(Violeta Not :Başlık bir şiirden alınmış atasözü 《己亥岁》- 曹松)
Li Mu taburlara
savaş alanını temizlettikten sonra ayrılmak için hazırlanmalarını ve ilerlemeye
devam etmelerini emretmişti. Hava kararmadan kamp yerine ulaşmalılardı.
Lin Wanyue,
Hun askerinin bedenine saplanmış olan mızrağını çıkardı. Mızrağın çıkmasıyla
birlikte desteğini kaybeden ceset ağır bir şekilde yere düşmüştü.
Lin Wanyue
kandan dolayı yapışkan olan mızrağını tutarken Hun askerini tekmeleyerek büyük
ağaca yaklaştı. Ağacın kabuğu çoktan kan lekeleriyle kaplanmıştı. Lin Wanyue
ağaç kabuğunu hissetmek için elini uzattı. Kabuğun üzerinde mızrağının yol
açtığı derin ve sığ delikler vardı.
Kalbinde bir
korku hissediyordu: Lin Yu biraz daha gecikmiş olsaydı o çoktan ölmüştü.
Bu sevinç ve
varsayımla dolu oldukça tuhaf bir duyguydu.
Sevinmesinin
sebebi bir kez daha hayatta kalmayı başarmasıydı.
Varsayımıysa
şöyleydi: eğer ölmüş olsaydı evine gidebilirdi.
Bu iki
düşünce Lin Wanyue’nin kalbinde yer alsa da birbirlerinden farklı bir yolda
ilerliyordu.
‘Hey, kardeş
ben ikinci birimden Wang Dali!’
Lin Wanyue
bir kez daha düşüncelerinden sıyrıldı. Ne zamandır orada olduğunu bilmediği
güçlü görünümlü bir adamın yanında olduğunu fark etti. Piyade asker üniforması
giyiyordu. Üzerindekiler eski gözükse de tamamen temizdi. Şuan da ona bakarak
sırıtıyordu.
Lin Wanyue
soğukça homurdandı. Wang Dali’nin heyecanlı ifadesini görmezden gelerek
ayrılmak için arkasını döndü.
Doğal olarak
arkasında kıpkırmızı bir yüz ve öfkeli bakışlarla bıraktığı Wang Dali’ye dönüp
bakmadı.
Savaş alanı
hızla temizlenmişti. İki yığına
ayrılarak…
Hun ve Li
Krallığı’nın askerleri eşit yığınlar şeklinde küçük bir dağ oluşturmuştu.
Lin Wanyue
ceset yığınlarına bakarken kalbinin ağırlaştığını hissetti. Li Krallığı bu
savaşta herhangi bir avantaj elde edememişti, kayıplar yarı yarıyaydı.
Düşünceler
eşliğinde Lin Wanyue kalbinin derinliklerinde soğuk bir kahkaha attı. Bunun
nedeni Wang Dali gibi insanlarının kıyafetlerinin savaş sonunda hala temiz
olmasıydı. Böyle askerler oldukça zayiatları çok sayıda olacaktı! Gerçek
askerler cephenin ön saflarında savaşmalarına rağmen tabutları bile yoktu! Buna
rağmen zafer Wang Dali gibi insanlara kalıyordu.
Li Mu’nun
ordusu ilerledikleri süre içerisinde savaşa denk gelmemek adına ileri görüşlü
davranarak askerleri teker teker gömmekle oyalanmamışlardı.
Lojistik*
birimi ölmüş olan askerlerin göğsü üzerinde asılı olan ahşap isimlikleri
topladıktan sonra Li Mu’nun işaretiyle birlikte ceset tepelerini aynı anda
ateşe verdi.
(Violeta Not : Lojistik askeri anlamda; savaş sırasında ya da askeri bir yürüyüşte
ordunun yiyecek - içecegini sağlayan, sağlık ve haberleşme gibi işlerini yürüten bölüme verilen isim olarak
kullanılmış.)
Askeri kamp
bir kez daha yola çıkmak üzere hareket etti. Arkalarında bıraktıkları yanan
cesetlerin kokusu hayatta kalan diğerlerinin burunlarına eşsiz bir koku yayıyordu.
Güneş
dağların ardında batmadan önce birlikler nihayet kamp kuracakları yere
gelmişti. Lojistik birimi askeri kampta belli bir yere asmak üzere topladıkları
ahşap isimlikleri yıkadı.
Lin Wanyue,
diğerleri tarafından nadiren ziyaret edilen isimliklerin asıldığı boş alana
geldi. İsimliklerin asılı olduğu rafın önüne oturdu. Tüm bu ahşap isimlikler
bir zaman yaşayan ve nefes alan insanlara aitti.
Rüzgarın
esmesiyle ahşap isimlikler sallandı ve tıkırtı şeklinde ses çıkardı…
Bu
isimlikler her seferinde kendi şehirlerine teslim edilir ardından halka açık
olan ilan panosuna asıldıktan sonra ailelerinin alması beklenirdi.
Lin
Wanyue’nin de bir isimliği vardı. İsimliğin ön yüzünde adı ve birimi, arkasındaysa
şu karakterler yazılıydı: Chanjuan köyü
Lin
Wanyue’nin Chanjuan köyünden geriye kalan tek kişi olduğunu çoğu bilmiyordu.
Gecenin
ilerleyen saatlerinde herkes sessizliğe gömülünce Lin Wanyue yıldızlı gökyüzünü
izlemek için çadırdan dışarı çıktı ve düşündü: Ondan geriye sadece ahşap
isimliği kalırsa ve ilan panosuna asılırsa… Bir yabancı, acıyarak sahip çıkılmamış
isimliğini alıp gömer miydi?
‘Ge, her
yerde seni arıyordum. Demek buradaydın! ‘
Lin Yu, tek
başına yerde oturmakta olan Lin Wanyue’ye baktı. Sersemlemiş bir şekilde isim
levhalarına bakıyordu. Sessizce iç çekti: Lin Wanyue çok fazla konuşmaktan hoşlanmaz
ve hiç arkadaş edinmeye çalışmasa da Lin Yu en azından Da-ge’sinin soğuk kalpli
olmadığını biliyordu!
Lin Yu, Li
Mu’nun yanına gitmek için Lin Wanyue’yi aramıştı ancak böyle bir durumda
olduğunu görünce üstelik savaş alanında kendisini nasıl kaybettiğini
hatırlayınca Li Mu ile görüşme konusunu sonraya erteledi.
Lin Yu, Lin
Wanyue’ye eşlik etmek için poposunu onun yanına koydu. İsimliklere sessizce
baktılar.
Rüzgar
esmeye devam ediyordu. İsim levhalarının seslerini dinlerken Lin Yu’nun
kalbinde bir hüzün dalgası yükseldi.
Elinde
olmadan sordu : ‘Ge, söylesene benim isimliğimde buraya asılacak mı?’
‘Saçmalamayı
kes, öyle bir şey olmayacak!’ Lin Wanyue sert bir şekilde kafasını salladı.
‘Ge, eğer
bir gün ölürsem isimliğimin asılmasına izin verme. Ailem nesillerdir orduya
hizmet ediyor ve benim ihtiyarın geriye sadece bir bacağı kaldı. İsimliğimi
alması için bastonuyla topallayarak gelmesine izin verirsen bu hoşuma gitmez.’
‘Böyle bir
şeyin olmayacağını söyledim!’
Ancak Lin Yu
onu görmezden gelerek gülümsemeye devam etti ve şöyle dedi: ’Ge, o gün geldiğinde isimliğimi sen almalısın. Savaşı
tam anlamıyla kazandıktan sonra babama ver ve Lin ailesini utandırmadığımı
söyle.’
Lin Yu’nun
bu konu üzerine yoğunlaştığını gören Lin Wanyue de ona : ’İsim levhamın asıldığı
gün gelirse isimliğimi al ve sana gösterdiğim Chanjuan köyünün eteklerine
götürüp orada yak. Köyümdeki herkes öldüğü için bu benim açımdan daha kötü bir
durum. Eğer sende ölürsen isimliğim kimse tarafından alınmaz. Bu yüzden hayatta
kalmalısın ve benim için cenaze işlerini halletmelisin!’
‘Peh,
peh, peh!* Ge, sen çok kötüsün! Sadece seninle dalga geçiyordum, tüm bunları
ciddiye almasan iyi edersin. İkimizinde ölmemesi en iyisi. Gelecekte biriyle
evlenirsem oğlum senin oğlun, benim ihtiyar da senin baban olur! Hadi gidip
başkomutanı görelim.’
(Violeta Not : cık cık cık anlamında kullanılmış)
Dedikten
sonra Lin Yu, Lin Wanyue’yi oturduğu yerden kaldırdı. Arkasındaki tozu
çırparken gülümseyerek Lin Wanyue’ye baktı ardından Li Mu’nun büyük çadırına
doğru yürüdüler.
‘Bildiriyorum!
Yi kampının üçüncü birliğinden piyade asker Lin Feixing Başkomutanı
selamlıyor.’
‘Yi
kampının dördüncü birliğinden piyade asker Lin Yu Başkomutanı selamlıyor.’
‘Girebilirsiniz’
Li Mu büyük çadırda otururken ikisini bekliyordu.
Lin
Yu ve Lin Wanyue büyük çadırdan içeriye doğru omuz omuza yürüdü. Ardından Li
Mu’nun önünde gergin bir şekilde durdular. Li Mu yüzlerinden hala çok geç
olduğu anlaşılan ikisini incilerken kalbinin derinliklerinden bir iç çekti.
‘Seni
daha önce bir yerlerde görmüş müydüm?’ Lin Wanyue’nin yüzüne bakarak sordu.
Bunu
duyan Lin Wanyue, saygıyla Li Mu’nun önünde diz çöktü.’ Lin Feixing’in burada
Başkomutana teşekkür etmesi gerekiyor. İki yıl önce askeriyede kaydım
olmamasına rağmen askere alınmama izin vermek için bir istisna yapan ve askeri
kayda adımı geçiren sizdiniz. Lin Feixing ona yeni bir hayat bahşettiğiniz için
teşekkürlerini sunuyor!’
Önünde
diz çökmüş sıska ve yanık tenli genç adamın dediklerini duyunca Li Mu birden hatırlamıştı. Gerçekten iki yıl
önce böyle bir olay yaşanmıştı. Chanjuan köyünden gelen ergenlik dönemine
ulaşmış bir yetim orduya katılmak için ısrar etmişti. Bu dünyada bu tarz şeyler
sıkça yaşandığından Li Mu üzerinde fazla durmayarak bunu onaylamıştı. Ayrıca
ergenlik dönemine ulaşmış bir gencin dışarıda kalması güvenilir değildi, o
yüzden neden askeri kampta kalmıyordu ki? Ancak Li Mu o çocuğun iki yıl boyunca
hayatta kalacağını hiç düşünmemişti. Üstelik çift girişli bir yay da kullanıyordu!
Li Mu göğsüne kadar uzanan sakalını sıvazlayarak
memnun olmuş bir ifadeyle Lin Wanyue’ye baktı.Sert bir üslup takınmaya
çalışarak ‘Lin Feixing suçunun ne
olduğunu biliyor musun?’ dedi.
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder