11 Temmuz 2020 Cumartesi

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 41: HUAYUE'DE ÖLÜMDEN KAÇMAK 2


Bütün bedeni kanın korkunç kırmızısına bulanmıştı. Bedenindeki sayısız yaralar görülebiliyordu, ayrıca ağzının yanından daha da çok kan akıyordu. Çoktan ona yönlendirilmiş kaç tane kılıcın olduğunu unutmuş gibi görünüyordu. Yüzünü kaplayan dengesiz hiddetin yerini uzun zaman önce çoktan deliliğe bıraktığı barizken qi ayrılması geçiriyordu.

 

Mükemmeliğin altındaki bu sahne ateşin baş döndürücü aydınlatmasıyla dehşet vericiden öte bir boyuttaydı. Bir anlığına Shen Qingqiu Rüya Âlemi’nin içerisinde olduğunu unutmuş, Cheng Luan’ı çekmek için Liu Qingge’ya doğru atılmıştı.

 

Kılıç çoktan Liu Qingge’nın kalbine saplanmıştı. Shen Qingqiu nazikçe çektiğinde sadece kanın fışkırmasıyla karşılaşmıştı. Bu şok edici görüntü karşısında hafifçe aklı başına gelmiş, iki adım gerileyerek başka birisine çarpmıştı.

 

Vaktini son derece boşa harcıyordu. Yue Qingyuan ona dönüktü, başı aşağıya eğikti.

 

Birbirlerine bakıyor olmalarına rağmen Yue Qingyuan’ın gözleri hiçbir ışık içermiyordu. Boynundan göğsüne kadar, dört uzvu ve midesi dahil… siyah oklarla delinmişti.

 

On bin ok bedenini delip geçmişti.

 

Shen Qingqiu karşılaştığı şeyin ne olduğunu sonunda anlamıştı; bunlar, onların asıl ölümleriydi!

 

Asıl Shen Qingqiu’nin kendi elleriyle sebebiyet verdiği ölümlerdi!

 

Shen Qingqiu ona daha fazla bakmaya katlanamazdı. Bu tarz bir sahneye bakmayı sürdüreceğine dışarıda yüzsüz insanlar kalabalığıyla çevrelenmeyi yeğlerdi!

 

Geldiği yere doğru geri döndü. Beklenmedik bir şekilde sürgülü ahşap kapıyı yine de bulabilmişti. Shen Qingqiu genel af verilmiş bir adam gibi koşuyordu, kapıdan dışarıya adım atana kadar hızla kaçtı. Bu sefer zihni dengesizdi, düşünceleri karışıklıkla çırpılmıştı. Yol boyunca sendelerken dengesini birkaç kez kaybedip hoş gözükmeyecek ifadeler takınmaktan kendini alıkoyamamıştı.

 

Sokaktaki “insanlar” ona bakıyordu. Etrafta ölüm sessizliği hâkimdi.

 

Kim bilir ne kadar zamandır koşuyorken geçen bir beden aniden doğrudan ona döndü.

 

Bu kişinin ifadesi anında onu sarmalayarak ağır duygularla dolmasını sağlamıştı.

 

Diğeri ondan birazcık uzundu, uzun boylu ve ince yapılıydı. Boynunda gözüken küçük bir kısım dışında kıyafetinin tamamı siyahtı. Üzerinde, vahşi bir hayalet maskesi takıyordu.

 

Shen Qingqiu yukarıdan gelen memnuniyet içindeki sesi duymadan önce ne diyeceğini bilmiyordu:

 “Shizun, dikkatli olun.”

 

Kim olduğunu anlaması için maskenin altına bakmasına gerek yoktu.

 

Shen Qingqiu aniden diğerlerinin kavramasıyla mücadele etti. Diğerinin onu durdurmaya niyeti yoktu, bağımsız bir şekilde mücadele etmesi zor değildi. Sadece birkaç adım gerileyip güvenliğini garantiye aldıktan sonra o kişiye bakabildi.

 

Shen Qingqiu sordu: “Bu şehri sen mi yaptın?”

 

Luo Binghe yavaşça maskeyi çıkarttı. Yüzündeki ifadeden “insanı takip eden hayalet” oyununu daha fazla sürdüremediğinden neredeyse pişman olduğu anlaşılıyordu. “Fena değil. Shizun ne düşünüyor?”

 

Shen Qingqiu yavaşça başını salladı. “Rüya İblisi’nin değerli müridi olarak adlandırılmaya gerçekten değersin.”

 

Bu denli özenli düzeyde bir illüzyon yapmak etkileyici bir işti. Rüya İblisi’nin onları uzun zaman önce hapsettiği zamana kıyasla bu eksiksizdi.

 

Dahası, bu illüzyon tam olarak en büyük korkularını içeriyordu.

 

Aslında, Luo Binghe’nın ruh hâli nedense iyiydi. Cümlesini duyduğunda, yine de, gülümsemesi kayboldu. “Rüya İblisi’nin müridi değilim.”

 

Shen Qingqiu bunu nedense tuhaf bulmuştu. “Ona öğretmenin olarak saygı göstermiyor musun?”

 

Luo Binghe tıkanmış, ardından kızgınlıkla yanıtlamıştı: “Hayır!”

 

Pekâlâ. Hayır, hayır demekti. Shen Qingqiu bu sorunun üzerinde durmaması gerektiğini hissetmişti.

 

Luo Binghe konuştu: “Shizun, kendi isteğinizle dönerseniz herhangi bir koşulda anlaşabilirsiniz.”

 

Shen Qingqiu cevap verdi: “Bu ‘hoşgörülü ceza’yı kapsayacak mı?”

 

Luo Binghe konuştu: “Kanımı bedeninizden çıkarmadığım sürece kaçmak için herhangi bir teşebbüsünüz nafiledir.”

 

Shen Qingqiu konuştu: “Oh, sadece bu mu?”

 

Güldü. “Öyleyse, şu an, neden beni yakalamaya çalışmıyorsun?”

 

Luo Binghe kaskatı kesilmişti, göz bebeklerinde ışık titreşti.

 

Bu ifadeyi gördüğünde Shen Qingqiu’nin kalbi aniden sıkışmıştı.

 

Yavaşça sordu: “Kılıcının… bir sorunu mu var?”

 

Tanrı’m, yardım et, ah!

 

Luo Binghe Sonsuz Uçurum’a düştüğünde antik yaratığın cesedinin içinde İblis ustasının kendi kalbiyle dövdüğü tuhaf bir kılıç bulmuştu.

 

Bu kılıç İblis’in Kalbi olarak bilinirdi.

 

Bu ismi duymak bile bu eşyanın tehlikeli olduğunu anlamaya yeterdi, değil mi?!

 

Bu, tabii ki de, öyle olmalıydı! Ruhanî kılıç ne kadar kuvvetli olursa kontrolü o kadar zor olurdu. Antik dönemden şimdiye kadar çok uzun zamandır İblis’in Kalbi kılıcının binlerce sahibi olmuştu. Her biri sektlerinde korkunç yetenekliydiler; yine de, buna rağmen, tek biri bile kendi kılıçlarıyla öldürülme kaderinden kurtulamamıştı.

 

İblis’in Kalbi kılıcı onu kullanabilen herkese karşı savaştı. Eğer birisi ruhuna zorla kabûl ettirmeye çalışırsa heybetli bir silah olurdu; yine de, gelecekte kılıcın doğal kötülüğünü bastıramayacağı bir gün bile olursa kıyımda kurban edilen koyundan fazlası olmazdı.

 

Asıl Luo Binghe ilk yan etkilerini Şeytanî Gizli Âlem’e girip güçbela kılıç tarafından yok edilmekten kaçtığında çekmişti. Sorunu çözmek için Luo Binghe’nın o sırada topladığı sekiz ya da dokuzdan fazla küçük kız kardeşle birlikte 500 bölüm yan hikâye çizgisi oluşmuştu.

 

Fakat şimdi bütün hikâyenin hikâye çizgisi paytak paytak yürüyordu. Kılıcın karşı saldırı yaptığı olayın hikâye çizgisi şimdi planın çok ilerisinde kalıyordu!

 

İblis’in Kalbi kılıcının karşı saldırısı hiç de kolay hâlledilebilecek bir şey değildi. Luo Binghe’nın onun peşine düşmemesi boşuna değildi. Çare bulmakla kafası meşguldü. Tabii ki de Shen Qingqiu’yi kendi yakalayamazdı!

 

Aniden, Luo Binghe omzundan birisini kavradı, güçle cübbesini çekti.

 

Oh.

 

Neden geri dönmüştü?

 

Luo Binghe’nın ifadesi çaydanlığın dibi kadar karanlıktı. Yavaşça, tek tek konuştu: “Şu an bizzat gelemesem bile Shizun bunu pek kutlamamalı.”

 

Yine de, kıyafetlerimi yırtma! Shen Qingqiu arda kalan kumaşı tutup sinirle bağırdı: “Ne yapıyorsun?! Birisini aşağılamak için tek bildiğin yol bu mu?”

 

Luo Binghe cevap verdi: “Beni ilk aşağılayan kesinlikle Shizun’du!”

 

Sistem:Doğru şeyi yapma cesareti +50

 

Bu da mı puanlara ekleniyor? Bu çok anormal! Neden bunun çok tuhaf olduğunu hissediyordu?

 

Luo Binghe’nın elleri güç kullanmaya gayret sarf etmiş, dakikasında beyaz kumaşı küçük parçalara ayırarak rüzgârda yok etmişti. Öne doğru ilerledi, ifadesi şimdilik pek nefret dolu değilken Shen Qingqiu’ye doğru hız aldı. Luo Binghe’nın gözlerini gördüğünde Shen Qingqiu içinden şiddetli korku ve endişe duyduğunu hissetti.

 

Luo Binghe’nın kıyafetleri parçalama eğilime sahip olduğunu hiç bilmese de oturup ölümünü bekleyemezdi. Luo Binghe’ya doğru çok sayıda saldırı yapmış, ardından çabucak kaçmaya çalışmıştı.

 

Luo Binghe şüphesiz galip gelip kazanabilirdi, yine de kedi fare oyununu tercih edip sabırla oynuyordu.

 

Shen Qingqiu’nın hızı son derece fazlaydı fakat Luo Binge’nın gözünden her zaman vuruşları ondan yavaştı. Shen Qingqiu ne zaman ona vurmaya çalışsa sakince kenara kaçıyor, ardından sembolik olarak saldırıya cevap veriyordu. Yorum yapan gıcık insanlarla birleşmiş Sistem’le kahramanın doğru şeyi yapma cesaretinin durmaksızın 20, 30, 50 defa aralıksız olarak yükselmesi birisinin delirmesi için gerçekten yeterliydi!

 

Birkaç ileri gerilemeden sonra Shen Qingqiu’nin yüzü karardı.

 

Nereye vurmaya çalışıyorsun?! Benimle oynuyor musun?! Amaç dövüşerek karşındakini devirmek değil mi?!

 

Ne dövüş ama! Bu, imleçlerin değişmesi gibi sayılamazdı bile, neredeyse ırza geçmekti!

 

Bunu düşündüğünde Shen Qingqiu’nin kafası karışmış olacaktı ki yanlışlıkla çok hızlı gidip Luo Binghe’ya çarptı.

 

Luo Binghe beklemediğinden çekilememişti bile, Shen Qingqiu’nin çarpıp onu sarmalamasına izin vermişti. Konuşurken sesi memnuniyet içinde ve neşeliydi: “Bu manevra, Shizun’un bizzat bana öğrettiği şeylerdendi. Tabii ki de bunu kullanmanın eksisi ve artıları var, en büyük dezavantajı bedeninin alt kısmı kararsız kalıyor. Shizun bunu nasıl unutur?”

 

O anda Shen Qingqiu’nin aklı renkli süslemelerle “seni küçük piç” çıkartmalarıyla dolu hâle gelmişti.

 

Sikeyim! Bu manevra gerçekten de Luo Binghe’ya öğrettiği bir şeydi!

 

Aklı Luo Binghe’nın odunluk odasına yeni taşındığı zamana gitmişti. O zaman olağandışı Tanrı’nın hediyesi yeteneğiyle Luo Binghe çekinerek kendi dövüş tarzını geliştirmeyi başarmıştı. Yine de birkaç hareket öğrenmiş diğer müritler dışında hiçbirinin öğrendikleri köpek boku değerinde değildi.




Shen Qingqiu onun kılıç, tekme ve avuç içleriyle pratik yaptığını gördüğünde utanarak eliyle yüzünü kapatmadan edemedi. Luo Binghe, kenarda, onun kararını bekliyordu.

 

Böyle bir zamanda Shen Qingqiu onu devirmeye katlanamazdı. Bir süre sonra sonunda repliği söyleyiverdi: “Bu gayet esnek.”

 

 

Luo Binghe’nın bakması ıstırap veren yapısını onaylamak amacıyla Shen Qingqiu zahmetlice ona bir hayli uzun bir süre günlük özel eğitimini yapmıştı. Yine de, bir sebepten dolayı, bu zeki ve anlayışlı çocuk fazlasıyla yetersiz görünüyordu. İkinci defa görmeden kolayca dersini alabilen Luo Binghe gerçekte ona öğrettiklerini neredeyse şıp diye unutmuştu. Çoğunlukla çok fazla güç kullanmış, Shen Qingqiu sonunda kırılma noktasına ulaşana kadar kim bilir kaç defa Shen Qingqiu’nin kollarına çarpmıştı.

 

Bunu kasıtlı olarak mı yapıyorsun?!

 

Luo Binghe’nın alnına sağlam bir şekilde vurup bağırmaktan kendini alıkoyamadı: “Rakiplerinle böyle mi savaşıyorsun? Hakikaten kendini onların kucağına fırlatıyorsun!”

 

Bunun ardından yüzü kırmızıya dönmüş Luo Binghe sonunda doğru dürüst bir şekilde öğrenmeye başlamış, daha fazla hata yapmaya cüret etmemişti.

 

Yine de, bugün, Shen Qingqiu beklenmedik bir şekilde Luo Binghe’nın uygunsuz tavrını azarlamıştı.

 

Bu nasıl bir yer böyle?! 

 

Shen Qingqiu öğretmen olarak ağır darbeye katlanmanın onun gururu gibi olduğunu hissetti.

 

Aklı başından alınmışken Luo Binghe’nın elleri arkasına uzanmış, Shen Qingqiu’nin derisinde belirli bir noktadan çizgiyle tüylerinin diken diken olmasını sağlamıştı.

 

Shen Qingqiu dişlerini gıcırdattı. “Luo Binghe!”

 

Sistem:Kahramanın doğru şeyi yapma cesareti +100! Tebrikler!

 

Kıçıma tebrik et!

 

Luo Binghe beyaz cübbenin başka bir bölümünü yırtıp bunu belirtmişti: “Shizun’u bu cübbeyi giyerken gördüğümde kalbim on kat daha kederleniyor. En iyisi tamamını çıkartmak.”

 

Shen Qingqiu çıplak olana kadar mutlu olmayacağını mı kastetmişti?

 

Shen Qingqiu konuştu: “Benden nefret ediyorsan bu cübbeyi çıkartma. Bu Gongyi Xiao’ya ait!”

 

Luo Binghe’nın ifadesi derinleşti. “Nefret eden Shizun. Cübbeyi ben giyiyordum diye reddettiniz.”

 

Neden? Neden iki yetişkin adam yüzsüz seyircilerin ortasında cübbeyi tartışıyorlardı? Luo Binghe, gerçekten bu kadar hassas hislere sahip bir tip miydin?

 

Senin için fırçalayıp temizleyerek katladım bile, daha ne yapmamı istiyorsun? Gerçekten ellerimle yıkayıp kişisel olarak geri vermemi mi bekledin?!

 

Shen Qingqiu’nin ifadesi düzensizce değişmişti. Bunu gören Luo Binghe soru sordu: “Shizun, ne düşünüyorsunuz?”

 

Soğukkanlılıkla ekledi: “Eğer bu Gongyi Xiao’nunsa Shizun’un onun hakkında düşünmeyi bırakması tavsiyesinde bulunurum.”

 

Shen Qingqiu’nin kalbi kaygı verici önseziyle dolmuştu. Ağır bir şekilde sordu: “…Gongyi Xiao’ya ne oldu?”

 

Asıl hikâye çizgisine göre Gongyi Xiao’nun olasılıksız  sınıra devriye nöbetçisi olarak sürgünü Luo Binghe’yla Genç Saray Hanımı’nın yatakta yuvarlanmasından sonra oluyordu.

 

Fakat şimdiki hikâye çizgisi Gökyüzüne Ateş Eden Uçak’ın bile bilemeyeceği kadar karıştığından her şey olabilirdi.

 

Fakat Luo Binghe cevap veremeden önce Shen Qingqiu’nin etrafındaki yüzsüz insanlar hareket etmeye başladı.

 

Önceden zihinsel engelli gibi boş baksalar da ya da ne yapıyorlarsa onunla meşgul olsalar da şu an her nasılsa Shen Qingqiu’ye yoğunlaşmaya başlayıp onu ortada sıkıştırmışlardı. Her birini ittiremekten aciz bir şekilde Luo Binghe’ya bakış attı.

 

Luo Binghe’nın kaşları birlikte sıkı sıkı çatılmıştı, bir eliyle alnına bastırıyordu. Başına akın eden güç gibi bir şeye direnç gösteriyormuş gibi endişeli görünüyordu.

 

Shen Qingqiu’nin aniden aklı yerine gelmişti. Bu tepki İblis’in Kalbi’nin karşı saldırısından ve Luo Binghe’nın aklına istila etmesinden olmalıydı. İllüzyonu sürdürmek için yeterince enerji üretemediğinde düşvari sahne çökmeye başladı.

 

Şimdi gitmeyecekse ne zaman gidecekti?

 

Luo Binghe’nın şu anda onun dikkatini dağıtacak ya da engelleyecek durumda olmadığından tecrübelerine dayanarak kalbinin en büyük korkusunun üstesinden gelebildiği kadar uzun zaman, zayıf düşvari sahneyi yok edebilirdi.

 

Gitmeye karar veren Shen Qingqiu onu bırakmıştı. Luo Binghe’nın çok şiddetli baş ağrısı hareket etmesini önlüyordu. Aciz bir şekilde bağırdı: “Bir adım daha atmaya cesaret ederseniz olacakları görürsünüz!”

 

Shen Qingqiu anında on ya da daha fazla adım ilerlemişti. Ardından, arkasına dönüp sordu: “Ne?”

 

Bunu gören Luo Binghe sinirden kan kusacak noktaya gelmişti. Kelime kelime söyledi: “…Bekle ve gör!”

 

Shen Qingqiu arkasını dönmedi. Sakin ve gururlu bir şekilde yanıtladı: “Hoşça kal!”

 

Bana beklememi söylediğinde bekleyeceğimi mi düşündün? Ben aptal değilim!

 

Shen Qingqiu yakınlardaki dükkânlardan birisine baktı. Kapıyı tekmeleyerek açıp dükkâna girdi.

 

Onu içeride ne beklerse beklesin Shen Qingqiu bunu mutlak sakinlikle karşılamaya karar vermişti.

 

Hiç olmazsa Luo Binghe’ya karşı olduğundan daha yüksek şansı vardı!

 

Kapıyı açmasıyla birlikte dışarıdan gelen gürültülü sesler keskin bir bıçak tarafından yapılmış gibi kesilmiş, odayı ölüm sessizliği kaplamıştı.

 

Shen Qingqiu nefesini tutmuş, sessizce beklemişti.

 

Bir süre sonra birisi mum yakacak olursa onu çevreleyenler aydınlanacaktı. Shen Qingqiu başını eğmiş, tam o sırada yabancı, yine de tanıdık suratın gözlerine kilitlenmişti.

 

İnce bir çocuk, önünde diz çökmüştü.

 

Kaba saba kumaş bir giysi giyiyordu. Dizüstü duruşundan yılgın göründüğü izlenimi çıkarılıyordu. Arkasında, elleri sıkıca iple bağlanmıştı. Her ne kadar ölü gibi solgun yüze sahip olsa da göz bebekleri hayatla doluydu.

 

Shen Qingqiu gözlerini onun üzerinden ayıramıyordu.

 

Bu sahne kesinlikle anılarından değildi. Yine de bu yüz gerçekten onu andırıyordu. Sadece zamanın nezaketi ve efsun eksikti, bundan böyle artık olmayan genç bir oğlanın yüzüydü bu.

 

Bu Shen Qingqiu’ydi, yine de Shen Qingqiu değildi.

 

Kesin olan şey, bu- bu Shen Jiu’ydu!

 

Shen Qingqiu aniden parkede doğruldu.

 

Uyandıktan sonra etrafına baktı, terkedilmiş bir binanın içinde uzandığını fark etti. Gökyüzü aydınlıktı, günışığı eski pencere çerçevesinden ve pirinç kâğıdı duvarlardaki küçük yarıklardan içeriye düşüyordu.

 

Anılar geri serpildi. Dün, şenlik boyunca terkedilmiş bir bina bulana kadar rastgele dolaşmıştı. Asıl planı sadece bir süre kestirmekti; gelin görün ki Luo Binghe uyuduğu gibi onu Rüya Âlemi’ne sürüklemişti.

 

Düşvari sahnenin çökmeye başlamadan öncesini düşündüğünde Shen Qingqiu endişelenmeden edememişti.

 

Asıl eserle o tamamıyla iki farklı kişi olsalar bile aynı kanla bedeni paylaşıyorlardı. Kaçınılmaz bir şekilde bazı etkilerden acı çekmişti. Dün gördüğü şeyse asıl Shen Jiu’nun çocukluk anısı olmalıydı.

 

Bu hile sayılabilirdi. Şu anki Shen Qingqiu bu anıları izlediğinden dolayı sarsıntıdan mağdurdu, o nedenle doğal olarak illüzyon çabucak dağılmıştı.

 

Yine de, geçmişe baktığında, Shen Qingqiu aklında emeklediğinden kuşkulandığını hissetti. Rüyada, Shen Jiu bağlanmıştı. Aslında onun Shen Jiu hâlâ köle tacirlerinin elindeykenki bir zaman diliminden olduğunu düşünmüştü; yine de odada yumuşak bir halı vardı, her şey değerliydi ve kaligrafi parşömenleriyle resimler duvarda asılıydı. Bu asil oda köle tacirlerinin sığınağından çok zengin bir adamın çalışma odası gibiydi…

 

Qiu ailesinin içinde Shen Jiu Qiu Haitang’ın iddia ettiği şekilde sevgi ve ilgiyle kabûl edilmemiş gibi görünüyordu.

 

*****


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder