“Seni işe yaramaz çöp parçası!”
Cheng Ke yol kenarındaki merdivenlerde kuzey rüzgârına dönük
oturdu ve cebinden bir sigara çıkardı. Bu evden ayrılmadan önce duyduğu son
cümleydi. Bu, babasının… Hayır, ailesinin onun hakkındaki son değerlendirmesi
olmalıydı.
Çöp parçası.
Cheng Ke başı ile onayladı ve bu değerlendirmenin hala çok
yerinde olduğunu hissetti.
Başını eğip kollarını yüzünün etrafına doladıktan, yüzünü
örtmek için paltosunu çektikten ve rüzgâra karşı döndükten sonra ağzındaki
sigarayı yakmayı başaramadı. Çakmağı yol kenarındaki çimlere fırlattı.
“Lanet olsun!” dedi Cheng Ke.
‘Bir sigarayı bile yakamayan işe yaramaz bir çöp parçası.’
Ama
sigaranın yine de yakılması gerekiyordu. Ne de olsa, iki yıldan sonra sigaradan
vazgeçemeyen bir çöp parçasıydı; doğal olarak, bu tür zamanlarda sigarayı
bırakmak daha da imkânsızdı.
Cheng Ke, çakmağın çalılıklarda kayboluşunu izledi.
Dallar biraz sıktı.
Kendini, oraya çömeldiğini ve amaçsızca rastgele bir şeyler
arıyor olarak hayal etti…
Cheng Ke etrafına baktı; etrafta bir sürü insan vardı, gelip
geçen insanlar rüzgârın savurduğu sarı yapraklar üzerinde aceleyle yürüyordu. O
her zaman çok meşguldü ve normalde insanlara bir bakış dahi atmadan yürüdüğü bu
yolda, hiçbir zaman bu şekilde durmamıştı.
Beş dakika kadar sonra, sigara izmaritini atan genç bir
adamın gözleri ile karşılaştı.
“Hey dostum,” Cheng Ke onu durdu, “ateş ver.”
“Tamam.” Genç adam çakmağı çıkardı.
Çık. Çık. Çık.
Cheng Ke sessizce sigarasını ağzında tutarken genç adam
çakmağı tekrar çakmaya odaklandı. Nefesini tutarak bekledi. Tam bayılmak
üzereyken çakmağın başı gıcırdadı ve genç adamın ellerinden fırladı.
Cheng Ke genç adama baktı.
“Ah… ü-üzgünüm,” genç adam oldukça tuhaf hissediyordu, “benimkini yakarken hala çalışıyordu.”
“Minnettarım.” Cheng Ke başını salladı ve iki kez nefes aldı, “Teşekkürler.”
Genç adam utanç
içinde aceleyle uzaklaştı, Cheng Ke sigarayı cebine geri koydu.
Bu arada, sigara paketinden başka bir şey olmadığına emin
olarak cebini karıştırdı.
Telefon, cüzdan ve her şeyi “çöp parçası” sesiyle evde
kalmıştı.
‘Muhtemelen bir daha asla geri dönmeyeceğim o yer.’ Çalıların
yanına geri döndü ve orada durdu. Dalların ve solmuş yaprakların arasından
baktı ama daha önce aralarına attığı çakmağı bulamadı, sadece iki peçete
parçası buldu.
Arkasını döndü ve yakınındaki küçük bir süpermarkete doğru
yürüdü.
Cheng Ke’nın aşırı bir sigara bağımlılığı yoktu ama insanlar
çok tuhaftı. Sigara ve çakmak her gün yanındaydı ve onlara dokunmamıştı bile
ama bir kere sigara içmek istediğinde, sanki bir tür hastalığı varmış gibi
dayanamıyordu.
“İyi akşamlar.” Kasadaki genç kız onu selamladı.
“İyi akşamlar.” Cheng Ke ona doğru yürüdü, iki sıra çakmak
arasından bir tanesini çıkardı ve tezgâhın üzerine koydu.
Kız henüz alıp almayacağını soramadan, sigarasını çoktan
yakıp çakmağı da tezgâha koymuştu bile. Kapıyı itti ve dışarı çıktı.
Doğal ve pürüzsüz.
Hayatında yaptığı en utanmazca şeyi bu kadar sorunsuz
yapmıştı.
Yolun kenarındaki çelik bankta otururken sigarasını bitiren
Cheng Ke ayağa kalktı. Kıçından beline kadar üşürken içini çekti.
Saatine baktığında dokuzu biraz geçtiğini gördü.
Saat takma alışkanlığı yoktu. Bu Jaeger-LeCoultre, Cheng
Yi’nin ona geçen ay verdiği bir şeydi. Bunun, kardeş ilişkilerinin
iyileşmesinin başlangıcı olduğunu düşünerek şaşırmıştı ve bu yüzden takmaya
devam etmişti.
Sadece bir ay sonra onu daha şaşırtıcı bir şeyin beklediğini
asla hayal etmemişti, babası tarafından şahsen evden atılmıştı.
Ve daha önceki düşünceleri, bunun büyük ihtimalle garip bir
yanlış anlama olduğuydu.
Bunların ne kadarı Cheng Yi’nin işiydi, tam olarak ona ne
kadar baskı uygulamıştı, Cheng Ke bunu derinlemesine düşünmedi ve artık
düşünmek istemiyordu da. ‘Neler oluyor?’ diye sormadı bile.
Tıpkı babasının söylediği gibiydi: “O kadar işe yaramaz hale
geldin ki, ne zaman nedenini soracağını bile bilmiyorsun!”
Ah.
Evet.
İş şeyleri ile ilgilenmiyordu ama babası onu Cheng Yi ile
birlikte çalışmaya zorlamıştı. Cheng Yi’nin önünde çöpten farksız olduğunu
hissetmişti. Bu sadece, bunca yıl bir çöp parçası olduktan sonra babasını bir
nebze de olsun memnun etmek içindi.
O, nereden başlaması gerektiğini bilmiyordu. Sadece
şaşırdığını hissetmişti. Daha önce yaşananları düşünmek yerine, üzerinde hiç
parası olmadığı için nerede kalacağını düşünmeye öncelik verdi.
Cheng Ke, ‘Şu anda, Liu Tian muhtemelen mağazada olmalı,
buradan çok uzakta değil, etrafta dolaşmak muhtemelen bir saat sürer.’ diye
düşünerek yolu takip etti.
Bir süre yürüdükten sonra rüzgâr şiddetlenmeye ve gökyüzü
kararmaya başladı. Sokaktaki insanlar azaldı ve sokağın her iki tarafında
ışıklar yanmaya başladı.
Arkasından kısa bir korna sesi geldi.
Cheng Ke arkasını dönmedi ve yürümeye devam etti. Kırmızı
bir araba yanından geçti ve iki üç metre önünde bir yerde durdu.
Cheng Yi’nin Maybach’iydi.
Son zamanlarda bu arabayı sık sık kullanıyordu, neredeyse şoförünün
işini yapmasına engel oluyordu, bu yüzden bu arabaya aşinaydı. Motorun sesini
duymasına veya arabanın logosunu görmesine bile gerek yoktu. Sadece arabadan
çıkan egzoz dumanını koklayarak anlamıştı.
Arka koltuğun camı açıldı, Cheng Yi’nin kafası dışarı çıktı:
“Nereye gidiyorsun?”
“Cennete.” Cheng Ke yürümeye devam ederken yanıtladı.
“Seni göndereyim?” diye sordu Cheng Yi.
“Bu kadar özgüvenli olma,” Cheng Ke durdu, “belki de oradan düşen
sensin.”
“Önemi yok.” Diyerek sırıttı Cheng Yi, arabasının
penceresinden bir cüzdan uzatarak, “İşte, onu evde bırakmıştın.”
Cheng Ke konuşmadı ama uzanıp cüzdanı aldı.
Sadece cüzdan. Telefonu yoktu.
“Telefonun odadaydı. İçeri girmedim.” dedi Cheng Yi.
“Ah,” Cheng Ke ona baktı, “o zaman cüzdanım odamdan kendi
kendine gitmiş olmalı, değil mi?”
Cheng Yi, “Cüzdanın, oturma odasına koyduğun ceketteydi.”
dedi. “Hala bir şeye ihtiyacın olursa bana söylemen yeterli, babam evde yokken
seninle gelip alabilirim.”
Bunu oldukça ‘düşünceli’ bir şekilde söylemişti. Cheng Ke
gülümsemek için ağzının kenarını kaldırmaya çalıştı ama olmadı.
“Şimdilik kalacak bir
misafirhane bul,” Cheng Yi ona doğru baktı, gülümsüyordu ama gözleri soğuktu, “zavallı
arkadaşların, şu an kimse seni içeri almaya cesaret edemez.”
Cheng Ke konuşmadı. Sadece ona baktı.
“Her şeye kendi başına başla,” dedi Cheng Yi, “sadece aileye
bağımlı olarak kalma.”
Cheng Ke sessiz kalmaya devam etti
çünkü bu sefer, sahiden söyleyecek bir şeyi yoktu. O evde, babası dışında kim
‘her şeye yeniden başlamak’ zorunda kalmıştı ki? Cheng Yi’nin bunu ciddi bir
şekilde söyleyecek pozisyonda olduğunu düşünmüyordu.
“Sür.” Cheng Yi şoföre seslendi ve camı kapattı.
Cheng Ke şu anda neler hissettiğini söyleyemiyordu. Bir süre
arabanın gittiği yöne baktıktan sonra sonunda cüzdanını açmak için başını eğdi.
Kimlik kartı.
Cheng Ke kaşlarını çattı.
Bunun dışında hiçbir şey yoktu. Çeşitli üye kartları, kredi
kartları ve mevduat kartları orada değildi.
“Harika.” Cheng Ke tekrar cüzdanın gözlerini
karıştırdı.
Daha önce Cheng Yi ona kalacak bir misafirhane bulmasını
söylediğinde, sadece onunla alay ettiğini düşünmüştü ama şimdi o tek gözdeki
paraya baktığında sonunda fark etti.
Cheng Yi doğruyu söylüyordu.
100 yuan.
Misafirhane derken muhtemelen uzakta bulunan ranzalardan
bahsediyordu.
*tam anlaşılmıyor ama Google’dan ‘datongpu’ diye aratabilirsiniz.
Ayrıca cüzdanında genelde nakit para olmazdı. Cheng Yi
bilerek 100 yuanı koymuştu.
Cheng Yi kırmızı banknotu kavradı ve parmaklarının öfkeyle
titrediği açıkça görülüyordu.
100 yuan banknota bakarken sersemlemişti. Bu tür bir öfkeyi
daha önce hiç hissetmemişti. Kendi küçük erkek kardeşi tarafından sırtından
bıçaklandığında, biyolojik babası tarafından kovulduğunda ve arkadaşlarının, çakmağı
yokken sigara içmek için geldiğinde onu içeri almayacaklarını söylediğinde bile
bu tür bir öfke hissetmemişti.
Şimdi, bir zafer jesti ile yapılan bu aşağılamayı çabucak
fark etti, geri çekilmeye isteksiz değildi.
“Lanet olsun!” Cheng Ke dişlerini sıktı ve elindeki şeyi
yanında bulunan çöp kutusuna attı.
Çöp kutusuna ne zaman bir şeyler atsa, mesafe bir metreyi
geçer geçmez, genelde ikinci kez alırdı. Şimdi iki ila üç metre uzakta olan
cüzdan, şaşırtıcı şekilde çöp kutusuna doğru düştü.
Sadece o yüz yuanlık banknot yere süzüldü.
Cheng Ke yürüdü ve parayı aldı, buruşturdu ve şiddetle
tekrar fırlattı, öyle ki dirseği biraz acımıştı. Sonra döndü ve yol boyunca
yürüdü.
Yolun sonuna kadar yürüdü. Ancak, yeşil yaya geçidi ışığını
gördükten sonra durdu.
Başlangıçta önce Liu Tian Cheng’in evine gitmeyi planlamıştı
ama şimdi oraya gidecekmiş gibi görünmüyordu.
Cheng Yi’nin sözlerine inandı, çünkü o tek başına evden
kovulmuştu ve onunla birlikte bütün yedek çözümler de gitmişti. Cheng Yi için
önemli değildi ama onun için öyleydi.
Samimi olduğu arkadaşları yoktu. Hepsi sadece birlikte
içtiği ve yediği insanlardı. Bu tür bir ilişki de çoğunlukla içme ve eğlenme
üzerine kuruluydu. Onun gibi eğlenmeye hevesli olmayan insanların,
‘arkadaşlarıyla’ istikrarlı bir ilişkileri vardı. Bu nedenle, her şey Cheng
Yi’nin istediği gibi oldu, gidecek hiçbir yeri yoktu.
Yani…
Cheng Yi bir süre yolun karşısındaki değişen kırmızı ışığa
baktı ve sonunda içini çekerek yol boyunca geri döndü.
Bu gece kalacak bir yere ihtiyacı vardı ve yarın başka
şeyler hakkında düşünecekti.
O yüz yuan en azından küçük acil bir durumu çözebilirdi.
Onu alması gerekiyordu.
Çöp kutusu yeşil dikdörtgen bir çöp kutusuydu. İki tanesi
yan yana yerleştirilmişti.
Daha önce açık olan kapak, bir anda sorumlu bir vatandaş
tarafından kapatılmıştı.
Çöp kutusunun yüzeyi, karşı sokaktaki barın neon ışıklarını
mükemmel bir şekilde yansıtıyordu. Bar çok eşsiz görünüyordu, üstüne basılmış
olan küçük kişinin pozisyonu bile bir DJ’e benziyordu.
Cheng Ke bir süre hareketsiz kaldı.
Öncelikle, insanlar geçiyordu. İkincisi, bir gün çöpleri
karıştıracağını hiç düşünmemişti, bu yüzden çok gergindi.
Üçüncüsü, parayı ve cüzdanı hangi kutuya attığını, ikisini aynı
mı yoksa ayrı ayrı kutuya mı attığını hatırlamıyordu.
“Lanet!”
Sonunda, rastgele soldakini seçti, yürüdü ve içine bakmadan
önce parmağının ucuyla kapağı dikkatli bir şekilde kaldırdı.
Çöp kutusu dolu değildi ve içinde ne olduğunu göremiyordu,
dışı oldukça temiz bir çöp kutusuna benziyordu ama yaklaştığında hala kötü
kokuyordu.
Cheng Ke sol elini kaldırdı, indirdi; sağ elini tekrar
kaldırdı ve sonra indirdi. Bu hareketi iki kez tekrarladıktan sonra nefes
almakta güçlük çektiği için durdu. Gözleri rahatsız edici derecede şişmişti.
Hatta şakağındaki damardaki nabzın kaç kez attığını bile net bir şekilde
sayabiliyordu.
Çöp kutusunu karıştırmak zorunda kaldığı için hissettiği
öfke, o anda bir patlama gibi doğrudan başına doğru yükseldi. Cheng Ke bir adım
geri çekildi ve çöp kutusuna sert bir tekme attı. ‘Tonk’ sesi rahatlatıcıydı,
çöp kutusundaki çöpler iş birliği içinde zemine dağılırken hışırtı sesi
çıkardı.
Yırtık ambalajlar, eski gazeteler, içinde sıvı kalmış paket
servis kapları, üzerinde hala biraz et bulunan kebap çubukları… Tam Cheng Ke
cüzdanının ve yüz yuanının içinde olup olmadığına bakmak üzereyken, bir şey
biraz hareket etti. Tüyleri diken diken oldu.
Fareler, örümcekler ve yılanlar en çok korktuğu şeylerdi.
Bir fare miydi?
O tiksintiyle geri çekilmeden önce karanlığın içinden bir
gölge belirdi. Cheng Ke, yüzüne sert bir darbe aldığı için ne olduğunu bile
göremedi.
Ah.
Bir insandı.
Çöp kutusundan atılan yumruk oldukça sertti, tamamen
savunmasız olan Cheng Ke en az üç saniye kendine gelemedi.
Küçüklüğünden beri, spor salonuna antrenmana gitmek dışında,
ilk defa yüzüne koruyucu giysisi olmadan sokakta bir darbe almıştı.
“Deli misin sen!” Cheng Ke kişiyi net bir şekilde görebilmek
için arkasına döndü. Bir psikopatla karşılaştığında beyninin verdiği ilk tepki
bu olmuştu.
“Bir sorunun mu var?!” bu kişi neredeyse aynı anda bağırdı.
Cheng Ke’nın yüzü daha da acıdı ve acı yüzünden neredeyse halüsinasyon
gördüğünü düşündü.
“Ha?”
“Tekmelemeni kim sana söyledi?” Adam ona baktı.
“Tekmelemedim…” Cheng Ke sonunda kendine geldi ve bir anda
geciken öfkesi geri geldi, “Lanet akrabalarını tekmeleyeyim, üzgünüm!”
Adam konuşmadı, sadece bacağıyla ona doğru tekme attı.
Çok güçlü bir itme vuruşu, ama açıkçası kendi kendini
yetiştirmiş bir amatör. Bu durumda, Cheng Ke savunmaya geçti. Bu tekmeyi
kolayca savuşturdu ve adamın çenesin bir yumruk attı.
Adam önce sabit duramadı ve biraz yalpaladı.
Cheng Ke, neon ışığının yanıp söndüğü an adamın suratını
inceledi.
Boyu oldukça uzundu, örgü şapkası alnına doğru çekilmişti.
Yüzü yeşil, kırmızı ve sarı renklerle aydınlatıldığı için tam olarak
göremiyordu, sadece sol şakağından kulağının köşesine kadar uzanan yara izini
görebiliyordu.
Sadece bu yara izinden bile bu adamın tekin biri olmadığı
anlaşılıyordu.
Cheng Ke bu adamı psikopat olmaktan çıkarıp serseri
kategorisine aldı.
Ama tekrar düşününce, yine de psikopat kategorisinde olması
gerektiğini düşündü. Çünkü bu havada pek çok insan uzun ceket giymişti ama bu
kişi sadece kısa kollu bir tişört giyiyordu.
Sadece onu izlemekle bile üşüyen Cheng Ke, neredeyse ona
vurmaya dayanamadı. Ama bu yara izi, onu adama vurmaya davet etti. Yan tekme
çoktan geldiği için Cheng Ke’nın onu yukarıdan aşağıya incelemesini bitirmesine
bile izin vermedi. Bu tekme oldukça yüksek olduğu için Cheng Ke kaçmadı. Bunun
yerine, bu adamı tutmak için dirseğini kullandı ve bacağını yana doğru itti, iç
uyluğuna doğru eliyle bir darbe vurdu.
“Lanet!” diye kükredi.
“Lanet olsun.” Cheng Ke kaşlarını biraz çattı, bu adam
düşmediği için o kadar da kötü değildi.
Adam tekrar tekmelemek istedi ama Cheng Ke onu işaret etti:
“Bitmedi ha? Bu lanet olası çöp kutusu senin mi?”
“Sen sadece bir çöp toplayıcısısın! Bunun kimin çöp kutusu
olduğu neden umurunda?” Adam ayrıca onu işaret ederek, “Neden bana kimin çöp
kutusunu aradığını söylemiyorsun?”
“Seni pislik!” Cheng Ke, bu cümlenin yaralarını bir kez daha
açan bıçakları taşıdığını hissetti…
İçinde gidecek hiçbir yeri olmayan öfke, adamın üzerine
atlamak için ilerlerken bu cümleyle patladı.
Adam da tereddüt etmeden yumruk attı.
Sonraki dövüşte hiçbir düzen yoktu. Cheng Ke yaptığı her
teknik hamlenin boşa gittiğini bilse bile umurunda değildi. Öfkesini serbest
bırakmak istediği için hareketleri her yerdeydi.
Ayrıca, o sırada bu yara izi olan adama tepeden baktığını
fark etti. Amatördü, ama sert ve çevik bir şekilde vuruyordu. Tek bir hamle
bile onun standartlarına uygun değildi ama aynı zamanda hiçbir hamle
kaçırmamıştı.
Cheng Ke, dövüş ruhunu hangi hareketin tetiklediğini
bilmiyordu ama adamın hareketlerine benzer hareketler kullandı. Bir anda şık
dövüş sanatlarından güreşe geçmişlerdi.
Cheng Ke arkadan gelen ardışık korna seslerini duyunca
kendine geldi. Bu noktada yoldan geçenlerin olup olmaması umurunda değildi,
polisin gelip gelmediği de umurunda değildi. Umursadığı tek şey… Cheng Yi’nin
onu böyle görmesiydi.
Arkasına bakmak için adamı zorla itti.
Kalbi önce korkuyla sıkıştı ama kim olduğunu gördükten sonra
sonunda rahatladı. Beyaz bir Land Rover’dı. Buna eşlik eden güçlü bir
hoşnutsuzluk dalgası da geldi. ‘İki saat içinde nasıl bu kadar düştüm?’
Bir kişi, elinde tahta veya metal bir sopayla arabadan aşağı
atladı. Yanına geldi ve ona doğru doğrulttu: “Bahse girerim ölmek istiyorsun!”
“Gel de dene!” Cheng Ke ona doğru baktı.
“Saçmalamayı bırak,” dedi adam soğuk bir şekilde, “kıyafetlerim
nerede?”
“Ah.” Sopayı tutan kişi tekrar Cheng Ke’ya baktı, arabanın penceresinden
bir ceket çıkardı ve adama fırlattı, “Burada neler oluyor? Bazı kişileri
arayacağım…”
“Kediyi dışarı çıkar,” diye araya girdi adam, arkasını döndü
ve çöp kutusunun olduğu tarafa baktı, “lanet!”
Cheng Ke da ona baktı, aniden bir iğrenme hissi duydu, deli
gibi titreyerek ceketini hızlıca çıkardı. Tekmelenen çöp kutusu ezilmiş ve
deforme olmuştu.
Cheng Ke, dövüş sırasında nasıl çöp tenekesine
yuvarlanabildiğini düşünmek istemiyordu. Sadece, kokuyla kaplı olduğu için bir
süre iğrenme hissetti.
“Kedicik, pisi pisi?” Adam elini yere dayadı, uzandı ve
kafasını çöp kutusuna sokarak tekrar seslendi: “Pisi pisi, kedicik?”
“Kedicik…” Sopalı adam da uzanıp seslenmek istedi, ancak
sadece yarısında diğer adam tarafından sözü kesildi.
Adam, “Git çöpleri temizle.” dedi.
Başıyla onayladı ve tereddüt etmeden yerdeki ezilmiş çöp
kutusuna uzandı ve bir süre oyalandı.
Cheng Ke midesinin hareketlenmeye başladığını hissettiğinde
adam kolunu geri çekti. Avucunda, sadece yumruk büyüklüğünde, oldukça kirli bir
kedi yavrusu vardı.
Cheng Ke iki saniye öylece durdu, arkasını döndü ve gitmeye
hazırlandı.
Bütün bu mücadele karmaşasından sonra, öfkesi dindi mi,
dikkati mi dağıldı yoksa sadece afalladı mı bilmiyordu. İki adım atmadan
arkadan adamın kahkahası duyuldu. “Hey, aradığın bu değil mi?”
Cheng Ke, adamın parmağının işaret ettiği yönü izleyerek
başını çevirdi. Görünüşe göre çöplerin arasındaki yüz yuanlık banknotu
bulmuştu. Kalbi biraz sıkıştı ve aşağılanmış hisseti.
Ancak cevap vermedi. Bunun yerine arkasını döndü ve ileri
doğru yürüdü ama birkaç adımdan sonra aniden kendini yorgun hissetti.
Ona bir adım daha yürüyemeyeceğini hissettiren türde bir
yorgunluktu.
Yanından geçen Land Rover, yolun sonuna doğru gitti, bir
süre arabanın arkasından baktı. Sonra arkasını döndü ve ters yöne doğru yürüdü.
‘Böyle bir zamanda inatçı olmamalıyım. Bu gece üzerimde
hiçbir şey olmamasına rağmen sokakta ölmeyeceğim. Parayı doğal olarak
almalıyım. Ona ihtiyacım var…’
“Geri dön.” Jiang Yu Duo, yavru kedi temizlemek için kendi
kürkünü yalarken seslendi.
“Ne?!” Chen Qing bir süreliğine boşluğa düştü, ama yine de
frene bastı ve arabayı çevirdi. “Geri dönerek ne yapıyoruz?”
“Şu adama bak.” dedi Jiang Yu Duo.
“Bekle ne,” Chen Qing ona baktı, “Neden az önce dövdüğün
evsiz bir çöpü görmeye gidiyorsun?”
“Evsiz bir adam böyle giyinmiş,” Jiang Yu Duo elini arka
koltuktan uzattı ve Chen Qing’in ceketini çekerek kediyi sardı ve arkaya koydu.
“kolunda Jeager-LeCoultre olduğunu görmüyor musun?”
“Jeager-LeCoultre?” Chen Qing’in kafası karışmıştı, “Bir
saat mi?”
“Evet.” Jiang Yu Duo artık konuşmak istemiyordu.
“İyi,” Cheng Qing başını salladı, “San Ge* ne isterse o. Onu
çalmak için geri döneceğim.”
*San Ge, Çincede üçüncü abi anlamına gelmekte. Devamında da
bu şekilde kullanacağım.
Jiang Yu Duo ona baktı.
“Endişelenme,” Chen Qing de ona baktı, “malzemelerim yanımda,
tek bir yumruk ve her şey bitti. Söz veriyorum…”
“Kapa çeneni.” dedi Jiang Yu Duo.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder