Gongyi Xiao’nun rehberliği altında üçü çabucak
Huan Hua Sarayı’nın oluşumundan çıkmış, hedeflerine yakın konuma gelmişlerdi.
Asıl eserde Güneş ve Ay’ın Nemlendirdiği Çiçek
Tanesi fazlasıyla açıklanmamıştı. Sadece ‘varlığı, sık ormanın yeşillikleriyle
mağarada saklanmıştı’ diyerek birazcık bahsi geçiyordu. Sonuç olarak bu şey
erkek kahramanla (ve harem üyeleriyle) pek ilişkili değildi. Luo Binghe’ya
karşı kullanılan desteklerden birisi yerine düzenlemişti. Hikâyenin bu noktasını
düşünmek için Shang Qinghua gerçekten hayatının en son noktasına kadar kazmıştı.
Fakat bunun tek sebebi Shen Qingqiu’nin
hareketlenmeye yeltenmesiydi. Luo Binghe’nın kullanması için verilen tuhaf ve
mucizevi bitkiler gibi ana hikâye çizgisiyle ilgili bir şey olsaydı alacak
yüreği olmazdı.
Erkek
kahramanın düşmanlarına ait olan bir şeyi kapmak sorun olmamalıydı!
Erkek
kahramanla rekabet etmenin sonunu bir tavuğu beslemeye çalışıp sadece el dolusu
tahıl kaybeden birisi kadar kolay garanti etmiyordu!
Bir Tavuğu Beslemeye Çalışıp Sadece El Dolusu Tahıl Kaybeden Kişi: Kazanç
sağlamaya çalışıp öncekinden daha kötü bir hâle gelerek sonuçlanması, bizdeki
gibi düşünecek olursak “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” buna
uyuyor.
Her ne kadar konum net olmasa da iyi yanı Bailu
Ormanı ne kadar büyük olursa olsun sadece bir tane mağarası vardı.
Shen Qingqiu parmaklarını şıklattığında parlak
yeşil alev parmak uçlarına sıçradı. Başka bir şıklatmayla alev arkalarına
yuvarlanarak taşınıp karanlık, nemli mağara boyunca bir yol açtı.
Başlangıçta taşlı yol üç kişinin de yan yana
yürüyebilmesine uygundu. Fakat sonlarına doğru taşlı yol darlaştığından her
birinin yan olarak ilerlemesi gerekiyordu. Yol ayrıca karışıktı da, bir canavarın
bağırsağı gibi kıvrılıp duruyordu.
Işık loştu. Shen Qingqiu’nin aleviyle bile
karanlıktı. Birkaç tane daha yakmıştı, onları hemen arkalarından takip eden
ateş topları olarak birleştirmişti. Gongyi Xiao arkalarındaydı, Shang Qinghua
aslında mağarının dışında beklemek istemişti fakat Shen Qingqiu tarafından
içeriye tekmelenmişti. Shen Qingqiu onun korkup korkmayacağını bilmiyordu fakat
kolu zaman zaman Shen Qingqiu’ye dokunduğunda tüylerinin diken diken olduğunu
hissediyordu.
Sonunda, Shen Qingqiu’nin daha fazla tahammülü
kalmamıştı. Hâlâ dışarıya yakın olduklarından dolayı kısık bir sesle konuştu: “Bana
yapışmayı bırakır mısın?”
Cevap yoktu. Fakat başka bir temas da yoktu. Shen
Qingqiu el yordamıyla ilerlemeye devam etmişti fakat Shang Qinghua’nın onu
buzağı gibi tekmeleyeceği kim bilebilirdi ki?
Shen Qingqiu kendini tutamayıp söyledi: “Hay sikeyim!”
Çok arkadan, Shang Qinghua’nın sesi geldi:
“Kıdemli – Askerî –Ağabey – Shen! Ne- dedin?”
Sesi, karşılıklı taşlar arasından yankı yaparak
uzun bir yoldan gelmişti.
Böyle olunca Shang Qinghua’nın arkadaki Gongyi
Xiao’nun yolunu engelleyip biraz daha çabuk ilerlemesini sağlarken Shen Qingqiu
bilinçsizce daha hızlı bir şekilde yürüyordu. Çoktan ikisini de fazlasıyla uzun
bir mesafede arkada bırakmıştı.
Shang Qinghua değildiyse o zaman ona dokunup duran
kimdi?
Ya da şöyle demek gerekirse, ona dokunan şey
neydi?
Shen Qingqiu aniden durdu.
İfadesiz bir şekilde Shen Qingqiu kolunu
patpatlayıp tüylerinin diken diken olmasından kurtarmaya kalkıştı.
Birkaç
ateş topu hâlâ havada duruyordu, hafifçe yanıyorlardı.
Düşman karanlıkta, ben aydınlıktayım.
Düşman Karanlıkta,
Ben Aydınlıktayım: Düşmanının durumunu bilmesen de kendinin ne, nasıl durumda
olduğunu bilme anlamına geliyor.
Shen Qingqiu’nin sağ eli yavaşça Xiu Ya kılıcını
çekerken sol elini büküp yeninden birkaç büyü muskası çıkarttı.
Kılıcın ışığı yavaşça netleşmeye başladı. Etraftaki
bütün nemli koku sızdıran siyah kayalar, ister önde ister arkada olsun,
şüpheliydi.
Aniden hatırladı, buzağı gibi vurulduğunda bir
ayağın tekmesi gibi hissettirmemişti. Tercihen, bu daha çok… kafa atma gibiydi!
Shen Qingqiu arkaya dönüp sessizce başını öne
eğdi, tam o sırada yerdeki soluk ve şiş yüzün ışıklandırılmasını sağlamıştı!
Shen Qingqiu’nin sol eli, yüze büyü muskalarını
fırlatmış ve o sırada dar, taşlı yol yıldırım karışıklığı ve ateşli ışıkla
aydınlanmıştı. Aslında kılıcı çekmek için sağ elini kullanmak istemişti ama
alan çok dardı. Kolu ve kabzası taşa sıkışıp bang sesi çıkartmadan yarısını
bile çekemezdi.
O şey yumuşak ve kemiksizdi, yerde devasa bir
yılan gibi süzülerek gidiyordu, şimşek kadar hızlıydı. Bu kadar yakın mesafeden
bile hâlâ vuruş indiremiyordu, onun yerine hâlâ yavaşça hareket ediyordu. Shen
Qingqiu kılıcı çekmeyi başarmadan önce iki kere çekiştirmiş fakat geç
kaldığından sadece bir adım öteden dönüp hışırdayarak uzaklaşmasını izlemişti. Yöneldiği
yer Shang Qinghua ve Gongyi Xiao’nun izlediği yoldu. Yüksek sesle bağırdı: “Bir
şey geliyor! Dikkat edin!”
Shang Qinghua bu sözleri duyduğunda çabucak başını
eğdi: “Genç kahraman, çabuk! Geri gidelim!” Lojistikte çalışan birisi olarak
nasıl olur da ön sırada durup ileriye saldırabilirdi?
Gongyi Xiao dediğini yaptı fakat taşlı yol insanı
kıllandırıp sinirlendirecek kadar çok dardı. Yan yollarda bile bedeninle
duvarlar arasına sadece yumruğunu koyabileceğin kadar bir genişlik vardı.
Hiçbir şekilde geçemezdi. Shang Qinghua Shen Qingqiu’nin tekrardan oradan gelen
bağrışını duydu: “Yer! Yere bak! O yerde sürünüyor!” Tekrardan arkasına
döndüğünde insan yılanın oraya doğru hış hış sesiyle süründüğünü gördü. Shang
Qinghua hızla karar vererek çabucak yere uzandı!
Gongyi Xiao da böylesine tuhaf bir yaratıkla daha
önce karşılaşmamış, bir anlığına beyninden vurulmuşa dönmüştü. Aniden Kıdemli
Shang’ın korkudan yere yığıldığını gördüğünde dehşete kapılmıştı. Fakat atlatıp
kendine geldiğinde konuştu: “Affedersiniz!” onun üzerinden sıçrayarak atladı…
Ne kadar iğrenç bir işlem olursa olsun lojistikler
ve öncü birlik sonunda pozisyonlarını değiştirmişlerdi…
Shen Qingqiu tekrardan bağırdı: “Kılıcını çekme…”
Gongyi Xiao hızlı bir şekilde kılıcını çıkartıp bir hata yapana kadar ‘çekme’
kelimesini bitirememişti. Kılıcın yarısı çekilebilmişti ve kabzası taş duvara
sıkışmıştı.
Shen
Qingqiu kılıcıyla çabucak giderken içinden bağırdı: ‘Ay, ne salak!’
Gongyi Xiao büyük hata etmişti.
Aslında Shen Qingqiu onun çok çabuk tepki
verdiğini söyleyebilecek kadar emindi. Sözünü bitirmeden harekete geçmişti,
başka birisi bile olsaydı sonucu aynı olacaktı. Yine de bunu unutmuştu çünkü
geçmişte Luo Binghe’yla birlik olup hareket ettiklerinde Luo Binghe’nın açıkça
söylemeden anlayıp mükemmel bir şekilde karşılık vermesi için ağzını açmasına
gerek bile duymuyordu. Bu ikisini karşılaştırdığında Shen Qingqiu bu endişesiz
mürit için tekrardan uzunca düşündü.
Bu taş yol kıvrımlarla doluydu, hepsi de nemli ve
karanlıktı. Böyle bir şeyin hareketleri için uygundu. Shen Qingqiu başka avuç
dolusu büyü muskasını tutana kadar çoktan bir iz bırakmadan uzağa sürünmüştü.
Gongyi Xiao inanamadığını belirterek konuştu:
“Kıdemli Shen, az önceki şey Bailu Ormanı’nda karşılaştığın şeytanî yaratık
mıydı?”
Shen Qingqiu başını salladı: “Evet. O şey iki
taraftan sıkıştırırken nasıl sıvıştı anlamadım.”
Shang Qinghua’nın yerden kalkıp kıyafetindeki gri
tozları patpatlarken yüzündeki ifade değişmemişti. Konuştu: “Benim üzerime
tırmandı.”
Gongyi Xiao: “…”
Shen
Qingqiu: “… Gidelim. Bu sırada yakından takip edin.”
Onun bunu
söylemesine gerek yoku. Bu sefer, ölse bile, Shang Qinghua’nın onlarla arasına
iki chi’den* fazla mesafe koymaya hiç niyeti yoktu!
İki Chi: Chi, adım ölçü biriminini Çin
versiyonudur, yaklaşık 33 santime denk geliyor.
Neredeyse başları dönene kadar amaçsızca
dolaşırken üçü sonunda taş geçite çıkmışlardı. Mağaranın derinliklerinde yol,
sonunda önlerine açılmıştı.
O anda Shen Qingqiu hiçbir zaman ‘Güneş ve Ay’ın
Nemlendirdiği Çiçek Tanesi’nin böylesine mağaranın koyu derinliklerinde ne
günışığı ne de ayışığı almadan nasıl yetişebileceğini anlayamamıştı. İsmini ilk
duyduğunuzda anında gökyüzü ve yeryüzünden, ilave olarak günışığı ve ay
ışığından oluşan ruhanî enerjinin ana oluşumundan oluşmuş bir şey
diyebilirdiniz. Sonunda, nedenini anlamıştı.
Mağaranın en üstünde, gökyüzüne açılan büyük bir
açıklık olduğu ortaya çıkmıştı. Günışığı da ayışığı da direkt olarak açıklıktan
aşağıya giriyorlardı, mağaranın ortasında kalan nehrin kalbini önplana çıkartan
ışıltı gibiydi. O noktadaki toprakta doğal olarak Güneş ve Ay’ın Nemlendirdiği
Çiçek Tanesi büyüyordu.
Bu küçük
toprak parçası ışıltıyla, göz kamaştırıcılığıyla ve yeşim gibi nehirle
çevrelenmişti.
Shang
Qinghua “Vay” sesini çıkartıp kararlı bir şekilde konuştu: “Lushui Gölü*. Kesinlikle
o.”
Lushui Gölü: Lushui ‘nem’ demek, yani Güneş ve
Ay’ın Nemlendirdiği Çiçek Tanesi’nin nemi buradan geliyor.
Sadece o kendi yaptığı ayarlamalarda son kararı
verebilirdi.
Çimenin rengi olsa bile yazar olarak hata
yapamazdı.
Kararını kabul ettiğinde sadece şu an Shen Qingqiu
soluğunu rahatlamayla verebilirdi. Doğru yeri bulmuş gibi görünüyorlardı.
Bu sıradan bir nehir suyu değildi. Kolu olmayan,
sabahın neminden yapılmamış olan bir suydu.
Kolu olmayan + sabahın neminden yapılmamış su
tamamıyla ruhanî enerjisiyle Güneş ve Ay’ın Nemlendirdiği Çiçek Tanesi’ni besleniyordu.
Bedeni olgunlaştıktan sonra sonsuz döngüde suya ve toprağa öncesinden daha çok büyüme
amacıyla dalıyordu ki sabahın nemine ihtiyaç duyarak ruhanî enerjisi engin ve
tükenmez olsun.
Gongyi Xiao iç çekti ve sonunda Cang Qiong Dağı
sektinin bu iki Tepe Lordu’nun seyahatının nedenini anladı.
Fakat bunun onlar için önemini anlayamamıştı, o
nedenle bunun tuhaf olduğunu hissetmişti. Cang Qiong Dağı sekti en iyi
sektlerdendi ve her gün birçok alışılmadık, mucizevi bitkileri topluyorlardı.
Onlar için sadece aşırıya kaçma vardı, eksiklik olamazdı. Güneş ve Ay’ın
Nemlendirdiği Çiçek Tanesi nadir görülen ve seçkin bir bitkiydi fakat Tepe Lordlarının
özel olarak almalarını sağlayacak kadar yüksek ilgiyi hak etmiyordu.
Shen Qingqiu’nin gözünde şu an sadece nehrin
ortasındaki kara parçasında filizlenen beyaz cisim vardı.
Bu onun hayatta kalması için umuduydu!
Cübbesinin alt kısımlarını sürükleyerek nehre
girdi. Lushui Gölü’nün suyu iyi bir şeydi, içinde olmak bile sağlıklıydı!
On adım
attıktan sonra beline kadar suya girmişti. Ne soğuk ne sıcaktı. Direkt olarak
kalbini ıslatacak gibi cildini ıslatıyor, onu mutlu ediyordu. Shen Qingqiu önünde
duran minik yerdeki onlarca küçük ve hassas beyaz tohumlara baktı. Derin bir
nefes aldı, Shen Qingqiu elini uzattı. Dikkatlice bütün tohumları biraz
toprakla birlikte çıkardı, direkt olarak yenine koydu.
Sonsuz
boyutsal depo yeni, evinden uzak olan efsuncularda olması gereken bir ründü.
Cang Qiong Dağı sektinin lideri Yue Qingyuan’ın hürmetiyle. Kimseye
söylemeyeceğim!
Sonsuz Boyutsal Depo Yeni: ‘Boyutsal depo’ eşyalarının
çoğunu ‘aşırı fantastik’ efsun romanlarında görebilirsiniz. Taşınabilir depo
eşyası olarak düşünebilirsiniz. Düşük seviyeli olanların taşıma limiti vardır.
Sonsuz depolama eşyalarıysa nadirdir. Komik olan şey, bunun efsun romanı
olduğunu unutmayın, depolama eşyaları yenlerinin içinde bulunuyor… Tipik
depolama eşyaları yüzükten keseye kadar türlü aksesuar olabiliyordu ama daha
önce hiç yenlerde görmemiştim. (Antik Çin’de olduğundan yenler fazladan cep
gibi.)
Yine de bu Nemli Tanecikler hâlâ küçüktü, sadece
biraz daha büyüyüp filizlenmesi için sulayabilirdiler. Ruhanî enerjinin olduğu
bir yer bulmayı bekleyip fengshui’yi birleştirirse ve oraya ekerse
planlarındaki gibi büyür, böylece hayat kurtarıcı ot olabilirlerdi!
Shen Qingqiu ağzına koyduğunda eriyecek gibi duran
bu küçük şeylere dokunup kırmaktan korkuyordu.
Onları koparmak üzereyken bir anlığına durakladı.
Yine de bu Nemli Tanecikler aslında burada büyüdüler, ayrıca ekosistemlerinin
yaşamsal organları burası sayılırdı. Buradan çekilirlerse onlar için pek doğru
olmayacaktır. Düşünceleri darmaduman oldu, tekrardan düşündü. Bu metodun işe
yarayıp yaramayacağını bile bilmiyordu, ya yanlış bir şekilde işletip
mahvederse? Bu durumda birkaç filiz çare olacaktı. Sadece bir sorun çıkmayacağından
emin olup alacaktı. Kendi hayatını korumak önceliğiydi.
Son Nemli Tanecik’i elinde tutuyordu ve yenine
atmamış olmasına rağmen Shen Qingqiu aniden arkasından kılıç çekilme sesi
duydu.
Arkasına döndüğünde Gongyi Xiao elinde kılıç
tutuyordu. Shang Qinghua’yla birlikte birbirlerine yaklaşmışlar ve bakışlarını
onun üzerine odaklamışlardı.
Shen Qingqiu nefesini tuttu. Aniden, dev gibi uzun
ve büyük bir balık arkasına gelmişti, rotası direkt olarak Shen Qingqiu’ye
doğruydu. Soluk, katı yüzü karanlığın üzerinden geçmişti. Bu gerçekten bütün
yol boyunca onları takip eden şeydi!
Aynı anda Gongyi Xiao eliyle kılıç mührü
oluşturdu, uzun kılıcı rüzgâr gibi süratli, yıldırım kadar çabuk bir şekilde o
şeye doğru uçtu. Fakat o sinsi ve çevikti. Shen Qingqiu’ye ilk saldırdığında ıskalamıştı,
nehre batıp dışarıya çıkmamıştı. Yıllardır nehrin altında duran kum ve toprağı
kalkıştırmış, dumanlı karmaşa oluşturmuştu. Gongyi Xiao ölümsüz kılıcını alıp
konuştu: “Kıdemli Shen, çabuk çık!”
Shen Qingqiu gerçekten gülümsedi: “Paniğe gerek yok.
Oynamak için biraz balık yakalayacağım.”
Hâlâ yerinde duruyordu ve hareket etmiyordu,
yavaşça kâğıttan büyü muskasını çıkarttı.
Gongyi Xiao konuştu: “Bu şeyle tek bir büyü
muskasıyla yüzleşmek pek de…”
Bu kelimeler Shen Qingqiu parmaklarını sıkıp tek
büyü muskasını bir yığın hâline getirdiğini görmeden önce ‘yetmişti’.
Gongyi Xiao: “…”
Shen Qingqiu bir yığın muskayı elinde tutup tek
bir darbede onları suya vurdu. Bir, iki, üç.
Bu hesapla
heybetli bir ses vardı!
Nehrin
yüzeyi patlayarak yirmi zhang* uzunluğunda dalgalar oluşturmuştu!
Yirmi Zhang: Zhang bir uzunluk birimidir,
yaklaşık 66 metreye denk gelmekte.
Yılan adam aslında nehrin dibinde saklanıyordu, o
da patlamayla sudan fırlamıştı, yükseğe atılıp sertçe yere, Shang Qinghua’nın
ayaklarının dibine düştü.
Shen Qingqiu kıyıya sırılsıklam gelmişti. Taze su
banyosu öyle ferahlatıcıydı ki acele edememişti. Kollarını kavuşturup konuştu:
“Bak. Bu eğlence nasıldı?”
Gongyi Xiao o şeyi çevirdi.
Çevirdiğinde üçü de donup kaldı.
Uzun bir süre sonra Shen Qingqiu sonunda başını
arkaya çevirip Shang Qinghua’ya sordu: “Bu nedir?”
Shang Qinghua bu tek kelimeyi zorla söyledi:
“…Bilmiyorum!”
Gerçekten bilmiyordu. Onların gözlemlerine göre bu
canlı; kirli saçla kaplıydı, bütün vücudu yumuşak kemiktendi, dahası cildi
kalındı ve pulla eklemleri yayılıyordu. Pulları üzerinden ahlaksızca kazınmış
gibi olmayan tek bir yeri yoktu.
Bununla birlikte önceden Shen Qingqiu onun hayalet
kadın olduğunu düşünmüş, yüzüne daha yakından baktıktan sonra şişmiş bile olsa
bir adamın yüzü olabileceğini fark etmişti.
Shang Qinghua elini sallayıp konuştu: “Ben
kesinlikle…” böyle bir yaratık yazmadım.
Shen Qingqiu konuştu: “…Sana inanıyorum.”
Asıl eserde böyle bir yaratık elli kelime üzerinde
açıklanmış olsaydı onun hatırlamamasının hiçbir sebebi olmazdı!
Gongyi Xiao bu kıdemlilerin neden bahsettiklerini
anlayamamıştı, o nedenle tahminde bulundu: “Bakın, Kıdemliler. Bu yaratık,
belki de böyle doğmuştu.”
Shen
Qingqiu bunu mâkul buldu. Garip şekline bakınca bunun tamamıyla normal
yaratıklardan farklı olduğunu, daha çok şekli bozulmuş melez bir tür gibi
göründüğünü fark etmişti.
Mırıldandı: “Tanrısal cezalandırma, bir lanet ya
da efsunda başarısızlık.” Bu üç ihtimal böylesine tuhaf bir yaratığın
sonuçlanmasında muhtemel olarak alt alta sıralanmıştı.
Tanrısal
Cezalandırma, Bir Lanet Ya Da Efsunda Başarısızlık: Bu üçü efsun romanlarında
çok geçiyor, özellikle ilki ve üçüncüsü. Tanrısal cezalandırma anlaşıldığı gibi(dinle
ilgili, yapacak bir şey yok). Çin Kültüründe Cennet kaderle ya da dünyanın
doğal yollarıyla bağlantılı. Efsun dünyaya karşı sayılan bir şey, o nedenle
Tanrısal cezalandırmaya maruz kalınabiliyor. Her şeyi doğru düzgün
yapamadığında yoksullukla,genelde ölümle, sonuçlanır, bu nedenle Shen Qingqiu
bu yaratıkta bu ihtimali düşünmüş. Lanet ise… lanet işte. Gayet basit. Qi
ayrılması, sık sık bununla ilişkilendirilir, gibi efsun başarısızlıklar için
geçerlidir. Tanrısal cezalandırmaya uğramak kadar kötü bir şey olduğunu
bilseniz yeterli.
Shen Qingqiu’nin yenine bakmaya devam ediyordu. Bu
şeyin görünüşü iğrenç ve ürkütücü olmasına, insanları kusturacak hâle
getirmesine rağmen pis saçlarının olduğu kafasındaki gözleri fazlasıyla
temizdi, Lushui Gölü gibiydi.
Shen Qingqiu aniden ışığı fark edip konuştu: “Bize
saldırmak istediğinden şüphe yok.”
Diğer ikisi boş bakıyorlardı. Shen Qingqiu
konuştu: “Bu şey Lushui Gölü’nün nemli sularında doğmuş. Bakabilirsin.” İşaret
etti: “Gözlerindeki parlaklık kesinlikle nemli suyu içmekten gelişmiş.
Pullarının üzerindeki bazı kırmızı ve yeşil yosunlar büyüyordu da, aynı taşlı
duvarların üzerinde olduğu gibi. Bu mağaranın içinde çok uzun bir süredir saklı
olmalı.”
Bu mantıklıydı. Shen Qingqiu’nin ve grubunun bütün
Güneş ve Ay’ın Nemlendirdiği Çiçek Tanesi’ni sökmelerine izin verseydi sadece
ruhanî enerji döngüsünü mahvetmeyecekti. Zamanla, Lushui Gölü de işlevini
kaybedip atık su havuzuna dönüşecek, tamamıyla tükenecekti. Bu nedenle bu şey
onları bütün bir yol takip edip saldırmak için fırsat beklemişti.
Elinde hassas ve güzel Nemli Tanecik bunu
kanıtlıyor ve başarıyordu. Gerçekten de yaratığın gözleri parlıyordu. Endişeyle
başını kaldırıp ağız dolusu beyaz dişlerini ortaya çıkardı.
Gongyi Xiao bağırdı: “Ölümünü arıyor!” Elini arkaya
götürüp kılıcının kabzasını tuttu, hareketi öldürme niyetinin imasıydı.
Yılan adam yerde sürünmek için çabalıyordu. Shen
Qingqiu ona bakıp biraz acıması olduğunu düşündü. Arkasına dönüp konuştu:
“Bekle.”
Gongyi Xiao durdu fakat anlamlandıramadı: “Kıdemli?”
Shen Qingqiu konuştu: “Bailu Ormanı’nın
etrafındaki nüfusun güvenli olup çok uzun yıllardır bunu göstermelerinin nedeni
bu yılan adamın hiç kötü bir şey yapmamasıydı. Onu öldürmeye gerek yok.”
Bu sözler
yanlış değildi. Bu şey gerçekten daha önce birilerini öldürseydi Huan Hua
Sarayı çoktan bunu keşfedip köküne kadar yok etmiş olurdu. Kötü şeyler
yapmadığından dolayı ölmemişti. Bu konu hakkında konuşmuşken, her gün mağaraya
taze suyu almak için gidiyordu, bu yüzden Shen Qingqiu ve grubu onun günlük
rutinini rahatsız etmişti.
Bunun hakkında konuşmuşken Gongyi Xiao bir süre
düşünüp kılıcını kınından çekti. Sadece Shen Qingqiu ve Zhao Hua Tapınak
ustaları* merhametli bir yöne sahipti. Bunu bildiğinden Shen Qingqiu daima bu
alışılmadık yaratıklara karşı yumuşak yönünü gösteriyordu. Böyle gizemli
yaratıklara karşı ilgisinin, bin çiçeğin güzellikle çekiştiği bu kız
kardeşlerden çok daha fazla daima olduğunu söyleyeli çok olmuştu. Sadece o,
yumuşak bir şekilde sürünen bu yaratığı o tip bir sevecen(…) görünümle güzel
hayal edebilirdi.
Zhao Hua Tapınak
Ustaları: Zhao Hua Tapınağındaki keşişlerden bahsediyor. Diğer bir deyişle
Budist keşilerden.
Fakat kimse yerdeki yaratığın şu anda hafifçe
titrediğini fark etmemişti.
Kusurlu bedeni gizlice ince Nemli Tohum filizine
basıyordu. Bir çift parlak gözlerle çelişen bedeni kapsamında gürültüyle
kendinden geçti.
Mağarayı terk ettikten sonra, Gongyi Xiao etkin
bir şekilde at arabasının sürücü koltuğuna oturdu.
Sordu: “Kıdemli Shen, bu kıdemsiz bir şeyi anlayamadı.
Neden o… yılan adam Nemli Tohumlardan hiç almayıp sadece nehirdeki taze sudan
alıyor?
Shen
Qingqiu konuştu: “İçeriye girdiğinde mağaranın tavanından parıldayarak aşağıya
inen ışıltıyı gördün mü? Bailu Ormanı’na daha önce geldiğimizde bütün yolu o
yaratıkla dolaştık. O anlardan birisinde kılıcın yansıttığı ışık yüzünden
yanmıştı ve sırf bu yüzden geri çekilmişti. Tahminimce ışığa çıkamıyor,
özellikle de gün ve ay ışığına. Bu nedenle sadece ormanın gölgelerinde ve
mağarada özgürce dolaşabiliyor. Nemli Tohum günışığı ve ayışığıyla bütün gün
örtülüyor, o nedenle tabi ki de yakınına gelemez.”
Baike’deki
gibi teorik öğretilerle karşılaştırıldığında Huan Hua Sarayı daha çok asıl
çarpışmaya odaklıydı. Gongyi Xiao pek anlamamıştı fakat onu övmüştü: “Demek bu
yüzden… Kıdemli Shen sadece merhametli değil, geniş bilgiye ve güçlü hafızaya
da sahip. Bu kıdemsizin hâlâ öğreneceği çok şey var.”
Shen Qingqiu alçakgönüllüğünü belli ederek birkaç
kez güldü. Konuşan kişinin pek olumlu söylemediği belliydi fakat Gongyi Xiao
tuhaf bir şekilde hâlâ kişisel hayranlığını belli ediyor, diğerinin yüksek
zekâsını engelleyecek kadar tapıyordu. Böyle bir sahne gerçekten insanın içini
acıtırdı. Kendini beğenmiş olmak istese bile kendisinin öyle hissetmesini
sağlayamıyordu. Sadece derin bir güçsüzlük hissi vardı.
Bailu Ormanı’ndan çıktıktan sonra Gongyi Xiao hâlâ
onlarla kalmak istiyordu. Onları, Huan Hua Sarayı’nda dinlenip yaşlı sekt
lideriyle selamlaşmak için davet etti. Shen Qingqiu “Senin yardımınla işlerimiz
bitti, seni daha fazla rahatsızlık etmek hoş olmaz.” diyerek geri çevirdi.
Dalga mı
geçiyorsun? Huan Hua Sarayı’na niçin çıkacağız? Elimizdeki Güneş ve Ay’ın
Nemlendirdiği Çiçek Tanesi’ni göstermek için mi? Senin üstlerin bizi bırakmaz
da mülkiyet hakları hakkında tartışırsak ne olacak?
Shen Qingqiu gülümseyip konuştu: “Her ne kadar bu
yolculuk aceleye gelse de genç centilmen Gongyi, bizim Cang Qiong Dağı’mızı
gelecekte ziyaret etmelisiniz. Qing Jing Tepesi sizi bekleyecektir.”
Shang Qinghua konuştu: “Doğru. An Ding Tepesi’nde
eğlenilecek bir şey yok. Qing Jing Tepesi’ne gidersen Kıdemli Shen sana
kesinlikle çok iyi ilgilenecektir.”
Gongyi Xiao bu beklenmedik kazanç karşısında çok
mutlu olmuştu. Qing Jing Tepsi’nin ismiyle aynı olan ününü biliyordu. Huzurlu
ve sakindi, normalde dışarıdan gelen davetsiz misafirleri beğenmezlerdi.
Gülümsemeyle kaplanmış bir yüzle konuştu: “Kıdemli Shen, bu sözleri
hatırlayacağım. Size gelecekte rahatsızlık vereceğim.”
Bu sözleri söyledikten sonra kavisli kaşlarıyla
gülümsemesi o kadar Luo Binghe’yı anımsatmıştı ki Shen Qingqiu’yi bir anlık
duraklattı. Yavaşça konuştu: “Bu doğal hakkın.”
Gongi Xiao’dan ayrıldıktan sonra Shang Qinghua yan
tarafa doğru iç çekti: “Benzer, o gerçekten çok benzer.”
Shen Qingqiu onu ne hafif ne sert bir şekilde
tekmeledi: “Hayâllere mi dalıyorsun?”
Shang Qinghua konuştu: “Bahsettiğim şey senin
kendi kalbinin verdiği bilgi. Seni uzun zamandır gözlemliyorum. İçimde
baskılayıp söylemeyeceğim, beni rahatsız edecek bazı sözler var. İçinden sahiden
Luo Binghe’yı itaatkâr ve kıymetli sevgili müridin olarak mı önemsiyorsun?
Shen Qingqiu gözlerini devirip onın kulaklarını
çekti.
Shang Qinghua onun yaşamak mı ölmek mi istediğini
gerçekten anlamamıştı. Makûl derece analiz etmeye devam etti: “Qing Jing Tepesi
müritlerinin konuşmalarını duyduğum kadarıyla bu günlerde Kıdemli Ağabey Shen,
Ölümsüz İttifak Ligi’nden döndüğünden beri bütün gününü ruhunu kaybetmiş ve
cennete yükselmiş gibi harcıyormuş. Birkaç kez Luo Binghe’yı ismiyle
çağırmışsın. Kılıç mezarı dizilişi boyunca bile iç çekme sesleri çıkartmışsın.
Senin… titrek bir M* olmaya karşı biraz eğilimin mi var?”
M: Mazoşistten
bahsediyor sanırım. Kısacası Luo Binghe’ya karşı kaşınıp acı çekmekten
hoşlanıyor mu diye soruyor bir nevî.
‘Ruhunu
kaybetmiş’ dendiği ikinci seferdi bu! Bu sözler bu yaşlı adamın hayatında kara
leke mi olacaktı?!
Her
bir Qing Jing Tepesi müridim yolda karınlarına kadar dolu şiir ve kitapla
yürüyorlar. Ne ara böylesine dedikodu sevdalı oldular, nasıl bu sözleri her yerde
dikkatsizce söyleyerek Shizun’unuzun imajini tamamıyla unutabiliyorsunuz?!
Shen Qingqiu aniden sırtında soğuk bir ürperti
hissetti.
Yüce Tanrı Gökyüzüne Ateş Eden Uçak, bu tip
sorularla aynı yatakhanedeki anlamsız bir şekilde dedikodu yapan liseli öğrenciler
gibi onu kovalıyordu: ‘Söylesene! XXX’ten hoşlanıyor musun?!’ ‘Sözü değiştirme~
Utanma O(∩_∩)O, haha~’ Bu tip pembe
bir sahneydi... delirmek üzereydi!
Bunun iki büyük adama bağdaştırılması gerçekten
çok iğrençti!
Shang Qinghua çok masumdu. Aslında, çok ciddiydi
ve doğrudan şüphelerini yansıtıyordu. Fazlasıyla tuhaf düşüncelere sahip olan
Shen Qingqiu’nin kendisiydi.
Shen Qingqiu aniden sözünü kesti: “Neden hareket
etmiyorsun?”
Shang Qinghua durakladı: “Ne?”
Shen Qingqiu ona bakıp at kırbacını eline verdi:
“Gongyi Xiao gitti, at arabasına sürücü lazım.”
“…Neden sen
hiç sürmüyorsun?”
“Ağır
zehirlenmiş bir hastayı mı denemek istiyorsun?”
Ne lanet hasta!
Etrafta takılıp yaratığın çaresine bakıp büyü
muskalarıyla böylesine güle oynaya kafayı bulan bir hasta!
Biraz yüzün olsun!
Shen Qingqiu at arabasının içinde uzanıp kollarını
yerleştirdi.
Bu şeyler hayatını korumak için son çareleriydi.
Zamanı hesaplarsak hâlâ Luo Binghe’nın başyapıtı tamamlaması adına yeterli
olması için Sonsuz Uçurum’dan İnsan Âlemi’ne dönmesine beş yılı vardı.
Yanlış hesapladığı sadece tek bir şey vardı.
O da Luo Binghe’nın bu denli çabuk geri
döndüğüydü.
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder