19 Haziran 2020 Cuma

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 27: SONSUZ UÇURUM 3

Shen Qingqiu bu tam yerinde olan, insanı konuşamaz hâle getiren basit tavrından şok olmuştu. Mo Beijun sadece arkasını dönüp gitmişti!

 

Görevini bitirip gitti... bu NPC gerçekten baştan sona tam yerine isabetliydi… Karanlıktan gelip karanlığa dönmüş, gizemli bir şekilde gelip gizemli bir şekilde gitmişti. Her hâlükârda aslında gizemli bir karakterdi. Luo Binghe’nın ona ihtiyacı olduğunda mantıksız bir şekilde orada beliriyordu, bu yüzden bu tip ayarlamalar zorlama sayılmazdı.

 

Zorlama olan tek şey Shen Qingqiu’nin sonra yüzleşeceği şeydi, son derece önemli imtihandı.

 

Şiddetli bir dövüşü tecrübelemiş, harabelerin ortasında diz çökmekte olan Luo Binghe’nın gözleri boş bakmaktaydı fakat her an bir şeyi parçalayabilecek gibiydi. Bir anlık düşününce beyninin içi yirmi yılda bir kez aniden patlayan uykudaki volkan gibiydi, damarından akmakta olan kanlar magma gibiydi. Acıttığını bile düşünmüştü. Shen Qingqiu’nin bile başı hafif ağrımaya başlamıştı.

 

Sistem eşi benzeri olmayan çok net bir uyarı verdi:

 

Dikkat! Önemli yeni görev: Sonsuz Uçurum ve Sonsuz Kin başarıyla açıldı! Tamamlanamazsa kahramanın doğru şeyi yapma cesareti seviyesi -20,000!

 

Dur biraz.

 

Dün seninle onayladığımda 10,000 olduğunu söylememiş miydin?

 

Sadece birkaç gün geçti ve şimdiye kadar birkaç kat katlandı mı?

 

Sistem, anneni (#) patlayana kadar sikeyim!

 

Shen Qingqiu’nin kendi yaraları iyileşmemişti. Durgun, hafif sinirli Luo Binghe’nın yanına doğru bitkin bir şekilde yanaştı. Sırtını birkaç kez patpatladıktan sonra onun bedenine geri kalan ruhanî enerji parçalarını ekledi.

 

Etkisini göstermesinin bu kadar basit olacağını mı düşündün?

 

Tekrardan kendine gelen sadece Luo Binghe değildi, bedenindeki şeytanî enerji aniden dışarı yansıdı, Shen Qingqiu uzun zamandır farkında olup bastırdığı ağız dolusu kanı püskürttü.

 

O sırada Luo Binghe sonunda yavaşça farkına vardı.

 

Shizun... önündeydi...

 

...kan... kötü yaralanmıştı?

 

Karmaşık durumdan yavaşça çıkıp ona söylediği birkaç bulanık sözü birleştirebildi. Bu tanıdık yüz başarıyla netleşmişti.

 

Shen Qingqiu sonunda anlaşılırlığını kazandığını fark etti. Ağzının kenarındaki kanı sildi.

 

Sakin bir şekilde sordu: “Kendinde misin?”

 

Bir anlık duraklasa da konuştu: “Kendindeysen açıkça konuşabiliriz.”

 

Shen Qingqiu konuştu: “Luo Binghe, doğruyu söyle, şeytanî teknikleri ne zamandır öğreniyorsun?”

 

 

Bu sözler bir defa sesli dillendirildiğinde Luo Binghe kemik dondurucu suya yüksek irtifadan düşmüş gibi hissetti. Bilinci yerinde olsun istemese bile imkânsızdı.

 

Shen Qingqiu’nin ifadesinin buzul kadar soğuk olduğunu fark etti, kalp atışı yavaşlıyordu.

 

Geçmişte Shen Qingqiu daima ona Binghe derdi, doğrudan tam adını demezdi.

 

Fısıldadı: “Shizun, bu mürit açıklayabilir.”

 

Luo Binghe hâlâ ergen olsa bile hep soğukkanlı ve sakindi, toy omuzlarında olgun bir başa sahipti. Bu sefer telaşa kapılmış ve şaşkınlık ifadesiyle aslında alelacele açıklamak istediği görülüyordu fakat nereden başlayacağını bilmiyordu. Değerli erkek kahraman böylece aşağıya düşmüştü. Shen Qingqiu fark etmişti ve daha fazla izleyemezdi, kalbi bunu kaldıramazdı. Aceleyle ilerleyip tokat attı: “Kapa çeneni!”

 

Onu suskun görmek bir şeyleri iyi kavrayamayıp fazla sert olduğunu düşündürdü. Luo Binghe da onun böyle bir duruma düşürmesinden korkmuştu, dayak yemiş bir çocuk gibiydi, şaşkın ve bilgisizde. Karanlık, siyah gözleri ona aynı o şekilde bakıyordu, ağzı itaatkâr bir şekilde kapalıydı.

 

Shen Qingqiu ara vermeden, bakışlarını yumuşatmadan düzeltip cümlesini uygun olarak açıkça belirtti: “Ne zamandan beri yapıyorsun?”

 

“...İki yıldır.”

 

Shen Qingqiu sessizdi. Bu çocuğa sormanın gerekli olup olmadığını merak ediyordu. Fazla dürüsttü, gerçekten sersemleşecek kadar korkmuş olmalıydı.

Fakat Luo Binghe’nın onun sessizliğini otomatik olarak ‘Aferin. Hain mürit, sen gerçekten bunca zamandır benden bunu gizledin!’ diye yorumlayacağını bilmiyordu.

 

Shen Qingqiu sakince konuştu: “İki yıldır... Çabucak bu seviyede ustalaştığına şüphe yok. Luo Binghe, Luo Binghe... yeterince değerlisin. Gerçekten doğal bir yeteneğin var.”

 

Doğrusu, bu sözler onun içinden hissettiği beğeninin göstergesiydi. Aslında erkek kahraman gerçekten doğal, mükemmel bir yeteneğe sahipti... fakat diğer baskılanmış hisleri soracak olursak imrenmesine azıcık kıskançlık eklenmişti.

 

Fakat Luo Binghe’nın gözünden anlamı tamamıyla farklıydı.

 

 

Bir anda, aniden Shen Qingqiu’nin önünde diz çöktü.

 

Shen Qingqiu içten içe AĞLAMAKTAN korktu. Kendimi sikeyim, seni ilk gördüğüm andan beri diz çöküyorsun; nasıl bunca zaman sonra hâlâ bana diz çökebiliyorsun?! Bu oğlan dizlerinin altında yeşil altına sahip. Erkek kahraman bir kez diz çöktüğünde hayatım gider, bu yaşlı kadın gerçekten buna dayanamaz! Kolunu sallayıp bağırdı: “Bana diz çökme!”

 

Luo Binghe birkaç adım geri gitmek için kollarını zorladı, altı hayatî organı sorunlu çalışıyormuş gibi durakladı.

 

Artık Shizun’a diz çöküp affetmesini dileme ayrıcalığı bile mi yoktu?

 

Mırıldandı: “Ama Shizun, daha önce insanların iyi ya da kötü olabileceğini, iblislerin de iyi ya da kötü olabileceğini söylemiştiniz.”

 

Daha önce söylemiş miydim? Shen Qingqiu sahiden bir süre düşündü.

 

Gerçekten önceden söylemiş gibi görünüyordu!

 

Şu anda fikrini değiştirip yalanlasa biraz fazla yüzsüz olmaz mıydı?

 

“Sen sıradan bir iblis değilsin.” Shen Qingqiu sakin bir şekilde ilişkilendirdi: “Antik Eşsiz bir İblis’sin. Bu aile İnsan Âlemi’nden sayısız kişi öldürdü. Sayısız günaha sahipler, ne derlerse desinler. Diğer iblislerle aynı kandan sayılamazlar.”

 

Shen Qingqiu’nin bizzat böyle konuşması umudunu yok etmişti. Luo Binghe’nın gözleri kırmızıya döndü.

 

Titreyerek konuştu: “Ama daha önce söylemiştin.”

 

Önceden birçok şey söyledim. O zamanlar Shen Qingqiu’nin kısırlaştırılmasının parıltılı kırmızı kelimelerle birkaç yüz inşa edilmiş hikâyeyi gizlemeye yeteceğini de belirtmiştim!

 

Hiç de eğlenceli değildi.

 

Tsukkomi’de her zaman iyi olan, kendini dizginleyen Shen Qingqiu rahatlayamıyordu.

 

Sadece kendi beynini tekrardan şu sebeple yıkayabiliyordu: Luo Binghe’nın şu anda maruz kaldığı acı ve işkence gelecekte herkesten üstün birisi olmasının dileği için gerekli tecrübeler.

 

Shen Qingqiu sessizce başını kaldırıp kılıcını anımsayarak karar verdi, Xiu Ya kılıcını alıp elinde tuttu.

 

Kılıcını tutan eli titriyordu, hemen göze çarpmayan damarları zayıf güç sarf edilerek belirmişti. Luo Binghe inanamayarak konuştu: “Shizun, beni gerçekten öldürmek mi istiyorsun?”

 

Shen Qingqiu’nin bakışları doğrudan onun bedenindeydi: “Seni öldürmek istemiyorum.”

 

Luo Binghe’nın anılarında Shen Qingqiu’yi ona karşı böylesine soğuk, kararlı bir ifadeyle hiç görmemişti. Cang Qiong Dağı sektine ilk girdiği zamanda bile Shizun’un gözleri ona baktığında hiç böylesine boş olmamıştı, sanki orada bir şey yok gibiydi.

 

Shen Qingqiu’nin yönelttiği bakışlarının geçmişte iyi ya da kötü olup olmadığını bilmeden iblisleri yargılarkenki yönlendirdiği bakışlardan hiçbir farkı olmadığını hissetti. Samimiyet izi yoktu.

 

Shen Qingqiu konuştu: “Sadece, önceden onu söyleyen kişi hatalı değil. İnsan Âlemi senin olman gereken yer değil. Kökenlerinin yerine geri dönmelisin.”

 

İleriye bir adım attı, Luo Binghe bir adım geri çekildi, ikisi de Sonsuz Uçurum’un önüne ilerleyene kadar devam ettiler.

 

Başını çevirdiğinde çalkantılı şeytanî enerji sonsuz, dar ve derin vadinin içinde bulanıyordu, onlarca bin çığlık, binlerce deforme olmuş kol çiftler İblis Âlemi’ne doğru açılan çatlaktan uzanıyor, canlılık arıyordu. Derinliğe gittikçe derinler kötülük habercisi siyah sisle ve kırmızı hayaletimsi bir ışıkla gizleniyordu.

 

Shen Qingqiu Xiu Ya kılıcını diyagonal bir şekilde indirip Uçurum’u işaret ederek konuştu: “Kendin mi inersin yoksa benim harekete geçmemi mi istersin?”

 

 

Aslında, bencilce Luo Binghe’nın kendi inmesini umuyordu. Onun için bu davranış çok acımasızca olsa bile Shen Qingqiu tarafından aşağı indirilmesi hâlâ daha iyi olacaktı.

 

Fakat Luo Binghe vazgeçmedi.

 

Ona çok iyi davranan Shizun’un gerçekten onu aşağıya iteceğine inanmasının hiçbir yolu yoktu.

 

Xiu Ya kılıcı göğsüne saplandığında bile hâlâ son umut ipini tutuyordu.

Shen Qingqiu onu bıçaklamak istememişti. Gerçekten. O sadece kılıcını etrafta sallayıp Luo Binghe’yı böylece korkutmak istemişti, yana çekilme uğruna doğal olarak düşecekti. Fakat Luo Binghe’nın öylece durup bariz gelen kılıcı böylesine sakin bir şekilde kabûl edeceğini tahmin etmemişti.

 

Ölmüştü. Aslında, sadece düşecekti. Şimdi fazladan bir bıçaklanma da eklenmişti!

Buna karşılık Luo Binghe kılıcı kenarlarından güç kullanmadan tuttu. Sadece hafifçe tutuyordu, sanki Shen Qingqiu biraz daha güç kullanmak istediğini söylese Xiu Ya kılıcı göğsünün arkasından çıkana kadar delmeye devam edecekti.

 

Luo Binghe tek kelime etmeden boğazı hafifçe titredi. Kalbine daha tamamıyla batmasa bile Shen Qingqiu kalbinin atışını kılıçtan eline, oradan kendi kalbine doğru hissedebiliyor gibiydi.

Shen Qingqiu sessizce kılıcı çekti.

 

Bu hareket yüzünden Luo Binghe’nın bedeni hafifçe sallandı fakat çabucak dengesini kazandı. Shen Qingqiu’nin delip geçmediğini gördüğünde aslında matlaşmış gözleri ateşten sonra olan küllerin içindeki kor gibi hafifçe parıldadı.

 

Sonrasında Shen Qingqiu son darbeyi kullanıp gözlerindeki son ışıltının izlerini söndürmeliydi.

 

Luo Binghe’nın kesinlikle karşı saldırı yapmayacağını biliyordu.

 

Bunu, Luo Binghe’nın düşerkenki umutsuz bakışlarını asla unutamayacağından korktuğunu bildiğinden daha da kesin biliyordu.

Onu aşağıya düşürmek için tek bir saldırı!




Cang Qiong Dağı sekti, Huan Hua Sarayı ve Tanrı’nın Gözünden Bakanlar efsuncuları canavarları temizlemeyi bitirip geldikleri zaman Sonsuz Uçurum’un olduğu delik alanı çoktan kapanmıştı.

 

Shen Qingqiu bayılıp yerde, bilinçsiz gibi davranmaya hazırlanan Shang Qinghua’nın yanına, uzanan bütün müritlerin yaralarıyla doğru dürüst ilgilendi. Kendisiyle ilgilenmemişti, kıyafetinin her yerinde kan lekeleri vardı. Yüzü ifadesiz ve solgundu. Son derece üzgün ve canı sıkılmış görünüyordu. Yue Qingyuan nabzına bakmak için doğrudan oraya gitti, kaşı hoşnutsuzluk belirten bakışlarla çatıldı. Usta Mu Qingfang’ın bakması için bıraktı. İki sekt de kendilerininkini bulmak için yerdeki düzensiz insan yığınına gitmişti, ardından onları kaldırıp daha da iyileştirmek için götürdüler.

 

Liu Qingge aniden bir kişinin eksik olduğunu fark edip sordu: “Senin müridin nasıl?”

 

Shen Qingqiu cevap vermedi, yerdeki parçalanmış kılıç parçalarını topluyordu.

 

Qing Jing Tepesi’nin müritleri çabucak geldiler. Keskin gözlü Ming Fan kılıcı fark edip destekleyici bir şekilde konuştu: “Shizun, o kılıç, şeyin değil mi...”

 

Başlangıçta onun yıllardır Wan Jian Tepesi’ndeki Zheng Yang kılıcı hakkında konuştuğunu sanmıştı. Luo Binghe tarafından çekildikten sonra kalbi kıskançlıkla alev almış ve savurup dönerek sayısız gecesini harcamıştı. Doğal olarak kabullenemiyordu.

 

Ning Yingying aniden ‘va’ sesiyle haykırmaya başladı: “Shizun, b-be-beni korkutma. Bu… Ah Luo’nun Zheng Yang’ı değil mi?”

 

Dört fısıltı ortaya çıkmıştı: “Zheng Yang kılıcı?” “Tepe Lordu Shen’in müridi hakkında mı konuşuyorsun?” “Kılıç burada olsaydı o kişi de burada olurdu. Kılıç kırılmış, öyleyse o kişi nerede?” “Ayrıca şeye sahip olamadı… öhö öhö.”

 

Birisi açıkladı: “Öyleyse bu gerçekten acınası. Genç kahraman Luo bütün bu yolu Ölümsüz İttifak Ligi’nin altın başarı sıralaması panosundaki liderliği için almıştı!” “Tanrı yeteneğe hasetlenmiş*, Tanrı yeteneğe hasetlenmiş!”

 

Tanrı Yeteneğe Hasetlenmiş: Genelde efsun romanlarında kullanılan bir terimmiş. İyi ya da yetenekli insanların genç yaşta ölmesinden bahsediliyor.

 

İnsanlar içerisinde iç çeken de, şaşıran da, üzülen de, henüz katılmış olan kişiler de vardı.

 

Ning Yingying tam bu sırada ağlamaya başladı.

 

Ming Fan Luo Binghe’dan nefret etse bile onun gerçekten ölmesini asla istememişti. Ayrıca Shizun’un ona ne kadar düşkün olduğunu ve bu kokuşmuş herifin tek bir kemiğini bile bırakmadan öldüğünü, Shizun’un çok üzgün olup ruhunun yükselemeyeceğini düşünüyordu. Bütün Qing Jing Tepesi kara bulutlarla kaplanmıştı. Xian Shu Tepesi’nden Qi Qingqi Liu Mingyan’ı almıştı fakat onlar da etkilenmişti.

 

Liu Qingge kelimelerde kötüydü. Shen Qingqiu’nin omzunu patpatladı: “Müridin öldü fakat hâlâ bir başkasını kabûl edebilirsin.”

 

Onu teselli etmeye çalıştığını bilse bile Shen Qingqiu hâlâ ona bitap bir bakış yönlendirmek istiyordu. Hepsi Sonsuz Uçurum’dan kendi erkek kahramanını aşağıya atıp kendi müridinden ayrılmamış, sırt ağrısı çekmeden konuşan kişilerdi!

 

Sırt Ağrısı Çekmeden Konuşmak: Kendileri acıyı hissetmeden avutan, konuşan kişilerden bahsediyor.

 

Unut bunu, unut bunu. Her şey anlaşmazlıktan yoksun bırakılmıştı.

 

Shen Qingqiu yavaşça konuştu: “Qing Jing Tepesi’nin müridi, Luo Binghe, iblisler tarafından yaralanıp öldürüldü.”

 

 *****

 


Önceki Bölüm ― Sonraki Bölüm

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder