19 Eylül 2021 Pazar

ANTIDOTE - BÖLÜM 1:


“Seni işe yaramaz çöp parçası!”

Cheng Ke yol kenarındaki merdivenlerde kuzey rüzgârına dönük oturdu ve cebinden bir sigara çıkardı. Bu evden ayrılmadan önce duyduğu son cümleydi. Bu, babasının… Hayır, ailesinin onun hakkındaki son değerlendirmesi olmalıydı.

Çöp parçası.

Cheng Ke başı ile onayladı ve bu değerlendirmenin hala çok yerinde olduğunu hissetti.                                   

Başını eğip kollarını yüzünün etrafına doladıktan, yüzünü örtmek için paltosunu çektikten ve rüzgâra karşı döndükten sonra ağzındaki sigarayı yakmayı başaramadı. Çakmağı yol kenarındaki çimlere fırlattı.

“Lanet olsun!” dedi Cheng Ke.

‘Bir sigarayı bile yakamayan işe yaramaz bir çöp parçası.’                                                      

Ama sigaranın yine de yakılması gerekiyordu. Ne de olsa, iki yıldan sonra sigaradan vazgeçemeyen bir çöp parçasıydı; doğal olarak, bu tür zamanlarda sigarayı bırakmak daha da imkânsızdı.

Cheng Ke, çakmağın çalılıklarda kayboluşunu izledi.

Dallar biraz sıktı.

Kendini, oraya çömeldiğini ve amaçsızca rastgele bir şeyler arıyor olarak hayal etti…

Cheng Ke etrafına baktı; etrafta bir sürü insan vardı, gelip geçen insanlar rüzgârın savurduğu sarı yapraklar üzerinde aceleyle yürüyordu. O her zaman çok meşguldü ve normalde insanlara bir bakış dahi atmadan yürüdüğü bu yolda, hiçbir zaman bu şekilde durmamıştı.

 

Beş dakika kadar sonra, sigara izmaritini atan genç bir adamın gözleri ile karşılaştı.

“Hey dostum,” Cheng Ke onu durdu, “ateş ver.”

“Tamam.” Genç adam çakmağı çıkardı.

Çık. Çık. Çık.

Cheng Ke sessizce sigarasını ağzında tutarken genç adam çakmağı tekrar çakmaya odaklandı. Nefesini tutarak bekledi. Tam bayılmak üzereyken çakmağın başı gıcırdadı ve genç adamın ellerinden fırladı.

Cheng Ke genç adama baktı.

“Ah… ü-üzgünüm,” genç adam oldukça tuhaf hissediyordu, “benimkini yakarken hala çalışıyordu.”                                                                                                                          

“Minnettarım.” Cheng Ke başını salladı ve iki kez nefes aldı, “Teşekkürler.”                          

Genç adam utanç içinde aceleyle uzaklaştı, Cheng Ke sigarayı cebine geri koydu.

Bu arada, sigara paketinden başka bir şey olmadığına emin olarak cebini karıştırdı.

Telefon, cüzdan ve her şeyi “çöp parçası” sesiyle evde kalmıştı.

‘Muhtemelen bir daha asla geri dönmeyeceğim o yer.’ Çalıların yanına geri döndü ve orada durdu. Dalların ve solmuş yaprakların arasından baktı ama daha önce aralarına attığı çakmağı bulamadı, sadece iki peçete parçası buldu.

Arkasını döndü ve yakınındaki küçük bir süpermarkete doğru yürüdü.

Cheng Ke’nın aşırı bir sigara bağımlılığı yoktu ama insanlar çok tuhaftı. Sigara ve çakmak her gün yanındaydı ve onlara dokunmamıştı bile ama bir kere sigara içmek istediğinde, sanki bir tür hastalığı varmış gibi dayanamıyordu.

“İyi akşamlar.” Kasadaki genç kız onu selamladı.

“İyi akşamlar.” Cheng Ke ona doğru yürüdü, iki sıra çakmak arasından bir tanesini çıkardı ve tezgâhın üzerine koydu.

Kız henüz alıp almayacağını soramadan, sigarasını çoktan yakıp çakmağı da tezgâha koymuştu bile. Kapıyı itti ve dışarı çıktı.

Doğal ve pürüzsüz.

Hayatında yaptığı en utanmazca şeyi bu kadar sorunsuz yapmıştı.

Yolun kenarındaki çelik bankta otururken sigarasını bitiren Cheng Ke ayağa kalktı. Kıçından beline kadar üşürken içini çekti.

Saatine baktığında dokuzu biraz geçtiğini gördü.

Saat takma alışkanlığı yoktu. Bu Jaeger-LeCoultre, Cheng Yi’nin ona geçen ay verdiği bir şeydi. Bunun, kardeş ilişkilerinin iyileşmesinin başlangıcı olduğunu düşünerek şaşırmıştı ve bu yüzden takmaya devam etmişti.

Sadece bir ay sonra onu daha şaşırtıcı bir şeyin beklediğini asla hayal etmemişti, babası tarafından şahsen evden atılmıştı.

Ve daha önceki düşünceleri, bunun büyük ihtimalle garip bir yanlış anlama olduğuydu.

Bunların ne kadarı Cheng Yi’nin işiydi, tam olarak ona ne kadar baskı uygulamıştı, Cheng Ke bunu derinlemesine düşünmedi ve artık düşünmek istemiyordu da. ‘Neler oluyor?’ diye sormadı bile.

Tıpkı babasının söylediği gibiydi: “O kadar işe yaramaz hale geldin ki, ne zaman nedenini soracağını bile bilmiyorsun!”

Ah.

Evet.

İş şeyleri ile ilgilenmiyordu ama babası onu Cheng Yi ile birlikte çalışmaya zorlamıştı. Cheng Yi’nin önünde çöpten farksız olduğunu hissetmişti. Bu sadece, bunca yıl bir çöp parçası olduktan sonra babasını bir nebze de olsun memnun etmek içindi.

O, nereden başlaması gerektiğini bilmiyordu. Sadece şaşırdığını hissetmişti. Daha önce yaşananları düşünmek yerine, üzerinde hiç parası olmadığı için nerede kalacağını düşünmeye öncelik verdi.

Cheng Ke, ‘Şu anda, Liu Tian muhtemelen mağazada olmalı, buradan çok uzakta değil, etrafta dolaşmak muhtemelen bir saat sürer.’ diye düşünerek yolu takip etti.

Bir süre yürüdükten sonra rüzgâr şiddetlenmeye ve gökyüzü kararmaya başladı. Sokaktaki insanlar azaldı ve sokağın her iki tarafında ışıklar yanmaya başladı.

Arkasından kısa bir korna sesi geldi.

Cheng Ke arkasını dönmedi ve yürümeye devam etti. Kırmızı bir araba yanından geçti ve iki üç metre önünde bir yerde durdu.

Cheng Yi’nin Maybach’iydi.

Son zamanlarda bu arabayı sık sık kullanıyordu, neredeyse şoförünün işini yapmasına engel oluyordu, bu yüzden bu arabaya aşinaydı. Motorun sesini duymasına veya arabanın logosunu görmesine bile gerek yoktu. Sadece arabadan çıkan egzoz dumanını koklayarak anlamıştı.

Arka koltuğun camı açıldı, Cheng Yi’nin kafası dışarı çıktı: “Nereye gidiyorsun?”

“Cennete.” Cheng Ke yürümeye devam ederken yanıtladı.

“Seni göndereyim?” diye sordu Cheng Yi.

“Bu kadar özgüvenli olma,” Cheng Ke durdu, “belki de oradan düşen sensin.”

“Önemi yok.” Diyerek sırıttı Cheng Yi, arabasının penceresinden bir cüzdan uzatarak, “İşte, onu evde bırakmıştın.”

Cheng Ke konuşmadı ama uzanıp cüzdanı aldı.

Sadece cüzdan. Telefonu yoktu.

“Telefonun odadaydı. İçeri girmedim.” dedi Cheng Yi.

“Ah,” Cheng Ke ona baktı, “o zaman cüzdanım odamdan kendi kendine gitmiş olmalı, değil mi?”

Cheng Yi, “Cüzdanın, oturma odasına koyduğun ceketteydi.” dedi. “Hala bir şeye ihtiyacın olursa bana söylemen yeterli, babam evde yokken seninle gelip alabilirim.”

Bunu oldukça ‘düşünceli’ bir şekilde söylemişti. Cheng Ke gülümsemek için ağzının kenarını kaldırmaya çalıştı ama olmadı.

 “Şimdilik kalacak bir misafirhane bul,” Cheng Yi ona doğru baktı, gülümsüyordu ama gözleri soğuktu, “zavallı arkadaşların, şu an kimse seni içeri almaya cesaret edemez.”

Cheng Ke konuşmadı. Sadece ona baktı.

“Her şeye kendi başına başla,” dedi Cheng Yi, “sadece aileye bağımlı olarak kalma.”

Cheng Ke sessiz kalmaya devam etti çünkü bu sefer, sahiden söyleyecek bir şeyi yoktu. O evde, babası dışında kim ‘her şeye yeniden başlamak’ zorunda kalmıştı ki? Cheng Yi’nin bunu ciddi bir şekilde söyleyecek pozisyonda olduğunu düşünmüyordu.

“Sür.” Cheng Yi şoföre seslendi ve camı kapattı.

Cheng Ke şu anda neler hissettiğini söyleyemiyordu. Bir süre arabanın gittiği yöne baktıktan sonra sonunda cüzdanını açmak için başını eğdi.

Kimlik kartı.

Cheng Ke kaşlarını çattı.

Bunun dışında hiçbir şey yoktu. Çeşitli üye kartları, kredi kartları ve mevduat kartları orada değildi.

“Harika.” Cheng Ke tekrar cüzdanın gözlerini karıştırdı. 

Daha önce Cheng Yi ona kalacak bir misafirhane bulmasını söylediğinde, sadece onunla alay ettiğini düşünmüştü ama şimdi o tek gözdeki paraya baktığında sonunda fark etti.

Cheng Yi doğruyu söylüyordu.

100 yuan.

Misafirhane derken muhtemelen uzakta bulunan ranzalardan bahsediyordu.

*tam anlaşılmıyor ama Google’dan ‘datongpu’ diye aratabilirsiniz.

Ayrıca cüzdanında genelde nakit para olmazdı. Cheng Yi bilerek 100 yuanı koymuştu.

Cheng Yi kırmızı banknotu kavradı ve parmaklarının öfkeyle titrediği açıkça görülüyordu.

100 yuan banknota bakarken sersemlemişti. Bu tür bir öfkeyi daha önce hiç hissetmemişti. Kendi küçük erkek kardeşi tarafından sırtından bıçaklandığında, biyolojik babası tarafından kovulduğunda ve arkadaşlarının, çakmağı yokken sigara içmek için geldiğinde onu içeri almayacaklarını söylediğinde bile bu tür bir öfke hissetmemişti.

Şimdi, bir zafer jesti ile yapılan bu aşağılamayı çabucak fark etti, geri çekilmeye isteksiz değildi.

“Lanet olsun!” Cheng Ke dişlerini sıktı ve elindeki şeyi yanında bulunan çöp kutusuna attı.

Çöp kutusuna ne zaman bir şeyler atsa, mesafe bir metreyi geçer geçmez, genelde ikinci kez alırdı. Şimdi iki ila üç metre uzakta olan cüzdan, şaşırtıcı şekilde çöp kutusuna doğru düştü.

Sadece o yüz yuanlık banknot yere süzüldü.

Cheng Ke yürüdü ve parayı aldı, buruşturdu ve şiddetle tekrar fırlattı, öyle ki dirseği biraz acımıştı. Sonra döndü ve yol boyunca yürüdü.

Yolun sonuna kadar yürüdü. Ancak, yeşil yaya geçidi ışığını gördükten sonra durdu.

Başlangıçta önce Liu Tian Cheng’in evine gitmeyi planlamıştı ama şimdi oraya gidecekmiş gibi görünmüyordu.

Cheng Yi’nin sözlerine inandı, çünkü o tek başına evden kovulmuştu ve onunla birlikte bütün yedek çözümler de gitmişti. Cheng Yi için önemli değildi ama onun için öyleydi.

Samimi olduğu arkadaşları yoktu. Hepsi sadece birlikte içtiği ve yediği insanlardı. Bu tür bir ilişki de çoğunlukla içme ve eğlenme üzerine kuruluydu. Onun gibi eğlenmeye hevesli olmayan insanların, ‘arkadaşlarıyla’ istikrarlı bir ilişkileri vardı. Bu nedenle, her şey Cheng Yi’nin istediği gibi oldu, gidecek hiçbir yeri yoktu.

Yani…

Cheng Yi bir süre yolun karşısındaki değişen kırmızı ışığa baktı ve sonunda içini çekerek yol boyunca geri döndü.

Bu gece kalacak bir yere ihtiyacı vardı ve yarın başka şeyler hakkında düşünecekti.

O yüz yuan en azından küçük acil bir durumu çözebilirdi.

Onu alması gerekiyordu.

Çöp kutusu yeşil dikdörtgen bir çöp kutusuydu. İki tanesi yan yana yerleştirilmişti.

Daha önce açık olan kapak, bir anda sorumlu bir vatandaş tarafından kapatılmıştı.

Çöp kutusunun yüzeyi, karşı sokaktaki barın neon ışıklarını mükemmel bir şekilde yansıtıyordu. Bar çok eşsiz görünüyordu, üstüne basılmış olan küçük kişinin pozisyonu bile bir DJ’e benziyordu.

Cheng Ke bir süre hareketsiz kaldı.

Öncelikle, insanlar geçiyordu. İkincisi, bir gün çöpleri karıştıracağını hiç düşünmemişti, bu yüzden çok gergindi.

Üçüncüsü, parayı ve cüzdanı hangi kutuya attığını, ikisini aynı mı yoksa ayrı ayrı kutuya mı attığını hatırlamıyordu.

“Lanet!”

Sonunda, rastgele soldakini seçti, yürüdü ve içine bakmadan önce parmağının ucuyla kapağı dikkatli bir şekilde kaldırdı.

Çöp kutusu dolu değildi ve içinde ne olduğunu göremiyordu, dışı oldukça temiz bir çöp kutusuna benziyordu ama yaklaştığında hala kötü kokuyordu.

Cheng Ke sol elini kaldırdı, indirdi; sağ elini tekrar kaldırdı ve sonra indirdi. Bu hareketi iki kez tekrarladıktan sonra nefes almakta güçlük çektiği için durdu. Gözleri rahatsız edici derecede şişmişti. Hatta şakağındaki damardaki nabzın kaç kez attığını bile net bir şekilde sayabiliyordu.

Çöp kutusunu karıştırmak zorunda kaldığı için hissettiği öfke, o anda bir patlama gibi doğrudan başına doğru yükseldi. Cheng Ke bir adım geri çekildi ve çöp kutusuna sert bir tekme attı. ‘Tonk’ sesi rahatlatıcıydı, çöp kutusundaki çöpler iş birliği içinde zemine dağılırken hışırtı sesi çıkardı.

Yırtık ambalajlar, eski gazeteler, içinde sıvı kalmış paket servis kapları, üzerinde hala biraz et bulunan kebap çubukları… Tam Cheng Ke cüzdanının ve yüz yuanının içinde olup olmadığına bakmak üzereyken, bir şey biraz hareket etti. Tüyleri diken diken oldu. 

Fareler, örümcekler ve yılanlar en çok korktuğu şeylerdi.

Bir fare miydi?

O tiksintiyle geri çekilmeden önce karanlığın içinden bir gölge belirdi. Cheng Ke, yüzüne sert bir darbe aldığı için ne olduğunu bile göremedi.

Ah.

Bir insandı.

Çöp kutusundan atılan yumruk oldukça sertti, tamamen savunmasız olan Cheng Ke en az üç saniye kendine gelemedi.

Küçüklüğünden beri, spor salonuna antrenmana gitmek dışında, ilk defa yüzüne koruyucu giysisi olmadan sokakta bir darbe almıştı.

“Deli misin sen!” Cheng Ke kişiyi net bir şekilde görebilmek için arkasına döndü. Bir psikopatla karşılaştığında beyninin verdiği ilk tepki bu olmuştu.

“Bir sorunun mu var?!” bu kişi neredeyse aynı anda bağırdı. Cheng Ke’nın yüzü daha da acıdı ve acı yüzünden neredeyse halüsinasyon gördüğünü düşündü.

“Ha?”

“Tekmelemeni kim sana söyledi?” Adam ona baktı.

“Tekmelemedim…” Cheng Ke sonunda kendine geldi ve bir anda geciken öfkesi geri geldi, “Lanet akrabalarını tekmeleyeyim, üzgünüm!”

Adam konuşmadı, sadece bacağıyla ona doğru tekme attı.

Çok güçlü bir itme vuruşu, ama açıkçası kendi kendini yetiştirmiş bir amatör. Bu durumda, Cheng Ke savunmaya geçti. Bu tekmeyi kolayca savuşturdu ve adamın çenesin bir yumruk attı. 

Adam önce sabit duramadı ve biraz yalpaladı.

Cheng Ke, neon ışığının yanıp söndüğü an adamın suratını inceledi.

Boyu oldukça uzundu, örgü şapkası alnına doğru çekilmişti. Yüzü yeşil, kırmızı ve sarı renklerle aydınlatıldığı için tam olarak göremiyordu, sadece sol şakağından kulağının köşesine kadar uzanan yara izini görebiliyordu.

Sadece bu yara izinden bile bu adamın tekin biri olmadığı anlaşılıyordu.

Cheng Ke bu adamı psikopat olmaktan çıkarıp serseri kategorisine aldı.

Ama tekrar düşününce, yine de psikopat kategorisinde olması gerektiğini düşündü. Çünkü bu havada pek çok insan uzun ceket giymişti ama bu kişi sadece kısa kollu bir tişört giyiyordu.

Sadece onu izlemekle bile üşüyen Cheng Ke, neredeyse ona vurmaya dayanamadı. Ama bu yara izi, onu adama vurmaya davet etti. Yan tekme çoktan geldiği için Cheng Ke’nın onu yukarıdan aşağıya incelemesini bitirmesine bile izin vermedi. Bu tekme oldukça yüksek olduğu için Cheng Ke kaçmadı. Bunun yerine, bu adamı tutmak için dirseğini kullandı ve bacağını yana doğru itti, iç uyluğuna doğru eliyle bir darbe vurdu.

“Lanet!” diye kükredi.

“Lanet olsun.” Cheng Ke kaşlarını biraz çattı, bu adam düşmediği için o kadar da kötü değildi.

Adam tekrar tekmelemek istedi ama Cheng Ke onu işaret etti: “Bitmedi ha? Bu lanet olası çöp kutusu senin mi?”

“Sen sadece bir çöp toplayıcısısın! Bunun kimin çöp kutusu olduğu neden umurunda?” Adam ayrıca onu işaret ederek, “Neden bana kimin çöp kutusunu aradığını söylemiyorsun?”

“Seni pislik!” Cheng Ke, bu cümlenin yaralarını bir kez daha açan bıçakları taşıdığını hissetti…

İçinde gidecek hiçbir yeri olmayan öfke, adamın üzerine atlamak için ilerlerken bu cümleyle patladı.

Adam da tereddüt etmeden yumruk attı.

Sonraki dövüşte hiçbir düzen yoktu. Cheng Ke yaptığı her teknik hamlenin boşa gittiğini bilse bile umurunda değildi. Öfkesini serbest bırakmak istediği için hareketleri her yerdeydi.

Ayrıca, o sırada bu yara izi olan adama tepeden baktığını fark etti. Amatördü, ama sert ve çevik bir şekilde vuruyordu. Tek bir hamle bile onun standartlarına uygun değildi ama aynı zamanda hiçbir hamle kaçırmamıştı.

Cheng Ke, dövüş ruhunu hangi hareketin tetiklediğini bilmiyordu ama adamın hareketlerine benzer hareketler kullandı. Bir anda şık dövüş sanatlarından güreşe geçmişlerdi.

Cheng Ke arkadan gelen ardışık korna seslerini duyunca kendine geldi. Bu noktada yoldan geçenlerin olup olmaması umurunda değildi, polisin gelip gelmediği de umurunda değildi. Umursadığı tek şey… Cheng Yi’nin onu böyle görmesiydi.

Arkasına bakmak için adamı zorla itti.

Kalbi önce korkuyla sıkıştı ama kim olduğunu gördükten sonra sonunda rahatladı. Beyaz bir Land Rover’dı. Buna eşlik eden güçlü bir hoşnutsuzluk dalgası da geldi. ‘İki saat içinde nasıl bu kadar düştüm?’

Bir kişi, elinde tahta veya metal bir sopayla arabadan aşağı atladı. Yanına geldi ve ona doğru doğrulttu: “Bahse girerim ölmek istiyorsun!”

“Gel de dene!” Cheng Ke ona doğru baktı.

“Saçmalamayı bırak,” dedi adam soğuk bir şekilde, “kıyafetlerim nerede?”

“Ah.” Sopayı tutan kişi tekrar Cheng Ke’ya baktı, arabanın penceresinden bir ceket çıkardı ve adama fırlattı, “Burada neler oluyor? Bazı kişileri arayacağım…”

“Kediyi dışarı çıkar,” diye araya girdi adam, arkasını döndü ve çöp kutusunun olduğu tarafa baktı, “lanet!”

Cheng Ke da ona baktı, aniden bir iğrenme hissi duydu, deli gibi titreyerek ceketini hızlıca çıkardı. Tekmelenen çöp kutusu ezilmiş ve deforme olmuştu.

Cheng Ke, dövüş sırasında nasıl çöp tenekesine yuvarlanabildiğini düşünmek istemiyordu. Sadece, kokuyla kaplı olduğu için bir süre iğrenme hissetti.

“Kedicik, pisi pisi?” Adam elini yere dayadı, uzandı ve kafasını çöp kutusuna sokarak tekrar seslendi: “Pisi pisi, kedicik?”

“Kedicik…” Sopalı adam da uzanıp seslenmek istedi, ancak sadece yarısında diğer adam tarafından sözü kesildi.

Adam, “Git çöpleri temizle.” dedi.

Başıyla onayladı ve tereddüt etmeden yerdeki ezilmiş çöp kutusuna uzandı ve bir süre oyalandı.

Cheng Ke midesinin hareketlenmeye başladığını hissettiğinde adam kolunu geri çekti. Avucunda, sadece yumruk büyüklüğünde, oldukça kirli bir kedi yavrusu vardı.

Cheng Ke iki saniye öylece durdu, arkasını döndü ve gitmeye hazırlandı.

Bütün bu mücadele karmaşasından sonra, öfkesi dindi mi, dikkati mi dağıldı yoksa sadece afalladı mı bilmiyordu. İki adım atmadan arkadan adamın kahkahası duyuldu. “Hey, aradığın bu değil mi?”

Cheng Ke, adamın parmağının işaret ettiği yönü izleyerek başını çevirdi. Görünüşe göre çöplerin arasındaki yüz yuanlık banknotu bulmuştu. Kalbi biraz sıkıştı ve aşağılanmış hisseti.

Ancak cevap vermedi. Bunun yerine arkasını döndü ve ileri doğru yürüdü ama birkaç adımdan sonra aniden kendini yorgun hissetti.

Ona bir adım daha yürüyemeyeceğini hissettiren türde bir yorgunluktu.

Yanından geçen Land Rover, yolun sonuna doğru gitti, bir süre arabanın arkasından baktı. Sonra arkasını döndü ve ters yöne doğru yürüdü.

‘Böyle bir zamanda inatçı olmamalıyım. Bu gece üzerimde hiçbir şey olmamasına rağmen sokakta ölmeyeceğim. Parayı doğal olarak almalıyım. Ona ihtiyacım var…’

“Geri dön.” Jiang Yu Duo, yavru kedi temizlemek için kendi kürkünü yalarken seslendi.

“Ne?!” Chen Qing bir süreliğine boşluğa düştü, ama yine de frene bastı ve arabayı çevirdi. “Geri dönerek ne yapıyoruz?”

“Şu adama bak.” dedi Jiang Yu Duo.

“Bekle ne,” Chen Qing ona baktı, “Neden az önce dövdüğün evsiz bir çöpü görmeye gidiyorsun?”

“Evsiz bir adam böyle giyinmiş,” Jiang Yu Duo elini arka koltuktan uzattı ve Chen Qing’in ceketini çekerek kediyi sardı ve arkaya koydu. “kolunda Jeager-LeCoultre olduğunu görmüyor musun?”

“Jeager-LeCoultre?” Chen Qing’in kafası karışmıştı, “Bir saat mi?”

“Evet.” Jiang Yu Duo artık konuşmak istemiyordu.

“İyi,” Cheng Qing başını salladı, “San Ge* ne isterse o. Onu çalmak için geri döneceğim.”

*San Ge, Çincede üçüncü abi anlamına gelmekte. Devamında da bu şekilde kullanacağım.

Jiang Yu Duo ona baktı.

“Endişelenme,” Chen Qing de ona baktı, “malzemelerim yanımda, tek bir yumruk ve her şey bitti. Söz veriyorum…”

“Kapa çeneni.” dedi Jiang Yu Duo.  

 *****


 ― Sonraki Bölüm 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder