20 Mart 2020 Cuma

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM BÖLÜM 21: ÖLÜMSÜZ İTTİFAK LİGİ

Shen Qingqiu metal tabağı Ming Fan’ın göğsüne fırlatır gibi uzatıp almasına izin vermeden önce uzun bir süre suskundu. Ming Fan gizlice Shizun’un ifadesini incelediğinde iyi olmadığını fark etti. Gerçi o kokuşmuş piç Luo Binghe dağdan indikten sonra Shizun mutfaktaki yemeklerden her türlü titizleniyordu. Şu günlerde iyi yememişti, Ming Fan sordu: “Shizun, bu mürit daha fazla atıştırmalık hazırlamalı mı?”

 

Her gün, Luo Binghe rüyalarındaki Rüya İblisi’nden ağır bir şekilde eğitim almış, acayip hızlı bir şekilde gelişme göstermişti. Uzun bir süredir sorumluluğu alabilirdi, buna rağmen Shen Qingqiu onun eğitimini tamamlayabilmesi için Cang Qiong Dağı sektinin bazı önemsiz iç meselelerini devralmıştı. Biraz daha büyüyüp iblisleri yok etmek için dağdan indikten sonra Tepe Lordu’na destek görevi de ona atanmıştı. Her gün Shen Qingqiu’nin yanında olup oradan oraya aylak aylak dolaştığından beri işini yapmasına engel oluyordu. Her gün fazlasıyla rahat bir şekilde hizmet etmesine rağmen bu çocuğun namussuz ya da her nasıl büyüdüğünden haberi yoktu, biraz fazlasıyla çok ona yapışmıştı… Shen Qingqiu bazen onun üzerine biraz fazla titremesi nedeniyle olup olmadığını dile getirmek istiyordu. Eğer bu devam ederse zamanı geldiğinde onu Sonsuz Uçurum’dan zalimce atmasının imkânı olmayacaktı.

 

Shen Qingqiu’nin gerçekten iştahı yoktu. Elini kaldırdı: “Gerek yok, aşağı inebilirsin.”

 

Ming Fan’ın daha fazla bir şey demeye cesareti yoktu ve gerçekten gitmişti. İçinden kan ağlıyordu. Bu piç Luo Binghe bu yıllarda çoktan Shizun’un kalbinde çok sevilen bir insan olmuştu. Diğer kişilerin Shizun’un ağız dolusu congee’yı içmesine izin vermesinin bir yolu yoktu!

 

Tabi ki de, problemin yemekle ilgili olma ihtimalini düşünmemişti.

 

Belirsiz bir zaman geçtikten sonra tekrardan ayak sesleri yaklaşmıştı.

 

Shen Qingqiu konuştu: “İhtiyacım olmadığını söylemedim mi?”

 

Genç adam sesinde gizli bir şikâyet taşıyarak konuştu: “Bu mürit binlerce li uzaklıktan koşarak geri geldi. Shizun, beni bir kere bile görmeden red mi edeceksin?”

 

Bu ses zarif ve temizdi, gençliğin enerjisinden hiçbir şey kaybetmemişti. Duyduğunda Shen Qingqiu neredeyse ters dönüp sandalyesiyle düşecekti. Çabucak arkasına döndü.

 



On yedi yaşındaki genç; saf yeşim gibi ayaktaydı, beyaz cübbe giymişti. Dudaklarının kenarına gizlenmiş tebessümündeki işaretle gözleri ona karşın ışıl ışıldı.

 

Sırtında Wan Jian Tepesi’nden teslim aldığı kıymetli kılıcı “Zheng Yang*”ı taşıyordu. Ölümsüz kılıç Luo Binghe’nın qi’sini açıkça göstermişti, bedeni ruhanî enerjiyle doluydu. Bu iyi, yüksek derece kılıç Luo Binghe tarafından taş duvardan çıkartılmıştı ve yoldan müritlerin ilgisini çekmiş, bağırışlarla övmüşlerdi. Fakat gerçekten Luo Binghe’ya ait olan kılıçla karşılaştırıldıklarında aynı kümede bile değillerdi.

 

Zheng Yang Kılıcı: Zheng ‘Nezih/Erdemli’ demek, Yang da yin-yang’daki aynı karakterle kullanılmış. Yang genel olarak kaynağı güneş olan pozitif/erkeksi enerji demektir.

 

Shen Qingqiu kendisini sakinleştirdi, ardından gülümseyerek konuştu: “Bu sefer nasıl bu kadar hızlı geri dönebildin?”

 

Luo Binghe yanına oturdu; sabit bir şekilde fincana çay döktü, ardından Shen Qingqiu’nin elinin yanına sürükledi: “Sıkıntılı bir musibet değildi. Ayrıca, Shizun’u şiddetle özlediğimden durmaksızın atımı geri sürdüm.”

 

Bu sözler fazlasıyla hoştu. Yine de, Luo Binghe’nın erkek kahraman olarak böylesine düzgün sözleri içtenlikle söyleme hüneri olmalıydı. Bunu Shen Qingqiu… fazlasıyla kullanışlı bulmuştu!

 

Shen Qingqiu çay dolu fincanı alıp ağız dolusu yudum aldı. Konuştuğunda mükemmel karlı dağ çayının tadını tamamıyla almamıştı: “Ölümsüz İttifak Ligi başlamak üzere.”

 

Luo Binghe bunu çoktan biliyordu, sordu: “Bu müridin Shizun’un görmesi için Qing Jing Tepesi’nden katılan müritlerin listesinin kopyasını getirmemi ister misin?”

 

Bu yıllarda küçük ya da büyük, Shen Qingqiu bütün her şeyi Luo Binghe’ya hâllettiriyordu. Hem, Luo Binghe şu anda fazlasıyla şirindi, itaatkâr ve faydalıydı, görevleri tam olarak kusursuz şekilde yerine getiriyordu. Shen Qingqiu bunu kendisine yapmasındaki amacı anlayamıyordu… son kararı vermeden önce Luo Binghe daima itinayla Shen Qingqiu’ye bir sorun var mı yok mu diye tekrardan bakması için rica ederdi. Shen Qingqiu her seferinde ‘gerçekten, daha fazla kontrol etmem için vermene gerek yok, sahiden, işindeki kabiliyetin benimkinden fazlasıyla zaten iyi!’ demek isterdi.

 

Shen Qingqiu konuştu: “Şimdiden sekt liderine rapor vermek en iyisi olacak.”

 

Luo Binghe başını salladı. Hâlâ bir şey söylemek istiyordu fakat aniden bir tip tuhaf his belirivermişti.

 

Bugün Shen Qingqiu ona özel olarak ilgi gösteriyor gibiydi. Gülümsemeden edemedi: “Shizun, neden bana bakıp duruyorsun? Yoksa shizun da bu müridi günlerdir dağın aşağısında olduğundan özledi mi?”

 

Shen Qingqiu soğukkanlılıkla konuştu: “Yetiştirdiğim kişiye bakamaz mıyım?”

 

Luo Binghe gülerek konuştu: “Doğal olarak iznin var. Shizun beni göz zevkine hitap eder mi buluyor?”

 

Shen Qingqiu hehe diye güldü.

 

Bir süre sessizliğin ardından söyleyeceği şey için doğru kelimeleri aradı, ardından sordu: “Binghe.”

 

Luo Binghe Shen Qingqiu’yi normalden daha tuhaf buldu. Söyleyecek önemli bir şeyi olmalıydı, o yüzden ciddi bir şekilde konuştu: “Evet?”

 

Shen Qingqiu dikkatlice ona bakarak konuştu: “Güçlü olmak istiyor musun? Rakipsiz olacak, yeryüzünde kimsenin seninle savaşacak cesareti bulamayacak kadar güçlü olmayı?”

 

Luo Binghe’nın bu soruya cevabı uzun bir süredir vardı.

 

Ciddi bir şekilde oturuyordu; duraklamadan, direkt olarak cevapladı: “Evet!”

 

Cevabında bu denli kararlı olduğunu görünce Shen Qingqiu nefesini koyvermişti. Her kelimesine önem vererek devam etti: “Örnek olarak, ondan önce bir sürü acı verici işkenceye katlanmak, sayısız zorluğu çekmek, fiziksel ve ruhsal çöküşünü yaklaştırman gerekse yine de hâlâ fevkalade güçlü kişi olmak ister miydin?”

 

Luo Binghe yavaşça konuştu: “Yorucu acılar ve zorluklar… Binghe korkusuz ve sadece önemli kişiyi koruyabilmek için yeterince güçlü olmayı istiyor!”

 

Cevabı aldığında Shen Qingqiu’nin kalbi sonunda dengelenmişti.

 

Doğru. Luo Binghe, gelecekteki üç bin yeşim gibi çiçeğin olduğu haremin sahibi olacak kişi adına gerçekten kuvvetli olmalısın!

 

Yine de kalbi hâlâ kaldıramıyordu, kahramanın deneyimi için neden bunun gerekli olduğunu düşünüyordu, kelebeğin kozadan yeniden gelişme aşaması gibi, Shen Qingqiu yaklaşan acımasız olay için aklını ve kalbini yeniden hazırlıyordu.

 

Üç gün sonra, listeye göre, Cang Qiong Dağı’nın On İki Tepeleri Lig’e gitti.

 

Bu sefer Ölümsüz İttifak Ligi karışık, sık ağaçlık dağ silsilesi arazide yapılıyordu. Buraya Jue Di Vadisi* deniyordu.

 

Jue Di Vadisi: Ümitsiz/Umutsuz arazi vadisi demek. 

 

Çoktan isim yapanlar kesinlikle Ölümsüz İttifak Ligi’ne tekrardan katılıp gençlerle rekabet etmeye gitmezlerdi. Artık dövüşmek için uğraşmaya gerek yoktu. Bu yüzden On İki Tepe Lordları ve askerî kıdemliler katılamazdı fakat hepsi katılması için on mürit seçebilirdi. Ölümsüz olan çok kişi olduğundan beri çokluk daha da iyiydi. Dolayısıyla herkes donanımlı, hazır hâldeyken çoktan gelmiş yüz kişi oluyordu. Çok fazla uçan kılıç üst düzeydi, bu nedenle hâlâ at arabası hazırlıyorlardı. Bu efsun romanıydı, yine de her zaman at arabasına biniyorlardı!

 

Büyük sayıda insan, atına binip cesur gözükmeyi tercih ediyordu. Fakat Shen Qingqiu binmede iyi olmadığından dolayı düşüp boynunu kırmak istemediğinden ya da maruz kaldığı dağın yağmuru ve rüzgârıyla yeterince yüzleşip sakin olamaması nedeniyle herkes izlerken yolunu at arabasına doğru açtı.

 

At arabasında oturmak erken gelen oturur gibiydi. Yelpazenin kapının perdesini kaldırdığı ve adamın içeriye girdiği görüldüğü gibi birisi kaba bir şekilde konuştu: “Senin gibi büyük bir adam gelip benim yerimi mi çalıyor?!”

 

Bu kadın güzel kaşları ve dolu dolu, büyük göğüsleriyle sahiden Xian Shu Tepesi’nin Tepe Lordu Qi Qingqi*’ydi.

 

Qi Qingqi: Bariz Lüks gibi bir anlama geliyormuş.


Asıl eserde Qi Qingqi ve Shen Qingqiu’nin pek arkadaşça bir ilişkisi yoktu, birbirleriyle pek ilgilenmiyorlardı. Fakat bu yıllarda Shen Qingqiu onunla lafını esirgemez şekilde samimi gibi ara sıra çalışıyordu. Gayet iyi anlaşıyorlardı. Shen Qingqiu kusursuz sakinliğiyle konuşurken onun için ayrılan yeri göstermek için kâğıt yelpazesini kullandı: “Sıkıntılı bir hastayım.”

 

Qi Qingqi onun için boş yer bırakmıştı fakat çenesi hâlâ onu serbest bırakmıyordu: “El bebek gül bebek büyütülmüş, şımarık biriydin! Ölümsüz efsuncu, senin gibi bir şımarığın kudretiyle Öz Oluşturmak nasıl bir duygu? Biraz beklersen birisi gelip sana yemek servisi yapacak mı?”

 

Shen Qingqiu konuştu:  “Yanılmıyorsun. Bana hatırlatmış oldun.” Yelpazesinin sapıyla at arabasının yanına vurdu.

 

Yakın bir süre sonra at arabasının perdesi kalktı. Luo Binghe gülümseyerek sordu. “Shizun; yemek, su, ya da bel ağrınız mı?”

 

Güçlü, uzun bir at sürüyordu. Ruh kadar cennetten gelme bir beyaz atla genç yakışıklı ve fevkaladeydi. Güneşin ışığı altında insanların gözlerini kamaştırıyordu.

 

Shen Qingqiu konuştu: “Askerî teyzen Qi yemek yemek istiyor.”

 

Luo Binghe çabucak belinden özenle, seçkin yemeklerin paketlendiği kutuyu alıp uzattı. Hazırlayalı çok olmuş gibi gözüküyordu. Konuştu: “Shizun, başka bir şey olursa lütfen beni çağır.” Ondan sonra perdeyi indirdi.



Liu Qingge bir kere güçlü bir şekilde hmph diye homurdanarak binici kırbacıyla atıyla onları geçene kadar kırbaçladı.

 

Shen Qingqiu konuştu: “Elbette.” Başını eğip pakedi açtı, “Long Xu Su*… Fena değil.” Başını çevirip yemekleri Qi Qingqi’ye uzattı: “Yemek ister misin?”

 

Long Xu Su: ‘Ejderin Pastadan Bıyığı’ anlamına gelmekte. Bildiğimiz pişmaniye.

 

…Qi Qingqi şu anda ne hissettiğini açıklamada zorluk çekiyordu.

 

Bu hissin muhtemelen öfke olduğunu düşündü. Hem samimi hem de güçlü ruhanî enerjiye sahip böylesine iyi bir mürit nasıl oluyor da Shen Qingqiu’nin himayesindeydi?

 

Doğrusu, sadece bu hissin nasıl sözle açıklandığını bilmiyordu. Bu, ‘Kör köpeğin gözlerinde ışığın belirmesi’ diye adlandırılıyordu.

 

Qi Qingqi Shen Qingqiu’nin verdiği Long Xu Su’ya bakmadı, yemedi de. Hâlâ ölümüne mücadele ediyordu, “Mingyan bile ata biniyor!”

 

Shen Qingqiu’yi ne kadar çok utandırmış hissederse o kadar zafer kazanırdı!

 

Shen Qingqiu bir şey söylemedi, dışarıya bakıyordu. Sahiden Liu Mingyan örtülü yüzüyle ‘Shui Se’ kılıcını* taşıyarak atında oturuyordu. Her hafif meltemle örtüsü hafifçe çalkalanıyor, sonsuz dalgalanma hissi yaratıyordu.

 

Shui Se Kılıcı: ‘Su Rengi’ kılıç anlamına gelmekte.

 

Bu görüntü göz ve akıl için fazla hoştu.

 

Shen Qingqiu bir süre bakmaktan kendini alıkoyamadı, ardından iç çekti: “Gerçekten bir çırpıda içine çekilecek kadar çok güzel.”

 

Qi Qingqi yüzündeki ifadeyle lanet ettiğini gösteriyordu. “Müridime karşı olan şiddetli arzularını dindir!”

 

Bu iki cümle Luo Binghe’nın kulaklarına yol aldı. Yüzü birdenbire karanlığa büründü.

 

Fakat Shen Qingqiu onun ifadesini tam anlamıyla hiç de fark edemedi. Sadece o tarafa bakarken hamur işlerini yiyordu. Tutumu daha çok filme başlamadan önce patlamış mısırı yiyip kolayı içerek filmin resmî olarak başladığını belirten jeneriği bekleyen kişi gibiydi. Bu Liu Mingyan’dı! Erkek kahraman ve kadın kahraman aynı ortamdaydı, nasıl olurdu da birlikteyken kıvılcımlar çıkartmama ihtimalleri olurdu?!

 

Shizun’un Liu Mingyan’a durmadan odaklanmayı sürdürdüğünü gördüğünde Luo Binghe’nın kalbi fazlasıyla tıkandı.

 

 ‘Bir çırpıda içine alınacak kadar çok güzel?’ Yüzü tamamıyla açık bile değildi! Ne kadar güzel olursa olsun elbette benim kadar iyi görünemezdi?

 

Luo Binghe kesinlikle narsist değildi. Sadece kendi görüntüsü hakkında gayet açıktı. Ne hâlinden memnundu ne de ikiyüzlü bir şekilde kendini küçümsüyordu.

 

Yarım gün geçmişti ve Shen Qingqiu hâlâ bakışlarını çekme gayesinde bulunmamıştı. Luo Binghe gerçekten artık kaldıramıyordu. Hafifçe kırbacı şaklatıp beyaz atın çabucak Liu Mingyan’ın yanına doğru hızla yürümesini sağladı. Luo Binghe hafifçe gülümseyerek selamladı: “Askerî Kız Kardeş Liu.”

 

Liu Mingyan bir anlığına şaşırdı, ardından üstünkörü bir şekilde başını sallayıp yanıtladı: “Askerî Ağabey Luo.”

 

Ohhh! Ohhh! Başladı!

 

Shen Qingqiu gerçekten bir gün romandaki yakışıklı adamla güzelliğin birlikte yanyana ata bindiklerini sahneyi kendi gözleriyle göreceğini düşünmezdi. Gizliden gizliye heyecanlanmıştı.

 

Luo Binghe’nın bakışı oraya kaydı ve Shen Qingqiu’nin bakışının hiçbir şekilde yönünün değişmediğini, daha etkin bir şekilde bakışlarını bu tarafa diktiğini fark etti. Siyah çizgilerle* kaplı bir yüzle kalbindeki tıkanıklık artıyor, dişleri birbirlerine kaşıyarak gıcırdatıyordu. Liu Mingyan’la gizli bir şekilde atlarını hiçkimse bilmeden hızını arttırarak ilerlerken ışıl ışıl gülüyordu. Sonunda Shen Qingqiu’nin at arabasından bedeninin üst kısmını uzatmadığı takdirde göremeyeceği kadar uzaklaşmışlardı. Ancak o zaman Shen Qingqiu bırakıp geri oturmuştu.

 

Siyah Çizgi: Mangalarda/manhualarda sık sık gördüğümüz bir terim. Karakterin canını sıkan bir şey olduğunda, özellikle de sinirlendiğinde, yüzünün yarısını siyaha boyayarak göz kısımlarını direkt olarak çizmezler.

 

Lanet, nasıl unutabilmişti: erkek ve kadın kahraman birbirlerini gagalayarak birbirlerine ötüyorlardı, aşkları asla ampulün bir hacim içerisinde dağıttığı ışığın şekil verilmesi değildi.

 

 

*****



Önceki Bölüm ― Sonraki Bölüm

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder