Sözde Sonsuz Uçurum olan yer İnsan Âlemi’yle İblis
Âlemi arasındaki kesişme noktasının boş alanıydı.
Geçici alan olarak Sonsuz Uçurum tehlike ve
bilinmezlikle; kıvrımlı, uzaya ait yarık girdaplarıyla ve kızgın magmayla
doluydu.
Bu müritler bütün bu yol boyunca çoktan
enerjilerinin büyük bir bölümü harcamışlardı. Önceki zahmetten sonra çoğu
çökmüştü. Ayakta kalanlar Shen Qingqiu, Luo Binghe ve Shang Qinghua’ydı.
Sonsuz Uçurum açıldığına göre o taraftan şeytanî
şeyler geliyor demekti.
Üçü de nefeslerini tuttu; tetikte, sakince
beklediler.
Karanlıktan uzun bir adam figürü dışarıya çıktı.
Buz kadar
soğuk bu yüzü ve ilahi figürün diğerlerine binlerce li’den püskürtülen aurayı
fark ettiğinde Shen Qingqiu anında bu kişinin kim olduğunu anladı. Yandaki
rengi atmış Shang Qinghua’ya bakış attığında gülmek istedi fakat gerçekte
gülemeyecek durumdaydı.
Neden
bütün bu kötü şeylerde emre amade olan, öldürüp kundakçılık yapan, ateşine jet
yakıtı koyan Luo Binghe’nın gelecekteki astı şu anda burada belirmişti?!
Mo Beijun* saf kandı, ailesinin bölgesi
İblis Âlemi’nin kuzey sınırındaydı ve İblis Lordu olarak oturmayı başarmış
iblislerin yasal olarak ikinci neslindendi. Bunca zaman gölge gibi gitmiş ve
gelmişti; hiçbir şey yapmamıştı ve önemsememişti. Böylesine başınabuyruk bir
karakter o zamanda Luo Binghe’nın linç etmesinden dolayı şiddetlice dövüldükten
sonra affedilmez bir şekilde başını eğip bağlılık yemini etmiş, emrine amade
olduğunu belirmişti. Bu andan itibaren Luo Binghe’nın ayak işlerine bakan başka
birisi daha vardı.
Mo
Beijun: Gökyüzüne Ateş Eden Uçak’ın inceliğiyle(!) fazlasıyla edebi(!) bir ada
sahip olan zavallı adamlardan birisi. Adı direkt olarak kökeniyle ilgili, yani
Mo ‘Issız’, Bei ‘Kuzey’, Jun ‘Efendi/Lord/Hükümdar’ demek. Toparlarsak ‘Kuzeyin
Issız Lordu’ gibi bir anlama geliyor.
Yine de... asıl gelişime göre ortaya çıkma
sıran için şüphesiz en az beş yüz bölüm daha olmalıydı, tamam mı Yüce Olan?!
Mahvoldu, mahvoldu, her şey mahvoldu!
Shang Qinghua bir adım öne ilerledi, sert
bir şekilde sordu: “Sen de kimsin? Neden buradasın?”
Shen Qingqiu: ... ...Hehe, numara yapmaya
devam mı?
Senin gerçek, doğrudan patronun değil
miydi? Ölümsüz İttifak Ligi’ne tehlikeli yaratıkları bırakmak onun sana verdiği
bir emirdi! Numara yapmaya devam ediyorsun!
Mo Beijun hafifçe yana doğru eğildi,
yakışıklı ve erkeksi yüzünün yarısı karanlıkta gizliydi. İnsanın kalbinde derin
titremeye neden oluyordu. Shang Qinghua bir adım daha attı. Şiddetli bir güç
onu havaya kaldırdığında sadece elini kaldırmıştı, antik bir tahta parçasını
kırar gibiydi. Bayılmış, içinden takdir etmeyi bırakamayan Shen Qingqiu’ye
doğru kan kusmayı bırakamamıştı:
Erkek kardeş, işin uğruna gerçekten elinden
geleni yapıyorsun!
İçinden Shen Qingqiu iç çekip hâlden anlar
bir şekilde sızlandı.
Pekâlâ, sonunda gösteriş yapmanın yine ona
kalacağını biliyordu.
Mo Beijun’un yolunu engellemiş, önüne doğru
yatay bir şekilde kılıcını tutuyordu. Ne kibirli ne de alçakgönüllü bir şekilde
konuştu: “Eksalansları, İblis Âlemi’nin aracısı mısınız?”
Bunlar zırvalıktı. Şer enerjinin siyah
yoğunluğunu göremiyorsan kör olmalıydın.
Gümüşi-beyaz ışık ışıldadı. Luo Binghe Shen
Qingqiu’nin önüne geçip engellerken aslında tek bir kelime bile etmemişti.
Daha evvel hâlâ sinirli ve tartışmacıydı,
fakat şu an güçlü düşmanın huzurunda hiç tereddüt etmeden önünde durup
engelliyordu. Shen Qingqiu’nin pek hareket etmediğini söyleyecekseniz
yanılıyorsunuz.
Sadece gerçekten affedilemez olmasına
rağmen Luo Binghe’yla ne yapmak zorunda olduklarını daha ve daha fazla
hissetti. Konuştu: “Binghe, rahat ol.”
Luo Binghe cevap vermedi ya da tepki
vermedi. Mo Beijun’dan doğrudan uzak tutuyordu, aslında gücü ve hızıyla
yerinden kımıldamıyordu.
Mo Beijun ilgisini çekecek minik bir şeyi keşfedecekmişçesine
bir ‘yi’ çıkardı.
Shen Qingqiu sesini yükseltti: “Kontrolsüz
davranıyorsun! Ne zamandan beri mürit ustanın önünü kesiyor?”
Mo Beijun konuştu: “Sen Cang Qiong Dağı
sekti müridi misin?”
Luo Binghe cevapladı: “Cang Qiong Dağı
sektinin Qing Jing Tepesi müridi Luo Binghe, Ekselansları’nızı selâmlarım.”
Mo Beijun aniden sakin bir şekilde
gülümsedi: “Ölümsüz, yine de ölümsüz değil. Şeytanî, yine de şeytanî değil.
İlginç.”
Bu sözleri duyduğunda Shen Qingqiu aniden
ışığı görmüş gibi hissetti.
Mo
Beijun’un burada olma nedeni... Siyah Ay Pitonu Rhinoceros’un bu hikâye
çizgisindeki ilerleyişindeki yerini alması mıydı?
“Ölümsüz, yine de ölümsüz değil.” yan
tarafa uzanan Shang Qinghua’ya gelince, ölüyü oynarken bile kan kusmayı
unutmuyordu. Şüphesiz ölümsüz bir efsuncuydu fakat hâlâ iblisler için at ya da
boğa kadar çok çalışıyordu*. “Şeytanî” olarak ise Luo Binghe sahnede
bulunuyordu: başka kim olacaktı? Sonuçta Luo Binghe’nın bir çift ateş gibi delici
gözlerinin bakışı diğerlerinden farklı soydan olduğunu açığa vuruyordu.
At ya
da boğa kadar çok çalışmak: Köle gibi çalıştığından bahsediyor.
Shen Qingqiu onaylayamazdı fakat risk
almaya cesaret edemezdi de. Sakin bir sesle emretti: “Binghe, bu ustanın
kelimelerini dinleyecek misin, dinlemeyecek misin? Şu anda burayı çabucak terk
etmeni ve yakındaki bütün diğer sekt liderlerini buraya getirmeni istiyorum.
Gidecek misin, gitmeyecek misin?”
Luo Binghe bakışlarını bilinmeyen şeytan
adam üzerinde toparladı: “Shizun, hiçbirimizin buradan ayrılmasına izin
vermeyecek. Bari güçlerimizi birleştirip savaşalım.”
Shen Qingqiu konuştu: “Burada kalmak sadece
boşuna hayatından vazgeçmendir.”
Luo Binghe konuştu: “İster Shizun için
ölmek, ister Shizun’la beraber ölmek… bu müride mutluluk verir.”
Bu birisine herhangi bir duygu beslediğinde
söylenecek bir şey çocuk!
Mo Beijun kibirli bir şekilde konuştu:
“Benimle savaşmak mı?” ‘Gökyüzünün önce, karanın sonra geldiğini bilmeme*’
cümlesi... bunu sesli bir şekilde söyleyemeyecek kadar kibardı. Shen Qingqiu
içinden sesli bir şekilde söylemediğine minnettar olduğunu düşündü. Luo
Binghe’nın sana kalkamayacak kadar vurabilmesi üç yılını almayacaktır.
Gerçekten onun gözdesi olmazsan kendi yüzüne vuracaksın!
Gökyüzünün
Önce, Karanın Sonra Geldiğini Bilmemek: Yerini bilmeyen kişi anlamına geliyor.
Mo Beijun tekrardan konuştu: “Bu ayrıca iyi
de. Öyleyse benimle savaşman için jin ya da liang’ının ederine* bakmama izin
ver!”
Dillendirirkenki ses tonu, tehlikeli atmosfer
havada dağılırken zar zor varmıştı.
Shen Qingqiu’nin atacağı adımlar önceden
tahmin edilemezdi. Bir anda Luo Binghe’nın önüne ışınlandı, sol eliyle Xiu Ya
kılıcını kınına koydu. Faydası olup olmadığına aldırmadan ilk engelleyip
sonrasında harekete geçti. Sağ eli küçük tavuğu kapan kartal gibiydi, Luo
Binghe’yı kapıp fırlatıp Mo Beijun’un şeytanî enerjisinin menzilinin dışına
yolladı. Arkasına dönüp Mo Beijun’un avuçiçi saldırısını karşıladı!
Jin
ya da Liang’ının Ederine Bakmak: Bahsettiği kelimeler ağırlık birimleri. Yani
Luo Binghe’nın boş mu konuştuğunu yoksa arka çıkabileceği bir gücünün olup
olmadığını göreceğinden bahsediyor.
İkisinin de avuçiçi buluştu. Shen
Qingqiu’nin göğsünün orada birisi tarafından vurulmuşcasına kan gülü
yayılmıştı. Bütün vücudunun ruhanî enerjisi bitmeksizin heyecanla kaynıyordu.
Efsunu düşük olmadığı hâlde bu İblis Lordu’nun mirası hileye benzer bir düzene
sahipti: yeni İblis Lordu önceki İblis Lordu’nun birikmiş gücünü doğrudan miras
alabilirdi, nesilden nesle birikiyordu. Tahmin edilebileceği gibi Öz Oluşum
efsuncusunun Mo Beijun karşısında yapabileceği hiçbir şey yoktu.
Fakat elinden geleni yapmalıydı!
Böylesine tuhaf bir durumla karşı
karşıyayken şiddetle arzulu birisinin hayatını önemsemeden ölümüne dövüşmesi
gerekiyordu. Bu, tek hayatta kalma yöntemiydi. Shen Qingqiu’nin bu tip
romanları okuduğu on yıllık tecrübesine dayanarak bu tip birisi kanlı kavgada
sonuna kadar dövüşüp en ufak boyun eğme göstermeyecek kadar sert kemiklere
sahip birisine biraz saygı gösterirdi. Dikkatsiz, alçak bir korkağa karşı
kesinlikle merhamet göstermezdi!
Luo Binghe Shen Qingqiu tarafından belli
mesafeden dışarı gönderilmişti. Kendi insiyatifiyle Zheng Yang’ı kınından
çıkardı. Mo Beijun onu eliyle uzaklaştırmış; parlak, beyaz kılıcı bir çırpıda
karaltının içine göndermişti. Kılıcın gövdesi deniz gibi dökülen şeytanî
enerjiyi taşıyamıyordu. Beyaz ışık patlamasıyla kırılıp parçalara ayrıldı.
Mo Beijun’un avuçiçi Shen Qingqiu’nin iki
avuçiçine karşıydı, elini kararlı bir şekilde üstte tutuyordu. İlgisini
kaybettiğinde gücünü Shen Qingqiu’yle arasında mesafe açmak için kullandı.
Konuştu: “Kabiliyetin zayıf. Temelin ve tekniklerin katı. Çek git.”
Shen Qingqiu: “……”
Asıl eserde bunları duymuş olsaydı
kesinlikle üç litre kan kusardı.
İnsan Âlemi’nde kendisinin eşsiz zekâda
olduğu söylenemezdi fakat en azından binlerce li’deki en iyi sıralamada olurdu.
Cang Qiong Dağı sektinin temel teknikleri katı denilemezdi, göreneksel
deniliyordu! Mo Beijun’un ağzından çöp yığınına dönüşmüştü...
Luo Binghe’nın kılıcı kırılmıştı fakat hiç
umursamadı. Ancak avuçiçi saldırısı yüzünden Shen Qingqiu’nin dişlerini sıkıp
sarsılarak kan yutkunduğunu fark ettiğinde bakışı aniden kasvetli ve soğuk
oldu. Bedenini çevreleyen aura aniden değişti!
Mo Beijun bu ürkütücü değişimi fark etti.
Gözleri heyecanla neşe saçıyor, kana susamışlıkla soğuk bir şekilde
aydınlanıyordu: “Öncelikle burnunu sokan shifu’nun işini bitireceğim, ardından
tekrardan savaşalım!”
Aniden, tamamıyla siyah buzdan bir kılıç
havada bir araya geldi. Birincisi ikinciyi, ikincisi dördüncüyü, dördüncüsü
beşinciyi oluşturdu. Kılıç binlerce sıralı buzdan kılıca bölünmüştü, Shen
Qingqiu’yi çevreleyip her taraftan vurdu!
Bu buzdan kılıçlar normal yöntemlerle asla
savunulamazdı çünkü saf şeytani enerjiyle oluşmuşlardı. Shen Qingqiu’nin ruhanî
enerjisi bitmeye yakındı. Eğer birbirleriyle yüzleşirlerse ateş yıldızına karşı
gök kadar yüksek devasa dalgaların yüzleşmesi gibi olacaktı. Bu tip bir
uyumsuzluğun sonucu barizdi.
Yağar gibi dökülen sıralı kılıçlara karşı
bir anda Shen Qingqiu yürekten fırtına gibi uğuldadı.
Orada ne kadar kin vardı, daha iyi
görünecek bir şekilde bile mi ölemezdi, binlerce siyah kılıç süzgeçten süzülene
kadar bedenine saplanarak mı yenilmek zorundaydı?! Hâle bakar mısın?!
Uzun bir süre bekledi, yine de kalbini
delen kılıçların acısını hissetmemişti.
Bu gibi durumlarda Mo Beijun aniden fikrini
rüzgâr gibi değiştirmemiş, kılıcını sıraya çekmemiş olsaydı öyleyse bu öldürücü
saldırılar dalgasına karşı koyabilecek yalnızca tek bir ihtimal ve tek bir kişi
vardı.
Shen Qingqiu gözlerini yüzünde hiçbir ifade
olmadan açtı.
Beklenildiği gibiydi.
Havada her yönde asılı duran sık, sayısız
kılıç dizileri ezilip parçalanmıştı. En ince ayrıntısına kadar parçalanmıştı, ta
ki sadece havada gökyüzündeki ay ışığının yansımasını sağlayan siyah buz
kristalleri kalana kadar, onlar da yavaş yavaş çöküyorlardı.
Böylesi bir sahne güzel olarak
tanımlanabilirdi.
Elbette, olayın ortasında duruyordu. Luo
Binghe’nın vücudunda ve gözlerininin içinde etrafına yıldırım toplanmış gibi
gözüküyordu, onu sadece ‘dehşet verici’ tanımlayabilirdi.
Shen Qingqiu’yi bu pislik kötü adam diye
tanıtırken erdeminden ya da gücünden olsun, nasıl erkek kahramanın onun için
patlama açığa çıkartıp kılıçları engellemesine neden olabilirdi?!
Bu acımasız bir savaştı.
Shen Qingqiu büyük ağacın yanına oturdu.
Yaralarını iyileştirmek için enerjiyi dolaştırıp dağı yaran, dünyayı yıkan
iblis kralı savaşını izlerken kanı aşağıya, midesine yuttu. Luo Binghe’nın
iblis kanındaki mühür daha kalkmamıştı. Mo Beijun da onu sadece test ediyordu,
hatta yer ve gök güneşle ayın ışığı olmadan karanlık gözükene kadar dövüştüler.
İkisi de şeytanî enerji taşıyan fırtınalı deniz gibiydiler, neredeyse günü
bulutlar kaplayacaktı.
Bu yer Bin Yapraklı Arındırıcı Kar
Çiçeği’nin olduğu yerdi. Bu şeyin ismi buydu, değil mi? Evet, Bin Yapraklı
Arındırıcı Çiçek’in özüne ve menziline yaklaşmaya şeytanî yaratıklar cesaret
edemiyorlardı. Fakat pek bol şeytanî enerji gökyüzünü ortadan kaldırıp yeri
kaplamış gibi başa çıkılmayacak hâle geldikten sonra Kar Nilüferi’nin bol
ruhanî enerjisi solmuş, kökleri kangren olmuştu. Bu siyah gölgelere saklanıp
pusuya yatan yaratıkların hepsi dışarıya sürünmüş, ilgilerini çeken kokuları
açgözlülükle seçmişlerdi.
Shen Qingqiu bazı Hayalet Kafalı Örümcek’in
birkaç Cang Qiong Dağı sekti müritlerinin bedenine gizlice tırmandıklarını,
kıllı bacaklarının şakaklarının içine □□ üzere olduğunu gördü. Ruhanî enerjisi
hemen hemen tükenmişti, bu yüzden teknik kullanamadı. Sadece direkt olarak
onların kirli, karışık saçlarını kavrayıp kenara fırlattı.
Atmadan önce hizaladığından emin oldu.
İhanetçi Shang Qinghua’nın vücudunun istikametinde fırlattığına dikkat etti!
Ve diğer taraftan Mo Beijun Luo Binghe’yı
test etmiş, derinliğini hissetmiş, yaklaşıp son vuruşu yapmayı planlamaktaydı.
Parmaklarını şıklatıp Luo Binghe’nın alnına
parlak, kırmızı bir ışık gönderdi.
O ışık oraya dalgalanıp Luo Binghe’nın
alnıyla temas etti, anında derisine girdi, ateş gibi olan kırmızı mührün* içine
karıştı. Öfkeden deliye dönüp birisini öldürme ihtiyacı duyan Luo Binghe ne
olduğunu bilmiyordu. Sadece neredeyse yere çöktürecek kadar güçlü bir baş
ağrısı olduğunu biliyordu. Bütün vücudu vahşi dürtüyle çalkalanmıştı,
tüketmesinin imkânı yoktu. Toptan çıkar gibi atlayarak büyük miktarda şeytanî
enerjiyi buna uygun olan Mo Beijun’a doğru patlattı.
Ateş
Gibi Olan Kırmızı Mühür: Alnında direkt birtakım Çince simgelerin parıldayarak
belirdiğini düşünebilirsiniz. Çevirmen normalde uzun uzun açıklamış bunu ama
kısaca açıklayayım ben. Çin kültüründe mühür basmak önemli bir şeymiş, özellikle
de ait olduğun aileye/klanı belirtmek için. Şu anda bahsedilen, tahmin
edersiniz ki, uzun zamandır da dillendirilen Luo Binghe’nın kıymetli mührü.
Bu sefer güç son derece kuvvetliydi. Mo
Beijun elini kaldırdı ve ortadan ikiye ayırdı, övdüğü gibi azıcık şaşırmıştı da:
“Fena değil.”
Şu anda Luo Binghe’nın bilincinin kendisi
hakkında düşünürkenki gibi berrak olup olmadığını umursamıyordu bile: “İnsan
Âlemi yaşaman gereken yer değil. Neden kökenine dönmüyorsun?”
Şimdi, Shen Qingqiu sonunda yüzde yüz
onaylayabilirdi.
Evet, Mo Beijun’un aniden belirişi Siyah Ay
Pitonu Rhinoceros’un yerini almak içindi!
Sadece, aslıyla karşılaştırıldığında Mo
Beijun daha adamakıllı şeyler yapmıştı. He-he-he, aslında direkt Luo Binghe’nın
iblis kanını baskılayan mührünü açmıştı.
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder