19 Haziran 2020 Cuma

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 30: LUSHUI GÖLÜ'NÜN İNSAN YILANI

Gongyi Xiao’nun rehberliği altında üçü çabucak Huan Hua Sarayı’nın oluşumundan çıkmış, hedeflerine yakın konuma gelmişlerdi.

Asıl eserde Güneş ve Ay’ın Nemlendirdiği Çiçek Tanesi fazlasıyla açıklanmamıştı. Sadece ‘varlığı, sık ormanın yeşillikleriyle mağarada saklanmıştı’ diyerek birazcık bahsi geçiyordu. Sonuç olarak bu şey erkek kahramanla (ve harem üyeleriyle) pek ilişkili değildi. Luo Binghe’ya karşı kullanılan desteklerden birisi yerine düzenlemişti. Hikâyenin bu noktasını düşünmek için Shang Qinghua gerçekten hayatının en son noktasına kadar kazmıştı.

Fakat bunun tek sebebi Shen Qingqiu’nin hareketlenmeye yeltenmesiydi. Luo Binghe’nın kullanması için verilen tuhaf ve mucizevi bitkiler gibi ana hikâye çizgisiyle ilgili bir şey olsaydı alacak yüreği olmazdı.

Erkek kahramanın düşmanlarına ait olan bir şeyi kapmak sorun olmamalıydı!


Erkek kahramanla rekabet etmenin sonunu bir tavuğu beslemeye çalışıp sadece el dolusu tahıl kaybeden birisi kadar kolay garanti etmiyordu!

 

 

Bir Tavuğu Beslemeye Çalışıp Sadece El Dolusu Tahıl Kaybeden Kişi: Kazanç sağlamaya çalışıp öncekinden daha kötü bir hâle gelerek sonuçlanması, bizdeki gibi düşünecek olursak “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” buna uyuyor.

 

 

Her ne kadar konum net olmasa da iyi yanı Bailu Ormanı ne kadar büyük olursa olsun sadece bir tane mağarası vardı.

Shen Qingqiu parmaklarını şıklattığında parlak yeşil alev parmak uçlarına sıçradı. Başka bir şıklatmayla alev arkalarına yuvarlanarak taşınıp karanlık, nemli mağara boyunca bir yol açtı.

Başlangıçta taşlı yol üç kişinin de yan yana yürüyebilmesine uygundu. Fakat sonlarına doğru taşlı yol darlaştığından her birinin yan olarak ilerlemesi gerekiyordu. Yol ayrıca karışıktı da, bir canavarın bağırsağı gibi kıvrılıp duruyordu.

Işık loştu. Shen Qingqiu’nin aleviyle bile karanlıktı. Birkaç tane daha yakmıştı, onları hemen arkalarından takip eden ateş topları olarak birleştirmişti. Gongyi Xiao arkalarındaydı, Shang Qinghua aslında mağarının dışında beklemek istemişti fakat Shen Qingqiu tarafından içeriye tekmelenmişti. Shen Qingqiu onun korkup korkmayacağını bilmiyordu fakat kolu zaman zaman Shen Qingqiu’ye dokunduğunda tüylerinin diken diken olduğunu hissediyordu.

Sonunda, Shen Qingqiu’nin daha fazla tahammülü kalmamıştı. Hâlâ dışarıya yakın olduklarından dolayı kısık bir sesle konuştu: “Bana yapışmayı bırakır mısın?”

Cevap yoktu. Fakat başka bir temas da yoktu. Shen Qingqiu el yordamıyla ilerlemeye devam etmişti fakat Shang Qinghua’nın onu buzağı gibi tekmeleyeceği kim bilebilirdi ki?

Shen Qingqiu kendini tutamayıp söyledi: “Hay sikeyim!”

Çok arkadan, Shang Qinghua’nın sesi geldi: “Kıdemli – Askerî –Ağabey – Shen! Ne- dedin?”

Sesi, karşılıklı taşlar arasından yankı yaparak uzun bir yoldan gelmişti.

Böyle olunca Shang Qinghua’nın arkadaki Gongyi Xiao’nun yolunu engelleyip biraz daha çabuk ilerlemesini sağlarken Shen Qingqiu bilinçsizce daha hızlı bir şekilde yürüyordu. Çoktan ikisini de fazlasıyla uzun bir mesafede arkada bırakmıştı.

Shang Qinghua değildiyse o zaman ona dokunup duran kimdi?

Ya da şöyle demek gerekirse, ona dokunan şey neydi?

Shen Qingqiu aniden durdu.

İfadesiz bir şekilde Shen Qingqiu kolunu patpatlayıp tüylerinin diken diken olmasından kurtarmaya kalkıştı.

Birkaç ateş topu hâlâ havada duruyordu, hafifçe yanıyorlardı.

 

Düşman karanlıkta, ben aydınlıktayım.

Düşman Karanlıkta, Ben Aydınlıktayım: Düşmanının durumunu bilmesen de kendinin ne, nasıl durumda olduğunu bilme anlamına geliyor.

Shen Qingqiu’nin sağ eli yavaşça Xiu Ya kılıcını çekerken sol elini büküp yeninden birkaç büyü muskası çıkarttı.

Kılıcın ışığı yavaşça netleşmeye başladı. Etraftaki bütün nemli koku sızdıran siyah kayalar, ister önde ister arkada olsun, şüpheliydi.

Aniden hatırladı, buzağı gibi vurulduğunda bir ayağın tekmesi gibi hissettirmemişti. Tercihen, bu daha çok… kafa atma gibiydi!

Shen Qingqiu arkaya dönüp sessizce başını öne eğdi, tam o sırada yerdeki soluk ve şiş yüzün ışıklandırılmasını sağlamıştı!

Shen Qingqiu’nin sol eli, yüze büyü muskalarını fırlatmış ve o sırada dar, taşlı yol yıldırım karışıklığı ve ateşli ışıkla aydınlanmıştı. Aslında kılıcı çekmek için sağ elini kullanmak istemişti ama alan çok dardı. Kolu ve kabzası taşa sıkışıp bang sesi çıkartmadan yarısını bile çekemezdi.

O şey yumuşak ve kemiksizdi, yerde devasa bir yılan gibi süzülerek gidiyordu, şimşek kadar hızlıydı. Bu kadar yakın mesafeden bile hâlâ vuruş indiremiyordu, onun yerine hâlâ yavaşça hareket ediyordu. Shen Qingqiu kılıcı çekmeyi başarmadan önce iki kere çekiştirmiş fakat geç kaldığından sadece bir adım öteden dönüp hışırdayarak uzaklaşmasını izlemişti. Yöneldiği yer Shang Qinghua ve Gongyi Xiao’nun izlediği yoldu. Yüksek sesle bağırdı: “Bir şey geliyor! Dikkat edin!”

Shang Qinghua bu sözleri duyduğunda çabucak başını eğdi: “Genç kahraman, çabuk! Geri gidelim!” Lojistikte çalışan birisi olarak nasıl olur da ön sırada durup ileriye saldırabilirdi?

Gongyi Xiao dediğini yaptı fakat taşlı yol insanı kıllandırıp sinirlendirecek kadar çok dardı. Yan yollarda bile bedeninle duvarlar arasına sadece yumruğunu koyabileceğin kadar bir genişlik vardı. Hiçbir şekilde geçemezdi. Shang Qinghua Shen Qingqiu’nin tekrardan oradan gelen bağrışını duydu: “Yer! Yere bak! O yerde sürünüyor!” Tekrardan arkasına döndüğünde insan yılanın oraya doğru hış hış sesiyle süründüğünü gördü. Shang Qinghua hızla karar vererek çabucak yere uzandı!

Gongyi Xiao da böylesine tuhaf bir yaratıkla daha önce karşılaşmamış, bir anlığına beyninden vurulmuşa dönmüştü. Aniden Kıdemli Shang’ın korkudan yere yığıldığını gördüğünde dehşete kapılmıştı. Fakat atlatıp kendine geldiğinde konuştu: “Affedersiniz!” onun üzerinden sıçrayarak atladı…

Ne kadar iğrenç bir işlem olursa olsun lojistikler ve öncü birlik sonunda pozisyonlarını değiştirmişlerdi…

Shen Qingqiu tekrardan bağırdı: “Kılıcını çekme…” Gongyi Xiao hızlı bir şekilde kılıcını çıkartıp bir hata yapana kadar ‘çekme’ kelimesini bitirememişti. Kılıcın yarısı çekilebilmişti ve kabzası taş duvara sıkışmıştı.

Shen Qingqiu kılıcıyla çabucak giderken içinden bağırdı: ‘Ay, ne salak!’

 

Gongyi Xiao büyük hata etmişti.

Aslında Shen Qingqiu onun çok çabuk tepki verdiğini söyleyebilecek kadar emindi. Sözünü bitirmeden harekete geçmişti, başka birisi bile olsaydı sonucu aynı olacaktı. Yine de bunu unutmuştu çünkü geçmişte Luo Binghe’yla birlik olup hareket ettiklerinde Luo Binghe’nın açıkça söylemeden anlayıp mükemmel bir şekilde karşılık vermesi için ağzını açmasına gerek bile duymuyordu. Bu ikisini karşılaştırdığında Shen Qingqiu bu endişesiz mürit için tekrardan uzunca düşündü.

Bu taş yol kıvrımlarla doluydu, hepsi de nemli ve karanlıktı. Böyle bir şeyin hareketleri için uygundu. Shen Qingqiu başka avuç dolusu büyü muskasını tutana kadar çoktan bir iz bırakmadan uzağa sürünmüştü.

Gongyi Xiao inanamadığını belirterek konuştu: “Kıdemli Shen, az önceki şey Bailu Ormanı’nda karşılaştığın şeytanî yaratık mıydı?”

Shen Qingqiu başını salladı: “Evet. O şey iki taraftan sıkıştırırken nasıl sıvıştı anlamadım.”

Shang Qinghua’nın yerden kalkıp kıyafetindeki gri tozları patpatlarken yüzündeki ifade değişmemişti. Konuştu: “Benim üzerime tırmandı.”

Gongyi Xiao: “…”

Shen Qingqiu: “… Gidelim. Bu sırada yakından takip edin.”


Onun bunu söylemesine gerek yoku. Bu sefer, ölse bile, Shang Qinghua’nın onlarla arasına iki chi’den* fazla mesafe koymaya hiç niyeti yoktu!

 

 

İki Chi: Chi, adım ölçü biriminini Çin versiyonudur, yaklaşık 33 santime denk geliyor.

 

 

Neredeyse başları dönene kadar amaçsızca dolaşırken üçü sonunda taş geçite çıkmışlardı. Mağaranın derinliklerinde yol, sonunda önlerine açılmıştı.

O anda Shen Qingqiu hiçbir zaman ‘Güneş ve Ay’ın Nemlendirdiği Çiçek Tanesi’nin böylesine mağaranın koyu derinliklerinde ne günışığı ne de ayışığı almadan nasıl yetişebileceğini anlayamamıştı. İsmini ilk duyduğunuzda anında gökyüzü ve yeryüzünden, ilave olarak günışığı ve ay ışığından oluşan ruhanî enerjinin ana oluşumundan oluşmuş bir şey diyebilirdiniz. Sonunda, nedenini anlamıştı.

Mağaranın en üstünde, gökyüzüne açılan büyük bir açıklık olduğu ortaya çıkmıştı. Günışığı da ayışığı da direkt olarak açıklıktan aşağıya giriyorlardı, mağaranın ortasında kalan nehrin kalbini önplana çıkartan ışıltı gibiydi. O noktadaki toprakta doğal olarak Güneş ve Ay’ın Nemlendirdiği Çiçek Tanesi büyüyordu.

Bu küçük toprak parçası ışıltıyla, göz kamaştırıcılığıyla ve yeşim gibi nehirle çevrelenmişti.


 

Shang Qinghua “Vay” sesini çıkartıp kararlı bir şekilde konuştu: “Lushui Gölü*. Kesinlikle o.”

 

Lushui Gölü: Lushui ‘nem’ demek, yani Güneş ve Ay’ın Nemlendirdiği Çiçek Tanesi’nin nemi buradan geliyor.

 

Sadece o kendi yaptığı ayarlamalarda son kararı verebilirdi.

Çimenin rengi olsa bile yazar olarak hata yapamazdı.

Kararını kabul ettiğinde sadece şu an Shen Qingqiu soluğunu rahatlamayla verebilirdi. Doğru yeri bulmuş gibi görünüyorlardı.

Bu sıradan bir nehir suyu değildi. Kolu olmayan, sabahın neminden yapılmamış olan bir suydu.

Kolu olmayan + sabahın neminden yapılmamış su tamamıyla ruhanî enerjisiyle Güneş ve Ay’ın Nemlendirdiği Çiçek Tanesi’ni besleniyordu. Bedeni olgunlaştıktan sonra sonsuz döngüde suya ve toprağa öncesinden daha çok büyüme amacıyla dalıyordu ki sabahın nemine ihtiyaç duyarak ruhanî enerjisi engin ve tükenmez olsun.

Gongyi Xiao iç çekti ve sonunda Cang Qiong Dağı sektinin bu iki Tepe Lordu’nun seyahatının nedenini anladı.

Fakat bunun onlar için önemini anlayamamıştı, o nedenle bunun tuhaf olduğunu hissetmişti. Cang Qiong Dağı sekti en iyi sektlerdendi ve her gün birçok alışılmadık, mucizevi bitkileri topluyorlardı. Onlar için sadece aşırıya kaçma vardı, eksiklik olamazdı. Güneş ve Ay’ın Nemlendirdiği Çiçek Tanesi nadir görülen ve seçkin bir bitkiydi fakat Tepe Lordlarının özel olarak almalarını sağlayacak kadar yüksek ilgiyi hak etmiyordu.

Shen Qingqiu’nin gözünde şu an sadece nehrin ortasındaki kara parçasında filizlenen beyaz cisim vardı.

Bu onun hayatta kalması için umuduydu!

Cübbesinin alt kısımlarını sürükleyerek nehre girdi. Lushui Gölü’nün suyu iyi bir şeydi, içinde olmak bile sağlıklıydı!

On adım attıktan sonra beline kadar suya girmişti. Ne soğuk ne sıcaktı. Direkt olarak kalbini ıslatacak gibi cildini ıslatıyor, onu mutlu ediyordu. Shen Qingqiu önünde duran minik yerdeki onlarca küçük ve hassas beyaz tohumlara baktı. Derin bir nefes aldı, Shen Qingqiu elini uzattı. Dikkatlice bütün tohumları biraz toprakla birlikte çıkardı, direkt olarak yenine koydu.

 

 

Sonsuz boyutsal depo yeni, evinden uzak olan efsuncularda olması gereken bir ründü. Cang Qiong Dağı sektinin lideri Yue Qingyuan’ın hürmetiyle. Kimseye söylemeyeceğim!

 

Sonsuz Boyutsal Depo Yeni: ‘Boyutsal depo’ eşyalarının çoğunu ‘aşırı fantastik’ efsun romanlarında görebilirsiniz. Taşınabilir depo eşyası olarak düşünebilirsiniz. Düşük seviyeli olanların taşıma limiti vardır. Sonsuz depolama eşyalarıysa nadirdir. Komik olan şey, bunun efsun romanı olduğunu unutmayın, depolama eşyaları yenlerinin içinde bulunuyor… Tipik depolama eşyaları yüzükten keseye kadar türlü aksesuar olabiliyordu ama daha önce hiç yenlerde görmemiştim. (Antik Çin’de olduğundan yenler fazladan cep gibi.)

 

Yine de bu Nemli Tanecikler hâlâ küçüktü, sadece biraz daha büyüyüp filizlenmesi için sulayabilirdiler. Ruhanî enerjinin olduğu bir yer bulmayı bekleyip fengshui’yi birleştirirse ve oraya ekerse planlarındaki gibi büyür, böylece hayat kurtarıcı ot olabilirlerdi!

Shen Qingqiu ağzına koyduğunda eriyecek gibi duran bu küçük şeylere dokunup kırmaktan korkuyordu.

Onları koparmak üzereyken bir anlığına durakladı. Yine de bu Nemli Tanecikler aslında burada büyüdüler, ayrıca ekosistemlerinin yaşamsal organları burası sayılırdı. Buradan çekilirlerse onlar için pek doğru olmayacaktır. Düşünceleri darmaduman oldu, tekrardan düşündü. Bu metodun işe yarayıp yaramayacağını bile bilmiyordu, ya yanlış bir şekilde işletip mahvederse? Bu durumda birkaç filiz çare olacaktı. Sadece bir sorun çıkmayacağından emin olup alacaktı. Kendi hayatını korumak önceliğiydi.

Son Nemli Tanecik’i elinde tutuyordu ve yenine atmamış olmasına rağmen Shen Qingqiu aniden arkasından kılıç çekilme sesi duydu.

Arkasına döndüğünde Gongyi Xiao elinde kılıç tutuyordu. Shang Qinghua’yla birlikte birbirlerine yaklaşmışlar ve bakışlarını onun üzerine odaklamışlardı.

Shen Qingqiu nefesini tuttu. Aniden, dev gibi uzun ve büyük bir balık arkasına gelmişti, rotası direkt olarak Shen Qingqiu’ye doğruydu. Soluk, katı yüzü karanlığın üzerinden geçmişti. Bu gerçekten bütün yol boyunca onları takip eden şeydi!

Aynı anda Gongyi Xiao eliyle kılıç mührü oluşturdu, uzun kılıcı rüzgâr gibi süratli, yıldırım kadar çabuk bir şekilde o şeye doğru uçtu. Fakat o sinsi ve çevikti. Shen Qingqiu’ye ilk saldırdığında ıskalamıştı, nehre batıp dışarıya çıkmamıştı. Yıllardır nehrin altında duran kum ve toprağı kalkıştırmış, dumanlı karmaşa oluşturmuştu. Gongyi Xiao ölümsüz kılıcını alıp konuştu: “Kıdemli Shen, çabuk çık!”

Shen Qingqiu gerçekten gülümsedi: “Paniğe gerek yok. Oynamak için biraz balık yakalayacağım.”

Hâlâ yerinde duruyordu ve hareket etmiyordu, yavaşça kâğıttan büyü muskasını çıkarttı.

Gongyi Xiao konuştu: “Bu şeyle tek bir büyü muskasıyla yüzleşmek pek de…”

Bu kelimeler Shen Qingqiu parmaklarını sıkıp tek büyü muskasını bir yığın hâline getirdiğini görmeden önce ‘yetmişti’.

Gongyi Xiao: “…”

Shen Qingqiu bir yığın muskayı elinde tutup tek bir darbede onları suya vurdu. Bir, iki, üç.

Bu hesapla heybetli bir ses vardı!

 

Nehrin yüzeyi patlayarak yirmi zhang* uzunluğunda dalgalar oluşturmuştu!

 

Yirmi Zhang: Zhang bir uzunluk birimidir, yaklaşık 66 metreye denk gelmekte.

 

 

Yılan adam aslında nehrin dibinde saklanıyordu, o da patlamayla sudan fırlamıştı, yükseğe atılıp sertçe yere, Shang Qinghua’nın ayaklarının dibine düştü.

Shen Qingqiu kıyıya sırılsıklam gelmişti. Taze su banyosu öyle ferahlatıcıydı ki acele edememişti. Kollarını kavuşturup konuştu: “Bak. Bu eğlence nasıldı?”

Gongyi Xiao o şeyi çevirdi.

Çevirdiğinde üçü de donup kaldı.

Uzun bir süre sonra Shen Qingqiu sonunda başını arkaya çevirip Shang Qinghua’ya sordu: “Bu nedir?”

Shang Qinghua bu tek kelimeyi zorla söyledi: “…Bilmiyorum!”

Gerçekten bilmiyordu. Onların gözlemlerine göre bu canlı; kirli saçla kaplıydı, bütün vücudu yumuşak kemiktendi, dahası cildi kalındı ve pulla eklemleri yayılıyordu. Pulları üzerinden ahlaksızca kazınmış gibi olmayan tek bir yeri yoktu.

Bununla birlikte önceden Shen Qingqiu onun hayalet kadın olduğunu düşünmüş, yüzüne daha yakından baktıktan sonra şişmiş bile olsa bir adamın yüzü olabileceğini fark etmişti.

Shang Qinghua elini sallayıp konuştu: “Ben kesinlikle…” böyle bir yaratık yazmadım.

Shen Qingqiu konuştu: “…Sana inanıyorum.”

Asıl eserde böyle bir yaratık elli kelime üzerinde açıklanmış olsaydı onun hatırlamamasının hiçbir sebebi olmazdı!

Gongyi Xiao bu kıdemlilerin neden bahsettiklerini anlayamamıştı, o nedenle tahminde bulundu: “Bakın, Kıdemliler. Bu yaratık, belki de böyle doğmuştu.”

Shen Qingqiu bunu mâkul buldu. Garip şekline bakınca bunun tamamıyla normal yaratıklardan farklı olduğunu, daha çok şekli bozulmuş melez bir tür gibi göründüğünü fark etmişti.


Mırıldandı: “Tanrısal cezalandırma, bir lanet ya da efsunda başarısızlık.” Bu üç ihtimal böylesine tuhaf bir yaratığın sonuçlanmasında muhtemel olarak alt alta sıralanmıştı.

Tanrısal Cezalandırma, Bir Lanet Ya Da Efsunda Başarısızlık: Bu üçü efsun romanlarında çok geçiyor, özellikle ilki ve üçüncüsü. Tanrısal cezalandırma anlaşıldığı gibi(dinle ilgili, yapacak bir şey yok). Çin Kültüründe Cennet kaderle ya da dünyanın doğal yollarıyla bağlantılı. Efsun dünyaya karşı sayılan bir şey, o nedenle Tanrısal cezalandırmaya maruz kalınabiliyor. Her şeyi doğru düzgün yapamadığında yoksullukla,genelde ölümle, sonuçlanır, bu nedenle Shen Qingqiu bu yaratıkta bu ihtimali düşünmüş. Lanet ise… lanet işte. Gayet basit. Qi ayrılması, sık sık bununla ilişkilendirilir, gibi efsun başarısızlıklar için geçerlidir. Tanrısal cezalandırmaya uğramak kadar kötü bir şey olduğunu bilseniz yeterli.

Shen Qingqiu’nin yenine bakmaya devam ediyordu. Bu şeyin görünüşü iğrenç ve ürkütücü olmasına, insanları kusturacak hâle getirmesine rağmen pis saçlarının olduğu kafasındaki gözleri fazlasıyla temizdi, Lushui Gölü gibiydi.

Shen Qingqiu aniden ışığı fark edip konuştu: “Bize saldırmak istediğinden şüphe yok.”

Diğer ikisi boş bakıyorlardı. Shen Qingqiu konuştu: “Bu şey Lushui Gölü’nün nemli sularında doğmuş. Bakabilirsin.” İşaret etti: “Gözlerindeki parlaklık kesinlikle nemli suyu içmekten gelişmiş. Pullarının üzerindeki bazı kırmızı ve yeşil yosunlar büyüyordu da, aynı taşlı duvarların üzerinde olduğu gibi. Bu mağaranın içinde çok uzun bir süredir saklı olmalı.”

Bu mantıklıydı. Shen Qingqiu’nin ve grubunun bütün Güneş ve Ay’ın Nemlendirdiği Çiçek Tanesi’ni sökmelerine izin verseydi sadece ruhanî enerji döngüsünü mahvetmeyecekti. Zamanla, Lushui Gölü de işlevini kaybedip atık su havuzuna dönüşecek, tamamıyla tükenecekti. Bu nedenle bu şey onları bütün bir yol takip edip saldırmak için fırsat beklemişti.

Elinde hassas ve güzel Nemli Tanecik bunu kanıtlıyor ve başarıyordu. Gerçekten de yaratığın gözleri parlıyordu. Endişeyle başını kaldırıp ağız dolusu beyaz dişlerini ortaya çıkardı.

Gongyi Xiao bağırdı: “Ölümünü arıyor!” Elini arkaya götürüp kılıcının kabzasını tuttu, hareketi öldürme niyetinin imasıydı.

Yılan adam yerde sürünmek için çabalıyordu. Shen Qingqiu ona bakıp biraz acıması olduğunu düşündü. Arkasına dönüp konuştu: “Bekle.”

Gongyi Xiao durdu fakat anlamlandıramadı: “Kıdemli?”

Shen Qingqiu konuştu: “Bailu Ormanı’nın etrafındaki nüfusun güvenli olup çok uzun yıllardır bunu göstermelerinin nedeni bu yılan adamın hiç kötü bir şey yapmamasıydı. Onu öldürmeye gerek yok.”

 

Bu sözler yanlış değildi. Bu şey gerçekten daha önce birilerini öldürseydi Huan Hua Sarayı çoktan bunu keşfedip köküne kadar yok etmiş olurdu. Kötü şeyler yapmadığından dolayı ölmemişti. Bu konu hakkında konuşmuşken, her gün mağaraya taze suyu almak için gidiyordu, bu yüzden Shen Qingqiu ve grubu onun günlük rutinini rahatsız etmişti.


Bunun hakkında konuşmuşken Gongyi Xiao bir süre düşünüp kılıcını kınından çekti. Sadece Shen Qingqiu ve Zhao Hua Tapınak ustaları* merhametli bir yöne sahipti. Bunu bildiğinden Shen Qingqiu daima bu alışılmadık yaratıklara karşı yumuşak yönünü gösteriyordu. Böyle gizemli yaratıklara karşı ilgisinin, bin çiçeğin güzellikle çekiştiği bu kız kardeşlerden çok daha fazla daima olduğunu söyleyeli çok olmuştu. Sadece o, yumuşak bir şekilde sürünen bu yaratığı o tip bir sevecen(…) görünümle güzel hayal edebilirdi.

Zhao Hua Tapınak Ustaları: Zhao Hua Tapınağındaki keşişlerden bahsediyor. Diğer bir deyişle Budist keşilerden.

Fakat kimse yerdeki yaratığın şu anda hafifçe titrediğini fark etmemişti.

Kusurlu bedeni gizlice ince Nemli Tohum filizine basıyordu. Bir çift parlak gözlerle çelişen bedeni kapsamında gürültüyle kendinden geçti.

Mağarayı terk ettikten sonra, Gongyi Xiao etkin bir şekilde at arabasının sürücü koltuğuna oturdu.

Sordu: “Kıdemli Shen, bu kıdemsiz bir şeyi anlayamadı. Neden o… yılan adam Nemli Tohumlardan hiç almayıp sadece nehirdeki taze sudan alıyor?

Shen Qingqiu konuştu: “İçeriye girdiğinde mağaranın tavanından parıldayarak aşağıya inen ışıltıyı gördün mü? Bailu Ormanı’na daha önce geldiğimizde bütün yolu o yaratıkla dolaştık. O anlardan birisinde kılıcın yansıttığı ışık yüzünden yanmıştı ve sırf bu yüzden geri çekilmişti. Tahminimce ışığa çıkamıyor, özellikle de gün ve ay ışığına. Bu nedenle sadece ormanın gölgelerinde ve mağarada özgürce dolaşabiliyor. Nemli Tohum günışığı ve ayışığıyla bütün gün örtülüyor, o nedenle tabi ki de yakınına gelemez.”

 

Baike’deki gibi teorik öğretilerle karşılaştırıldığında Huan Hua Sarayı daha çok asıl çarpışmaya odaklıydı. Gongyi Xiao pek anlamamıştı fakat onu övmüştü: “Demek bu yüzden… Kıdemli Shen sadece merhametli değil, geniş bilgiye ve güçlü hafızaya da sahip. Bu kıdemsizin hâlâ öğreneceği çok şey var.”

 

 

Shen Qingqiu alçakgönüllüğünü belli ederek birkaç kez güldü. Konuşan kişinin pek olumlu söylemediği belliydi fakat Gongyi Xiao tuhaf bir şekilde hâlâ kişisel hayranlığını belli ediyor, diğerinin yüksek zekâsını engelleyecek kadar tapıyordu. Böyle bir sahne gerçekten insanın içini acıtırdı. Kendini beğenmiş olmak istese bile kendisinin öyle hissetmesini sağlayamıyordu. Sadece derin bir güçsüzlük hissi vardı.

Bailu Ormanı’ndan çıktıktan sonra Gongyi Xiao hâlâ onlarla kalmak istiyordu. Onları, Huan Hua Sarayı’nda dinlenip yaşlı sekt lideriyle selamlaşmak için davet etti. Shen Qingqiu “Senin yardımınla işlerimiz bitti, seni daha fazla rahatsızlık etmek hoş olmaz.” diyerek geri çevirdi.

Dalga mı geçiyorsun? Huan Hua Sarayı’na niçin çıkacağız? Elimizdeki Güneş ve Ay’ın Nemlendirdiği Çiçek Tanesi’ni göstermek için mi? Senin üstlerin bizi bırakmaz da mülkiyet hakları hakkında tartışırsak ne olacak?

Shen Qingqiu gülümseyip konuştu: “Her ne kadar bu yolculuk aceleye gelse de genç centilmen Gongyi, bizim Cang Qiong Dağı’mızı gelecekte ziyaret etmelisiniz. Qing Jing Tepesi sizi bekleyecektir.”

Shang Qinghua konuştu: “Doğru. An Ding Tepesi’nde eğlenilecek bir şey yok. Qing Jing Tepesi’ne gidersen Kıdemli Shen sana kesinlikle çok iyi ilgilenecektir.”

Gongyi Xiao bu beklenmedik kazanç karşısında çok mutlu olmuştu. Qing Jing Tepsi’nin ismiyle aynı olan ününü biliyordu. Huzurlu ve sakindi, normalde dışarıdan gelen davetsiz misafirleri beğenmezlerdi. Gülümsemeyle kaplanmış bir yüzle konuştu: “Kıdemli Shen, bu sözleri hatırlayacağım. Size gelecekte rahatsızlık vereceğim.”

Bu sözleri söyledikten sonra kavisli kaşlarıyla gülümsemesi o kadar Luo Binghe’yı anımsatmıştı ki Shen Qingqiu’yi bir anlık duraklattı. Yavaşça konuştu: “Bu doğal hakkın.”

Gongi Xiao’dan ayrıldıktan sonra Shang Qinghua yan tarafa doğru iç çekti: “Benzer, o gerçekten çok benzer.”

Shen Qingqiu onu ne hafif ne sert bir şekilde tekmeledi: “Hayâllere mi dalıyorsun?”

Shang Qinghua konuştu: “Bahsettiğim şey senin kendi kalbinin verdiği bilgi. Seni uzun zamandır gözlemliyorum. İçimde baskılayıp söylemeyeceğim, beni rahatsız edecek bazı sözler var. İçinden sahiden Luo Binghe’yı itaatkâr ve kıymetli sevgili müridin olarak mı önemsiyorsun?

Shen Qingqiu gözlerini devirip onın kulaklarını çekti.

Shang Qinghua onun yaşamak mı ölmek mi istediğini gerçekten anlamamıştı. Makûl derece analiz etmeye devam etti: “Qing Jing Tepesi müritlerinin konuşmalarını duyduğum kadarıyla bu günlerde Kıdemli Ağabey Shen, Ölümsüz İttifak Ligi’nden döndüğünden beri bütün gününü ruhunu kaybetmiş ve cennete yükselmiş gibi harcıyormuş. Birkaç kez Luo Binghe’yı ismiyle çağırmışsın. Kılıç mezarı dizilişi boyunca bile iç çekme sesleri çıkartmışsın. Senin… titrek bir M* olmaya karşı biraz eğilimin mi var?”

M: Mazoşistten bahsediyor sanırım. Kısacası Luo Binghe’ya karşı kaşınıp acı çekmekten hoşlanıyor mu diye soruyor bir nevî.

‘Ruhunu kaybetmiş’ dendiği ikinci seferdi bu! Bu sözler bu yaşlı adamın hayatında kara leke mi olacaktı?!

 

Her bir Qing Jing Tepesi müridim yolda karınlarına kadar dolu şiir ve kitapla yürüyorlar. Ne ara böylesine dedikodu sevdalı oldular, nasıl bu sözleri her yerde dikkatsizce söyleyerek Shizun’unuzun imajini tamamıyla unutabiliyorsunuz?!

 

Shen Qingqiu aniden sırtında soğuk bir ürperti hissetti.

Yüce Tanrı Gökyüzüne Ateş Eden Uçak, bu tip sorularla aynı yatakhanedeki anlamsız bir şekilde dedikodu yapan liseli öğrenciler gibi onu kovalıyordu: ‘Söylesene! XXX’ten hoşlanıyor musun?!’ ‘Sözü değiştirme~ Utanma O(_)O, haha~’ Bu tip pembe bir sahneydi... delirmek üzereydi!

Bunun iki büyük adama bağdaştırılması gerçekten çok iğrençti!

Shang Qinghua çok masumdu. Aslında, çok ciddiydi ve doğrudan şüphelerini yansıtıyordu. Fazlasıyla tuhaf düşüncelere sahip olan Shen Qingqiu’nin kendisiydi.

Shen Qingqiu aniden sözünü kesti: “Neden hareket etmiyorsun?”

Shang Qinghua durakladı: “Ne?”

Shen Qingqiu ona bakıp at kırbacını eline verdi: “Gongyi Xiao gitti, at arabasına sürücü lazım.”

 “…Neden sen hiç sürmüyorsun?”

 “Ağır zehirlenmiş bir hastayı mı denemek istiyorsun?”

Ne lanet hasta!

Etrafta takılıp yaratığın çaresine bakıp büyü muskalarıyla böylesine güle oynaya kafayı bulan bir hasta!

Biraz yüzün olsun!

Shen Qingqiu at arabasının içinde uzanıp kollarını yerleştirdi.

Bu şeyler hayatını korumak için son çareleriydi. Zamanı hesaplarsak hâlâ Luo Binghe’nın başyapıtı tamamlaması adına yeterli olması için Sonsuz Uçurum’dan İnsan Âlemi’ne dönmesine beş yılı vardı.

Yanlış hesapladığı sadece tek bir şey vardı.

O da Luo Binghe’nın bu denli çabuk geri döndüğüydü. 


 *****


Önceki Bölüm ― Sonraki Bölüm











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder