın kendi ağzını sımsıkı
kapatarak kavradığını gördü. Rahatlamış hissedip tekrardan arkasına döndü.
Holün
iki tarafında da birkaç sıkı sıkıya bağlanmış efsuncunun kafesleri vardı, her
birinin giydiği kıyafetin rengi farklıydı. Etrafa baktığında bazılarının son
derece genç, bazılarının yaşlı; bazılarının uykulu bir şekilde içlerinin
geçtiğini, bazılarının erdemli hiddetleriyle parladığını gördü.
Sha
Hualing kafeslerden birisine doğru yürüyüp konuştu, kollarını kenetlemişti:
“Siz Cang Qiong Dağı sektinin insanları sahiden sıkıntılı ve sinir bozucusunuz!
İkinizi yakalamak bile yeterince zordu, hatta kafese koyulmadan önce biriniz
kaçtı.”
Dişlerini
sıkarak konuştu: “Onun için olmasaydı, onun için olmasaydı… Bacaklarını kırmak
için gerçekten istekliyim!”
Bu kafesin içinde Liu Mingyan gözlerini kapatıp bağdaş
kurarak oturmuştu, yüzünü örten peçeyle dışarıdan gelen rahatsızlığa tepki
vermiyordu.
Sha Hualing onun umursamadığını fark ettiğinde soğuk
bir şekilde gülümseyerek konuştu: “Yüzündeki o şeyi hiç çıkarmaz mısın? Ah, anlıyorum,
çok çirkin olduğun için utancından çıkarmadığını sakın söyleme.”
Shen Qingqiu: Kız
kardeş… gelecekte en çok kıskanacağın kişinin kim olduğunun farkında mısın? Ona
çirkin demek hakikaten kendi yüzüne vurmaktır!
Kadınlara has önsezisi fesatlığa neden olup Sha
Hualing Liu Mingyan’a baktıkça görünümü daha da iticileşmişti. Kafesi açmış,
Liu Mingyan’ı sürükleyerek çıkarttıktan sonra bağırmıştı: “Diz çök!”
Liu Mingyan doğal olarak diz çökmeye isteksizdi.
Ruhanî enerjisi olmadığı hâlde sabit bir şekilde ayakta durdu. Sha Hualing onu
itip kaktı fakat basbayağı birazcık bile dizlerinin üzerine çökmesini
sağlayamamıştı. Öfkeden deliye dönmüştü, yüzündeki peçeyi kaldırdı.
Anında, Sha Hualing’in soluk kar yüzü daha bile
soluklaştı.
Shen Qingqiu içinden haykırdı: Arkanı dön! Arkanı dön!
Görmek istiyorum! Çabucak, kitaptaki en güzel kadının görünüşünün nasıl bir şey
olduğunu görmeme izin ver!!
Bu yıllarda asil kişiliğini sürdürmeye dikkat
ediyordu, “Merhabalar, askerî yeğen, yüzünün çok güzel olduğunu duydum, o
nedenle bakmak istemiştim. Bakabilir miyim?” diyemezdi. Bu, kulağa terbiyesiz
bir adamın cinsel tacizi gibi gelecekti. Bunca zaman Liu Mingyan’ın yüzünü
görememek— neredeyse boğularak ölecekti!
Liu Mingyan arkasını dönüp yüzünü ilk kez görmesinin
neşesini yaşayamadan önce Sha Hualing’in gözlerinde uğursuz bir pırıltı
ışıldayıverdi. Parmaklarını pençe şekline getirip elini Liu Mingyan’ın yüzüne
indirdi.
Hâliyle, Sha Hualing kendini bu gece ikinci kez uçarak
bulunca şaşırmıştı. Nihayetinde kaldıramıyordu, can sıkıcı ağız dolu kanı
tükürdü. Aklına aniden güven verici bir düşünce geldi: En azından bu sefer
kıyafetlerim hasar görmedi. Tekrardan değiştirmeme gerek yok, değil mi-…
Shen
Qingqiu onu fırlatarak yollamış olmasına rağmen yeninde beş çizik yarası vardı.
Ürkmüş bir şekilde içinden konuştu: “Tırnaklarımı bir saat önce kesmemiş
miydim? Tırnakların bile sınırsız yenilenme ihtimali var mıydı?
Sha
Hualing’e vurduktan sonra gecikmeden başını Liu Mingyan’a bakmak için çevirmiş
fakat onu gördüğü gibi afallamıştı. Bu kısa zamanda beklenmedik bir şekilde
peçesini geri takmıştı— gizlice bakmama izin vermeye ne dersin?!
Yang
Yixuan kılıcını kayanın çatlağına dayanmış hâlde bulmuş ve eşi benzeri olmayan
bir hızda kafeslerin kapısındaki zincirleri parçalamaya başlamıştı. Serbest
bırakılmış efsuncular karışıklıkta sıkışmışlardı. Shen Qingqiu göz ucuyla San
Mayou’nun mavi silüetini görmüş, yüksek sesle ikaz etmişti: “Dur, dur! Fevrî
bir şey yapma!”
Bağırmasından
endişelenen Yang Yixuan bakmak için arkasını döndü. “Kıdemli, bir sorun mu
var?”
Konuşmasını
bitirmeden önce o anda kırarak açtığı kafesi fark etti.
İçeriden
aynı kalıptan çıkmış gibi gözüken üç nazik Taoist rahibe Chi Yun Mağarası’ndan
kasırga gibi fırladılar.
Ağabeyciğim,
herkesi onaylayıp böyle rastgele serbest bırakırsan— sahiden bırakmaman gereken
bazı kişileri de bıraktın!
Luo
Binghe’nın şeytanî enerjisini uzun zamanlı olarak emmekten mesul olan üç kız
kardeş serbest kalmıştı!
İş
işten çoktan geçmişti. Kalbini gözyaşlarıyla sulasa bile izlerini bulup onları
yakalayarak kafese geri tıkamazdı. Başka bir yolu yoktu, sadece insanları
serbest bırakmaya katılabilirdi.
İnsanları
serbest bırakmaya başladığında umutsuzlukla iç çekti. Öldük biz. ‘Erkek
kahramanla haremin üç üyesinin ilk karşılaşması’ hikâye çizgisinin akışını
bozmayı başarmıştı. ‘Maskaralık edip efsun yapma’ hikâye çizgisini acayip bir
kazayla ihlal etmeyi becermişti. Yapabileceği tek şey kendini sonraki sefere
gayretli işçi Sha Hualing’in arzunun muazzam gücüyle onlarla savaşıp Luo
Binghe’ya sunmak için onları yakalamasını umarak buna bağlanmalıydı. Ne büyük
aptallık, ne büyük aptallık!
Shen
Qingqiu hâlâ pişmanlıktan debelenirken başını öne eğdi, kalbi küt küt atmıştı,
aniden kendini aşina olduğu bir yüze bakarken buldu.
İyi değildi, iyi değildi. Bu kesinlikle talihsiz
yıldı, düşmanlarla dar yolda karşılaşılıyordu.
Kafesin
içine tıkışmış Qiu Haitang ona sersemlemiş bir ifadeyle bakıyordu.
Shen
Qingqiu birkaç saniyeliğine donakalmış ve bilmemezlikten gelme numarası yapmaya
karar vermişti; ona el işaretiyle çıkmasını söylemiş, ardından ilgisiz bir
şekilde arkasını dönmüştü.
Şu
anki bedeninde kimse onu tanımazdı(tanımamalıydı). Ayrıca, beş yıl önce sayısız
göz Shen Qingqiu’nin intiharına tanıklık etmişti. Suçluluk hissetmesi için
geçerli bir neden yoktu.
Sha
Hualing kan tükürdükten sonra sersemlemiş bir şekilde bir süre yere uzanmış,
sonrasında sonunda pek güçlükle oturur pozisyona gelmek için mücadele etmişti.
Shen Qingqiu’ye bakarken haşin bir sesle konuştu: “O sen misin? Sen de kimsin?
Buraya kadar izimi sürmeye bile cesaret ediyorsun— gerçekten cesursun!”
Yang
Yixuan da aniden bu durumu düşünmüş gibi görünüyordu, özgür kalan insanları düzenlerken
cümleyi söyleyiverdi: “Ah, sahiden, Kıdemli, sen de kimsin?”
‘Ah, sahiden’—benimle dalga geçiyorsun. Genç
adam, tepki süren gerçekten çok uzun!
Ayrıca, bunu laf arasında soracak kadar pervasız
mısın?!
Shen Qingqiu kendisini tekrardan Eşsiz Salatık ismiyle
açıklayıp açıklamamasını düşünürken Sha Hualing hıhladı. “Her neyse, geldiğine göre
dönebileceğini düşünme.”
Ellerini çırpmış, bileğini sarmalayan çanlar
çınlamıştı. Bir süre sonra Chi Yun Mağarası’nın muhafız alayı sonunda hole
yığıldı.
Chi
Yun Mağarası Sha Hualing’in resmî kişisel konutuydu, o nedenle normal astları
burada değildi. Cüce askerler ve yengeç generallerin korkulacak bir şeyi yoktu.
Ellerini kaldırıp kollarını indirirlerken bu küçük iblisler onları
çevrelemişti, aynı büyücünün dansını* yapıyorlar gibi görünüyorlardı. Shen
Qingqiu bu görüntü karşısında şaşırmıştı. Gergin ruh hâliyle onları yelpazesiyle
fırlatıp göndermeye hazırlanıyordu ki bedeninin sayısız saç ipliklerle
bağlandığını hissetti. Ölümsüz Bağlayan Halatlar.
Büyücünün Dansı: Araştırdığım kadarıyla üç sahnelik bir
bale gösterisi olan Sylvia’nın ilk sahnesindeki bir kesitten bahsediyor.
Bu
melez sürüsü pek güçlü dövüşemeseler bile kesinlikle iyi eğitilmişlerdi. Saç
inceliğinde Ölümsüz Bağlayan Halat şeritlerini tutarlarken durmaksızın onu
çevrelemiş, dev iplik topunu döndürerek Ölümsüz Bağlayan Halatlarla tamamıyla
sarmalamışlardı.
Shen
Qingqiu gülüp ardından yere sertçe vurmadan önce Sha Hualing zaferinin
sevincini yaşayamamıştı. Hava iplerin kopma sesiyle kaplanmıştı.
Patlamışlardı.
Ölümsüz Bağlayan Halatlar gerçekten de bu adamın ruhanî enerjisiyle dolup
patlamışlardı!
Olay
yerindeki neredeyse herkes o kadar ürkmüşlerdi ki görevlerini tamamıyla
unutmuşlardı. Bu sahiden de birisinin Ölümsüz Bağlayan Halatları ruhani
enerjisiyle kolay bir şekilde patlattığı ilk seferdi.
Kendisini
kurtarmak için ne kadar da basit ve vahşi bir yöntemdi!
Shen
Qingqiu bağırdı: “Öncelikle koşun!
Serbest
bırakılmış efsuncuların daha fazla cesaretlendirilmeye ihtiyacı yoktu— çoğu
çoktan gitmişti. Yang Yixuan ve Liu Mingyan az evvel Ölümsüz Bağlayan Halat’tan
kurtulmak için çabalıyorlardı fakat ruhanî enerjilerinin dolaşımı hâlâ
dengesizdi. Kalırlarsa sadece ayak bağı olacaklarını biliyorlardı ve Shen
Qingqiu’ye güçlük vermemeleri gerektiğinin farkındalığında karşılık olarak
kesin bir çekilmeyle sadece “Kendine iyi bak” diyerek ayrıldılar. Bunu
gördüğünde Sha Hualing’in astları peşlerinden gidip gitmemeleri gerektiklerini
bilmez hâlde ilk yerlerinde ıstırap içerisinde durup üstlerinin emrini
bekliyorlardı. Sha Hualing’in gözleri ışıldadı. Shen Qingqiu’yi göstererek
bağırdı: “Yakalayın onu! Diğerlerini boş verin! Sadece onu— ilk önce ölmeniz
gerekse bile onu getirin!”
Shen
Qingqiu kendilerini fırlatarak üstüne gelen birkaç melez askeri yelpazesiyle
fırlattığında aniden başının üzerinde ağır bir şeyin baskısını hissetti.
Dev
bir ağ!
Serçe
parmak kalınlığında sayısız Ölümsüz Bağlayan Halat ipliklerinden dev bir ağ
örülmüş, başının üzerine atılmıştı. Bedenini kapladığında yalnızca ağın
ağırlığı bile Shen Qingqiu’nin dizlerini dayanıksızlaştırıp neredeyse yere
savrulmasını sağlamıştı.
Yani
bu bir çeşit yapay akseasuardı. Her ipliği bu kalınlıkta olan bir halat— bunu ölümsüzleri
mi filleri mi bağlamak için kullanmayı düşünüyorsun?!
Sha
Hualing bir süre bekledi, ardından Shen Qingqiu’nin bu sefer serbest kalmak
için çabalayamayacağını teyit ettiğinde yavaşça yaklaştı.
Zor
durum henüz bitmişken Sha Hualing gayet iyi iş çıkardığını düşündü. Kusursuz
bir şekilde hâlinden memnundu, kınayıcı hissi cilveyle ahenk veriyordu. Kıkır
kıkır gülerek konuştu: “Yüz Ölümsüz Bağlayan Halat seni bağlayamazsa neden bin
ya da on bin tanesini kullanmayayım ki? Bu Ölümsüz Bağlayan Ağ aslında senin
için hazırlanmamıştı, o yüzden sana kullanıldığı için fazlasıyla onurlu
hissedebilirsin. Üzerinde düşünme! Terbiyeli olursan sana daha sakin davranacağım.”
Shen
Qingqiu konuştu: “Bana sakin davranmaktan bahsediyorsan zahmet olmazsa ağı
çekebilir misin?”
İblis
ırkının ünlü elemanı Sha Hualing asil misyoner konuşmalarına başladı. Çömelip
kendi kendine konuşuyormuş gibi dillendirdi: “Sana olağanüstü doğal yetenekler
bahşedilmiş gibi duruyor. Benim âlemime bağlılık yemini edersen kolayca
mükemmel güce ve torpile sahip olursun. Tabii ki de bağlılık yemini edip
etmemen pek önem arz etmiyor; yapılması gereken şey yapılmalı, eylemlerinin
acısının önüne geçilemez. Kararlarını dikkatlice düşünmelisin.”
Sha
Hualing’in şimdiden diğerlerini yok sayıp bütün saldırı gücünü onda
odaklandığına şüphe yoktu. Luo Binghe’nın, zengin ve güçlü ruhanî enerjiyle
dolu insan damarlarına ihtiyacı vardı. Yakaladığı efsuncuların hiçbiri, bu
seviyede bir ruhanî enerjiyle kıyaslanamazdı. Bu kız, onun Luo Binghe’nın insan
damarı olması için teklifte bulunmayı düşünüyor gibi görünüyordu!
Üç
güzel çiçeği salmak düşüncesiz bir hataydı, masum ve basitti. Fakat Shen Qingqiu
tabii ki kendi eksiklerini kapatmak için plan yapmamıştı. Yanlışlıkla yanlış
sahneyi alma hissi sahtekâr Sistem’in hâlâ burada olmasını belli belirsiz
diletmişti. Hâlâ kaçma planını düşünürken Sha Hualing aniden hafif bozulmuş
saçlarını düzenleyip kalçasını sallayarak holün dışına ilerledi.
Shen
Qingqiu uzaktan uysal bir kahkaha işitti. “Lordum, bugün dolunay yok. Bu
astınızı niçin ziyaret etmeyi istediniz? Fakat doğru zamanda geldiniz.
Anlaşılan o ki, sizin için özel bir hediye hazırladım— çoktan burada.”
Çok
kısa bir sürede Shen Qingqiu soğuk terler akıtırken sıcak kan akışı başına
yükselmişti.
Patlayıcı
enerji fışkırmasının nereden olduğunu bilmeden ağın bir kenarını kavrayıp
patlayıcı enerji yaratacak kadar bedenindeki sınırsız ruhanî enerji havuzunun
belirmesini istedi.
“Bam!”
Korkunç
bir ses patladı. Sha Hualing’in tebessümü aniden yüzünde katılaşarak donuverdi.
Panik bir hâlde telaşla holün içine gitmiş, gördüğü şeyle anında dili
tutulmuştu.
Chi
Yun Mağarası’nin küçük iblisleri salonun ortasında düzensiz bir şekilde
savrulmuş, düzensizlik içerisinde yerde uzanıyorlardı. Ölümsüz Bağlayan Ağı’n
ortasında muazzam bir delik vardı; kenarları hâlâ kıvılcımlarla ışıldayarak
cızıldıyor, beyaz duman tutamları havada süzülüyordu.
Bu
adam gerçekten de çok korkunçtu. Bu Ölümsüz Bağlayan Ağ’ı bile korkunç bir
güçle delik açarak patlatmıştı. Gitmişti!
Arkasından
yaklaşan adam telaşsız bir şekilde holün içerisinde adım attı. Chi Yun Mağarası
ışıksız ve loştu, birisinin görebileceği tek şey siyah cübbesinin içerisinde
hafifçe gümüş ipliklerin yansıdığı düz, zayıf bir silüetti.
Bir
süre sonra Luo Binghe ne memnun olmuş ne de kızmış bir ses tonuyla konuştu.
“Özel
hediyen bu mu?”
Sha
Hualing nefret dolu bir şekilde konuştu: “…Bir anlık yanlış hesaplamayla
kaçıvermiş!”
Sıkıntılı
kalbinden kan damlıyordu. Cang Qiong Dağı sektinin iğrenç efsuncularına karşı
kullanılmak için binden fazla Ölümsüz Bağlayan Halatla örülen Ölümsüz Bağlayan
Ağ öylece devasa bir delikle patlamıştı. Bu iğneyle dikilip tekrardan
kullanılabilecek tarzda bir şey değildi!
Sırtı
ona dönük olan Luo Binghe başını öne eğip hasara baktı. Soğuk bir şekilde
konuştu: “Sana Cang Qiong Dağı sektinin adamlarının yasak bölge olduğunu
söylediğimi hatırlıyorum?”
Sha
Hualing’in alnından soğuk ter damlaları akıyordu. Luo Binghe gerçekten de ona
bunun gibi bir şey söylemişti fakat Cang Qiong Dağı sektinin müritlerinin
ruhanî enerjisi evrensel olarak diğer sekt yığınlarının müritlerinin ruhanî
enerjilerinden daha güçlü olsa da en iyi insan özü damarlarına onlar sahipti.
İstekli bir şekilde yine de birkaç tanesini yakalayıp bir dahaki sefere
kıyafetlerini değiştirerek fark edilmeden onları atlatabileceği düşüncelerini
sürdürdü. Bazı bilinmeyen yöntemlerden dolayı Luo Binghe’nın hepsinin kaçmış
olmasına rağmen nereden olduklarını söyleyebileceğini tahmin etmemişti. İçinden
ürperdiğini hissetmeden edememiş, aceleyle konuşmuştu: “Kızmayın, lordum.
Yanlışlıkla iki tanesini yakalamıştım fakat fark ettiğimde gitmelerine izin
verdim. Bu sefer, bu ast olağanüstü birisini
buldu. Daha önce hiç böylesine çok ruhanî enerjiye sahip bir efsuncu
görmemiştim. Tek bir kişiyle her ay yeni bir insan damarı için değişim yapmak
zorunda kalmayacaksınız.”
Dudaklarını
ısırıp devam etti: “Bana… mâlûm şeyi vermeyi sürdürdükçe.”
Bir
süre bekledikten sonra aniden yolunun üzerindeki atılıduran mâlûm nesneyi almak
için ellerini uzattı. Sımsıkı bir şekilde avcunun içinde kavramış, ardından
kararlı bir gülümseme bahşetmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder