Bütün
bedeni kanın korkunç kırmızısına bulanmıştı. Bedenindeki sayısız yaralar
görülebiliyordu, ayrıca ağzının yanından daha da çok kan akıyordu. Çoktan ona
yönlendirilmiş kaç tane kılıcın olduğunu unutmuş gibi görünüyordu. Yüzünü
kaplayan dengesiz hiddetin yerini uzun zaman önce çoktan deliliğe bıraktığı
barizken qi ayrılması geçiriyordu.
Mükemmeliğin
altındaki bu sahne ateşin baş döndürücü aydınlatmasıyla dehşet vericiden öte
bir boyuttaydı. Bir anlığına Shen Qingqiu Rüya Âlemi’nin içerisinde olduğunu
unutmuş, Cheng Luan’ı çekmek için Liu Qingge’ya doğru atılmıştı.
Kılıç
çoktan Liu Qingge’nın kalbine saplanmıştı. Shen Qingqiu nazikçe çektiğinde
sadece kanın fışkırmasıyla karşılaşmıştı. Bu şok edici görüntü karşısında hafifçe
aklı başına gelmiş, iki adım gerileyerek başka birisine çarpmıştı.
Vaktini
son derece boşa harcıyordu. Yue Qingyuan ona dönüktü, başı aşağıya eğikti.
Birbirlerine
bakıyor olmalarına rağmen Yue Qingyuan’ın gözleri hiçbir ışık içermiyordu.
Boynundan göğsüne kadar, dört uzvu ve midesi dahil… siyah oklarla delinmişti.
On
bin ok bedenini delip geçmişti.
Shen
Qingqiu karşılaştığı şeyin ne olduğunu sonunda anlamıştı; bunlar, onların asıl
ölümleriydi!
Asıl
Shen Qingqiu’nin kendi elleriyle sebebiyet verdiği ölümlerdi!
Shen
Qingqiu ona daha fazla bakmaya katlanamazdı. Bu tarz bir sahneye bakmayı
sürdüreceğine dışarıda yüzsüz insanlar kalabalığıyla çevrelenmeyi yeğlerdi!
Geldiği
yere doğru geri döndü. Beklenmedik bir şekilde sürgülü ahşap kapıyı yine de
bulabilmişti. Shen Qingqiu genel af verilmiş bir adam gibi koşuyordu, kapıdan
dışarıya adım atana kadar hızla kaçtı. Bu sefer zihni dengesizdi, düşünceleri
karışıklıkla çırpılmıştı. Yol boyunca sendelerken dengesini birkaç kez kaybedip
hoş gözükmeyecek ifadeler takınmaktan kendini alıkoyamamıştı.
Sokaktaki
“insanlar” ona bakıyordu. Etrafta ölüm sessizliği hâkimdi.
Kim
bilir ne kadar zamandır koşuyorken geçen bir beden aniden doğrudan ona döndü.
Bu
kişinin ifadesi anında onu sarmalayarak ağır duygularla dolmasını sağlamıştı.
Diğeri
ondan birazcık uzundu, uzun boylu ve ince yapılıydı. Boynunda gözüken küçük bir
kısım dışında kıyafetinin tamamı siyahtı. Üzerinde, vahşi bir hayalet maskesi
takıyordu.
Shen
Qingqiu yukarıdan gelen memnuniyet içindeki sesi duymadan önce ne diyeceğini
bilmiyordu:
“Shizun, dikkatli olun.”
Kim
olduğunu anlaması için maskenin altına bakmasına gerek yoktu.
Shen
Qingqiu aniden diğerlerinin kavramasıyla mücadele etti. Diğerinin onu
durdurmaya niyeti yoktu, bağımsız bir şekilde mücadele etmesi zor değildi.
Sadece birkaç adım gerileyip güvenliğini garantiye aldıktan sonra o kişiye
bakabildi.
Shen
Qingqiu sordu: “Bu şehri sen mi yaptın?”
Luo
Binghe yavaşça maskeyi çıkarttı. Yüzündeki ifadeden “insanı takip eden hayalet”
oyununu daha fazla sürdüremediğinden neredeyse pişman olduğu anlaşılıyordu.
“Fena değil. Shizun ne düşünüyor?”
Shen
Qingqiu yavaşça başını salladı. “Rüya İblisi’nin değerli müridi olarak
adlandırılmaya gerçekten değersin.”
Bu
denli özenli düzeyde bir illüzyon yapmak etkileyici bir işti. Rüya İblisi’nin
onları uzun zaman önce hapsettiği zamana kıyasla bu eksiksizdi.
Dahası,
bu illüzyon tam olarak en büyük korkularını içeriyordu.
Aslında,
Luo Binghe’nın ruh hâli nedense iyiydi. Cümlesini duyduğunda, yine de,
gülümsemesi kayboldu. “Rüya İblisi’nin müridi değilim.”
Shen
Qingqiu bunu nedense tuhaf bulmuştu. “Ona öğretmenin olarak saygı göstermiyor
musun?”
Luo
Binghe tıkanmış, ardından kızgınlıkla yanıtlamıştı: “Hayır!”
Pekâlâ.
Hayır, hayır demekti. Shen Qingqiu bu sorunun üzerinde durmaması gerektiğini
hissetmişti.
Luo
Binghe konuştu: “Shizun, kendi isteğinizle dönerseniz herhangi bir koşulda
anlaşabilirsiniz.”
Shen
Qingqiu cevap verdi: “Bu ‘hoşgörülü ceza’yı kapsayacak mı?”
Luo
Binghe konuştu: “Kanımı bedeninizden çıkarmadığım sürece kaçmak için herhangi
bir teşebbüsünüz nafiledir.”
Shen
Qingqiu konuştu: “Oh, sadece bu mu?”
Güldü.
“Öyleyse, şu an, neden beni yakalamaya çalışmıyorsun?”
Luo
Binghe kaskatı kesilmişti, göz bebeklerinde ışık titreşti.
Bu
ifadeyi gördüğünde Shen Qingqiu’nin kalbi aniden sıkışmıştı.
Yavaşça
sordu: “Kılıcının… bir sorunu mu var?”
Tanrı’m,
yardım et, ah!
Luo
Binghe Sonsuz Uçurum’a düştüğünde antik yaratığın cesedinin içinde İblis
ustasının kendi kalbiyle dövdüğü tuhaf bir kılıç bulmuştu.
Bu
kılıç İblis’in Kalbi olarak bilinirdi.
Bu
ismi duymak bile bu eşyanın tehlikeli olduğunu anlamaya yeterdi, değil mi?!
Bu,
tabii ki de, öyle olmalıydı! Ruhanî kılıç ne kadar kuvvetli olursa kontrolü o
kadar zor olurdu. Antik dönemden şimdiye kadar çok uzun zamandır İblis’in Kalbi
kılıcının binlerce sahibi olmuştu. Her biri sektlerinde korkunç
yetenekliydiler; yine de, buna rağmen, tek biri bile kendi kılıçlarıyla
öldürülme kaderinden kurtulamamıştı.
İblis’in
Kalbi kılıcı onu kullanabilen herkese karşı savaştı. Eğer birisi ruhuna zorla
kabûl ettirmeye çalışırsa heybetli bir silah olurdu; yine de, gelecekte kılıcın
doğal kötülüğünü bastıramayacağı bir gün bile olursa kıyımda kurban edilen
koyundan fazlası olmazdı.
Asıl
Luo Binghe ilk yan etkilerini Şeytanî Gizli Âlem’e girip güçbela kılıç
tarafından yok edilmekten kaçtığında çekmişti. Sorunu çözmek için Luo
Binghe’nın o sırada topladığı sekiz ya da dokuzdan fazla küçük kız kardeşle
birlikte 500 bölüm yan hikâye çizgisi oluşmuştu.
Fakat
şimdi bütün hikâyenin hikâye çizgisi paytak paytak yürüyordu. Kılıcın karşı
saldırı yaptığı olayın hikâye çizgisi şimdi planın çok ilerisinde kalıyordu!
İblis’in
Kalbi kılıcının karşı saldırısı hiç de kolay hâlledilebilecek bir şey değildi.
Luo Binghe’nın onun peşine düşmemesi boşuna değildi. Çare bulmakla kafası
meşguldü. Tabii ki de Shen Qingqiu’yi kendi yakalayamazdı!
Aniden,
Luo Binghe omzundan birisini kavradı, güçle cübbesini çekti.
Oh.
Neden
geri dönmüştü?
Luo
Binghe’nın ifadesi çaydanlığın dibi kadar karanlıktı. Yavaşça, tek tek konuştu:
“Şu an bizzat gelemesem bile Shizun bunu pek kutlamamalı.”
Yine
de, kıyafetlerimi yırtma! Shen Qingqiu arda kalan kumaşı tutup sinirle bağırdı:
“Ne yapıyorsun?! Birisini aşağılamak için tek bildiğin yol bu mu?”
Luo
Binghe cevap verdi: “Beni ilk aşağılayan kesinlikle Shizun’du!”
Sistem:【Doğru şeyi yapma cesareti +50】
Bu da
mı puanlara ekleniyor? Bu çok anormal! Neden bunun çok tuhaf olduğunu
hissediyordu?
Luo
Binghe’nın elleri güç kullanmaya gayret sarf etmiş, dakikasında beyaz kumaşı
küçük parçalara ayırarak rüzgârda yok etmişti. Öne doğru ilerledi, ifadesi
şimdilik pek nefret dolu değilken Shen Qingqiu’ye doğru hız aldı. Luo
Binghe’nın gözlerini gördüğünde Shen Qingqiu içinden şiddetli korku ve endişe
duyduğunu hissetti.
Luo
Binghe’nın kıyafetleri parçalama eğilime sahip olduğunu hiç bilmese de oturup
ölümünü bekleyemezdi. Luo Binghe’ya doğru çok sayıda saldırı yapmış, ardından
çabucak kaçmaya çalışmıştı.
Luo
Binghe şüphesiz galip gelip kazanabilirdi, yine de kedi fare oyununu tercih
edip sabırla oynuyordu.
Shen
Qingqiu’nın hızı son derece fazlaydı fakat Luo Binge’nın gözünden her zaman
vuruşları ondan yavaştı. Shen Qingqiu ne zaman ona vurmaya çalışsa sakince
kenara kaçıyor, ardından sembolik olarak saldırıya cevap veriyordu. Yorum yapan
gıcık insanlarla birleşmiş Sistem’le kahramanın doğru şeyi yapma cesaretinin
durmaksızın 20, 30, 50 defa aralıksız olarak yükselmesi birisinin delirmesi
için gerçekten yeterliydi!
Birkaç
ileri gerilemeden sonra Shen Qingqiu’nin yüzü karardı.
Nereye
vurmaya çalışıyorsun?! Benimle oynuyor musun?! Amaç dövüşerek karşındakini
devirmek değil mi?!
Ne
dövüş ama! Bu, imleçlerin değişmesi gibi sayılamazdı bile, neredeyse ırza
geçmekti!
Bunu
düşündüğünde Shen Qingqiu’nin kafası karışmış olacaktı ki yanlışlıkla çok hızlı
gidip Luo Binghe’ya çarptı.
Luo
Binghe beklemediğinden çekilememişti bile, Shen Qingqiu’nin çarpıp onu
sarmalamasına izin vermişti. Konuşurken sesi memnuniyet içinde ve neşeliydi:
“Bu manevra, Shizun’un bizzat bana öğrettiği şeylerdendi. Tabii ki de bunu
kullanmanın eksisi ve artıları var, en büyük dezavantajı bedeninin alt kısmı
kararsız kalıyor. Shizun bunu nasıl unutur?”
O
anda Shen Qingqiu’nin aklı renkli süslemelerle “seni küçük piç” çıkartmalarıyla
dolu hâle gelmişti.
Sikeyim!
Bu manevra gerçekten de Luo Binghe’ya öğrettiği bir şeydi!
Aklı
Luo Binghe’nın odunluk odasına yeni taşındığı zamana gitmişti. O zaman olağandışı
Tanrı’nın hediyesi yeteneğiyle Luo Binghe çekinerek kendi dövüş tarzını
geliştirmeyi başarmıştı. Yine de birkaç hareket öğrenmiş diğer müritler dışında
hiçbirinin öğrendikleri köpek boku değerinde değildi.
Shen
Qingqiu onun kılıç, tekme ve avuç içleriyle pratik yaptığını gördüğünde
utanarak eliyle yüzünü kapatmadan edemedi. Luo Binghe, kenarda, onun kararını
bekliyordu.
Böyle
bir zamanda Shen Qingqiu onu devirmeye katlanamazdı. Bir süre sonra sonunda
repliği söyleyiverdi: “Bu gayet esnek.”
Luo
Binghe’nın bakması ıstırap veren yapısını onaylamak amacıyla Shen Qingqiu
zahmetlice ona bir hayli uzun bir süre günlük özel eğitimini yapmıştı. Yine de,
bir sebepten dolayı, bu zeki ve anlayışlı çocuk fazlasıyla yetersiz
görünüyordu. İkinci defa görmeden kolayca dersini alabilen Luo Binghe gerçekte
ona öğrettiklerini neredeyse şıp diye unutmuştu. Çoğunlukla çok fazla güç
kullanmış, Shen Qingqiu sonunda kırılma noktasına ulaşana kadar kim bilir kaç
defa Shen Qingqiu’nin kollarına çarpmıştı.
Bunu
kasıtlı olarak mı yapıyorsun?!
Luo
Binghe’nın alnına sağlam bir şekilde vurup bağırmaktan kendini alıkoyamadı:
“Rakiplerinle böyle mi savaşıyorsun? Hakikaten kendini onların kucağına
fırlatıyorsun!”
Bunun
ardından yüzü kırmızıya dönmüş Luo Binghe sonunda doğru dürüst bir şekilde
öğrenmeye başlamış, daha fazla hata yapmaya cüret etmemişti.
Yine
de, bugün, Shen Qingqiu beklenmedik bir şekilde Luo Binghe’nın uygunsuz tavrını
azarlamıştı.
Bu
nasıl bir yer böyle?!
Shen
Qingqiu öğretmen olarak ağır darbeye katlanmanın onun gururu gibi olduğunu
hissetti.
Aklı
başından alınmışken Luo Binghe’nın elleri arkasına uzanmış, Shen Qingqiu’nin
derisinde belirli bir noktadan çizgiyle tüylerinin diken diken olmasını
sağlamıştı.
Shen
Qingqiu dişlerini gıcırdattı. “Luo Binghe!”
Sistem:【Kahramanın doğru
şeyi yapma cesareti +100! Tebrikler!】
Kıçıma
tebrik et!
Luo
Binghe beyaz cübbenin başka bir bölümünü yırtıp bunu belirtmişti: “Shizun’u bu
cübbeyi giyerken gördüğümde kalbim on kat daha kederleniyor. En iyisi tamamını çıkartmak.”
Shen
Qingqiu çıplak olana kadar mutlu olmayacağını mı kastetmişti?
Shen
Qingqiu konuştu: “Benden nefret ediyorsan bu cübbeyi çıkartma. Bu Gongyi
Xiao’ya ait!”
Luo
Binghe’nın ifadesi derinleşti. “Nefret eden Shizun. Cübbeyi ben giyiyordum diye
reddettiniz.”
Neden?
Neden iki yetişkin adam yüzsüz seyircilerin ortasında cübbeyi tartışıyorlardı?
Luo Binghe, gerçekten bu kadar hassas hislere sahip bir tip miydin?
Senin
için fırçalayıp temizleyerek katladım bile, daha ne yapmamı istiyorsun? Gerçekten
ellerimle yıkayıp kişisel olarak geri vermemi mi bekledin?!
Shen
Qingqiu’nin ifadesi düzensizce değişmişti. Bunu gören Luo Binghe soru sordu:
“Shizun, ne düşünüyorsunuz?”
Soğukkanlılıkla
ekledi: “Eğer bu Gongyi Xiao’nunsa Shizun’un onun hakkında düşünmeyi bırakması
tavsiyesinde bulunurum.”
Shen
Qingqiu’nin kalbi kaygı verici önseziyle dolmuştu. Ağır bir şekilde sordu:
“…Gongyi Xiao’ya ne oldu?”
Asıl
hikâye çizgisine göre Gongyi Xiao’nun olasılıksız sınıra devriye nöbetçisi olarak sürgünü Luo Binghe’yla Genç Saray
Hanımı’nın yatakta yuvarlanmasından sonra oluyordu.
Fakat
şimdiki hikâye çizgisi Gökyüzüne Ateş Eden Uçak’ın bile bilemeyeceği kadar
karıştığından her şey olabilirdi.
Fakat
Luo Binghe cevap veremeden önce Shen Qingqiu’nin etrafındaki yüzsüz insanlar
hareket etmeye başladı.
Önceden
zihinsel engelli gibi boş baksalar da ya da ne yapıyorlarsa onunla meşgul
olsalar da şu an her nasılsa Shen Qingqiu’ye yoğunlaşmaya başlayıp onu ortada
sıkıştırmışlardı. Her birini ittiremekten aciz bir şekilde Luo Binghe’ya bakış
attı.
Luo
Binghe’nın kaşları birlikte sıkı sıkı çatılmıştı, bir eliyle alnına
bastırıyordu. Başına akın eden güç gibi bir şeye direnç gösteriyormuş gibi
endişeli görünüyordu.
Shen
Qingqiu’nin aniden aklı yerine gelmişti. Bu tepki İblis’in Kalbi’nin karşı
saldırısından ve Luo Binghe’nın aklına istila etmesinden olmalıydı. İllüzyonu
sürdürmek için yeterince enerji üretemediğinde düşvari sahne çökmeye başladı.
Şimdi
gitmeyecekse ne zaman gidecekti?
Luo
Binghe’nın şu anda onun dikkatini dağıtacak ya da engelleyecek durumda
olmadığından tecrübelerine dayanarak kalbinin en büyük korkusunun üstesinden
gelebildiği kadar uzun zaman, zayıf düşvari sahneyi yok edebilirdi.
Gitmeye
karar veren Shen Qingqiu onu bırakmıştı. Luo Binghe’nın çok şiddetli baş ağrısı
hareket etmesini önlüyordu. Aciz bir şekilde bağırdı: “Bir adım daha atmaya
cesaret ederseniz olacakları görürsünüz!”
Shen
Qingqiu anında on ya da daha fazla adım ilerlemişti. Ardından, arkasına dönüp
sordu: “Ne?”
Bunu
gören Luo Binghe sinirden kan kusacak noktaya gelmişti. Kelime kelime söyledi:
“…Bekle ve gör!”
Shen
Qingqiu arkasını dönmedi. Sakin ve gururlu bir şekilde yanıtladı: “Hoşça kal!”
Bana
beklememi söylediğinde bekleyeceğimi mi düşündün? Ben aptal değilim!
Shen
Qingqiu yakınlardaki dükkânlardan birisine baktı. Kapıyı tekmeleyerek açıp
dükkâna girdi.
Onu
içeride ne beklerse beklesin Shen Qingqiu bunu mutlak sakinlikle karşılamaya
karar vermişti.
Hiç
olmazsa Luo Binghe’ya karşı olduğundan daha yüksek şansı vardı!
Kapıyı
açmasıyla birlikte dışarıdan gelen gürültülü sesler keskin bir bıçak tarafından
yapılmış gibi kesilmiş, odayı ölüm sessizliği kaplamıştı.
Shen
Qingqiu nefesini tutmuş, sessizce beklemişti.
Bir
süre sonra birisi mum yakacak olursa onu çevreleyenler aydınlanacaktı. Shen
Qingqiu başını eğmiş, tam o sırada yabancı, yine de tanıdık suratın gözlerine
kilitlenmişti.
İnce
bir çocuk, önünde diz çökmüştü.
Kaba
saba kumaş bir giysi giyiyordu. Dizüstü duruşundan yılgın göründüğü izlenimi
çıkarılıyordu. Arkasında, elleri sıkıca iple bağlanmıştı. Her ne kadar ölü gibi
solgun yüze sahip olsa da göz bebekleri hayatla doluydu.
Shen
Qingqiu gözlerini onun üzerinden ayıramıyordu.
Bu
sahne kesinlikle anılarından değildi. Yine de bu yüz gerçekten onu andırıyordu.
Sadece zamanın nezaketi ve efsun eksikti, bundan böyle artık olmayan genç bir
oğlanın yüzüydü bu.
Bu
Shen Qingqiu’ydi, yine de Shen Qingqiu değildi.
Kesin
olan şey, bu- bu Shen Jiu’ydu!
Shen
Qingqiu aniden parkede doğruldu.
Uyandıktan
sonra etrafına baktı, terkedilmiş bir binanın içinde uzandığını fark etti.
Gökyüzü aydınlıktı, günışığı eski pencere çerçevesinden ve pirinç kâğıdı
duvarlardaki küçük yarıklardan içeriye düşüyordu.
Anılar
geri serpildi. Dün, şenlik boyunca terkedilmiş bir bina bulana kadar rastgele
dolaşmıştı. Asıl planı sadece bir süre kestirmekti; gelin görün ki Luo Binghe
uyuduğu gibi onu Rüya Âlemi’ne sürüklemişti.
Düşvari
sahnenin çökmeye başlamadan öncesini düşündüğünde Shen Qingqiu endişelenmeden
edememişti.
Asıl
eserle o tamamıyla iki farklı kişi olsalar bile aynı kanla bedeni
paylaşıyorlardı. Kaçınılmaz bir şekilde bazı etkilerden acı çekmişti. Dün
gördüğü şeyse asıl Shen Jiu’nun çocukluk anısı olmalıydı.
Bu
hile sayılabilirdi. Şu anki Shen Qingqiu bu anıları izlediğinden dolayı
sarsıntıdan mağdurdu, o nedenle doğal olarak illüzyon çabucak dağılmıştı.
Yine
de, geçmişe baktığında, Shen Qingqiu aklında emeklediğinden kuşkulandığını
hissetti. Rüyada, Shen Jiu bağlanmıştı. Aslında onun Shen Jiu hâlâ köle
tacirlerinin elindeykenki bir zaman diliminden olduğunu düşünmüştü; yine de
odada yumuşak bir halı vardı, her şey değerliydi ve kaligrafi parşömenleriyle
resimler duvarda asılıydı. Bu asil oda köle tacirlerinin sığınağından çok zengin
bir adamın çalışma odası gibiydi…
Qiu
ailesinin içinde Shen Jiu Qiu Haitang’ın iddia ettiği şekilde sevgi ve ilgiyle
kabûl edilmemiş gibi görünüyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder