Kan, ayaklarının altındaki dünyayı kırmızıya boyadı. Köydeki küçük nehir de kırmızıya boyanmıştı.
Cesetler, her yeri kaplamıştı. Her biri benzer bir yüze sahipti. Yüzleri kanın taze kırmızısıyla lekelenmiş, ifadeleriyse kaskatı kesilmişti. Köyün etrafındaki duvarsa çoktan yıkılmış, köyün topraklarının yarısı yanmıştı ve havada yoğun, metalik bir kan kokusu vardı.
Lin Wanyue, babasının cesedini bulmuştu. Elleri eve su getirmek için omzuna yerleştirdiği sırığın etrafına sıkıca sarılmıştı. Sırığı öyle sıkıca tutmuştu ki on dört yaşındaki Lin Wanyue tüm gücünü harcasa da ellerinden alamamıştı. En sonunda babasını elindeki sırıkla birlikte annesi ve kardeşinin yanına gömmüştü.
Annesi… Annesinin cesedini köydeki toprak yolun üzerinde bulmuştu. Kollarıyla sıkıca on dört yaşındaki kardeşine sarılsa da bedenleri mızrakla delinmişti. Birlikte mızraklanmışlardı.
Lin Wanyue ilk defa bir silahın ete saplandığı anki sesini duymuş, ardından silahı tüm gücüyle annesinin ve kardeşinin bedeninden çıkartmaya çalışmıştı…
‘‘Ah!’’ Ağız dolusu derin bir nefes alıp ahşap yatağında doğrularak oturdu. Etrafı yükselen ve alçalan horlamalarla çevriliydi. Sadece yan tarafında yatan Lin Yu, Lin Wanyue’nin ağlamasıyla uyanmıştı, uykulu gözlerini ovuşturarak ona ‘‘Xing-ge, yine kâbus mu gördün?’’ dedi.
Nefes almaya devam ederken terden ıslanmış kıyafetlerini çıkartmak istese de elbette ki çıkaramazdı. İki yıl geçmişti. Babası, annesi ve kardeşi Hunlar tarafından öldüreli iki yıl geçmişti ancak hâlâ ara sıra da olsa o gün rüyalarına giriyordu. Rüyası son derece açık, gerçekçi ve tekrar edip duruyordu. Diğer bir şeyse rüyadan şok içinde uyandığında her seferinde terden sırılsıklam olmasıydı, yine de bu inatçı kâbuslardan nefret etmiyordu. Beklenti içerisinde gecenin çökmesini bekliyordu, çünkü ailesini ve kardeşini sadece rüyalarında görebiliyordu.
Yavaşça nefes vererek, ahşap zeminin üzerinde ayağa kalkıp on beş kişinin birlikte kaldığı askeri çadırdan çıktı.
‘‘Kim var orada ?!’’ Lin Wanyue, çadırdan çıktığı anda nöbetçi tarafından fark edilmişti. Hâlâ savaş döneminde olduklarından, herhangi bir ses tehlike olarak algılanıyordu. Hiç kimse dikkatsiz olmayı göze alamazdı.
‘’Rapor ediyorum! Yi kampının üçüncü bölüğünden piyade asker Lin Feixing.’’ Lin Wanyue tecrübeli bir şekilde birimini rapor etti. Devriye gezen asker nefes alarak kalkan ve baltalı kargısını tutarken Lin Wanyue’nin adını tabeladan kontrol etti. Sonrasında yolunu değiştirdi ve oradan ayrıldı.
Lin Wanyue bakışlarını gökyüzünde asılı olan dolunaya yönlendirdi. Hayalet kadar beyaz olan dolunayın ışıkları askeri kampın üzerine yansıyordu.
Uzun yıllar süren savaştan sonra bu bölge yaşanamaz hale gelmişti. Li Krallığı ve Hunlar, sınırda üç yıldır savaşıyorlardı, zafer ve yenilgileri yarı yarıyaydı.
Li Krallığı ve Hunların muameleleri sonucu topraklar çorak bir hale gelmişti. Toprağın sertliğini inatçı yabani otlar, taze kanla ıslanması ve atların toynakları bile bozamazdı.
Burada Lin Wanyue’nin çocukluğundan beri aşina olduğu böcek sesleri yoktu. Bütün askeri kampa hafifçe yayılan horlamalar dışında hiçbir ses yoktu.
Lin Wanyue gökyüzündeki aya baktı ve dalgın hissederek rüyalarındaki yeri hatırladı.
Li Krallığının sınırlarındaki köye Chanjuan denirdi. Ve bu köyde dört kişilik bir aile vardı. Ailenin babası köyün tek öğretmeniydi, köyün başı ve muhafızların liderine göre daha çok saygı görürdü. Ailenin annesiyse iyi huylu ve kibardı. Aile erkek ve kız olmak üzere ikiz çocuklara sahipti. Büyük olan kız kardeşin adı Lin Wanyue, genç olan erkek kardeşin adı da Li Feixing’di. İkizler akıllı ve sevecen çocuklardı ancak bunların hepsi iki yıl önce sona ermişti. Lin Wanyue neşeli ve enerjikti, Lin Feixing ise daha mütevaziydi. On dört yaşındaki Lin Wanyue bir keresinde gizlice dağa kaçmıştı, köyün doğusunda yaşayan yaşlı doktorun birkaç gün önce ona öğrettiği şifalı bitkileri bulmaya hazırdı.
Fakat güneş dağın arkasından batıya düştüğü vakit, Lin Wanyue köye geri dönerken tüm köyün Hunlar tarafından katledildiğini görmüştü. Kendisinden başka hiç kimse hayatta değildi.
Ebeveynlerini ve genç erkek kardeşini gömdükten sonra köyde korkunç bir şekilde ölmüş olan cesetlere baktı. Cesetleri birer birer taşıdı. Lin Wanyue cesetleri gömmeyi bitiremeden cesetler kokuşmaya ve kurtçuklar tarafından yenmeye başlanmıştı.
En sonundaysa tüm köyü ateşe vererek köyün girişinde diz çöküp şiddetli bir şekilde başını üç kez yere vurarak ‘’Bütün amcalar ve teyzeler, Wanyue genç ve güçsüz olduğundan her birinizi teker teker gömecek güce sahip değil, sadece herkesin vahşi doğada kaybolmasını önlemek için bu ateşi yakabilirim. Şimdi herkes toza dönüştüğünden dolayı hayatta kalmak için bu nefreti üstlenip buradan ayrılıyorum.’’ demişti.
Kadınlar askere alınmadığından Lin Wanyue yaşamak için kardeşinin kimliğini almıştı.
Lin Wanyue tek başına yüzlerce kilometre yolculuk etmiş, acıktığında yiyecek bulmak istese de bundan aciz olduğu durumlarda yabani meyveler yiyerek açlığını bastırmaya çalışmıştı. Merhametli olan insanların durumunun farkında olmasına ihtiyacı olsa da etrafındaki insanların çoğu orta yaşlı erkeklerdi. Tüm bu yolculuğu boyunca Lin Wanyue eski kimliğinin ebeveynleri ve kardeşiyle birlikte Chanjuan köyünde öldüğünü hissetmişti.
Yolculuğunun sonunda Lin Wanyue, Li Krallığının ünlü generali Li Mu’nun askeri kampına gelebilmişti. Lin Feixing’in kimliğini kullanarak başvuru yapsa da ailesinin askeriyede herhangi bir kaydı yoktu. Li Krallığında meslekler açıkça memurlar, askerler, çiftçiler, tüccarlar ve işçiler olmak üzere ayrılmıştı. Meslekler kuşaklar boyunca devam ettirildiğinden nadiren değiştirenler olurdu ve mahkeme tarafından izin verilmedikçe ya da asker açığı olmadıkça halktan kişiler orduya alınmıyordu.
Kendisinin yaşama tutunmasını sağlayan ufacık umudun da tükenmek üzere olduğunu gören Lin Wanyue isimleri kayıt eden memurun önünde diz çökerek ‘’Efendim size yalvarıyorum sadece birliklere girmeme izin verin.’’ demişti.
Kâtip yirmi beş ya da yirmi altı yaşından büyük değildi yine de önünde bir çocuk diz çökmüşken nasıl işine devam edebilirdi? Aceleyle elindeki fırçasını bırakıp Lin Wanyue’ye kalkması için yardım ederek bıkkınlıkla ‘’Çocuk, beni zor duruma sokma, senin ailen orduya kayıtlı ailelerden değil, bu kararı ben alamam. Kayıtları değiştirmek büyük bir mesele değil ancak kolay da değil. Ben sadece bazı yetkilileri tanıyan ve kâtiplik yapan biriyim, bu iş benim yetkimde değil. Ah!’’ dedi.
‘’Efendim size yalvarıyorum. Benim bütün köyüm Hunlar tarafından katledildi. Annem, babam… ablam, herkes öldü. Eğer o gün dağlara oynamaya gitmeseydim, bugün burada olamayabilirdim. Benim dışımda köyde yaşayan yüz on sekiz kişiden kimse kalmadı. Chanjuan köyünün her tarafı cesetlerle doluydu en sonunda cesetleri gömmem için yardım edecek kimse olmadığından ve cesetler kokuşmaya başladığından hepsini yakmam gerekti. Köyü yaktım ve tüm bu yolu sadece orduya katılmak için yürüyerek geldim. Yalvarıyorum efendim!’’
Lin Wanyue üzüntü ve keder dolu bir sesle konuştu ancak ağlamadı. Kâtibin çekiştirmelerinin boşuna olduğunu ifade etmek istermişçesine yere çivilenmiş gibi diz çöker pozisyonunu korumuştu.
Kâtip önceden Chanjuan köyüne olanları duymuştu. Lin Wanyue’nin kıyafetlerinin kirli ve parçalanmış olduğunu, ifadesinden de acı ve üzüntü çektiğini ancak tamamen kararlı olduğunu fark etmişti.
Ayakkabısının tabanı çoktan aşınmış, diğer ayakkabısıysa uzun süredir ayağında değildi onun yerine siyah ve kırmızımsı toprak lekeleri vardı. Bu durumu görünce yerinden kalktı.
Kâtip bir süre karşısındaki gence baktıktan sonra dişlerini sıkarak ‘’Sanırım kaybedecek bir şeyim yok, şimdi başkomutanı görmeye gideceğim ancak görüşmenin iyi geçip geçmeyeceği cennete bağlı. Seninle aynı şeyleri paylaşıyoruz ama iyi geçmezse beni suçlama.’’ dedi.
Lin Wanyue karşılık vermeden başını yere eğerek dediklerini anladığını ifade etti.
Bir süre sonra kâtip geri geldi ve Lin Wanyue’yi büyük çadıra götürdü. Başkomutan Li Mu, Lin Wanyue’yi görünce basit bir şekilde taziyelerini iletti, ardından Lin Wanyue’nin çiftlik kaydını askeri kayıtla değiştirmek üzere yaverine verdi.
Bu şekilde Lin Wanyue, erkek kardeşinin adını alarak yaşamak için asker oldu.
Bu olayın üzerinden iki yıl geçti.
Li Krallığında bir kadının orduya katılmak için erkek kılığına girmesi ve sahte kimlik kullanması ciddi suçlardı, idam edilmesi için yeterli sebeplerdi. Ancak Lin Wanyue umursamıyordu. Korkacak ne vardı ki? Ailesi ölmüştü. Ebeveynleri, kardeşi ve köyündeki yüz on sekiz insan için yaşayacak ve adaleti sağlayacaktı!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder