27 Ağustos 2021 Cuma

THE SCUM VILLAIN'S SELF-SAVING SYSTEM - BÖLÜM 80: HİKÂYE BAŞLAR


“Proud Immortal Demon’s Way” bir YY aygır romanıydı. Yüce yazar Gökyüzüne Ateş Eden Uçak henüz başında bunu açıkça belirtmişti.

Shen Qingqiu çok sayıda kişi tarafından edepsiz, düz bir adam olarak biliniyordu. Kendini bildi bileli kendisi de kendini açıkça böyle tanımlıyordu.

O nedenle, Shen Yuan, kendi standartlarını dahi aşan, “Proud Immortal Demon’s Way” isimli bu dikkat çekici, şaşırtıcı şekilde kaliteli kitabı ilk açtığında birisi gelip ona “Ah, bu romandaki ana karakterle gay işleri yapacaksın, hatta, onun becermesi için uzanıp kendini sunan sen olacaksın.” deseydi basılmış “Proud Immortal Demon’s Way”in tüm tuğla gibi kalın elli cildini alıp ona beyninin göçmesinin nasıl bir şey olduğunu gösteriverirdi.

Şimdiyse bu evrene ilk girdiğinde çekildiği boşluktan ibaret olan boyutta konuşması Google Çeviri’ye benzeyen sesi her yerden işitilen Sistem’i dinlerken süzülüyordu, her şey aynıydı.

Merhabalar. Tutkulu sıkı çalışmanızdan ve enerjik ortaklığınızdan dolayı her bir değeriniz çoktan rütbenizin yükselmesi için gereken en düşük standartlarına ulaştı.

Sistem sizin hâlihazırda “Kıdemli VIP üye”ye yükseldiğinizi bildirmekten  büyük onur duyar. Burada, VIP üyelere “Kendini Kurtarma” özelliğiyle ilerleme imkânı verildiğini bilhassa hatırlayınız.

Yaşam puanınız en düşük değere düştüğü takdirde canınızı tek seferlik tamamıyla doldurabilirsiniz.

Tam canla hayata dönmek!

Bu VIP muamelesi gerçekten de pek lütufkârmış.

Shen Qingqiu, “Şey, o konuda… Bu Kendini Kurtarma özelliği tek kullanımlık mı? Yalnız kendime mi kullanabilirim?” dedi.

Sistem: Öyle.

Shen Qingqiu bu fazlasıyla ciddi sıkıntı üzerine  anında düşünmeye başladı. Luo Binghe’nın bedenindeki şeytanî enerjinin büyük bir kısmını önceden çekmişti. Şu anda Xin Mo kılıcını yok etse bile Luo Binghe’ya fazlasıyla etki etmemeliydi. Fakat, aslında, iyi kötü ayvayı yediğini düşünüyordu; o çocuk hıçkıra hıçkıra ağlayarak onunla birlikte öleceğini söylüyordu. Şu anda Kendini Kurtarma özelliğini kullanırsa Luo Binghe saçma sapan onun ardından kendini öldürmemiş olursa iyi olurdu!

Shen Qingqiu alelacele, “Ya Luo Binghe? O nasıl?” diye sordu.

The System: Şu anda enerji kaynağına dair sorular sorma yetkisine sahip değilsiniz. Geçmiş başarımlarınıza bakmak ister misiniz?

Artık VIP’ydi, niçin soru soramasındı ki?! Shen Qingqiu kaygıyla dolup taşıyordu, yetkisi yeterli değildiyse değildi; soramazsa, soramazdı. Ne kadar kaygılanırsa kaygılansız nafileydi. Sistem üsteledi: Geçmiş başarımlarınıza bakmak ister misiniz?

Anlaşılan o ki başarımları görmek dışında başka bir seçeneği yoktu. Shen Qingqiu elini salladı. “Evet, evet, evet. Çabuk ol!”

Neşeli arkaplan müziği eşliğinde Sistem yavaşça başarımlar listesini parşömeni açarcasına kaydırarak gözler önüne sürdü:

Kaçınılan zayıf çirkin kızların yirminin üzerinde olması, “Bardaktan Boşalırcasına Zayıf, Çirkin Kız Yağıyor” isimliğini kaldırarak “Birçok Tsukkomi Puanını Yeğlemek” madalyası kazandırdı.

Ulaştığınız en yüksek B puanı değeri 5000’nin üzerinde olması, “İpe Sapa Gelmez Yazı Artık Okumaya Değer” madalyasını kazandırdı.

En az üç defa fazlasıyla melodramatik çıkışlar yapılması “İncitmenin Çalkantılı Dışavurumu” madalyasını kazandırdı.

Ana hikâyeden taşan entipüften yan hikâyelerin çıkartılması “Üstün Su Tanrısı” isimliğini kazandırdı.

Gizli Karakterlerin toparlanıp temel Hikâye Boşluğu Doldurma’nın tamamlanması, “Her Yer Hikâye Boşluklarıyla Dolup Taşıyor” isimliğini kaldırttı.

Kahramanın doğru şeyi yapma cesareti puanı en yüksek sınırı aşarak “Hiç de Fena Bir Mala Vurma Değildi” madalyasını kazandırdı.

Sistemin tavsiye edilen standartlarına ulaştınız. Özetle: dünyayı yok etmek isteyen bir chuunibyou’nun aşk hikâyesi ile ilgili.

Shen Qingqiu bu kısmı gördüğünde: “…”

Buna [Hoşça kal der gibi el sallar]la karşılık vermesinin imkânı yoktu. Üzerinde dikkatlice düşünseydi şayet, bu hikâyeye girdiğinden beri “Proud Immortal Demon’s Way” ahlaksız bir YY aygır romanından hakikatı gerçekten de zaferlerin de mağlubiyetlerin de çıldırmış bir bakirin etrafında döndüğü, melodramla karışık bir saf aşk hikâyesine dönüşmüştü.

Shen Qingqiu parlayan madalya satırlarına bakarken aniden gözüne başarım listesinin sol üstündeki küçük, pembe bir “ simgesi fark etti.

 

 “” simgesinin erkekleri ifade ederken ” simgesinin kadınları ifade ettiğini biliyordu, bu biraz tuhaf hissettirmişti. “Bu simgenin mânâsı ne?”

The System: Listedeki çeşitli başarımların hepsinin kadınların beğeneceği şekilde ünlendiğini gösteriyor.

Shen Qingqiu: “…benimle dalga geçiyorsun, değil mi?”

Sistem: “Proud Immortal Demon’s Way”in kategorize edildiği tür çoktan değiştirildi.

Dur bir saniye.

Niçin bu artık kadınlara yönelik?!

Bu kadar tuhaf ve melodramik bir hikâyenin şu anda bu denli madalya kazanmasına şaşmamalı! Anlaşılan o ki çoktan kadınlara yönelik olarak yeniden kategorize edilmiş ve şimdi de kadınlara yönelik eserlerin standartlarına göre mi hesaplanıyordu?!

Ayrıca, niçin kadınlara yönelik türde “Fena Bir Mala Vurma Değildi” madalyası var? Mala vuracak ne yaptılar ki?!!’

Asıl nihai son kısım kadınlara yönelik olarak tekrardan kategorize edilmiş olabilir miydi?!

Hakikatı öğrenen Shen Qingqiu reenkarne olduğu ilk günden itibaren bu zaman değin tuttuğu ağız dolusu kanı nihayet dışarıya püskürtüverdi.

Sonuç olarak, birden bire onu çevreleyen sık duran, bir sürü kafa belirmişti.

Ning Yingying, Ming Fan, Qi Qinggi, Mu Qingfang ve diğerleri yatağının yanında toplaşmış, her biri birbirine konuşarak “Olamaz, Shizun kan kustu, Shizun ölecek” ve “Ölmeyecek, kan kustağına göre iyi olacak” gibi şeyler diyorlardı. Loş, soğuk taştan duvarlar onları iki küçük mum gibi hafif nemle çevreliyordu. Shen Qingqiu burasının bir ruh mağarası olduğunu kavrayabildikten sonra işittiği yankıların etkisi başını acıyla biraz zonklattı. Eğilip başını sarmaladığından hiçbir şeyi adam akıllı işitemiyordu, yalnızca Liu Qingge’nın “Herkes kenara çekilsin!” dediğini duyabilmişti.

Konuştuğu gibi herkes anında susuvermişti. Genç nesilden olanlar dillerini çıkartıp sonrasında geriye çekilmişlerdi. Açtıkları alan, kollarını göğsünde birleştirerek taş yatağın yanında duran Liu Qingge tarafından doldurulmuştu.

Shen Qingqiu sonunda güvenilir birisini bulabilmişti, onu sıkıca kavrayıp “Luo Binghe nerede?” diye sordu.

Liu Qingge’nın yüzü kasvetli bir hâl aldı, “O öldü!”

Shen Qingqiu: “…öldü mü?”

Gerçekten de saçma sapan onun ardından kendini aşkı namına feda mı etmişti?!

Liu Qingge’nın görünüşüne bakılırsa hiç de şaka yapıyor gibi durmuyordu, Liu Qingge hiç şaka yapan birisi de değildi zaten. Shen Qingqiu aniden doğruluverdi fakat hareketleri o kadar aniydi ki aşağı kısmına ansızın tatsız bir acı girmişti.

Yüzü anında buruşmuş, ardından pat diye geri yığılıvermişti.

Tepkisi fazlasıyla abartıydı. Liu Qingge üç adım gerileyip tuhaf bir şekilde yerinde duramayacak kadar şoka uğramış gibi görünüyordu. Hem öne çıkıp bir şey söylemek ister gibi hem de oradan kaçıp gitmek istiyor gibi görünüyordu. Qi Qingqi onu tutup bağırdı, “Şu hâline bak, şu hâline bak! Ne yaptığını sanıyorsun?! Sana onu korkutma dedik zaten, yine de onu öyle korkuttun ki tekrardan bayılttın!”

Shen Qingqiu taş yatakta uzanırken elini havaya kaldırdı. “Bayılmadım… Ben…” Belli bir yeri ağrıdığından şu anda adamakıllı oturamıyordu sadece…

Geçmişte Ning Yingying’in korktuğu kişi Bai Zhan Tepesi’nin Tepe Lordu’ydu, fakat artık yürekliydi, Liu Qingge’ya yumruğunu sallayıp ayağına bastı. “Liu Amca, nasıl böyle davranabilirsin? A-Luo’yu ne kadar sevmezsen sevme Shizun henüz uyanmışken herhangi bir sarsılmayı kaldıramayacağını bilmelisin. Yine de… yine de keyfinin kâhyası ne istiyorsa onu deyip onu öylece saygısızca konuşuyorsun.”

Mu Qingfang da sitemkâr görünüyordu. “Kıdemli Liu, bu gerçekten de hasta birisine yaklaşılacak uygun yöntem değil. Hiç de güzel değil.”

Bu Liu Qingge’nın geneli tarafından eleştiri nişangâhı olduğu ilk seferdi. Her şeyden önce, kelimelerle arası pek iyi değildi; o nedenle yalnızca masanın yanına gidip tükürürcesine “Artık bir şey demeyeceğim!” demişti.

Shen bir eliyle belini desteklerken diğer elini şakaklarına bastırdı. “Onun ölüp olmadığını artık bana birisi tam olarak söyleyebilir mi?”

Qi Qingqi, “Ölmedi! O velet senin ölümün eşiğinde olduğunu düşünüp neredeyse senin beraberinde gidecekti. Sonradan Kıdemsiz Mu senin iyi durumda olup hâlâ nefes aldığını dedi, de… nasıl ölümden dönebildi?”

Tanrı’ya şükürler olsun ki çılgına döndürecek bir kaza meydana gelmemişti. Kimse başka bir çılgına döndürecek kazayı kaldıracak durumda değildi.

Shen Qingqiu Liu Qingge’nın onu hiddetten yoksun bir şekilde söylediğini biliyordu ama birkaç saniyeliğine ödünü koparmıştı da, o nedenle kendisine olan saygısı biraz hasar almıştı. “Tepe Lordu Liu, böyle davranmasana? İlk sana sordum çünkü sana güveniyorum. Beni gerçekten kırdın.” diye tenkit etti.

Liu Qingge ona ters ters baktı. Shen Qingqiu onun ters bakışlarından korkmuyordu, yavaş yavaş doğrularak mâlûm yerine fazla baskı yapıp ağrıtmayacak bir şekilde durdu. “Tanrı aşkına neler oldu? Nasıl Qing Jing Tepesi’ne geri döndüm ben? Maigu Tepesi’ne ne oldu? Luo Binghe nerede?

Qi Qingqi, “Maigu Tepesi’yle ilgili artık canını sıkmana gerek yok, uzun zaman önce patladı.” dedi.

Shen Qingqiu, “Patladı mı?” diye tekrar etti.

Qi Qingqi: “Luo Binghe’yle Maigu Tepesi’ndeyken Xin Mo kılıcını yok etmediniz mi? Kılıç kırıldığında bütün dağ da patladı.”

Ming Fan kendini yatağın yanına sıkıştırdı. “Evet, evet, Shizun. Dağın büyük bir kısmı buzu parçalayarak koskocaman bir delik yarattı. Sonrasında Luochuan’daki buzun tamamı eridi. Siz de Luo Binghe da Luochuan’a düştünüz, sizi suda bulup çıkartan da Liu Amca’ydı.”  

Shen Qingqiu tam da Ning Yingying’in ona vermekte olduğu bir fincan çayı kabul etmenin ortasındaydı; içmek üzereydi fakat neyse ki henüz içmemişti, yoksa kesinlike ağzından olduğu gibi dışarıya fışkırtırdı.

 “Sizi mi?”

Shen Qingqiu Liu Qingge’ya doğru suçlu bir şekilde bakış attı. Yanlış hatırlamıyorsa(böyle bir şeyi nasıl yanlış hatırlayabilirdi), Luo Binghe’yla o an o işi henüz bitirmişlerdi, değil mi?!

Luo Binghe sonrasında onun giyinmesine yardım etse de işledikleri günahın kanıtları hâlâ az çok bedeninde kalmıştı. Yüce Lord Liu’nun her şeyi gören gözleriyle hiçbir şeyi görmemiş olması tuhaf olurdu.

Liu Qingge’nın ona sert “sekti arındırmalı” bakışlarıyla bakıp durmasına şaşmamalı. Umumi ortamda ahlaksızlık sektlere utanç getirmişti

Qi Qingqi “İkinizi tek seferde sudan çıkarttı, ikiniz de birbirinize öyle sıkı sarılıyordunuz ki ölüm katılığına sahip gibiydiniz, ayrılmayı reddediyordunuz. Birçok insan da izliyordu. Utanç verici değil mi, yüce Cang Qiong Dağı’m…” diye devam etti.

Herkesin izlediğine ne şüphe. Shen Qingqiu son derece vicdan azabı çekiyordu. Binlerce ve binlerce tedbir almasına rağmen İlkbahar Zamanında Dağdaki Kırgınlık’a yeni bir malzeme vermeyi önleyemiyordu.

Yine de Luo Binghe’nın aklının çalışma şekline göre onu doğrudan götürmesi gerekirken onun yerine onu itaatkâr bir şekilde Qing Jing Tepesi’ne geri vermeye izin vermesi çok tuhaftı. Shen Qingqiu bunun pek normal olmadığını düşünmüş, durumu gözlemlemişti. “Öyleyse Luo Binghe şu an nerede?”

Ning Yingying hâlâ biraz sevimlilik ve itaatkârlık barındırıyordu. “Shizun, günlerdir uyuyordunuz ve uyanmamıştınız. Elbette o da sizin için ruhanî ilaç bulmaya gitti.”

Ruhanî ilaç bulmaya mı? Ölümün eşiğinden zar zor kurtulmuş ve tam canla yeniden hayata dönmüştü, öyleyse bu velet onun uyanması için yanı başında dizlerinin üzerine çöküp beklemek yerine çılgınca etrafta dolanarak ne halt ediyordu? O tarz angaryaları küçük müritlere bıraksana!

Ning Yingying sessizce, “Diğer ustalar tarafından dağdan sürüldüğünden değil tabii…” diye mırıldandı.

Shen Qingqiu artık soğuk davranabilecekmiş gibi hissetmiyordu. İfadesiz yüzünü koruyamayarak sonunda kahkahayı koyuverdi.

Luo Binghe Cang Qiong Dağı sektinden birçok kişiyi incitmişti, sürülmesi çok normaldi tabii. Artık gerçekten de hiddetini bastırması gerektiğini bildiğini gösteriyordu ki itaatkâr bir şekilde dağdan inmişti de. Bu gerçekten de acınasıydı.

Yine de, o iyi olduğu müddetçe… her şey yolundaydı.

Onun iyi olup olmadığını merak ediyordu. Shen Qingqiu’nun ifadesi aniden değişti. “Kıdemli Zhangmen!”

Hâlâ son nefesini vermek üzere olan Yue Qingyuan’ı nasıl unutabilmişti?!

Anında dönerek ayağa kalkıp dışarıya fırlamadan önce botları ayağına gelişigüzel geçirdi. Kimse onun aniden fırlamasını beklemiyordu, hepsi bir süre afallayıp sonrasında peşine takıldılar. Mu Qingfang, “Kıdemli Shen, biraz daha uzanmalısınız-“ diye bağırdı.

Göz açıp kapayıncaya kadar ruh mağaralarından fırladıktan sonra burnuna dağın mis gibi canlı kokusu doluştu. Aniden, gecenin zifirî karanlığıyla kaplanmış gökyüzünde birçok göz kamaştırıcı altın havaii fişekler patlamaya başladı. Dikkatlice dinlese Qiong Ding Tepesi’nden gelen gürültülü bağırış çağırışı dahi işitip dediklerini anlayabilirdi de.

Shen Qingqiu botlarını düzeltirken, “Neler oluyor? Qiong Ding Tepesi niçin bu kadar gürültülü? Kıdemli Zhangmen nerede?” diye sordu.

Qi Qingqi elbisesinin kıvrılarak açılmış göğüs kısmını çekiştirip sinirli bir şekilde, “Demek hâlâ Kıdemli Zhangmen için endişeleniyorsun, hah. Ölmedi.” dedi.

Mu Qingfang güldü. “Kıdemli Shen, gerçekten de tam zamanında uyandın. Kutlamayı kaçırmayacaksın.”

Shen Qingqiu Yue Qingyuan’ın sağlığının yerinde olduğunu duyduğundan rahatlamayla nefesini verdi. Anlaşılan o ki Maigu Tepesi’nde kılıcını çekmesi Yue Qingyuan’ın bütün ömrünü götürmemişti, diğer türlü Shen Qingqiu bununla nasıl yaşayabilirdi bilmiyordu. Diğerlerinin Xuan Su’nun sırrını öğrenip öğrenmediğini de bilmiyordu.

Düşünceleri yön değiştirirken edepsizce meraklanmaya başladı: ne kutlaması? Nihayet uyanmış olmasını kutluyor olabilirler miydi? Böylesine derde girip bu kadar gösteri yapmalarına gerek yoktu, ne zahmet ama.

Anlaşılan Liu Qingge ne düşündüğünü tahmin etmiş olacak ki Shen Qingqiu’nun egosunu tereddüt etmeksizin yıkıvermişti. “İki âlemin birleşmesinin başarıyla önlenmesini kutluyorlar. Seninle bir ilgisi yok.”

Shen Qingqiu, mahcup bir şekilde, “Kutlamaların beni de içermesinin imkânı yok mu ki?” dedi.

Düzenlenen kutlama uluslarası bir şenlik gibi olmasından mütevellit katılımda bulunanlar yalnızca Cang Qiong Dağı Sekti’nden kişiler değildi hâliyle. Luochuan’daki savaşa katılmış bütün sektler davet edilmişti. Qiong Ding Tepesi’nde gürültü kirliliği vardı, kalabalık tıklım tıklımdı; Shen Qingqiu pek bir aşina simaları dahi fark etmişti. Bu üç güzel Taoist kadın keşişler yumuşak sesleri ve içten sözleriyle birisinin kafasını ütülüyorlardı, bunalttıkları kişi ise aslında sakin ve zarif, özüne değin doğrucu olan Liu Mingyan’dı; peçesi hâlâ yüzünü örtüyordu.

Şimdiyse Shen Qingqiu Luo Binghe’nın haremini en güzel konumunda olmak için rekabet eden kişileri bir arada gördüğünde son derece tuhaf bir hisse kapılıyordu. Onları eskisi gibi gözlemlemek için oldukça istekliydi lakin onları artık aynı YY tutumuyla gözlemleyemezdi. Birkaç kez gözünün kenarıyla onlara bakış atmış, yalnızca üç kız kardeşin zarifçe, “Sevgili büyük kız kardeş, sevgili hanım, sevgili kıdemli, imzanızı alabilir miyiz?” dediğini işitmişti.

 “Nihayetinde yazarı bulabildik, lütfen hatıramızın olmasına izin verin.”

 “Gerçekten de baskısı tükendi mi? Daha kopyası çıkmayacak mı?”

Cafcaflı bir şekilde parlak kitapçıkları tutarak Liu Mingyan’a uzatıyorlardı. Kitapçıklar oldukça aşina geliyordu, Shen Qingqiu içten içe şaşırmış hissetmişti, bu kitapçıkları fazlasıyla önemsemesi gerekiyormuş gibi geliyordu. Tam o esnada bu üç önemli karakterin tam olarak kapağa ne yazdırdıklarını görmek için oraya gidecekti ki bir kişi sinsice yanından atılıverdi.

Shen Qingqiu çabucak onu yakalayıp sıkıca tuttu. Soğukkanlılıkla, “Hâlâ Qiong Ding Tepesi’ne gelmeye yüreğin var mı? Qi Qingqi’nin diri diri derini yüzmesinden korkmuyor musun?” dedi.

Birisi tarafından yakalandıktan sonra Shang Qinghua neredeyse olduğu yerde dizlerinin üzerine çökmek üzereydi ki işittiği sesin Shen Qingqiu’ya ait olduğunu algıladığında iç çekerek ona doğru döndü. “Aa, Salatalık Kardeş; senle ben iyi ya da kötü aynı yerde aynı şeylerden perişan hâle geldiğimizden arkadaşlık ediyoruz. Birisini kovalarken bu denli telaşa girme.”

Shen Qingqiu, “Cang Qiong Dağı’na çıkmaya yüreğin varsa bu, adını temize çıkartman başarılıyla sonuçlandı anlamına mı geliyor?

Shang Qinghua, “Aynen öyle. Nasıl olduğunu söylersem korkarım ki Salatalık Kardeş’i korkuturum. Muhtemelen geri dönüp tekrardan An Ding Tepesi’nin Tepe Lordu olacağım. Bin-ge’nın etkisi sağ olsun, huzur içinde, uzun bir ömür yaşayabilsin.”

Shen Qingqiu, “Yue Qingyuan geri dönmene izin mi verdi?”

Shang Qinghua, “Buna yola gelmiş hovarda çocuğun geri dönüşü denir. Özellikle zalim bir şey de yapmadım ki, niçin geri dönmeme izin vermesin?”

Shen Qingqiu onu bıraktı. Kızgın bir şekilde, “Kıdemli Zhangen gereğinden fazla iyi yürekli.” dedi.

Shang Qinghua yakasını düzeltti. “Diğer türlü niçin bu kadar bahtı kara olsun ki? İyi insanlar daima kullanılır.”

Shen Qingqiu onu baştan aşağı süzdü. “Bu saçma uğraşların kendi romanını baştan sonra değiştirmesinden ötürü pek de kırılmış görünmüyorsun.”

Shang Qinghua, “Ah, böyle denmez ama bu. Belki sen bunların hepsini bir boka yaramayan saçma uğraşlar olarak görüyor olabilirsin ama Bing-ge için bu saçma uğraşlarının hepsi muhtemelen tüm bu hayatın anlamı.” dedi.

… hass******, Yüce Tanrı Gökyüzüne Ateş Eden Uçak böyle bir şeyi diyebilecek birisi miymiş?!

Shen Qingqiu dehşete kapılmıştı. “S*kt*r. Asıl eserdeki hâline dönmedin, değil mi?”

Shang Qinghua ciddiyetle, “Böyle yapmasana. Ben de edebî düşünceleri olan bir gencim, elbette kendi duygu ve düşüncelerim olacak.” dedi.

Shen Qingqiu sertçe güldü. “Ne edebî düşüncesi? Nasıl oluyor da asıl eserde gördüğüm tek şey edepsiz hayran servisleri oluyor?” Günde on bin kelimeyi yazabilen ellerinin arada sırada yirmi bine dahi fırlatabilecek yüreğinden ve hızından bahsetmeye dahi gerek yoktu. Böyle bir donanıma sahip olmasaydı “Proud Immortal Demon’s Way”in serileşene değin sürebilmesinin hiçbir imkânı yoktu!

Shang Qinghua ellerini iki yana açtı. “Baştan beri yalnızca namustan yoksun utanmaz içerikler mi yazdığımı düşünüyorsun sen? Daha önce entelektüel kitaplar da yazdım fakat hiçbiri tutmadı, o nedenle seviye inerek o seviyedeki kişilere hitap etmekten başka seçeneğim kalmadı. Roman yazmanın oldukça kasvetli bir iş olduğunu söylemek gerek. Neticede klişe olacak bir erkek aygır kahramanını kaleme almaktansa şu anki Bing-ge’yı yaratarak kaleme almak benim felsefeme çok daha uygun-  mizacı daha karmaşık olan, tutarsızlıkları ve çatışmaları olan, inişli çıkışlı bir kadere sahip, böylesine tuhaf bir erkek kahraman...”

Shen Qingqiu, “Yani, yazıdaki felsefen gay kişiler hakkında mı?” diye sonuca vardı.

Shang Qinghua: “Gay kahramanları hor mu görüyorsun sen? Sanat eserleri de sanatçılar da gay yaratmak gibidir. Entelektüel kitaplar gaylere sempati duyar, bunu biliyor muydun?

Kollarını çılgın ve hararetle salladı. “Salatalık Kardeş; Sistem seni, bu inançlı gerici okuyucuyu, seçmemiş olsaydı muhtemelen hikâyenin konusu böylesine boydan boya saparak bir kenara attığım asıl taslağıma geri dönemezdi. Yalnızlığı ve mâli sıkışlığı kaldıramayan gerçek hayattaki benim için “Proud Immortal Demon’s Way”i yazmayı diğer kişilerin tercihlerine ve neyi uygun bulduklarına göre bitirme kararı almış olsam da şu anda, sayende, özünde yazmak istediğim her şey gözlerimin önünde gelişti bile. Salatalık Kardeş!”

Shen Qingqiu’nun omzunu yoğun hisler ve ciddiyetle patpatladı. “Sen… seçilmiş kişisin; kariyerim adına artık hiçbir pişmanlığım yok!”

… bu niçin Sistem’in de bu evrenin de Shang Qinghua’nın taslağı bir kenara atıp revaçtaki şeylere uygun götürmesindeki pişmanlığının ürünü gibi geliyordu?

Bir tür “seçilmiş kişi” olmasından ötürü utanç içerisindeki Shen Qingqiu: “Kimmiş senin inançlı gerici okuyucun?”

Shang Qinghua elini sallayarak tek taraflı galibiyetini beyan etti. “Senden bahsetmiyorum, sen anti-fansın*.”

Anti-Fan: Yanlış anlamadıysam özetlemeye çalışacağım. Birtakım şeyler hakkında konuşup etmeyi fakat bunu daha çok parodi şeklinde ya da sövüp ederek dillendirmeyi seven kişiler.

Shen Qingqiu, “Ben yalnızca antiyim, fan değilim!” demek üzereydi ki Shang Qinghua’nın aniden “Duyguların yoğunluğu gönül borcunun getirilerini zorlaştırır. Dudaklara dudaklara öpücükle kenetlenir. Bu gecenin şafağa değin sürmesini izin verelim. Günlerce, gecelerce; bitmeksizin.” tarzında mırıldanmaya başladığını işitti. En can alıcı şeyi ezgisiydi, öyle çok aşina geliyordu ki Shen Qingqiu’nun elleriyle dişlerinin kaşınmasına neden olmuştu. Onu işaret ederek, “Shang Qinghua, neyi söylüyorsun sen?” dedi.

Shang Qinghua mırıldanmaya devam etti. “Yarın bugünden farklı mı olacak? Zheng Yang zirvesine ulaştığında? Zheng Yang yükselirken Sonbahar’ın sesiyle karışır. Kınından çıkmış Xiu Ya soğuk bitki özünü fışkırtır. Acıklı yalvarmalar hıçkırıklarla boğulurken, beyhudedir, tekrardan kalkan onun için…”

Shen Qingqiu gözlerine inanamıyordu. “*m*n* k*yd*ğ*m*n- niçin başka bir dizeyi söylemeye kalkışmıyorsun?”

Shang Qinghua, “Yüce Lord Shen, niçin benim dediklerimi dinlemiyorsun? Öylece gezinerek insanlarla s*k*şmemelisin. Bing-ge deliye döner. Diyorum sana, bu İlkbahar Zamanında Dağdaki Kırgınlığı, Shi Ba Mo’yla* eşdeğer. Siz destansı ulusal homolarsınız, anlıyor musun? Beni susturmanla bir problemim yok ama nihayetinde bu beyhude. Dünyadaki bütün insanların çenesini kapatma imkânın yok ya…”

Shi Ba Mo: Herkesçe bilinen bir halk şarkısı. Yani, herkesin bildiği bir halk şarkısı olduğuna getiriyor.

Sonunda, Shen Qingqiu, Gökyüzüne Ateş Eden Uçak’ı eşek sudan gelinceye değin dövme isteğiyle dolup taşıyordu.

Nasıl da ahlaksız... Çok ahlaksız!!!

Hikâyede boşluklar oluşturup tamamlamadan bırakan, Sibirya çökmesine rağmen hâlâ bilindik olması gibi bir karaktere sahip, “Başkalarını eleştirirken bir şeyi yapabileceğini düşünüyorsan git ve başar, başaramazsan saçmalamayı bırak” tutumuyla okuyucularını hikâye boşluklarını doldurmakta yardımcı olmaları için çeken böyle bir yazar kesinlikle eşek sudan gelinceye kadar dövülmeyi sonuna kadar hak ediyordu!

Gökyüzüne Ateş Eden Uçak’ı yakındaki karanlık ormana çekip şuna buna devam etmeye henüz hazırlanmıştı arkasında aniden aşina “Amitabha”yı işitmişti. Yüce Usta Wu Chen, “Tepe Lordu Shen’i sapasağlam görmek gerçekten de ne büyük nimet.” dedi.

Shen Qingqiu kendini toparlayıp arkasına döndü, yalnızca Zhao Hua Tapınağı’ndan iki keşişin ona doğru yavaşça ilerlediğini gördü, Yue Qingyuan eşliğinde.

Shang Qinghua’yı bırakıp hafifçe görünüşünü düzeltti. Canıgönülden, içtenlikle gülümsedi. “Kıdemli Zhangmen, Yüce Usta Wu Chen, Yüce Usta Wu Wang.”

Yue Qingyuan’ın görünümü hiç de çelimsiz değildi, karşılık olarak o da tebessüm etmişti. Wu Wang bakışını Shen Qingqiu’nun üzerine yönlendirip yanlış anlamaya mahal bırakmaksızın oradan uzaklaştı. Yüzündeki ifade tam olarak eski kafalı bir Taoist âlimin yanlış yola girdiğini düşündüğü bir kadını gördüğündekiyle aynıydı. Onu öylesine dehşete düşürmüştü ki baştan aşağıya ürpermesini sağlamıştı.

Yüce Usta Wu Chen, “Tepe Lordu Shen, Yüce Usta Wu Wang’le tartışmayın. Bu yaşlı monk Jinlan Şehri’nde iki bacağını da kaybettiğinden beri Yüce Usta Wu Wang iblis ırkına karşı son derece büyük bir nefret besliyor. Bundan dolayısıyla, Tepe Lordu Shen’e karşı da…”

Shen Qingqiu burnunu ovuşturup kayıtsızca, “Önemli değil.” dedi.

Yaşlı, kel bir eşeğin antipatisini kazanmanın pek de bir önemi yoktu.

Yüce Usta Wu Chen, “Yine de, gittikçe iyiye gidiyor. Tianlang-Jun Zhao Hua Tapınağı’nda tutulurken Yüce Usta Wu Wang ona zorluk çıkartacak hiçbir şey yapmadı.” dedi.

Shen Qingqiu, “Tianlang-Jun Zhao Hua Tapınağı’nda mı tutuluyor?”

Yüce Usta Wu Chen, “Alıkoyma sayılmaz. Bu yaşlı keşiş yalnızca Çiy Tanesi bedeninin çürümesini yavaşlatmaya çalışırken aynı zamanda onunla dharma* hakkında uzun bir konuşma yapmak istemişti. Birkaç yıl içerisinde dengelendikten sonra gitmekte özgür olabilir. Vakit geldiğinde, ne istiyorsa yapabilir; ister İnsan Âlemi’ni gezmeye devam eder, ister Zhuzhi-Lang’in bedenini iblis ırkına götürür. Bu yaşlı adam onun aslında hiçbir kötü niyet barındırmadığını düşünüyor; zamanında varmışsa bile, şimdiye çoktan gitmiş.”

Dharma: Dharma çarkı (kurallar çarkı), Budizm’de Buda öğretilerinin sembolü niteliğindedir. Dharma Çarkı sekiz çubuğuyla Buda kurallarını temsil eder. Diğer bir deyişle, Budizm’de özgürlüğün sembolüdür. Kopyala yapıştır bilgi olarak aldım çünkü pek bir bilgim yok açıkçası, olduğu takdirde düzenleme yaparım olmadı.

Jinlan Şehri’nde Yüce Usta Wu Chen’in bacakları Tianlang-Jun’un gönderdiği ekiciler tarafından yok edildi. Yine de bunu kayda almamıştı, Shen Qingqiu takdir etmeden duramadı. Üstelik umursamadan bağışlayıcı değildi de.

Son karşılaşmalarında Shen Qingqiu da Tianlang-Jun’un muhtemelen bir daha evreni yok etmeye dair bir isteği olmadığını hissetmişti. Daha en baştan bu gerçekten istediğinden ya da hoşuna gittiğinden yaptığı bir şey değildi zaten.

Biraz aptal olan Zhuzhi-Lang’in onu kollaması, hesaplaşmada yardımcı olması, dalkavukları uzaklaştırması ve tuhaf küçük listeleri olmasaydı- arada bir kaçınılmaz kederler olurdu.

Şu an onda olduğu gibi.

Önce Zhao Hua Tapınağı keşişleri oradan ayrıldı, Qiong Ding Sarayı’na yol aldılar. Yue Qingyuan Sekt Lideri olmasına rağmen onlarla gitmedi. Onun yerine, olduğu yerde kalmış şekilde, sessizce Shen Qingqiu’ya bakıyordu. Bilinmeyen bir sebeple Shen Qingqiu onun önünde dururken biraz tuhaf hissetmişti.

Bir şeyi test ediyormuşçasına, Yue Qinggyuan, “Xiao Jiu…” deyiverdi.

Shen Qingqiu: “Shixiong, ben Qingqiu.”

Hakikatı Yue Qingyuan’a açıklamak zor olsa dahi Shen Qingqiu hâlâ elinden geldiğince farkı göstermeyi umuyordu.

Yue Qingyuan, “…Qingqiu. Kıdemsiz Qingqiu.” deyip hafifçe gülümsedi.

Shen Qingqiu, onun belinde asılı duran Xuan Su’ya bir bakış attı. Henüz konuşamamıştı ki Yue Qingyuan anında, “Kıdemsiz, endişelenmene gerek yok. Bundan sonra birkaç aylığına inzivaya çekilip efsun yapacağım, o yüzden şu anda sağlığımın iyi olması lazım.” dedi.

Shen Qingqiu, “Öyleyse Kıdemli Zhangmen artık kılıcını düşüncesizce çekmemeli. Efsunun gelişebilir, âlemin yükselebilir ama ömrünün geri gelmesinin imkânı yok.” dedi.

Yue Qingyuan başını yavaşça iki yana salladı. “Ömrüm geri gelemeyecek tek şey değil.”

İkili üzerlerindeki havai fişek grupları ve genç müritlerin tezahüratları ile kahkaha sesleri eşliğinde Qiong Ding Sarayı’na sakin sakin yürüyorlardı.

Yue Qingyuan, “Bundan sonra ne yapmayı planlıyorsun?”

Shen Qingqiu, “Şu anlık bir planım yok. Luo Binghe döndüğünde onun ne yapmak istediğine bir bakacağım sanırım.”

Yue Qingyuan güldü. “Bu müridini gerçekten de çok seviyorsun.”

Shen Qingqiu nasıl cevap vermeli diye düşünüyordu ki Yue Qingyuan’ın aniden, “Kıdemsiz. Cang Qiong Dağı her zaman sığınabileceğin, gezinmekten yorulduğunda gelip barınabileceğin bir yer olacak.” dediğini işitti.

Son derece içtenlik ve ciddiyetle dillendirmişti.

Yue Qingyuan her zaman böyleydi: söz verdiği her şeyi muhakkak yapardı. Yapamazsa ne pahasına olursa olsun telafi etmekten çekinmezdi.      

Shen Qingqiu romandaki bir karakterin rolüne bürünmüş olduğundan beri asıl eserdeki pislik kötü adam olmayı her daim reddetmişti. Temiz bir sınır çizmişti ve aksi şekilde tamamlayabildiğinden gurur duyuyordu. Düşünceleri şu anki kadar gergin ve fevri hiçbir zaman olmamıştı.

Gerçekten Shen Jiu olsaydı, her şey yolunda olurdu.

O gerçekten Yue Qingyuan’ın dediklerini duyabilseydi, o zaman her şey yolunda olurdu.

Shen Qingqiu yavaş yavaş yürüdü, ta ki bir şeyi hissetmişçesine başını kaldırıp bakabildiği kadar uzağa bakana değin. Kalabalıktan ayrı duran Luo Binghe önünde, Qiong Ding Sarayı’nın uzun, beyaz, taştan platformunda duruyordu.

Tek başına duruyor, burada kimse yokmuş gibi davranıyordu. Fakat etrafta gezinen kişiler yüzünü gördüğünde bambaşka bir hisse kapılıyorlardı. Shen Qingqiu bilinçsizce birkaç adım öne atıldıktan sonra arkasında duran kişiye bakmıştı.

Yue Qingyuan, “Buyur.” dedi.

Shen Qingqiu’nun arkasında keyifli ve sessizce duruyordu. Geçmişte de nasılsa şimdi de öyleydi.

Bir yıl özellikle, cüretkâr iblis ırkı Qiong Ding Tepesi’ni ayaklandırıp güçlerini kanıtlamak için gelmişti. Fazlasıyla çarpışma, dövüşme ve yakma olmuş, çekici kullanırken zemini dahi kırmışlardı.

Luo hâlâ başı önde, beyaz tuğlalardaki yarıklara bakıyordu ki aniden, aşina olduğu yelpaze sesi gözler önüne serildi. Bir çift beyaz bot taştaki çeşit çeşit küçük bitkilerin çoktan filizlendiği çatlaklara bastı.

Birdenbire başını kaldırıverdi.

Shen Qingqiu yelpazesini salladı. “Hiç soru sorma. Öncelikle, bu usta sana sormak istiyor: Bir mürit olarak, niçin saygılı bir şekilde, usluca Shizun’unun uyanmasını beklemek yerine çılgınca koşuşturmak için gidiyorsun?”

Luo Binghe heyecanlı ifadesine büyük bir güçlükle hakim olup duygularını bastırarak, “Kimse beni Cang Qiong Dağı’nda hoş karşılamıyor. Tek yapabileceğim arada bir gidip gizlice göz atmaktı. Shizun’u ruh mağarasında görmediğimde Shizun’un onlar tarafından saklandığını düşündüm, ya da yine terk ettiğini…”

Shen Qingqiu biraz yanlış yorumlamasını dinlerken Shang Qinghua’nın dediğini hatırlamadan edemedi.

Shen Qingqiu her şeye burnunu sokmasaydı Luo Binghe sonunda gerçekten de karacak, asıl eserdeki insanları çıplak elleriyle insan çubuğuna dönüştürüp kendisine ve hayata lanetler okuyan kötü gence dönüşecekti. Romantik, genç bir adam olarak büyüdüğünde bile pek de ilerleme göstermiş gibi görünmüyordu… fakat, iyi ya da kötü, onu hâlâ sevilebilir yapan tarafları da vardı, değil mi?

En azından Shen Qingqiu kendisinin bu tiptekileri fazlasıyla beğendiğini şu anda fark edebilmişti.

Shen Qingqiu. “Hoş karşılanmadığını bilmene rağmen beni yine de söz dinleyerek Cang Qiong Dağı’na mı gönderdin?”

Luo Binghe, “Shizun’un ilk uyandığında kesinlikle daha çok Cang Qiong Dağı’nı görmek isteyeceğini düşündüm…”

Görüntüsüne karşın Shen Qingqiu istisna yaparak yelpazesiyle alnına yapıştırdı.

Kızgın bir şekilde, “Bu usta tabii ki de ilk olarak seni görmek istiyor!” dedi.

Luo Binghe geçirilmesine izin vermişti fakat bu öyle onu heyecanlandırmıştı ki yüzünü kırmızıya dönüştürmüştü. Gözleri de sulanmaya başlamıştı, söyleyeceği bir şey varmış da söyleyemiyor gibi duruyordu. Shen Qingqiu buna artık katlanamıyordu; bakıldığında baştan aşağıya zayıf görünüyordu, ki aniden bağırışlarla çevrelerinde kılıçların çekilme seslerini işitti.

Yang Yixuan Qiong Ding Sarayı’nın saçağında duruyordu. “Beklenildiği gibi, iblis ırkı veledi Usta Shen’e rahatsızlık vermek için geri döndü!” diye bağırdı.

Aniden, insanlar anında paylamaya başlayarak bağırışına sayısız karşılık gelmişti. “Hâlâ gelmeye cüret ediyor! Silahlarınızı hazırlayın, silahım nerede benim?”

 “Kıdemli, o benim kılıcım, geri ver onu! Savaşmak istiyorsan git de kendininkini al!”

Luo Binghe yanında durup uyanmasını bekleyemezdi tabii. Anlaşılan o ki herkes onu Cang Qiong Dağı’nda yaygara kopararak eşek sudan gelinceye kadar dövmek istiyordu, ne “hoş karşılama” ama.

Shen Qingqiu çaresizce, “Ah, fena değil. Düşüncen doğruymuş. Böyle durumlarda gerçekten de tek yapabileceğin şey içeriye gizlice girmek.” dedi.

Luo Binghe hafifçe, “Burada hoş karşılanmadığımı uzun zamandır söylüyorum.” dedi.

Shen Qingqiu kafasını okşadı. “Sıkıntı yok. Shizun seni hoş karşılıyor.”

Qiong Ding Tepesi özgün ve sahte ağlayışlar eşliğinde kavga ve ölüm için bağırışlarla doluydu. Denemeye hevesli olanlar dünyayı karmaşa içerisinde görmeyi dileyen mürit grubuydu. Çoğunluk sakin sakin geçip giden, Luo Binghe’yı, evreni yok eden o iblis kralını, görmezden gelen kişilerdi. Shen Qingqiu gülse mi ağlasa mı bilemiyordu, “Gitmen iyi olur” dedi.

Luo Binghe bir süre tepki veremedi. “Gitmek mi?”

Shen Qingqiu başıyla onayladı. “Burada hoş karşılanmadığını söylemedin mi? Öyleyse, hoş karşılanacağın bir yere git.”

 “Bu sefer, nereye gitmek istersen iste, bu usta seninle birlikte gelecek.” diye ekledi.

Bu cümle nedeniyle Luo Binghe’nın pek bir akıllı gözüken ifadesi izlemeye katlanılamayacak kadar sersem bir ifadeye bürünmüştü.

Shen Qingqiu sesini alçaltmamıştı. Cang Qiong Dağı Sekti’nin müritleri dışında tepe kutlamanın keyfini çıkarmak için davet üzerine gelen tüm sektlerden efsuncularla tıklım tıklımdı. Duyuları kuvvetliydi, net duyamayacakları bir sebep de yoktu, her biri sağırı oynuyordu. Kimisi gökyüzüne yönelen havai fişekleri izliyor, kimisi öyle yüksek sesle kahkaha atarak konuşuyordu ki neredeyse çatıyı sallayacaklardı.

Birliktelikleri Cang Qiong Dağı’nın itibarını zedelemeyi düşünmekten uzaktı fakat Liu Qingge bunu beğenmiyordu. Çatıdan atlayarak neredeyse öfkeden deliye dönmüş şekilde Shen Qingqiu’ya bağırdı. “Hey!”

Qi Qingqi hiddetlendi. “…bu yaşlı kadın artık umursamıyor! Nereye gidersen git! Shen Qingqiu, sen, siz… Mingyan, gidelim! Neyi izliyorsunuz?! İzlenecek ne var, hiç mi edepsizlik görmediniz?!”

 “Kıdemsiz kız kardeş. Sözlerinle kötü talih oluşturma. Görünüşün, ah…”

Şu anki Cang Qiong Dağı- birilerinin günahlarını zorla tahliye ettirerek örtmek yanı sıra iblis ırkıyla da pek sıkı fıkıydı- hatta müstehcen romanların başrolleri olan ustayla mürit ikilisine ev sahipliği yapıyordu. Birisinin yüreğinde derin bir etki bırakmak için başka görüntüye ihtiyaç var mıydı ki? Shen Qingqiu bir süre düşünmüş ve gerçekten de söyleyecek söz bulamadan kalmıştı.

Shen Qingqiu çocuğu yönlendirir gibi Luo Binghe’nın elini tuttu. Ne zaman olduğunu bilmiyordu ama nasıl olmuşsa işler değişip Luo Binghe onu yönlendirmeye başlamıştı.

Elinin üstünü örten parmakların gitgide sıkılaştığını hissedebiliyordu, tutuşu iyice sıkılaşmıştı. Zor kullanması tam anlamıyla acı verici hissettiriyordu. Luo Binghe yavaşça başını kaldırdı, gökyüzünü donatmış yıldız nehri kapkara gözlerinin derinliklerinde ışıldayarak titreşiyordu.

Shen Qingqiu bu görüntüyü daha önce görmüştü; başını çevirdiğinde ruh hâli iyice kutsal yolculuktan gelen yaşlı bir keşişe dönmüştü. Sayısız sıkıntı yaşayıp dert ve tasayı çektikten sonra nihayetinde köklü değişiklere neden olacak müride teslim olmuş, büyük güçlüklerle nirvanaya ulaşmayı başarmıştı. Hâliyle biraz ağlamasına izin de verebilirdi. Zaten bu Luo Binghe’nın her zamanki hâliydi. Dürüst olmak gerekirse, böylesine serbest, çalkantılı bir hız treni olan hikâye örgüsünde Shen Qingqiu da bu eski acıların özgürce akıp gitmesini istiyordu, ah...

Bu özgün, görkemli roman içinse: Yüce Gökyüzüne Ateş Eden Uçak’ın ne kariyerine dair bir pişmanlığı kalmıştı ne de rakipsiz troll Eşsiz Salatalık hâlâ beğenmediğini söyleyebilirdi.

Yazar hikâyedeki boşlukları doldurmazsa bu yaşlı adam kendisi yapardı. Aygır romanlarının uzun geçmişinde öncülük ederek bizzat boşlukları dolduracak bir okuyucuyu nereden bulabilirdiniz ki? Kendini saçma, akılsız, başlangıç seviyesi bir YY romanında B puanlarını kurtarmaya adamış birisini…!

Kurtarma esnasında gelişen bazı sapmalar olsa bile… en azından… o gerçekten de “Başkalarını eleştirirken bir şeyi yapabileceğini düşünüyorsan git ve başar, başaramazsan saçmalamayı bırak”ı başarabilmişti! “Proud Immortal Demon’s Way”i bir kez daha açtığında hikâye başarıyla başlamış fakat “Proud Immortal Demon’s Way”i kapattığı zamanda da hikâye hâlâ bitmemişti.

Ya da, diğer bir deyişle, dünyadaki insanlar arasında gezinen hikâye artık sonuna gelmiş, fakat seninle benim aramdaki hikâye henüz yeni başlamıştı.


Son

 


*****

Önceki bölümde iki farklı alternatif olduğundan romanın ana bölümüne gönderiliyorsunuz, lütfen oradan 79'un istediğiniz versiyonunu seçiniz.


Önceki Bölüm  ― 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder